Ünite 5
Temel Sektörde Gelişmeler II: Sanayi Sektörü
Temel Sektörde Gelişmeler II: Sanayi Sektörü
Türkiye’de SanayiSektörünün Gelişimi
Dar anlamda sanayi,üretim faktörlerinden emek ve sermayeyi kullanarak hammadde ve yarı mamulmaddeleri işleyerek mamul madde haline getiren tüm üretim faaliyetlerinikapsamaktadır. Sanayi bu açıdan bir bakıma imalatçılıktır.
Geniş anlamda tanımlamakgerekirse sanayi, turizm sanayisinde olduğu gibi müteşebbisin kurduğu, mal vehizmet üreten ve gelir getiren faktörlerin bileşimidir.
Türkiye’de sanayi sektörü, Devlet Planlama Teşkilatı(DPT) tarafından:
Madencilik
İmalat sanayi
Tüketim malları
Ara malları
Yatırım malları
Ara malları
Yatırım malları
Enerji (elektrik, gaz ve su)olarak sınıflandırılmıştır.
Türkiye ekonomisinde başlıca imalat sanayi dalları arasında gıda, dokuma, deri, giyim, kimya,ilaç, kauçuk ve plastik, bilgisayar, elektronik ve optik ürünler, elektrikliteçhizat, otomotiv, kok ve petrol ürünleri, maden, orman, makine, madeni eşya,taşa ve toprağa dayalı sanayi dalları sayılabilir.
Günümüz dünyasında gelişmiş ülkelerin, aynı zamandasanayileşmiş ülkeler olmaları,ekonomik gelişme ile sanayileşmearasında çok yakın bir ilişkinin olduğunu ortaya koymaktadır.Ülkelerin sanayileşme seviyesi ile gelişmişlik seviyesi aynı anlama gelir.Gelişmiş ekonomi biranlamda sanayileşmiş ekonomi demektir.
Osmanlı Devleti’ndeSanayi Sektörünün Gelişimi
Osmanlı devletinin ekonomisi tarıma dayalı olduğundan sanayi sektörü ikinciplanda kalmış ve sanayileşme çabaları olumlu sonuç vermemiştir. İngiltere de 18.yüzyıl ortalarında buharın makineye uygulanması sonucu başlayansanayileşme çabalarından Osmanlı devleti haberdar olmamıştır. Bu durumsanayileşme sürecinin ülkeye gelmesini engellemiş, böylece ekonomide makineyedayalı sanayileşme kurulamamış, geleneksel sisteme dayanan yerli sanayi de gerilemiştir.
İkinci Meşrutiyet’in 1908’de ilan edilmesiyle sanayileşmeolmadan ülkenin kalkınamayacağını ileri süren devlet adamlarının sayısı artmayabaşlamıştır. Gelişen milliyetçilik akımları, ekonomi alanında da kendinihissettirmiş ve Osmanlı sanayisinin teşvik edilmesinin gerekliliği üzerindedurulmaya başlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın çıktığı yıla (1914) kadar olandönem bazı yazarlarca milli iktisat dönemi ortaktanımlanmaktadır.
İkinci Abdülhamit’in iktidarda olduğu dönemde İttihatve Terakki çevreleri, yöneticilerin sermayeyi gözetecekleri yerde kişilerin malvarlığına göz diktiklerini öne sürmüşlerdir. 1908 devrimi sonucunda iktidaragelen İttihatçıların liberal MaliyeBakanı Mehmet Cavit Bey,Osmanlı topraklarında sermaye birikimininsınırlı ve dağınık olduğunu belirtmiştir.
Aralık 1913 tarihindeİttihat ve Terakki Hükümeti sanayileşmeyi teşvik etmek amacıylaTeşvik-i Sanayi Kanunu Muvakkatını (GeçiciSanayi Yasasını) yürürlüğe koymuştur. Teşvik-i Sanayi Kanunukapsamına giren kuruluşların sayım sonuçları 1917 yılında yayınlanmıştır. Buna göre Osmanlı sanayisi tüketimmalları ara mal ve üretmekte ancak yatırım malları üreten bir sanayi yapısınasahip değildir. 1915 sayımına göre iseOsmanlı sanayisinde sermayedar ve işçi dağılımı aşağıdaki tablodagösterilmiştir.
Sermayedar İşçi
Türkler %15 %15
Rumlar %50 %60
Ermeniler %20 %18
Yahudiler %95 %10
Rumlar %50 %60
Ermeniler %20 %18
Yahudiler %95 %10
Cumhuriyetin İlkYıllarında Sanayileşmeye Yönelik Politikalar
Osmanlı’dan devralınan az sayıda sanayi kuruluşunun,yüksek düzeydeki rekabetten korunması ve sanayi sektörünün gelişebilmesi için, 1923 İzmir’de yapılan Türkiye İktisat Kongresi’ne katılansanayiciler:
Gümrük tarifeleri arttırılarak sanayin dışrekabetten korunmasını
Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun yenidendüzenlenerek yürürlüğe konulmasını
Sanayi bankasının kurulmasını
Makine araç ve gereç ithaline vergibağışıklığı sağlanmasını da talep etmişlerdir.
Bu isteklerin büyük çoğunluğu Kongre’de karar altınaalınmış ve Hükümet istenilenleri zaman içinde yerine getirmiştir. 9 Nisan 1924 tarihinde çıkarılan bir yasaile ihracata dönük sanayilerin kullandıkları ithal hammaddeleri gümrük vergisinden muaf tutulmuş,1924 yılında Türkiye İş Bankası, 1925 yılında Sanayi ve Maadin Bankasıkurulmuş,1929 yılında da etkili birgümrük korumacılığı başlatılmıştır.
Hükümet, yerli sanayicilerin üretimini iç vergilerdenmuaf tutarak, prim ödeyerek, ucuz kredi sağlayarak, ithal malları üzerinetüketim vergisi koyarak korumuş ve Ekim 1929 tarihinde de spesifik tarifeleruygulayarak etkili bir koruma sağlamıştır. İthalattan alınantüm vergilerin oranı Ekim 1929’da %26 iken, bu oran bir yıl sonra %38’eyükseltilmiştir.
Yeni spesifik tarifede bütün tarım makine, araç vegereçleri bu sektörde makineleşmeyi teşvik etmek için gümrükten muaftutulmuştur. Ayrıca, ulaştırma araçlarıyla, ülkede üretilmeyen sınaihammaddelerdeki spesifik vergi oranları düşürülmüş, buna karşılık tekstil,gıda, deri çimento, ağaç ürünleri, nihai tüketim malları ile yeni gelişmekteolan yerli sanayilere rakip ithal malları üzerindeki nominal vergi oranlarıyükseltilmiştir.
Cumhuriyet’inilk yıllarında izlenen temelekonomi politikası ilke olarak özel girişimeliyle serbest piyasa şartlarında sanayileşmeyi esas almaktadır. Devlet,özel girişimi desteklemiş, fakat özel sektörün yetersiz kaldığı, kârlı bulmadığıalanlarda ekonomiye müdahale ederek yatırım yapmıştır. Bunun tipik örneği, 5Nisan 1925 tarihinde çıkarılan 601 sayılı Yasa ile şeker sanayisine yatırımyapacak özel girişimcilere önemli ayrıcalıklar sağlanmasıdır.
Hükümet, 1927yılında eski 1913 tarihli yasayı gözden geçirip genişleterek 15 yıl içinTeşvik-i Sanayi Kanunu’nu yenidenyürürlüğe koymuştur.
1932yılında İnhisarlar Umum Müdürlüğü isimlidevlet tekeli kuruluncaya kadar Türkiye’de tütün, ispirtolu içkiler,tuz, barut ve patlayıcı maddelere ilişkin tekeller ayrı kuruluşlarcayürütülmüştür.
Tütün,ispirto ve ispirtolu içkiler ile tuz 1932’de
Barutve patlayıcı maddeler 1934’de
Bira1939’da
Çayve kahve 1942’de
Kibrit1946’de devlet tekeli altına alınmıştır.
17 Şubat 1925 tarihindetarımda Aşar Vergisi Birinci İktisat Kongresi’nin önerileri doğrultusundakaldırılınca, devlet önemli birgelir kaybına uğramıştır. Çünkü 1924yılındaki devlet gelirlerinin %25’iniaşar vergisi sağlamakta idi. Yeni tekellerin oluşturulmasıyla devletinelinde önemli miktarda sermaye toplanmış ve bu kaynaklar, 1933’ten sonra kamutarafından sınai yatırımların finansmanında kullanılmıştır.
1927yılında, Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk defa sanayi sayımı yapılmıştır.Sayım, 1913-1915 Osmanlı sanayi sayımlarından farklı olarak tüm ülkeyi kapsamıştır. 1927 sanayi sayımında, Türkiye’de 65.245işyeri belirlenmiştir.
Yerli sanayin ülke ihtiyaçlarını karşılamakta yetersizkalması ve izlenen teşvik politikalarına rağmen istenilen başarıya ulaşılamamasısonucunda izlenen temel politikalar 1930’lu yılların ortalarından sonra değiştirilmişve ithal ikameci ve korumacı politikalara ağırlık verilmeye başlanmıştır. 1928 yılında, Tarım ve Ticaret Bakanlıklarının birleştirilmesiyle İktisatVekâleti kurulmuştur.
Devletçi SanayileşmeYılları
Cumhuriyetinkurulmasından sonra geçen ilk 10 yılda, özel girişime dayanan liberal birekonomi politikası izlenmiş, özel sektör korunarak teşvik edilmiş vesanayileşmede bu kesime öncelik verilmiştir. Kamu kesimi kurumsal ve yasaldüzenlemeleri yapmış, demir yolu gibi önemli alt yapı projeleriningerçekleştirilmesini sağlamıştır. Fakat o günkü ekonomik şartlar, sermayeyetersizliği, girişimci azlığı, nitelikli işgücü eksikliği, dış rekabet gibisebeplerle özel sektör eliyle sanayileşmede başarıya ulaşılamamış ve sektördekibüyüme, diğer sektörlerin gerisinde kalmıştır. Devletçilik politikası, sanayileşmeyi hızlandırmak için bir alternatifolarak doğmuş ve devlet öncülüğünde planlı sanayileşme hedef alınmıştır.
Builke Osmanlılar zamanında da uygulanmış ve özellikle II. Meşrutiyet’ten (1908)ten sonra devlet birçok sanayi işletmesi kurarak işletmişti. TürkiyeCumhuriyeti’nde devletçilik ilkesiniİsmet İnönü mutedil devletçilik ilkesi olarak açıklamıştır. Bu ilke 5 Şubat 1937 de Anayasaya konmuştur.Bu ilkeye göre memleketin tüm ihtiyaçlarını karşılama görevi özel sektörledevlet arasında paylaşılmalıdır. Devletçilik politikasını izlemeyeyönlendiren o günkü toplumsal ihtiyaçların dışında bazı dış faktörler devardır. Bunlardan en önemlisi SSCB nin, Dünya Ekonomik krizini fazlahissetmemesi ve bu krizi batılı ülkelerden rahat atlatmasıdır. Devletçilikİlkesi o dönemde kapitalist sisteme alternatif olmuştur. Ayrıca ABD de çıkanyasa ile ilk defa kapitalist ülkelerde bölge planlaması uygulaması da önemlibir gelişmedir. Türkiye’de uygulanan sanayi planları SSCB deki sanayiplanlarından farklı olarak doktrinerdeğil; pragmatiktik.Türkiye’dekidevletçilik ilkesi kapitalizm ve sosyalizm arasında ve bunlara alternatif birsisteme dönüşmemiş, yeni ekonomik kalkınma yaklaşımı niteliğini taşımıştır.1927 de Teşvik-i Sanayi Kanunu başlayarak 1933 teki (ilk sanayi planı)politikanın da etkisiyle 1942 ye kadar özel sektör bu yasayla korunmuştur.
Devletçilik: kamunun piyasaya malve hizmet üretmek için işletmecilik yapmasıyla kısıtlanmış, hiçbir zaman birdevlet müdahaleciliğine dönmemiştir. Devletçilik Türkiye’de yoğun olaraksanayi sektöründe uygulanmıştır. I.BeşYıllık Sanayi Planı(1934-1938) kamu yatırımlarının tümünü kapsayan birplandır.
BBYSP amacı: ithal edilmekte olan tüketim malları üretiminde belli artışlarsağlamaktır.Planın temel özelliği ithal ikamesini amaçlamasıdır. Plan döneminde 20 kadarfabrika kurulmuştur. Etibank ve Sümerbank bunların en önemlileridir.
II. Beş Yıllık Sanayi Planı (1938-1942),ilk plana göre daha geniş tutulmuş. Uygulamaya geçirilemeyen İBYSP’nin amacı, daha çokhammaddesi içeride bulunan hafif sanayi dallarında ithal ikamesine gitmektir. İBYSP’de öncekinin (BBYSP’nin) aksine, ara veyatırım mallarını kapsayan ağır sanayiye ağırlık verilmiş, maden vehammaddelerin işlenerek ihracı amaçlanmış, madencilik sanayi, elektrik enerjisiüretimi ve liman yapımı gibi yatırımlara öncelik tanınmıştır. Bu niteliğiylePlan, ithal ikameci bir sanayileşmeden daha ileri gitmeyi de hedeflemiştir. Fakat II.Dünya Savaşı bu sanayileşme planınıbüyük ölçüde durdurmuş,bir çok fabrika daha sonraki yıllar faaliyetegeçebilmiştir.Bu dönemde ilki1940da uygulanan Milli Korunma Kanunu(işsaatlerinin uzatılması,özel işletmelere geçici olarak el konulması,ihracataasgari ;ithalata azami sınırlar konulması,temel ihtiyaç maddelerinin vesikayladağıtılması),12 Kasım 1942 Varlık Vergisive 1942-1946 Toprak Mahsulleri Vergisi uygulamayakonuldu. Cumhuriyet’in ilk on yılı içinde sanayi sektörünün Gayri Safi Ulusal Gelir (GSUG)içindeki payı %10’larseviyesinde seyretmiştir.1929’dan sonra sanayi sektörünün GSUG ve sektörgelirlerinin büyümesinde düşme olmuştur. Bunun sebebi Dünyadaki ekonomik krizdolayısıyla ortaya çıkan fiyat düşüşleri ve tarımsal üretimde kötü havaşartları etkili olmuştur.
Liberal Döneme Geçiş
II. Dünya Savaşı yıllarında alınanvergiler iktidara karşı hoşnutsuzluğu arttırmıştır.21 Temmuz 1946 tarihindekiseçimlerin sonucunda Türkiye çok partili sisteme yasal olarak geçmiştir.1950-1960dönemi alt yapı yatırımcılığı dönemi olarak bilinir. Önemli karayolları, su, liman, enerji projeleri bu dönemdegerçekleştirilmiştir. İthal ikamesi yerine; ihracatı teşvik, sanayi yerinetarım ve kamu kesimi yerine özel kesimi tercih eden liberal dönem 1958 İstikrarKararlarının yürürlüğe girmesine kadar devam etmiştir. Ayrıca bu döneme kadartoplam yatırımların %21 i sanayi sektörüne yapılmıştır. Devletin ekonomideki payı küçültülmesiilkesine rağmen; DDYİ, PTT, Denizcilik Bankası,DMO (Devlet Malzeme Ofisi)KİT haline dönüştürülmüş; EBK, SEKA, T.Demir Çelikİşletmeleri ve T.C. Turizm Bankası kurularak KİT ler daha da genişletilmiştir.Sanayi sektörü bu döneme kadar iç talebin de canlı olması sebebiyle hızlabüyümüş, 1952-1957 döneminde sanayinin ortalama büyüme hızı %12,5 gibi rekorbir seviyeye ulaşmıştır. 1953 yılında ise Türkiye Cumhuriyeti tarihinde birdefa daha ulaşılamayan %19,2 lik büyüme hızına ulaşmıştır. Özellikle,ara malları ve tüketim malları alt dallarında yoğunlaşma olmuştur. Özel kesimyatırımları, şeker, çimento, pamuklu ve yünlü dokuma sanayilerinde ağırlıkkazanmış ve bu dallarda aşırı kapasite yaratılmıştır.
Planlı Dönem:1963-1977
1950 lerin ikinci yarısı Türkiye dağınıkbir şantiye şekline dönüşmüştür.27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra ekonomininbir plana bağlanması fikri genel kabul görünce, planlama bir kurum olarak 1961Anayasa’sına girmiştir.1961 de DPTkurulmuş, 1963 de ise BirinciBeş Yıllık Kalkınma Planı BBYKP uygulamasına geçilmiştir.
Türkiye’de 1963 yılındansonra uygulanan beş yıllık kalkınma planı dönemlerinde sanayiye dayalı büyüme temelamaçlardan biri olmuştur.
1980 yılına kadar ithal ikamesi, 1980 sonrasındaise ihracata dönük sanayileşme politikası izlenmiştir.
Türkiye de sanayi politikası,dış ticaret, yatırım, enerji, teknoloji, kalite iyileştirme, çevre, işgücü, KBİve rekabet gibi politikalarla doğrudan ilgilidir.
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda BBYKP (1963-1967): Daha çok sosyal içerikli olduğu için kırsal kesimin kalkınmasınayer verilmiştir.
İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda İBYKP (1968-1972) :İlk plana göre sanayileşme daha ön plandadır. İki planında ortaknoktası ithal ikameci sanayileşme modelinin benimsenmesidir.
Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda ÜBYKP (1973-1975):Ara ve tarım mallarında ithal ikamesini kamusektörü sağlamış, özel sektör ÜBYKP dayanıklı tüketim malları üretiminde yoğunlaşmıştır.
Bu plansanayileşme için çok önemlidir. Bu kalkınma planında AET ile ilişkilerdeki gelişmeler,Türk sanayinin 12 ve 22 yıllık sürelerde AET ye entegre olmasının hedeflenmesiyeni stratejilere yönlenmeyi gerektirmiştir. Amaç, sadece kalkınma değil, aynızamanda Batıyı da yakalamaktır.(örnek ülke İtalya olarak alınmıştır).
Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda DBYKP (1975-1980) sınaî mal ihracatınaönem verilmiş, fakat bu gelişme sanayileşmede strateji değişikliğine yolaçmamıştır.
1980 yılına kadar ülkenin karşılaştırmalı üstünlüğü olan sanayi dallarınaönemverilmemiş, özellikle dayanıklı tüketim malları sanayinde büyükölçüde ithal ikamesi gerçekleştirilmiştir. Bunda, iç pazarın,optimal ölçekte tesislerin kurulup işletilmesine imkân vermesinin büyük etkisivardır. 1970’li yıllarda iç pazarın dış rekabete karşı korunması sonucundaözellikle montaj sanayi dalında etkinlikten uzak, iç piyasada tekel yaratan birsanayi yapısı meydana gelmiştir. 1980’e kadar izlenen ithal ikameci içe dönüksanayileşme modeli, özellikle dönemin son yıllarında dışa bağımlılığı artırmışve ekonomide döviz ihtiyacının yükselmesine yol açmıştır. Bu gelişme,Türkiye’de ekonomik bunalımın ortaya çıkmasında önemli bir faktör olmuş ve 24Ocak 1980 İstikrar Kararlarının alınmasına yol açmıştır.
İlk üç planda sanayi sektörünün GSUGiçindeki payı hızla artmıştır.1963 te pay %17,1 iken;1967 de %20,7; 1968 de%21,5 iken 1972 de %22; 1973 de %23,4 iken 1977 de %24,8 olmuştur.
1963-1978 döneminde sanayi sektöründeyaratılan gelirin %85 i imalat sanayinde olup bu alt sektörde çalışanlar,sanayi sektöründe istihdam edilenlerin yaklaşık %90 ı kadardır.
1980Sonrası Dönem
TürkiyeCumhuriyeti’nde 1980 yılına kadar geçen sürede (57 yıl) sanayileşme, ithal ikamesi yönünde olmuştur. Türksanayi, öncelikle iç talebi karşılamak ve daha önce ithal edilen malları, ülkeiçinde üretip yurtiçinde satmayı amaçlamıştır. Bu yönde bir gelişmeyi, yenikurulan sanayi dallarının çok uzun sürelerle gümrük ve diğer eş etkilivergilerle korunması, sanayicinin iç piyasa için üretim yapma rahatlığı, iç rekabetinbulunmaması ile tekel tipi üretimin vermiş olduğu rahatlık etkilemiştir.
Bunların sonucundadışa kapalı ve rekabetçi olmayan bir sınaî yapı ortaya çıkmıştır. Bu yapının başlıcaözellikleri:
Ölçek ekonomilerinden yararlanmayan küçükölçekli işletme birimleri
Düşük kapasite kullanımı, geri ve eskimişteknoloji
Rekabet eksikliğinden kaynaklanan düşük vekalitesiz üretim
Yerli girdi payını arttırmaya yönelik fakataynı zamanda uzmanlaşmadan uzaklaşan üretim
Pazarlarda tekelleşme
Aşırı korumanın verdiği rahatlıktankaynaklanan etkinlikten uzaklaşma
Bütün bunların sonucunda yüksek maliyet ve dışpazarlardan soyutlanma şeklinde sıralanabilir.
Türkiyeekonomisi 1970’li yılların sonunda çok önemli bir ödeme güçlüğü vedövizdarboğazıyla karşılaşmıştır. Bunun başlıca sebepleri arasında ekonominin dışakapalı bir yapıda olması ve dolayısıyla izlenen ithal ikameci sanayileşme politikasıdır.Türkiye’de bilinçsiz bir şekilde izlenenithal ikamesi politikası sonucunda negatif ithal ikamesine yol açılmış ve birbirimlik ithal ikamesi için daha fazla ithalat yapılmıştır. Böylece ithalatabağımlılık artmış ve üretimde kapasite kullanımı %50 lerin altına düşmüştür. Budarboğazı genişletmek amacıyla 24Ocak 1980 deekonomide köklüdönüşümleri amaçlayan bir istikrar programı yürürlüğe girmiştir.İthal ikamecisanayileşme stratejisinden vazgeçilerek, ihracata ağırlık ve öncelik veren birsanayileşme modeli benimsenmiştir. Yatırım ve ara malların üretimine öncelikveren anlayış bırakılmış, sanayinin dışa açılmasına önem verilmiş önemverilmiş ve ithalatta liberalizasyona gidilerek Türk sanayi terbiye edilmeyeçalışılmıştır.
Özellikle 1984’tensonra ithalatın libere edilmesi, kaçakçılık ve karaborsayı büyük ölçüdeengelleyerek haksız rekabeti ortadan kaldırmış, yabancı sermaye girişleriüzerinde olumlu etki yaratmış ve sanayinin dinamik karşılaştırmalı üstünlüklerteorisi içinde yeniden yapılanmasını sağlamıştı.
24 Ocak 1980 de alınankararlar:
İthalatta sınırlamalar vekotalar uygulanacak
İhracat ise sübvansiyonve indirimlerle desteklenecek
Esnek döviz kurupolitikası izlenecek.
Türkiye’nin1980’li yıllarda yeni sanayi stratejisinin benimsenmesinde önemli bir faktördeAvrupa Topluluğu (AT) ile gümrük birliğini gerçekleştirme konusundaki tercihidir.İhracatı teşvik eden yeni politikalar sonucunda sanayiciler, iç piyasa yerine dışpiyasalara yönelmeye başlamışlar ve iç piyasanın darlığından kurtulmuşlardır.
Dışaaçılma Pazargenişlemesi imkânını yaratmış, bu durum da iç pazarın yetersiz olduğu sanayidallarının gelişmesini teşvik etmiştir. Kapasite kullanım oranları artmış,tesislerin ölçekleri genişlemiş ve yeni yatırımlara gidilmiştir. Böylecemaliyetler aşağı çekilerek rekabet şansı artmıştır. İhracatile birlikte kalite yükselmiş, ambalajlar iyileşmiş, teknoloji gelişmiş, modernişletmecilik kuralları uygulanmaya başlanmış, dış pazarlar yakından izlenirolmuş, uluslararası finansman kuruluşlarıyla ilişkiler artmış, yeni pazarlamayöntem ve teknikleri ülkeye getirilmiş, yönetimde profesyonelleşme başlamış,yabancı sermaye girişinin çoğalmasıyla yeni ortaklıklar yaratılmış ve yeni işilişkileri gelişmiştir.
En önemlisi ise Türkiye, kendisinin dışındabaşka bir dünya olduğunun farkına varmıştır. Bütün bunlarınsonucunda sanayi ürünleri üretimi ve ihracatı hızla gelişmiş, toplam ulusalgelir içinde sanayi sektörünün payı artmıştır. 1963 yılında başlayan planlıekonomi döneminde Türkiye’de dokuz adet beşer yıllık kalkınma planı hazırlanmıştır.
Planlıdönemde hedeflerin altında performans yakalanmıştır. Tarımsektörünün doğa şartlarına olan bağımlılığının devam etmesi sebebiyle sektörelhedeflerde daha fazla sapma olmuştur. Bu dönemde sanayileşmede başarılı olunmaklaberaber, 1990’lı yıllarda krizlerin de etkisiyle sanayileşme hamlesi yavaşlamıştır.
En önemlisi ise Türkiye, kendisinin dışındabaşka bir dünya olduğunun farkına varmıştır. Bütün bunlarınsonucunda sanayi ürünleri üretimi ve ihracatı hızla gelişmiş, toplam ulusalgelir içinde sanayi sektörünün payı artmıştır. 1963 yılında başlayan planlıekonomi döneminde Türkiye’de dokuz adet beşer yıllık kalkınma planı hazırlanmıştır.
Planlıdönemde hedeflerin altında performans yakalanmıştır. Tarımsektörünün doğa şartlarına olan bağımlılığının devam etmesi sebebiyle sektörelhedeflerde daha fazla sapma olmuştur. Bu dönemde sanayileşmede başarılı olunmaklaberaber, 1990’lı yıllarda krizlerin de etkisiyle sanayileşme hamlesi yavaşlamıştır.
Dokuzuncu KalkınmaPlanı döneminde (2007-2013) yıllık ortalama %7 büyüyecek Türkiye ekonomisindeüretimin sektörel bileşiminde sanayi ve hizmetler sektörlerinin ön plana çıkmasıhedeflenmiştir. Sanayi sektörünün üretim içindeki payının plan dönemi süresinceartması ve dönem sonunda %27,2 seviyesine ulaşması, sanayi sektörü artış hızınınekonomik büyümenin üzerinde gerçekleşerek yıllık ortalama %7,8 olmasıbeklenmektedir.
Uluslararası yatırımdanışmanlık kuruluşu olan GoldmanSachs’ın tahminlerine göre, Türkiye’nin gelecek yıllarda büyüme trendleriaynı yönde olduğu taktirde 2050 yılındadünyanın 9’uncu büyük ekonomisi olacağı tahmini gerçekçi değildir.
TÜSİAD’ın hazırladığı Vizyon 2050 Raporu’na görede 2050 yılında Türkiye dünyanın enbüyük ilk 10ekonomisi içinde yer almayacaktır.
J. Fouré ve diğerleri tarafından yapılan bir çalışmadada Türkiye 2050 yılında ilk 10 ülkearasında yer almamaktadır. 2010, 2025 ve 2050 yıllarında dünya ekonomisiiçindeki ilk 8 ülke aşağıdaki şekilde gösterilmiştir.
Ekonomiler 2010 2025 2050
AB (27) 29 23 17
ABD 27 22 17
JAPONYA 9 8 5
ÇİN 7 14 20
BREZİLYA 2 2 2
HİNDİSTAN 2 4 7
RUSYA 2 2 3
DİĞERLERİ 27 25 29
SanayideYapısal Değişim
Türkiye’de imalatsanayinde üretilen mallar,36 sanayi dalında sınıflandırılmış ve tüketim, ara ve yatırım malları üretensanayi dalları içinde ele alınmıştır. Tüm dayanıklı tüketim malı altsektörleri, yatırım malı üreten sektörlerdir.
AB ile 1 Ocak 1996 tarihinde Gümrük Birliğiningerçekleştirilmesi sonucunda Avrupa Kömür Çelik Topluluğu ile topluluğun yetkialanına giren ürünleri kapsayan serbest dolaşım başlamıştır. AB ile GümrükBirliği sonrasında Ortak Gümrük Tarifesi üstünde oranların uygulandığı kâğıt,deri ve deri mamulleri, seramik, tarım alet ve makineleri ile otomotiv gibibazı malların ithalatından alınan vergilerde 1 Ocak 2001 tarihinden itibaren%50 lik son indirim yapılmış ve OGT ye uyum sağlamıştır. Böylece sanayideüçüncü ülkelerle rekabet artmıştır
Kalkınmaplanlarında sanayide yapısal değişim, sanayi üretimi içinde ara ve yatırımmallarının payının artmasına bağlıdır. 1980 sonrasında izlenen politikalar ve plan hedefleri çerçevesindetüketim mallarının payında bir düşüş gözlenirken ara ve yatırım mallarınınpayında artış olmuştur. Tüketim malları içinde ilk sırayı %20 oranı ile gıdasanayialmıştır. Ara mallarında petrol %10’luk bir yer tutmuş,yatırım malları içinde ise en büyük pay %15 le madeni eşya sanayineaittir.
Dünyadasanayi sektöründe uluslararası karşılaştırmalı üstünlükler doğal kaynakzenginliğinden çok,sahip olunan teknoloji seviyesine bağlı bir durumagelmiştir. İmalat sanayinde, yüksek katma değerli mal üretimini artırarakyapısal dönüşümün hızlandırılması temel amaçtır.
SanayiSektörünün Katma Değer İçindeki Yeri
İmalat Sanayi
Sanayisektörü, 2007 yılınakadar hızla büyümüş, Küresel Finansal Kriz’den olumsuz yöndeetkilendiği için sektörün büyüme hızı 2008yılında %1,1, 2009 yılında ise -%6,9olmuştur. 2009 yılında yaşanan küresel krizin ardından imalat sanayisinde 2010yılından sonra belirgin bir iyileşme yaşanmıştır. Bu dönemde üretim, istihdam,kapasite kullanım oranları ve özellikle dış ticaret hacminde önemli artışlar gerçekleşmiştir.
2010 yılında yurt içi talepte ve ihracatta gözlenen yükselmenin etkisiyleimalat sanayi, sanayi sektörü içinde en hızlı büyüyen alt sektördür.
Türkiye’de imalatsanayi son yıllarda hızlı büyüme göstermiş ve kapasite kullanım oranları artmıştır.Tüm bu olumlu gelişmelere karşılık Türkiye’deimalat sanayinin karşılaştığı önemli yapısal sorunlar:
Kredimaliyetlerindeki yükseklik
Düşükfiyatlı ithalattan kaynaklanan haksız rekabet
Bürokratikişlemlerin fazlalığı
Kamukaynaklı bazı girdilerin fiyatlarının uluslararası fiyatlara göre yüksek oluşu
Teknolojiüretiminde yetersizlik
İleriteknoloji kullanımının hızlı yaygınlaştırılamaması
Nitelikliişgücü eksikliği
Yüksekkatma değerli ürünlerde sınırlı üretim kabiliyeti
İşletmelerinüretim ve yönetim yapılarında modernizasyon ihtiyacıdır.
Yapısal sorunlarınçözümü sanayinin üretim ve istihdamdaki payını artıracaktır. Diğer yandanuluslararası piyasalarda ülke ekonomisinin rekabet gücü artıracak ve bu durumödemeler dengesine olumlu yansıyacaktır. Yapısal sorunların çözümünde en önemlihusus ülke ekonomisinin istikrarlı bir şekilde büyümesi ve kalkınması olacaktır.
Madencilik
Madencilik, sektör içinde çok önemli bir yere sahipdeğildir. 2003 yılında sanayi sektörü katma değeriiçindeki payı %1,0 iken oran 2011’de %1,3 olmuştur. Bu alt sektörün büyüme hızıda zaman içinde büyük dalgalanma göstermiştir. Madencilik sektörü üretim endeksi 2011 yılında bir önceki yıla göre %2oranında artmıştır.
Sektör üzerindekietkisi 2008 yılının son çeyreğinden sonra hissedilen küresel kriz, dünyaekonomisinde ham petrol, doğal gaz ve metalik maden fiyatlarında düşüşlere veüretim azalmalarına yol açmıştır. Türk madenciliğine de etki eden bu gelişmelersonucunda 2008 yılı Kasım ayından itibaren üretim ve ihracat azalmış, 2010 ve2011 yıllarında ise artmıştır.
Enerji
Türkiye ekonomisinde elektrik, gaz, buhar ve sıcak su üretimi ve dağıtımınıkapsayan enerji alt sektörünün GSYH içindeki payı ortalama %2 civarındadır.2003 yılında %1,9 olan pay, 2011’de %2,4’e çıkmıştır. Enerji girdilerindeuluslararası enerji piyasalarındaki yüksek talep artışlarına paralel olarak2008 yılında yurtiçi elektrik ve doğalgaz fiyatlarında büyük artışlar meydanagelmiştir. 2008 yılının ikinci yarısından sonra krizin etkisiyle enerjifiyatları azalma eğilimine girmiştir. Türkiye’de sanayide kullanılan enerjigirdi fiyatlarının Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ortalamalarınagöre yüksek olması sektörün rekabet gücünü olumsuz etkilemektedir.OECD ülkelerinde Japonya ve İtalya’dansonra en pahalı sanayi elektriğini Türkiye kullanmaktadır.
Dünyada nüfus artışı, sanayileşme ve kentleşme,doğal kaynaklara ve enerjiye olan talebi artırdığı için enerji arz güvenliğistratejik bir öneme sahiptir.Bubakımdan Türkiye, verimli ve sürdürülebilir enerji üretimine yönelmektedir.Dünyadakieğilimlere paralel olarak Türkiye’de de nihai enerji tüketiminde elektrikenerjisinin payı giderek artmaktadır.
2011 yılında ortalama net elektrik tüketiminin:
%46’sıSanayide
%24’üMeskenlerde
%14’üTicarethanelerde
%4’üResmi kurumlarda
%12’iDiğer kesimlerde tüketilmektedir.
Toplam tüketimin %14’ünü kayıplar oluşturmaktadır.2012 yılında elektrik santralleri toplam kurulu gücünün %3,2 oranındaartarak 53.420 MW’a ulaşacağıöngörülmektedir.
Elektriküretimindeki kaynak paylarının önemli ölçüde aynı kalması,
Doğal gaz yakıtlı santrallerin %43,4
Hidrolik santrallerin %24,4
Linyit yakıtlı santrallerin %16,7
Rüzgârve jeotermal elektrik üretimi toplam payının ise % 2,4’eyükseleceği öngörülmektedir.
SanayiSektöründe Sorunlar, Sanayileşme Politikaları ve Sanayi Stratejisi
SanayiSektöründe Sorunlar
Son 20 yıldadünyada sanayi sektöründe yapısal değişimler yaşanmakta, gelişmiş ülkelerdeimalat sanayi teknolojisinde hızlı gelişmeler görülmektedir. Gelişme yolunda olanülkelerde imalat sanayinin yapısı hammadde ve emeğe dayalı üretimden, teknolojiyoğun üretime dönüşmektedir. Dolayısıyla,ekonomilerin karşılaştırmalı üstünlüğünü yeni teknolojiler belirlemektedir.Hızlı teknolojik gelişmenin yanında, dünya ticaretinin giderek serbestleşmesiyleberaber rekabet de hızla artmaktadır. Gelişmiş ülkeler çeşitli araçlarlakendi sanayilerini destekleyerek yapısal uyum ve rekabet gücünün sürdürülmesiyönünde politikalar uygulamaktadır. Bu gelişmeler, bilim ve teknoloji politikalarını ön plana çıkarmakta ve AR-GE çalışmalarınadaha fazla kaynak ayrılmasını gerektirmektedir.
Mikroelektronik, ileri malzeme teknolojileri, moleküler biyoloji ve biyo-teknoloji alanındayapılan araştırmalar, ortaya çıkan yenilikler ve bunların sanayi sektörüne aktarılması,sanayileşmede yeni teknolojilerin bir girdi olarak üretim faktörleri arasındayer alması, esnek üretim teknolojilerinin kullanılması, KOBİ’lerin gelişmesi veekonomide etkinlik sağlaması, sanayide yapısal bir değişim yaratmıştır.Bu gelişmelerden Türk sanayi sektörü deetkilenmektedir.
Türkiye’desanayinin %50’si Marmara, %20’si Ege Bölgesi’nde yoğunlaşmıştır. Bu durumülkede iç göçlerin doğmasına, iller ve bölgeler arasında gelir dağılımında bozulmalarayol açmakta, doğal afetler sırasında büyük ölçüde etkilenme gibi sorunların yaşanmasınasebep olmaktadır. Bu sorunların giderilmesi için sanayi yatırımlarının coğrafidağılımının değerlendirilerek sanayi planlarının yapılması, geri kalmışbölgelerde alt yapıların kamu tarafından karşılanması gerekir.
Türkiye,insan gücü kaynaklarını arttırırken, ileri teknoloji alanlarına yatırım yaparakkatma değeri yüksek ürünler üretimine önem vermek zorundadır.
Türksanayinin dünya ölçeğinde rekabetçi bir yapıya kavuşması için AR-GE’ye dahafazla pay ayırması gerekmektedir.
Bilgiye dayalı birekonominin başarısını, yeni ve geliştirilmiş ürün ya da üretim süreçleri gibiticari formlara dönüştürülebilen teknolojik bilgi belirlemektedir. Teknolojik performansınen iyi ölçütlerinden biri de patentlerdir. Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü’nün (WIPO)patent başvurularına ilişkin 2012 yılında yayınlanan raporuna göre, 2011 yılındatoplam patent başvuru sayısı 181.900’e ulaşmıştır.
En çok patent başvurusu yapan ülkeler ABD(48.596), Japonya (38.888)veAlmanya’dır.
Türkiye’de 2011 yılında patent başvuru sayısı 541’dir.2011 yılında patent başvurusu yapılan ürünlerin başında dijital iletişimteknolojileri (%7,1), elektrik ekipmanları (%6,9), tıbbi teknolojiler (%6,6) vebilgisayar teknolojisi (%6,4) gelmektedir.
2002 yılındansonra Türkiye’de özellikle dokuma, giyim, deri gibi geleneksel sektörlerdeüretim gerilemiştir. Buna karşılık AB ile gerçekleşen gümrük birliği sonrasındaüretimde orta ve yüksek teknolojili imalat sanayi sektörlerinin payı artmıştır.Otomotiv, makine, elektronik ve beyaz eşyadaki yüksek ihracat artışları bu eğilimindevam etmesinde etkili olmuştur.
Türkiye’dedokuma, hazır giyim, deri gibi geleneksel sektörler başta olmak üzere tüm alanlardayüksek katma değerli ürünlerin geliştirilmesini sağlamak üzere markalaşmanındesteklenmesi faaliyetlerine ve Turquality sisteminin uygulanmasınaönem verilmelidir.
Katmadeğeri yüksek tasarımlar yaratılmasına, uluslararası alanda Türk tasarımlarınıntercih edilir konuma getirilmesine yönelinmelidir. Bu çalışmaları yapmak üzere2009/15355 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Türk Tasarım Danışma Konseyikurulmuştur.
TURQUALIT®:Dünyanın devlet destekli ilk ve tek markalaşma programıdır. Türkiye’de rekabet avantajını elinde bulundurduğuve markalaşma potansiyeli olan ürün gruplarına sahip firmaların, üretimlerindenpazarlamalarına, satışlarından satış sonrası hizmetlere kadar bütün süreçlerikapsayacak şekilde yönetsel bilgi birikimi, kurumsallaşma ve gelişimlerini sağlayarakuluslararası pazarlarda kendi markalarıyla küresel bir oyuncu olabilmeleri amacıylaoluşturulan bir destek platformudur.
Dünya Rekabet Yıllığı 2011 raporuna göre, 2010-2011 döneminde Türkiye’ninrekabet gücü artmıştır. Dünya Ekonomik Forumu’nun hazırlamış olduğuKüreselRekabet Raporu’nda ise Türkiye2010 yılında 61’inci sırada (139 ülke arasında) iken, 2011 yılında 59’uncusıraya (142 ülke içinde) yükselmiştir.
Rapor’da ilk sırada İsviçre, ikinci sırada Singapur, üçüncü sırada İsveçyeralmaktadır.
SanayileşmePolitikalarında Değişim
Türkiyeekonomisinde gerek sanayi sektörü ve gerekse imalat sanayi, 1960’lı yıllardan sonra önemli gelişimgöstermiş, imalat sanayinin ulusalgelir içindeki payı yükselmiştir. İmalat sanayi bu gelişimsürecinde birincisi 1960’larda ikincisi 1980’lerde olmak üzere iki önemli aşamadangeçmiştir. 1960’larda ithal ikameci ve devletin aktif rol aldığı politikalarsanayileşmeye katkıda bulunmuş, ancak bu süreç 1970’lerde krize girmiştir.
24 Ocak 1980Kararlarının temellerinden birini oluşturan ihracata dayalı sanayileşmestratejisiyle birlikte imalat sanayi hızla gelişmiştir. Bu gelişim,1990’lardaki makro ekonomik istikrarsızlıklar sonucu yerini tekrar duraklamaya bırakmıştır.
TürkiyeSanayi Stratejisi
Sanayi ve TicaretBakanlığı’nca hazırlanan, AB müzakere sürecindeki işletmeler ve sanayipolitikası müzakere başlığının kapanış kriterleri arasında yer alan Türkiye Sanayi Stratejisi Belgesi ve Eylem Planı2011-2014, Yüksek Planlama Kurulu’nun 7 Aralık 2010 tarih ve 2010/38 sayılıkararıyla onaylanmıştır.
Stratejinin amaçları:
Türksanayisinin rekabet edilebilirliğinin ve verimliliğinin yükseltilerek dünyaihracatından daha fazla pay alan
Ağırlıklıolarak yüksek katma değerli ve ileri teknolojili ürünlerin üretildiği
Nitelikliişgücüne sahip ve aynı zamanda çevreye ve topluma duyarlı bir sanayi yapısınadönüşümü hızlandırmayı amaçlamaktadır.
Strateji, AB’dekisanayi politikası yaklaşımlarıyla uyumlu, Türk sanayisinin güçlü ve zayıfyönleriyle sahip olduğu fırsatlar ve karşı karşıya kaldığı tehditler sonucu oluşturulanbir politika çerçevesini içermektedir. Stratejinin vizyonu, orta ve yüksek teknolojiliürünlerde Avrasya’nın üretim üssü olarak belirlenmiştir. Orta ve yüksek teknolojilisektörlerin üretim ve ihracat içindeki ağırlığının artırılması ve düşükteknolojili sektörlerde katma değeri yüksek ürünlere geçilmesi stratejik hedeflerdir.Belge’nin eylem planında yatay sanayi politikası alanları, sektörel sanayipolitikası alanları ile uygulama, izleme ve koordinasyon başlıkları altındahedefler açıklanmıştır. Yatay sanayi politikası alanları kapsamında yatırım veiş ortamının iyileştirilmesi alanında sanayi sektöründe girişimciliğin yaygınlaştırılmasınayönelik eğitimler verilmesi ve destekler sağlanması öngörülmüştür.
Ünite 6
Temel Sektörde Gelişmeler III:Hizmetler Sektörü
Temel Sektörde Gelişmeler III:Hizmetler Sektörü
HizmetlerSektörünün Kapsamı ve Türkiye’deki Durumu
İngiliz klasik iktisatçısı Colin Grant Clarkve Fransız iktisatçısı Jean Fourastie ekonomik gelişme vekalkınmada en büyük itici gücün teknik gelişme olduğunu ve ülkelerin hangi seviyedeolduklarının buna göre belirlendiğini ifade etmişler, ekonomideki sektörleri“üç sektör” altında toplamışlardı.
Birincil (primary)sektör olarak tarım
İkincil (secondary)sektörolarak sanayi
Üçüncül (tertiary)sektör olarak hizmetler şeklindesınıflandırılmaktadır.
BirleşmişMilletler’in (BM) yapmış olduğu ayırıma görehizmetler sektörü:
Hükümet hizmetleri
Genel kamuhizmetleri
Teşebbüs ve özel kuruluşların hizmetleri
Dinlenme, eğlenceve benzeri hizmetler ile kişisel hizmetleri kapsamaktadır.
Tüm bu hizmetler, son yıllarda teknolojik yeniliklerinkatkısıyla büyük gelişme göstermiş ve hizmetler sektörü ticaretinde önemli artışlarolmuştur.
Hizmetlerin temel özelliklerinden biri, gayrimaddi ve görünmez olmalarıdır.Oysa mallar maddi vegörülebilir niteliktedir. Hizmetlergenelde mallardan farklı olarak depolanamaz. Mal ve hizmetlerin farklıözelliklerinin olması, uluslararası işlemlerin şekillerini de etkilemektedir.Mallarla ilgili uluslararası ticaret, malların bir ülkeden diğer ülkeye fiziki hareketiniiçerir. Oysa çok az hizmet işlemi sınır ötesi hareketi gerektirir. Sınır ötesi işlemlereörnek olarak telekomünikasyon ile iletilen hizmetler (bankalar aracılığıylapara transferi) veya mal ticareti kapsamındaki hizmetler (bir danışmanın teknikraporu veya bir CD veya DVD’ ye yer alan yazılım) verilebilir.
Mallar ve hizmetlerarasındaki temel farklılıklardan birisi de ülkelerin yerli sanayilere sağladığıkorumalardır. Mal üreten sanayiler,genelde tarifeler, miktar kısıtlamaları ve diğer sınır önlemleriylekorunmaktadır.
Hizmetlerin gayrimaddi niteliği ve birçok hizmet işleminin sınır ötesi hareketi içermemesidolayısıyla sektör, ulusal düzenlemeler ile korunmaktadır.Bu tür düzenlemeler, yabancı hizmet sağlayıcılarının (bankalar ve sigortaşirketleri) hizmet sunmaları için gerekli şubeleri kurmalarını veya yatırımyapmalarını yasaklayabilir. Ulusal düzenlemeler, hizmet sunan gerçek kişilereayırımcı bir şekilde uygulanabilmektedir.
Az sayıda hizmet işlemininniteliği tüketicilerin hizmetlerin verildiği ülkeye gitmesini gerektirmektedir.Ülkeleri ziyaret eden turistler veya yükseköğrenimiçin başka ülkeye giden öğrenciler gibi. Dolayısıyla, bir ülkenin sınırları ötesine fiziki geçişi gerektiren mallara ilişkinuluslararası işlemlerden farklı olarak hizmetler, aşağıdaki hizmet sunumuyollarından birisi veya hepsinin bileşimi ile sağlanmaktadır. Bunlar:
Hizmetlerin sınır ötesi dolaşımı
Tüketicinin ihracatçı ülkeye hareketi
Hizmetinsağlanacağı ülkede ticari varlıkoluşturulması
Gerçek kişilerin hizmet vermek üzere başka bir ülkede geçici dolaşımıdır.
Hizmetler ticaretinin büyümesinde elektronik ticaretin(e-ticaret) hızlı gelişiminin etkisi vardır. E-ticaretin uluslararasında kabuledilmiş bir tanımı yoktur. Genel olarak, mal ve hizmetlerin elektronikaraçlarla dağıtımı, pazarlaması, satışı veya teslim edilmesini kapsamaktadır.
Dünya TicaretÖrgütü hizmetler sektöründeki ekonomik faaliyetleri 12 başlık altındatoplamıştır:
Ticari hizmetler : Meslek hizmetleri, bilgisayar hizmetleri, AR-GE hizmetleri, emlak hizmetleri, kira hizmetleri, diğer ticari hizmetleri kapsar.
İletişim hizmetleri osta, kurye, telekomünikasyon, görsel-işitsel ve diğer hizmetleri kapsar.
İnşaat ve mühendislik hizmetleri :Binalar için genel inşaat çalışmaları, inşaat mühendisliği için genel inşaat çalışmaları, tesisat ve montaj çalışmaları, bina tamamlama ve nihai çalışmalar ile diğer hizmetleri içine alır.
Dağıtımhizmetleri : Toptansatış ticareti hizmetleri, perakende hizmetleri, franchising ve diğerlerinikapsar.
Eğitimhizmetleri : İlköğretimseviyesinde eğitim hizmetleri, lise seviyesinde eğitim hizmetleri,yükseköğretim seviyesinde eğitim hizmetleri, erişkin eğitimi ve diğer eğitimhizmetleri alt başlıklarına ayrılır.
Çevre hizmetleri : Kanalizasyonhizmetleri, atık imha hizmetleri, hıfzıssıhha ve benzeri hizmetleridir.
Malihizmetler : Sigortave sigortacılığa bağlı hizmetler ile bankacılık ve diğer mali hizmetler olarakiki ana başlıktan oluşur.
Sağlığailişkin hizmetler : Hastanehizmetleri, insan sağlığına ilişkin diğer hizmetler ve sosyal hizmetlerdir.
Turizm ve hizmetleri : Otel ve restoranlar (yemek sunma dahil olmak üzere), seyahat acenteliği ve tur operatörlüğü hizmetleri, turist rehberliği hizmetleri ve diğerleridir.
Eğlence,kültür ve spor hizmetleri : Eğlencehizmetleri (tiyatro, canlı orkestra ve sirk hizmetleri ve dahil olmak üzere),haber ajansı hizmetleri, kütüphane, arşiv, müze ve diğer kültürel hizmetler,spor ve diğer rekreasyon hizmetleri ile diğer hizmetleri kapsar.
Ulaşım(taşımacılık) hizmetleri : Deniz, içsu, hava, uzay, demiryolu, karayolu, boru taşımacılığı, tüm taşımacılıkmaddelerine bağlı hizmetleridir.
DiğerHizmetler
Çevre hizmetleri : Kanalizasyonhizmetleri, atık imha hizmetleri, hıfzıssıhha ve benzeri hizmetleridir.
Malihizmetler : Sigortave sigortacılığa bağlı hizmetler ile bankacılık ve diğer mali hizmetler olarakiki ana başlıktan oluşur.
Sağlığailişkin hizmetler : Hastanehizmetleri, insan sağlığına ilişkin diğer hizmetler ve sosyal hizmetlerdir.
Turizm ve hizmetleri : Otel ve restoranlar (yemek sunma dahil olmak üzere), seyahat acenteliği ve tur operatörlüğü hizmetleri, turist rehberliği hizmetleri ve diğerleridir.
Eğlence,kültür ve spor hizmetleri : Eğlencehizmetleri (tiyatro, canlı orkestra ve sirk hizmetleri ve dahil olmak üzere),haber ajansı hizmetleri, kütüphane, arşiv, müze ve diğer kültürel hizmetler,spor ve diğer rekreasyon hizmetleri ile diğer hizmetleri kapsar.
Ulaşım(taşımacılık) hizmetleri : Deniz, içsu, hava, uzay, demiryolu, karayolu, boru taşımacılığı, tüm taşımacılıkmaddelerine bağlı hizmetleridir.
DiğerHizmetler
TürkiyeEkonomisinde Hizmetler Sektörü
Günümüzdehizmetler sektörünün gelişmesi ekonomik kalkınmanın (gelişmenin) önemligöstergelerinden biridir. Hizmetler sektöründe yeni faaliyet alanlarının ortayaçıkması ve mevcutlarının etkinliğinin artması, sektörün yarattığı katma değeri veistihdamı artırmaktadır.
Hizmetleralt sektörleri içinde ulusal gelire katkı bakımından en hızlı gelişen altsektör ticarettir.
Türkiyeekonomisinde hizmetler sektörünün payı yıllar içerisinde artış göstermiştir. 1973yılında hizmetler sektörünün GSYH içindeki payı %44,9 iken, 1980’de oran%48,4’e, 1985’de %55,9’a, 1990’da %52,2’ye ve 2011 yılında %72,5’e yükselmiştir.Hizmetler sektörünün istihdam içindeki payı ise 2011 yılında %55 olmuştur.
Ticaret sektörünün büyümesinde sektör içinde yer alan turizmin son yıllardakihızlı gelişimi önemli rol oynamıştır. Devlet hizmetlerininkatkısının azalması ise 1980’den sonra devletin ekonomideki küçülmesine bağlanabilir.Hizmetler sektörünün ikinci önemli altsektörü ulaştırma ve haberleşmedir. İnşaat, mali aracı kuruluşlar, konut,serbest meslek hizmetleri ile izafi banka hizmetleri alt sektörlerinin payındason 10 yılda önemli bir gelişme gözlenmemiştir. 2008 yılında hizmetler sektörüçok az büyürken (%0,3) 2009 yılında büyüme hızı negatif (-%3,2) olmuştur.Sektör 2010 yılında %8,5 2011’de ise %7,8 oranında gelişmiştir.
2011 yılında ekonomik faaliyetlere göre GSYH içinde en büyük pay %72.5 ilehizmetler sektörüne aittir.Sanayi sektörünün payı %19.2, tarım sektörünün payı %8.3 olmuştur. 2012 YılıProgramı’nda hizmetler alanında Türkiye’nin rekabet gücünün geliştirilmesi, katmadeğeri yüksek alanların payının ve bu alandaki istihdam seviyesinin yükseltilmesi,hizmet ihracatının artırılması ve çeşitlendirilmesi temel amaç olarak belirlenmiştir.Küreselleşen dünyada hizmetler sektörünü etkileyen eğilimler arasında hizmetlersektöründe teknoloji kullanımının yaygınlaşması, yeni hizmet alanları vemesleklerin ortaya çıkması, hizmet sunumunun yaygınlaşması, üretim ve hizmetalanlarının bütünleşmesi ve dış kaynaklardan edinmenin önem kazanması sayılabilir.
TicaretSektörü
Türkiye’deticaret, hizmetler sektörünün en önemli alt sektörlerindedir.Ticaret sektörünün tarım ve sanayi gibi temel sektörlerin yanı sıra diğerhizmet alt sektörleri olan ilişkisi, özellikle üretim ve istihdam açısındanönemlidir. Sektördeki rekabet ve verimlilik baskısı, teknoloji kullanımı ilemodern tedarik zinciri yönetimi ve kombine taşımacılık sistemlerinin öneminiartırmaktadır. Bilgisayar kullanımının ve online işlemlere güvenin giderekartması ve elektronik ticaretin (e-ticaretin) yaygınlaşması ticaret hizmetleriningelişmesine katkı sağlamaktadır.
Ticarethizmetleri sektöründe rekabetçi bir ortamda verimlilik artışının sağlanması,faaliyet hacminin büyütülmesi, teknoloji ve yenilikçiliğin özendirilmesi,KOBİ’lerin rekabet imkanlarının geliştirilmesi temel amaçtır.
Ulusal gelir hesaplarında toptan ve perakende ticaretdiğer bir deyişle iç ticaret, ulusal gelirekatkı açısından bütün hizmet sektörleri arasında en hızlı gelişen althizmet sektörüdür.
Toptan ticaret yapanişletmeler arasında:
İlk sırada gıda maddeleri
İkinci sıradadokuma-giyim eşyası ve mobilya
Üçüncü sırada ise kereste ve yapı malzemesi ticareti yapan işyerleri gelmektedir.
Ticaret sektörü diğer sektörlerle olan yakın bağlantısısebebiyle diğer sektörlerdeki gelişmelerden etkilenmekte ve bağlantılı olduğusektörlerdeki faaliyetleri doğrudan etkilemektedir.
UlaştırmaSektörü
Ulaştırma sektörü, kara, hava, deniz ve demiryollarıtaşıma faaliyetlerini kapsamaktadır. Türkiye’nin geniş yüzölçümü ve üç tarafınındenizlerle çevrili olması, Asya ile Avrupa arasında önemli bir geçiş noktasıolması sebebiyle sektörün ekonomideki yeri önemlidir. Osmanlı Devleti zamanındaihmal edilmiş olan sektör, Cumhuriyet Dönemi’nde hızla gelişmiştir.Cumhuriyet’in ilk yıllarında daha çok demiryollarına, 1950’li yıllardan sonraise karayollarına önem verilmiştir.
Ekonomininbüyümesi ve pazar için üretim yapabilmesi, ulaştırma ile haberleşme hizmet altsektörlerinin gelişimine bağlıdır.
Ulaştırma sektöründeki amaç, gelişen ekonomik vesosyal yaşamın ihtiyacı olan ulaştırma altyapısının zamanında, ekonomik vegüvenli bir şekilde inşa edilmesidir.
Ekonominin pazara açılması ve bölgesel fiyat farklılıklarınınortadan kalkması, sektörün büyümesiyle mümkündür. Sektörde toplam yatırımlardakamunun payı azalmakla birlikte yine de özel sektörden fazladır.
Türkiye’de yük taşımalarında ağırlık karayollarındadır.Yurtiçi yük taşımalarının %90’nı karayolları ile yapılmaktadır. Ucuz ve güvenlidemiryollarının payı %3, denizyolları nın payı ise %6,3’tür.
Karayolları ve Ulaştırma
Türkiye’de1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle karayolları yapımıhızlandırılmıştır. 1950 yılına kadar ülkede üstyapılı karayolu uzunluğu 24.200km’dir. 1950 yılında 5539 sayılı Yasa ile Karayolları Genel Müdürlüğü kurularakdevlet yollarının bakım ve onarımından bu kuruluş sorumlu tutulmuştur. Katma bütçeli,tüzel kişiliğe sahip Genel Müdürlük önceden Bayındırlık Bakanlığına bağlı iken,günümüzde Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’na bağlanmıştır. Günümüzde karayolları, devlet, il ve köyyolları olmak üzere üç kısma ayrılmıştır.
Devlet yolları, bölge ve il merkezlerini,deniz ve hava limanlarını birbirine bağlayan birinci derecede ana yollardır. İlyolları, il sınırları içindeki ikinci derecede yollardır. Bu yollarkent, kasaba, ilçe ve bucak merkezlerini birbirlerine, il merkezlerine ve komşuildeki en yakın merkezlere bağlar. Bu yolların yapım, bakım ve onarımını ayrıkamu kuruluşları gerçekleştirmektedir.
2012 yılında Türkiye’de 2.080 km otoyol, 31.395 km devlet, 31.390 km il yolu vardır.Toplam yol uzunluğu 64.865 km’dir. Devlet ve il yollarının % 92’si, köy yolları nın %29’u asfalt kaplıdır.
Kamyonve kamyonetle yük, otobüs ve minibüs ile yolcu taşımacılığı Türkiye’de sonyıllarda en yaygın küçük işletmecilik alanı olmuştur. Son dönemde yeni karayoluinşaatlarının yanı sıra ulaşımda standartları yükseltmeye yönelik yenilemeyatırımları artmıştır. Ulaştırmada ağırlığın karayollarından diğer ulaştırma şekillerinekaydırılması gerekmektedir.
Türkiye’de ulaştırma sektörü yolcuve yük taşıma esasına göre analiz edildiğinde karayolu taşımacılığının büyükağırlığı olduğu görülmektedir.
Demiryolları ve Ulaştırma
Karayollarınınhızlı gelişimine karşılık, demiryollarında Cumhuriyet Dönemi’nde önemli biratılım gerçekleştirilememiştir. Yüksek taşıma potansiyeline ve yük taşımacılığındakiekonomik olma özelliğine rağmen demiryolu yapımı ve işletmeciliğine gerekenönem Cumhuriyetin ilk yıllarında verilmiş fakat daha sonra bu politika terkedilmiştir.
19’ncuyüzyılda İngiltere’de başlayan demiryolu ulaşımı, Osmanlı Devleti’nde ilk defaİzmir-Aydınhattının
(130 km) açılmasıyla gerçekleşmiştir.Bu hattın inşa ve işletme hakkı 1856 yılında bir İngiliz şirketine ayrıcalıkolarak verilmiştir. 11 Temmuz 1866 tarihinde 130 km’lik bu ilk hat işletmeye açılmış,bunu 10 Ocak 1867 tarihinde 193 kilometrelik İzmir-Turgutlu hattı izlemiştir.
Padişah Sultan Aziz’in izniyle, İstanbul-Bağdat demiryolunun yapımına 4 Ağustos 1871 tarihinde Avusturyalılar tarafından başlanılmıştır.1873’ün Ağustos ayında demiryolu İzmit’e ulaşmış, 1880 yılında yapım ve işletilmesiİngilizlere bırakılmıştır. 1889 yılında yapımına yeniden başlanmış, İzmit-Ankaraarası 31 Aralık 1892 tarihinde işletmeye açılmıştır.
OsmanlıDönemi’nde inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kalan demiryolları nınuzunluğu yaklaşık 4.136 km’dir. Cumhuriyet Dönemi’nde yabancıları n ellerindekidemiryolları 25 Mayıs 1924 tarihindeçıkarılan 506 sayılı Yasa ile millileştirilmiş ve Anadolu-Bağdat Demiryolları Müdüriyeti Umumiyesi kurulmuştur.
Anakentler arasındaki koridorlarda taşımacılık eski altyapı üzerindesürdürülmektedir. 2010 yılı verilerine göre, demiryolu ile yolcu taşımacılığındatoplam sayı yaklaşık 85 milyon kişiye ulaşmıştır. Toplam yolcu taşımacılığınınüçte ikisi banliyö hatlarında gerçekleştirilmiştir.
Demiryolu altyapısının enönemli sorunu büyük nüfuslu kentler arasındaki demiryolu hatlarının yüksek hızve kaliteli servise uygun olmamasıdır. Bu sebeple ana hatlarda yolcu taşımacılığı istenilendüzeyde değildir. Bu eksikliği gidermek içinAnkara-Eskişehir hızlı tren hattı yapımı 5 yılda tamamlanmış ve 19 Ocak 2010 tarihinde hizmete açılmıştır.Ankara-Konya hızlı tren hattında ise23 Ağustos 2011 tarihinden itibarenyolcu taşınmaya başlanmıştır.
Türkiye’niniki büyük kentini birbirine bağlayacak olan Ankara-İstanbul hızlı tren hattının2013 yılında tamamlanması hedeflenmektedir. Hızlı trenprojelerinin, Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayacak olan Marmaray’ın ve diğerdemiryolu hatlarındaki yenileme yatırımlarının bitirilmesiyle demiryolu ulaştırmasınınTürkiye ekonomisindeki ağırlığı artacaktır.
Denizyolları ve Ulaştırma
Denizulaşım hizmetleri, liman ve iskeleler arasındaki her türlü mal ve insan taşınmasınıkapsar. Özellikle mal ulaşımında denizde taşıma en ucuz olandır. Özellikle ülkelerarasıtaşımacılıkta çok avantajlıdır. Bu avantajlarından dolayı günümüzde dışticarete konu olan malların %80’inin taşınması denizyolu ile yapılır.
Türkiye’de yurtdışı yük taşımacılığındadenizyolları, karayollarının ardından ikinci sırada gelmektedir. Ortalama bir hesaplakarayolu ile yapılan ulaştırmaya göre deniz ulaştırması 75’e 1 oranında dahaucuzdur.
Dünyadenizyolu ticaretinde konteynırtaşımacılığı büyük bir hızla artmaktadır. Konteynırtaşımacılığı sayesinde limanlara gelen yük miktarı çoğalmıştır. Klasik taşımacılığınlimana bağımlı olan sınırları konteynırlarla birlikte kapıdan kapıya taşımacılığakadar genişlemiş, limanlar konteynırların geçiş noktası durumuna gelmiştir. Konteynırtaşımacılığı, özellikle pahalı mallar ve yükleme-boşaltmada zarar görmeihtimali yüksek olan mallar ile soğutma tertibatıyla taşınması gereken yüklerintaşınmasında büyük kolaylık sağlamaktadır.
Kabotaj hakkı, Cumhuriyet Türkiyesi’nin eldeettiği uluslararası başarıların başında gelir. Bugünkü deniz ticaret filosu, sermayevarlığını kabotaj hakkını kullanarak yapmıştır. Bu hak, Osmanlı Devletizamanında mevcut kapitülasyonların kaldırılması sonucu elde edilmiştir.Kapitülasyonların kaldırılması ise Lozan Barış Anlaşması’nın 28’inci maddesiile sağlanmıştır. Kabotaj tekeli, 815sayılı Türkiye Sahillerinde NakliyatıBahriye (Kabotaj) ve Limanlarla KarasularıDahilinde İcrayı Sanat ve Ticaret Hakkında Kanun ile 19 Nisan 1926tarihinde yasallaştırılmıştır. 1 Haziran 1926 da Lozan Anlaşması’na dayanılarakTürk limanları arasında sadece Türk gemileri eşya ve yolcu taşıma hakkını sahipolmuştur.
1933yılında limanlar arasında yolcu taşıma hakkı, özel teşebbüsten alınarak devletebırakılmıştır. 1938 yılında Denizbank kurulmuş, 1939’da iktisadi devletteşekkülü olan Devlet Denizyolları Umum Müdürlüğü oluşturulunca, Denizbank bukuruluşa devredilmiştir. 1952 yılında 5842 sayılı yasa ile Denizcilik BankasıTAO, Denizyolları Umum Müdürlüğü’nün yerini almak üzere Ulaştırma Bakanlığı’nabağlı bir katma bütçeli kuruluş olarak yeniden organize edilmiştir.
20Temmuz 1960 tarih ve 23 sayılı yasa ile iktisadi devlet teşekkülü (İDT) olmuştur.Denizcilik Bankası Deniz Nakliyatı TAO, dünya ve Türkiye denizlerinde yük taşımacılığıyapmak üzere 5842 sayılı yasaya göre kurulmuştur
Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrilive büyük oranda suyoluna sahip olmasına rağmen, bu avantajını yeterli ölçüde kullanamamaktadır.Bu durumun iyileştirilmesi, ulaşımın deniz yoluna kaydırılması ülke ekonomisi, emniyetlitaşıma ve çevre kirliliği açısından çok önemlidir.
Ölçekekonomisi yakalanamadığı için Türkiye’deki limanlara yeterli yük çekilememekte,Türkiye deniz yolunda transit bir ülke olamamaktadır. Bu sebeple Türkiye’de limanbaşına elleçlenen (handling) yük miktarları AB’nin Akdeniz’dekilimanlarındaki ortalamalardan düşük kalmaktadır. Türkiye’nin denizyolundatransit ülke olması için limanlardaki yük ve elleçleme miktarının Akdeniz’dekiönemli limanları geçmesi gerekmektedir.
Elleçleme: Gümrük gözetimi altındaki eşyanınasli niteliklerini değiştirmeden istiflenmesi, yerinin değiştirilmesi, büyük kaplardanküçük kaplara aktarılması, kapların yenilenmesi veya tamiri, havalandırılması, karıştırılmasıve benzeri işlemleri ifade eder.
Hava Yolları ve Ulaştırma
Havayolu ile ulaşım 20’nciyüzyılda büyük gelişim göstermiştir. Zaman kavramının giderek önem kazandığı günümüzdehavayolları, ulaşım hizmetleri sektöründe stratejik bir öneme sahiptir. Buözelliğinden dolayı Cumhuriyet’in ilanından 10 yıl sonra 20 Mayıs 1933 tarih ve2187 sayılı yasa ile Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı olarak Havayolları Devletİşletme Dairesi kurulmuştur. Daire, 1935 yılında Bayındırlık Bakanlığı’nabağlanmış, 1938’de 3424 sayılı yasa ile Ulaştırma Bakanlığı içinde bir İDT olanDevlet Hava Yolları’na dönüşmüştür.
1955 yılında 6623 sayılı Yasa’nınverdiği yetkiyle 01.03.1956 tarihinde yerli ve yabancı sermayeli (60 milyon TLsermayesi) Türk Hava Yolları (THY) Anonim Ortaklığı kurulmuştur. Uzun süre hava ulaşımındatekel konumunda olan THY, 1990’lı yılların başlarında özel hava yollarına da ulaşımhizmeti sunma hakkının verilmesiyle tekel olma konumunu kaybetmiştir.
26Nisan 2001 tarihinde 4647 sayılı Türk Sivil Havacılık Kanununda Değişiklik YapılmasıHakkında Kanun Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Böylece, sivil havacılığıdüzenlemeye yönelik çok önemli bir reform gerçekleştirilmiştir. Mevcut yasanın25’inci maddesi, “ruhsat sahibinin ücret tarifeleri ileuygulama tarihini, yürürlüğe koymadan üç gün önce duyurmak kaydıyla ticari veekonomik şartlara uygun olarakbelirleyeceği” şeklinde değiştirilmiştir.
Havayolutaşımacılığı sektörüne sağladığı denetim ve hizmet karşılaştırma programları ilekuruluşların ürün ve hizmet kalitesini denetleyen Skytrax 2011 değerlendirmesinde Türk Hava Yolları 2011 DünyaHavacılık Ödülleri’nde Avrupa’nın En İyi Havayolu ve Güney Avrupa’nın En İyiHavayolu ödüllerini almıştır.
Türkiye’debaşlıca özel havayolu olarak Onur,Pegasus, Sun Ekspres ve Atlas Havayolları iç ve dış hatlarda hizmetsunmaktadır. Havacılık sektöründe artan rekabete paralel olarak ekonomik büyümeve kişi başına gelirdeki artış, sektörün gelişmesini hızlandırmıştır.
Dünyaekonomisinde ham petrol ve petrol ürünleri taşımasında denizyolları yanında boruhattı taşımacılığı 1960’lardan sonra hızlı bir gelişim göstermiştir.
Türkiye’de ilk boru hattı 1966’da Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) tarafından
Batman-Dörtyol (İskenderun Körfezi) arasındadöşenmiş ve işletmeye açılmıştır. Bu hat, TPAO yanında Shell ve Mobil’in Siirt veDiyarbakır illerindeki üretim arazilerine ikincil hatlarla bağlanmıştır.
Türkiye-IrakPetrol Boru Hattının inşasına 1974’te başlanmış,hat 25 Mayıs 1977’de işletmeye açılmıştır.
Hazar havzasındaki ülkelerdeüretilen ham petrolü boru hattı ile Akdeniz üzerinden dünya pazarlarına ulaştıracak Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Ana İhraç Boru Hattı Projesi 2005 yılında tamamlanmış ve hatta(BTC’ye) 25 Mayıs’ta petrol pompalanmaya başlanılmıştır.
Karadeniz petrollerini Akdeniz’e taşıyacak Trans Anadolu Petrol Boru Hattı (TAP) projesinintemeli Adana-Ceyhan’da düzenlenen bir törenle Mayıs2007’de atılmıştır. TAP, Karadeniz sahilindeSamsun-Ünye arasından başlayan ve Akdeniz kıyısında Ceyhan Petrol Terminalindeson bulan 555 kmuzunluğunda Türkiye’yi kuzey-güney doğrultusunda kesen ham petrol boru hattısisteminin geliştirilmesini kapsayacaktır.
MaviAkım Rusya’dan Türkiye’ye doğal gaz nakletmek için Karadeniz geçişli boru hattıdır. Gazprom boru hattının Rustopraklarında kalan bölümünün işletmesini üstenmiştir. Türk topraklarındabulunan bölümün işletmesi BOTAŞ tarafından gerçekleştirilmektedir. Mavi Akım 17 Kasım 2005 tarihinde açılmıştır.
Kazakve Kafkasya doğal gazını Türkiye’den Avrupa’ya taşıyacak olan NabuccoHattı ise projelendirme aşamasındadır.Hat, Ankara’da 13 Temmuz2009 tarihinde hükümetler arasında imzalanan anlaşma ile güç kazanmıştır.Türkiye’den AB ülkelerine doğal gaz taşımak amacıyla yapılması düşünülen uzungeçişli bir boru hattı taşımacılığı projesidir.
Haberleşme Sektörü
1980’li yılların başlarına kadar bu sektör devlet tekeliolarak yürütülmüş, bu tarihten sonra özelleştirme hareketleri ile özellikletelefon hizmetlerinin özelleştirilmesinde büyük başarı sağlanmıştır.Arjantin, Pakistan, Güney Kore, Tayland, Peru, Portekiz, Şili, Hindistan,Malezya, Meksika, Endonezya, Yunanistan gibi Türkiye’ye benzerekonomik yapıdaki ülkelerin hepsinde telefon şirketleri özelleştirilmiştir.
Türkiye’de PTT ninT’sinin özelleştirilmesi konusunda son yıllarda büyük çaba gösterilmiş, bukonuda çıkan bazı yasalar iptal edilmiştir.6 Mayıs 1995 de Türk TelekomünikasyonA.Ş ye ait hisselerin en çok %49 bölümünün devrine ilişkin esaslar düzenlemiştir.Bu yasa çerçevesinde %49’luk hissenin%10’luk bölümünün Posta İşletmesi GenelMüdürlüğüne bedelsiz olarak devredilmesi,%lik bölümünün PTT yardım sandığına,%34 ünün ise özel kesimdeki gerçek ve tüzel kişilere satılması öngörülmüştür.
PTT 13 Temmuz 1953 de İDT yedönüştürülmüştür.4502Telekomünikasyon Kanunun ile yapılan en temel değişiklik sektördeki politika belirleme,düzenleme ve işletme fonksiyonlarının ayrılmasıdır. Yasa ile Türk Telekom, kamu iktisadi kuruluşu olmaktan çıkartılmış veetkin çalışmasının sağlanması amacıyla özel hukuk hükümlerine tabi, kamununsadece hissedar sıfatı ile temsil edildiği bir şirkete dönüştürülmüştür.
Ayrıca;hizmetin niteliğine göre, görev sözleşmesi, imtiyaz sözleşmesi, ruhsat veyagenel izin yoluyla yürütülmesi hükmü getirilmiştir.
15 Ağustos 2000 de kurulanTelekomünikasyon Kurumu:
Telekomünikasyonsektöründe adil ve serbest rekabete dayalı,
Dinamikve güçlü bir piyasa oluşturmak,
Sektörile ilgili politikalara katkı sağlamak,
Tüketicihaklarının korunmasını sağlayıcı önlemler almak,
Frekansve numara gibi kıt kaynakların planlanarak, etkin ve verimli kullanımınsağlamayı amaçlamaktadır.
İnşaat ve Müteahhitlik Hizmetleri
İnşaat, emek-yoğun, fazlanitelikli elaman gerektirmeyen, dışa ve ithalata bağımlılığı çok düşük birsektördür. Türkiye’deekonomik faaliyet kollarına göre GSMH (GSUG) hesaplanmasında inşaat sanayi ile konutsahipliği ayırımı yapılmıştır. İnşaat sektörüiçinde konut, en önemli olanıdır. Çünkü konut, insanların yerleşme vebarınma ihtiyacını karşılar. Konut kapsamına, her türlü konut inşaatı, ev veapartman girmektedir.
İnşaatsektörü, Cumhuriyet’in ilk yıllarında öncelikle demiryolu hatları ve büyük suprojeleriyle başlamış ve 1950’lere kadar devam etmiştir. Sektörün 1960’lı yıllardakigelişiminin ardındaki temel etken, kamu altyapı yatırımlarıdır.
Türkiye’de1980’li yıllardan sonra ciddi gelişim göstermiş olan inşaat sektörünün büyümesi1988 yılından sonra yavaşlamıştır. 1988’de liberalizasyon (serbestleşme) sürecive artan faizlerle yükseliş gösteren yatırım maliyetleri sonucu olarak inşaattalebi düşmüştür.
1993-2003döneminde Türkiye ekonomisi %26 oranında büyürken, inşaat sektörü %22 oranındadaralmıştır. Bu daralmada bu dönemdeki kamu sektöründeki yatırımların azalmasıönemli etken olmuştur. 2011 yılında inşaat sektörünün GSMH içindeki payı%5,9’dur.
İnşaatsektörü içinde yer alan konut, Türkiye gibi gelişme yolunda olan ülkelerde, kent-köyayırımının giderilmesinde ve hızlı kentleşmenin yarattığı gecekondu sorunununönlenmesinde çok önemlidir. Türkiye’de sabit sermaye yatırımları içinde sonyıllarda birinci sırayı almaktadır.
1980’li yıllardan sonra konutsektörünün toplam sabit sermaye yatırımları içindeki payının yükselişinde EmlakKredi Bankası’nın konut kredilerindeki artışın ve Toplu Konut Fonu’nunkurularak konut yapımını ucuz kredi ile desteklemesinin önemli etkisi vardır.
1972-2011döneminde Türk müteahhitleri en fazlaRusya Federasyonu’nda (%17,7), daha sonra Libya (%12,9) ile Türkmenistan’da(%10,9) iş almışlardır.
Budönemde emek yoğun iş türlerinden ileri teknoloji ve uzmanlık gerektirenfaaliyet alanlarına geçiş kaydedilmiştir. Son yıllarda pazar, ürün ve iş çeşitlenmesihızlanmış, bazı Türk firmaları uluslararası havaalanı, demiryolları ve kentselmetro sistemleri gibi proje türlerinde uzmanlaşmaya ve dünya markalığı hedefineyönelmişlerdir.
Türkiye’nin 1952’de NATO’ya girişi altyapı yatırımlarını arttırmış,firmalara yabancılarla çalışıp deneyip kazanma ve düşük maliyetlerle makineparkına sahip olma şansı vermiştir.
Turizm Sektörü
Turizm, dinlenmek, görmek, eğlenmek ve tanımak gibi amaçlarlayapılan geziler ve bir ülkeye veya bir bölgeye turist çekmek için alınanekonomik ve kültürel faaliyetlerin tümüdür. Turizm, dünya ekonomisinde sonyıllarda hızla gelişen hizmet sektörüdür. 2011 yılında 24 milyar dolar olanturizm geliri, dış ödemeler dengesine
netkatkı açısından çok önemlidir.
Turizm konusunda devlet yapısıiçinde ilk örgütlenme, 1934 yılında çıkarılan İktisat Vekaleti Teşkilatı veVazifeleri Hakkında 2450 sayılı Yasa ile başlamıştır. 2450 sayılı Yasa uyarıncaturizm örgütlenmesi, 1937 yılına kadar İktisat Vekaleti içindeki Dış TicaretDairesi Türk Ofisi içinde yürütülmüştür.
1938yılında Türk Ofisi’nin içindeki yayın ve propaganda servisi, TurizmMüdürlüğü’ne dönüşmüştür. Turizm örgütü 1940 yılında Matbua Umum Müdürlüğü içinde kalmış ve 1949yılında Basın, Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü adını almıştır. 25 Kasım 1957tarihinde Genel Müdürlük, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’na dönüştürülmüştür. 1953yılında, Turizm Endüstrisini Teşvik Kanunu çıkartılarak sektör teşvik edilmeyebaşlanmıştır.
1984 yılından sonra yapılandüzenlemeler ile turistlerin dövizlerini bankalar dışında otellere, mağazalara,1988’den sonra döviz bürolarına bozdurabilmeleri mümkün olmuştur. Sadece resmi kurumlararacılığıyla elde edilen dövizler ile turizm gelirlerini sağlıklı olarakbelirlemek tam olarak mümkün olmadığı için, kalınan süre ve ortalama harcama miktarıkullanılarak bulunan rakamlar, turizm gelirlerinin belirlenmesinde esas olmuştur.
Merkez Bankası turizm gelirleri tanımında 2004 yılında değişiklik yapmıştır.2003 yılından sonra turizm gelirlerine, daha önce işçi gelirleri olarakhesaplanan ancak günümüzde yurda girişte turizm geliri olarak değerlendirilenharcamalar da dahil edilmiştir.
Türkiye’ye gelen turistsayısında 1990’lardan sonra hızlı bir artış gözlenmiştir. Bunda, turizmeverilen önem, turistik belgeli tesis ve yatak sayısındaki artış önemli roloynamıştır.Genel ekonomide ve turizm sektöründeki altyapının (yol, yat limanı, ulaşım,arıtma tesisleri, haberleşme, tanıtım, personel yetiştirme) hızlı gelişimi sonucuetkilemiştir.
DünyaTurizm Örgütü rakamlarına göre 2011 yılında dünya turizm gelirleri 955 milyardolardır. Uluslararası turizm talebi son 10 yıllık dönemde %45 oranında artışgöstermiş turist sayısı 2011 yılında 980 milyon kişi olmuştur. Turizm, dünyanınen hızlı gelişen sektörlerinin başında gelmektedir. Yükselen refah seviyesineparalel olarak, seyahate ayrılan gelirin ve ulaşım imkanlarının artmasıylabüyüyen uluslararası turizm pazarından en yüksek payı almak için turist çekenülkeler arasındaki rekabet giderek artmaktadır.
Dünyaturizm hareketleri içinde AB ülkelerinin gelen turist ve turizm gelirinden aldıklarıpay %40’ı geçmektedir. En çok turistçeken ülkelerin başında Fransa, İspanya ve İtalya gelmektedir.
OECDülkeleri içinde yabancı turist girişi bakımından son 5 yılda %20,6 artışla enhızlı gelişen ülke Türkiye’dir.
Türkiye, dünya turizmpazarında turist girişleri açısından %3, turizm gelirleri açısından ise %2,3pay ile en büyük 20 turizm varış noktası içinde turist girişleri açısındanyedinci, turizm gelirleri açısından ise onuncu sıradadır. Türkiye, Avrupa turizm pazarındaturist girişlerinde %6, turizm gelirlerinde ise %5,1 paya sahiptir.
2011yılında Türkiye’ye gelen turist sayısı 30,5 milyon kişi olmuştur.
Türkiye’ye2010 yılında gelen turistlerin % 19’sı OECD, %21’i Rusya Federasyonu’nun dahilolduğu Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkelerindendir.
2010 yılında Türkiye’ye ençok turist gönderen ülke sıralamasında:
Almanya % 15,3 ile birinci
Rusya Federasyonu %10,9 ile ikinci
İngiltere ise % 9,3 ile üçüncü sıradadır.
Türkiye’desektörde doğrudan yaratılan istihdam yaklaşık 3,3 milyon kişidir.
Türkiye’deturizm sektöründe; küreselleşmenin ortaya koyduğu dinamikleri barındıran,ülkeye daha çok turist gelmesinin yanı sıra hizmet kalitesini artırmaya çalışan,pazarlama kanallarını çeşitlendirerek üst gelir gruplarını hedeflemektedir.
Ayrıcadoğal sermayeyi koruyan, turizmin karşılaştırmalı rekabet üstünlüğüne uygun olarakgolf, termal, kongre, kurvaziyer, sağlık turizmini ve eko-turizmi ön plana çıkaranbir yapının oluşturulması amaçlanmaktadır.
Ünite 7
Türkiye’de Finansal Yapı,Krizler ve Ekonomik İstikrar Kararları
Türkiye’de Finansal Yapı,Krizler ve Ekonomik İstikrar Kararları
Türkiye’deFinansal Yapı, Bankacılık Sektörü ve Para Politikası
Bankacılık sektörü:
Merkez bankası
Mevduat bankaları
Katılım bankaları
Kalkınma ve yatırımbankalarından oluşmaktadır.
TürkiyeCumhuriyet Merkez Bankası
Ülke bankasıolarak da nitelendirilen merkez bankaları, ekonomide parayı ve para politikasınıkontrol eden, büyük ölçüde kamu kurumu niteliğinde yapılanan ve ekonomidenihaiödünç mercii ya da likiditeninson kaynağı olarak faaliyette bulunan bir banka türüdür.Merkez bankalarının en temel niteliği, ekonomiyi fonlayacak en son makam olmasıdır.Bankalar ellerindeki ticari senetleri merkez bankasına iskonto ettirmeksuretiyle kısa vadeli bu krediyi temin edebilirler. Bu krediye reeskont kredisi,buna uygulanan iskonto ya da faiz oranına da reeskont oranı denir.
Merkez bankalarının en önemli görevi, bir ekonomidekiiktisadi atmosferin kontrol edilmesinde para politikası araçlarındanyararlanarak politika yapıcılara yardımcı olmaktır.
25.04.2001 tarihve 4651 sayılı kanunla TCMB’ nin temelgörevi, fiyat istikrarını sağlamak ve enflasyonu kontrol altında tutmak şeklindetanımlanmıştır. Kanuna göre, TCMB fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağıpara politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudankendisi belirler ve fiyat istikrarını sağlama amacı ile çelişmemek kaydıylaHükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler.Bununlabirlikte, TCMB açık piyasa işlemleri, reeskont ve avans işlemleri, döviz rezervlerininyönetilmesi, mali piyasaların izlenmesi ve zorunlu karşılıkların belirlenmesigibi ek görevleri de yerine getirir.
TCMB’ nin temel görevleri şunlardır:
Açık piyasa işlemleri yapmak
Hükümetle birlikte Türk Lirası’nın (TL) iç vedış değerini korumak için gerekli tedbirleri almak
TL’nin yabancı paralar ile altın karşısındakidenkliğini tespit etmeye yönelik kur rejimini belirlemek
TL’nin yabancı paralar karşısındaki değerininbelirlenmesi için döviz ve efektiflerin vadesiz ve vadeli alım ve satımı iledövizlerin TL ile değişimi ve diğer türev işlemlerini yapmak
Bankaların ve Bankaca (TCMB) uygun görülecekdiğer mali kurumların yükümlülüklerini esas alarak zorunlu karşılıklar ve geneldisponibilite ile ilgili usul veesasları belirlemek
Reeskont ve avans işlemleri yapmak
Ülke altın ve döviz rezervlerini yönetmek
Türk Lirası’nın hacim ve tedavülünüdüzenlemek, ödeme ve menkul kıymet transferi ve mutabakat sistemleri kurmak,kurulmuş ve kurulacak sistemlerin kesintisiz işlemesini ve denetimini sağlayacakdüzenlemeleri yapmak, ödemeler için elektronik ortam da dâhil olmak üzerekullanılacak yöntemleri ve araçları belirlemek
Finansal sistemde istikrarı sağlayıcı; para vedöviz piyasaları ile ilgili düzenleyici tedbirleri almak
Mali piyasaları izlemek
Bankalardaki mevduatın vade ve türleri ile katılımbankalarındaki katılma hesaplarının vadelerini belirlemektir.
Disponibilite: Mevduat kabul eden bankaların taahhütlerine karşılık olarak nakit veyakolaylıkla nakde çevrilebilir (likiditesi yüksek) değerler bulundurma zorunluluğunadenir.
TCMB’ nin temel yetkileri iseşunlardır:
Türkiye’de banknot ihracı imtiyazı tek eldenBanka’ya (TCMB) aittir.
TCMB, hükûmetle birlikte enflasyon hedefinitespit eder, buna uyumlu olarak para politikasını belirler. Banka, parapolitikasının uygulanmasında tek yetkili ve sorumludur.
Banka, fiyat istikrarını sağlamak amacıylaKanun’da belirtilen para politikası araçlarını kullanmaya, uygun bulacağı diğerpara politikası araçlarını da doğrudan belirlemeye ve uygulamaya yetkilidir.
TCMB, olağanüstü hâllerde ve Tasarruf MevduatıSigorta Fonu’nun (TMSF) kaynaklarının ihtiyacı karşılamaması durumunda,belirleyeceği usul ve esaslara göre bu Fon’a avans vermeye yetkilidir.
Banka, nihai kredi mercii olarak bankalarakredi verme işlerini yürütür.
TCMB, bankaların ödünç para verme işlemlerindeve mevduat kabulünde uygulayacakları faiz oranlarını, belirleyeceği usul veesaslara göre bankalardan istemeye yetkilidir.
Banka, mali piyasaları izlemek amacıylabankalar ve diğer mali kurumlardan ve bunları düzenlemek ve denetlemeklegörevli kurum ve kuruluşlardan gerekli bilgileri istemeye ve istatistiki bilgitoplamaya yetkilidir.
TCMB 2001krizinden sonraki yıllarda esas olarak fiyat istikrarını sağlamaya odaklanmış;bunu sağlamak için de genel olarak faiz oranlarını yüksek tutarak iç talebi kontroletmeye çalışmıştır.
2008’inson çeyreğinde küresel finansal kriz patlak verince, TCMB pek çok diğer merkezbankası gibi fiyat istikrarından çok, büyüme ve istihdam kaygılarını öneçekerek faiz oranlarında her ay kademeli bir indirime gitmiştir. 2011 yılınagelindiğinde ise küresel krizin borç krizine dönüşmesi ve bunun finans vebankacılık sektörünü de içine alacak bir istikrarsızlığa doğru sürüklenmesitehlikesine karşı TCMB finansal istikrarı sağlamayı öncelikli hedef olarakgörmeye başlamıştır. Banka politikasında faiz oranları yerine karşılıklarıyükseltmeyi tercih etmiştir.
Banka diğer yandanBankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) ile birlikte sorunsuz kredikullanımını hem arz edenler hem de talep edenler yönünden daraltma yoluna gitmiştir.
2011yılında enflasyon oranlarının hedeflerin çok üzerinde çıkması ve finanssektöründe bir kriz algısının bulunmamasından dolayı, TCMB 2012 yılında fiyatistikrarı önceliğine geri dönmüş ve politika faiz oranları üzerinden iç talepbüyümesinin yavaşlatılmasına yönelik yeniden parasal sıkılaştırma uygulamalarınabaşlamıştır. Bu çerçevede, bir yandan tasarruf açığınındaraltılması, diğer yandan kısa vadeli sermaye girişlerinin caydırılması içinbaşka para politikası önlemleri alınmıştır. MB 2011 yılında zorunlu karşılıklarınkısmen de olsa yabancı para cinsinden tutulması na karar vermiştir. Bukarar ilk etapta MB rezervlerini artırmış olsa da daha sonra döviztalebin artmasına ve bunun da bir kısmının MB rezervlerinden karşılanmasına verezervlerin azalmasına neden olmuştur. Bu durum, doğal olarak net iç varlıklarınve parasal tabanın küçülmesine yol açmıştır.
MevduatBankaları
Temel faaliyet alanı, para ve paranın ikamesi olarak menkul değerlerinalım ve satımı olanbankalara mevduat ya da ticaret bankaları adı verilir. Buçerçevede ticaret bankaları; bireyler, firmalar ve resmi kurumlardan sağladıklarıfonları, ihtiyacı olanlara kredi, plasman ve menkul değer olarak transfer eder.Bu transfer işlemi esnasında fon temini ve aktarımından doğan maliyet ilegetiri arasındaki fark ise ticaret bankalarının temel gelirlerini oluşturur.
Bir ekonomidemerkez bankaları para basmak ve bunu piyasaya sürmek ve çekmek suretiyle paraarzını artırır ve azaltır. Asli para olarak bilinenbu emisyon yoluyla parasal genişleme veya daralma sürecine,ticaret bankaları hesaptan hesaba devir yaparak, kaydi para üretmeksuretiyle katkı sağlarlar.
Kaydi para, bankaya yatırılan mevduatın belli bir kısmının yasalzorunluluk olarak tutulması kalanın ise kredi veya başka yollarla piyasayasürülmesi, bundan bankacılık sistemine geri dönen kısmın aynı süreçle yenidenpiyasaya çıkması ne tekrar geri dönmesi ile kümülatif bir paranın üretilmişolmasıdır.
KatılımBankaları
Hizmet tanımını faizsiz bankacılık olarak yapan katılım bankaları, parayı ticarete doğrudan konu olan bir meta şeklinde görmeyen, onu ticarettemübadelenin yapılmasına imkân tanıyan bir araç olarak ele alan bir finansalaracı türüdür.Katılım bankalarının fon kaynakları ve fontoplama yöntemleri ticari bankalarınkinden farklıdır. Buna göre, bu bankalarfon arz edenlere, faiz yerine kâr-zarar ortaklığına dayalı bir sözleşmeönerirler. Dolayısıyla topladıkları fonlar diğer bankalardaki mevduat hesaplarınabenzese de onlarda olduğu gibi önceden belli bir faiz oranı vaat edemezler.Dönem sonunda piyasada geçerli getiri oranlarına yakın bir kâr payı verirler.Topladıkları fonlar; vadesiz ise özel cari hesaplar, vadeli ise kâr ve zarara katılma hesapları olarakkaydedilir. Ayrıca, diğer ticari bankalarda olduğu gibi kısa vadeli hertürden borçlanma işlemine giremezler. Bu doğrultuda toplanan fonlar, sadece fontalebinde bulunan kişilere kredi şeklinde kullandırılabilir. Söz konusukrediler nakdi ve gayri-nakdi biçimde olur. Gayri-nakdi krediler ticaretbankalarındaki gibi teminat mektupları ve garanti belgeleridir. Nakdi krediler ise şunlardır: Kâr-zararortaklığı, üretim ya da kurumsal destekler, iştirak, finansal kiralama(leasing)ve bireysel finansman desteği.
Kalkınmave Yatırım Bankaları
Kalkınma Bankası:Çoğu zaman birlikte değerlendirilmesine rağmen, gelişmekte olan ülkelerdesermaye yetersizliği içindeki firmalara veya büyük sanayi firmalarının yapacağı yatırımlarakaynak ve teknik yardım sağlayarakekonomik kalkınmayı hızlandırma amacı güden finansal aracılara denir.
Yatırım Bankası: Gelişmiş ülkelerde atıl fonlara sahip kurumsalyatırımcılara fonlarını menkul değer alım ve satımı ile değerlendirmelerinde aracılıkve danışmanlık yapan,işletmelere doğrudankredi vermeyen ancak işletmelerin orta ve uzun vadeli fon gereksinimlerinikarşılayan finansalaracılara denir.
BankacılıkSektörü ile İlgili Son Gelişmeler
Türkiye’defaaliyet gösteren toplam bankasayısı 2002-2011 döneminde 58’den 48’e düşmüş (1999’da81); buna karşılık, katılım bankaları hariç şube sayısı 6.106’dan 9.833’e, çalışansayısı ise 123.271’den 181.418’e yükselmiştir. Banka sayısı yaklaşık %19 azalırken, şube sayısı %61, çalışan sayısıise %47 artış göstermiştir. Böylece, banka başına şube sayısı 113’ten 223’e,banka başına çalışan sayısı da 2.283’ten 4.123’eçıkmıştır.
Bankacılıksektöründeki en önemli değişikliklerden biri de mevduat bankaları nın alt bileşenlerinin dağılımında meydana gelen ciddi değişikliktir.Buna göre, bu yıllar arasında özel sermayeli banka sayısı 20’den 11’egerilerken, yabancı sermayeli banka sayısının sadece 15’ten 16’ya çıkmasınakarşılık, bu bankaların şube sayısı da 206’dan 1.937’ye yükselmiştir.Ancak banka başına şube ve çalışan sayıları itibarıyla kamu bankaları sırasıyla970 ve 16.746 sayıları ile rekabet edilemez bir öncülüğe sahiptirler.
Mart 2012 itibarıyla faaliyetgösteren 31 mevduat bankasından 3’ü kamu sermayeli,11’i özel sermayeli, 16’sı yabancısermayeli, 1’i Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilmiş ve 13’ü dekalkınma ve yatırım bankasıdır.
Banka gruplarınıntoplam aktifler, mevduatlar ve krediler bakımından sektör paylarında zamaniçindeki değişimin (2002 ve 2011 verileri itibarıyla) bakıldığında; Kamu bankalarının toplam aktiflerdeki vemevduattaki payı azalırken, kredilerdeki payı artmış (hem de oldukça ciddi oranda), özel bankaların tümkategorilerde payı azalmış, yabancıbankaların payı ise tam tersine tüm kategorilerde 4 ila 6 kat düzeyinde artmıştır.
Son yıllardafiyatlar genel düzeyinin (enflasyonun) düşmesi, kurun nispeten istikrarlı birseyir izlemesi ve TL’nin güçlenmesine bağlı olarak, aktifler ve pasiflerdekipara ikamesi azalmışolsa da 2011’deki kur artışına bağlı olarak yabancı para oranı aktiflerde %31,pasiflerde ise %36 olarak gerçekleşmiştir..
Kredilerin dağılımınabakıldığında; kurumsal kredilerin payının %86’dan %68’e gerilemiştir. Aynı yıllardatakipteki kredilerin toplam kredileriçindeki payı (brüt) sektör genelinde %21,3’ten %2,8’e (net olarak %0,6)gerilemiş; dolayısıyla kredi riski tüm banka gruplarında, bilhassa da kamubankalarında oldukça azalmıştır.
Sermaye yeterlilik oranı (SYO)2001 krizinden sonra sürekli olarak yasal hedefin çok üzerinde seyretmiştir.
2011 yılındanitibaren sektörde özkaynak kârlılığındada ciddi düşüşler olmuş, %20’lerdeki seviye %15’lere, ardından daha dadüşük seviyelere gerilemiştir
Şube dışı işlemlere dair verilere bakıldığında ise; kredi kartı sayısı, bankakartı sayısı, POS cihazı sayısı, kredi kartı ve banka kartı işlem hacimlericiddi oranlarda artmıştır.
İnternet bankacılığındagelişmelerin oldukça hızlı olduğu, bankacılık işlemlerinin önemlibir kısmı artık şube dışından gerçekleştirilmektedir.
Sektörün durumuuluslararası bir karşılaştırmaya tabi tutulduğunda (2010 yılı itibarıyla); son10 yılda Türk bankacılık sektörünün sabit fiyatlarla GSYH’ dan daha hızlıbüyüdüğü, sektörün büyüklüğünün GSYH’ya oranının gelişmekte olan ülkeler (GOÜ’ler) ortalaması olan %89’u aşarak %94’e yükseldiği anlaşılmaktadır.
Sektörün durumunugenel olarak AB ortalaması ile kıyasladığımızda ise aradaki nitelik ve nicelikfarkının büyük olduğu görülmektedir. Nitekim aktif/GSYH oranı bakımından ABülkeleri ortalaması Türkiye’nin yaklaşık 4 katı, kredi/GSYH oranı bakımındanise 3 katı büyüklüğündedir.
Ekonomik Krizler ve İstikrar Politikaları
EkonomikKrizlerin Türleri ve Sebepleri : Ekonomik krizler, reel sektör krizleri vefinansal krizler olarakiki ana başlık altında toplanabilir.
Reel krizler: Mal ve hizmet piyasalarında ortaya çıkan, enflasyonveya durgunluk şeklinde kendini gösteren dengesizlikler ile faktörpiyasalarında meydana gelen ve istihdam düzeyini etkileyen dengesizliklerdenoluşmaktadır.
Finansal krizler: Finansal piyasalarda finansal ataklarla ortayaçıkan ve ülkelerin para, bankacılık, borsa ve diğer finansal piyasalarındabüyük çaplı dalgalanmaları ifade eder.
Finansal krizlerin ortaya çıkmasında etkili olan faktörler aşağıdaki gibi sıralanabilir:
° Arzve talepteki ani dalgalanmalar
° Sürdürülemeyenbüyüme ve belirsizliğin artması
° Enflasyonve enflasyonu düşürmeye dönük yanlış politikalar
° Firmabilançolarının bozulması
° Finansalserbestleşmeye erken geçiş ve deregülasyon
° Aşırıborçlanma, faiz oranlarının yükselmesi ve uluslararası sermaye hareketleri
° Kurdakiaşırı oynaklıklar ve yanlış kur politikaları
Finansalkrizleri kaynağına göre
Borç krizleri
Borsa krizleri
Para krizleri
Bankacılık krizleri
İkiz krizler olmak üzere beş alt gruba ayırabiliriz.
Borç krizleri: Bir ülkenin kamu veya özel kesime ait dış borçlarıyla kamunun iç borçlarınıödeyememe durumudur. Özellikle kamunun bütçe açığına dayalı mali politikalarısonucu artan kamu kesimi borçlanma gereği (KKBG), bir taraftan reel faizleriyükseltirken, diğer yandan yeni borç bulma konusunda sıkıntılara neden olmaktadır.Borç krizleri için verilebilecek en iyi örnek, son yıllarda Avro Bölgesi’ndebaşlayan ve küresel bir krize dönüşen durumdur.
Borsa krizleri: Menkul kıymet borsalarında görülen aşırıdalgalanmalardır. Dalgalanmaların kaynağı mikro düzeydeborsada faaliyet gösteren firmaların yapılarındaki bozulmalar olabileceği gibi,siyasi krizler veya dünya piyasalarındaki hammadde ve emtia fiyatlarındakihareketlilik gibi makroekonomik faktörler de olabilir.
Borsakrizleri için verilebilecek en iyi örnek 1929 Dünya Bunalımıdır.
Para krizleri: Ulusal paranın değerinde ortaya çıkan büyükçaplı dalgalanmaları ifade eder. Dış ticaretdengesindeki açıklar, spekülatif davranışlar ve güven sorunu para krizlerinin temelsebepleridir. Söz konusu kriz, ekonomide uygulanan kur rejimine de bağlı olarakkurda aşırı oynaklıklar, döviz rezervlerinde hızlı düşüş, faizlerde yükselme, kısavadede büyük çaplı sermaye çıkışı, ithalat ve ihracat fiyatlarında değişim gibiönemli sıkıntılara neden olmaktadır.
Bankacılık krizleri: Genellikle “banka paniği” şeklinde bir ya da birkaç bankadaortaya çıkan yoğun fon çekilişleri şeklinde başlayıp kısa sürede diğerbankalara da sirayet ederek sistemik bir hâl alan bunalım durumudur.Bu krizler bazen sektör dışında gelişen ulusal ya da uluslararası makroekonomikistikrarsızlıklardan (dışsal sebepler), bazende sektörün kendi iç dinamiklerinden (içselsebepler) ortaya çıkabilmektedir. Bankacılıksektöründen kaynaklanan nedenlerin başında:
Yasal düzenleme ve denetlemelerdekiyetersizlikler
Zayıf muhasebe standartları
Bankaların varlık ve yükümlülüklerinin vadeyapısındaki dengesizlikle
Ahlaki tehlike ve ters seçim sorunları
Bankaların sermaye yetersizliği ve ölçek sorunu
Risk yönetiminin zayıflığı
Kredi yoğunlaşması
Yüksek kamu açıkları gelmektedir.
İkiz kriz: Para veya bankacılık krizlerinden birinin ortaya çıkmasının ardından heriki krizin birlikte yaşandığı durumu ifade etmek için kullanılır. 1990’lıyılların ikinci yarısında görülen Asya krizleri örneğinde olduğu gibi, ikiz krizlerinetkisi tek bir krize göre daha şiddetli olmaktadır.
Ortodoksve Heterodoks İstikrar Politikaları
Ekonomide istikrarınsağlanmasında temel iki unsur fiyat istikrarı ve tam istihdamın sağlanmasıdır.Bu çerçevede uygulanabilecek istikrar politikaları ortodoks ve heterodoks politikalarolarak iki grupta sınıflandırılır.
Ortodoks istikrar politikaları fiyatistikrarının sağlanmasında sıkı para, sıkı maliye ve sabit kur politikalarınıkullanır. Bu politikaların içeriğinde:
Kamu harcamalarının kısılması
Reel ücretlerin düşürülmesi
Kamu yardımlarının azaltılması
Para arzının daraltılması bulunmakta ve bu yolla toplam talebin kontrolaltına alınması hedeflenmektedir. Ancak bu yöndeuygulanan daraltıcı politikalar bütçe disiplinini sağlamak konusunda başarılıolsa da ekonomide durgunluğu beraberinde getirmektedir.
IMF tarafından dadesteklenen ortodoks politikaların milli gelir, istihdam ve reel ücretlerüzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle kamuoyu tarafından desteklenme oranı düşüktür.Ortodoks politikalarda piyasada oluşannispi fiyat yapısını bozucu etkileri nedeniyle fiyat kontrollerine sıcak bakılmamaktadır.Arz yanlı yeni ortodoks istikrar politikalarında ise temel amaç üretimin artırılmasıdır.Yeni yaklaşımda nominal döviz kurunun çapa olarak kullanılması önerilmektedir.
Heterodoks istikrar politikalarındaprogramlarının temelinde ise sıkı para ve maliye politikaları ile sabit kursistemine ek olarak ücret ve fiyatkontrolleri şeklinde uygulanan gelirler politikası yer alır.
Bu şekilde üretimve istihdam düzeyine zarar vermeden enflasyonla mücadele edilmesi hedeflenir.
Heterodoks istikrar programlarında özellikle yüksek enflasyon durumlarında şokpolitikalar savunulur. Heterodoks programlarda her ne kadar uygulandığıdönemde enflasyonla mücadelede ortodoks politikalara oranla daha yüksek başarısağlansa da orta vadede diğer politika araçlarının desteği de önemli hâlegelmektedir.
IMF türü geleneksel daraltıcı ortodoks istikrarpolitikalarının uygulanmasındagenel olarak tercih edilen araçlar şunlardır:
Sıkı para politikası
Faiz oranlarının yükseltilmesi
Devalüasyon
Sıkı maliye politikası (kamu harcamalarınınazaltılması, kamu gelirlerinin artırılması)
Sıkı gelirler politikası
Fiyat kontrollerinin kaldırılması
Uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi
Türkiye’deEkonomik İstikrar Programları
4Ağustos 1958 İstikrar Kararları
Türkiye’de ilkkapsamlı istikrar programı 4 Ağustos 1958’de alınan kararlardır. 1950’deiktidara gelen Demokrat Parti Hükümeti özel sektör ağırlıklı, hafif sanayi kollarıve tarıma dayalı bir büyüme stratejisi belirlemiştir. Dönemin başından itibarenuygun iklim koşulları, Marshall Planı kapsamında sağlanan mali yardımlar, genişleyentarım alanları, İkinci Dünya Savaşı sonrası atıl fonların ekonomiye dâhil olmasıve kredi koşullarının genişlemesinin etkisi ile yüksek büyüme oranları yakalanmıştır.Dış ticarette ise serbestleşmeye (liberalizasyona) bağlı olarak özellikle 1952yılından sonra dış ticaret açığı önemli miktarda artmıştır. 1954 yılında iklimkoşullarının değişmesi ve dış yardımların azalmasıyla birlikte yıllık büyüme oranlarıdüşmeye başlamış, enflasyon oranları yükselmiş ve döviz sıkıntısı baş göstermiştir.
Diğer yandan dövizrezervlerindeki azalmanın ithalat üzerindeki daraltıcı etkisi ve para arzınıartırıcı politikalar, yüksek fiyat artışları yaşanmasına yol açmıştır.Özellikle 1957 yılından itibaren büyüme oranındaki sert düşüş ve kamuoyundakidevalüasyon beklentisinin de etkisiyle 4 Ağustos 1958 İstikrar Kararları yürürlüğekonmuştur. IMF desteği ile oluşturulan istikrarprogramı kapsamında yapılan düzenlemelerşunlardır:
Dolarkuru 2.8 TL’den 9 TL’ye çıkarılarak devalüasyon yapılmış, dövizalım işlemlerinde 1 dolar başına 6,22 TL vergi alınması kararlaştırılmıştır
Bütçe dengesinin sağlanması amacıylakamu harcamalarında kısıntı yapılmış, KİT ürünlerine zam yapılmış ve KİT’lerinMerkez Bankası kaynaklarıyla finansmanına sınırlamalar getirilmiştir.
422milyon dolar düzeyindeki dış borçlar ertelenmiş veyeni bir ödeme planına bağlanmıştır (moratoryum). Buna ek olarak IMF, ABD veAvrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü’nden (OEEC) toplam 359 milyon dolarlık yenikredi sağlanmıştır.
Dış ticaretteserbestleşmeye gidilmiş, bu kapsamda ithalat üçeraylık programlara bağlanmış, hammadde ve ara malı ithalatına öncelik verilmiş,ihracatta ise fiyat kontrollerinde bürokratik işlemlerin hafifletilmesine yönelikdüzenlemeler yapılmıştır.
Emisyon hacmi kısıtlanmıştır.
4 Ağustos 1958 İstikrarKararları genel olarak açık finansman ve para arzındaki artışları frenleyerekenflasyonla mücadele amacını taşımaktadır.
10Ağustos 1970 İstikrar Programı ve 1970’li Yıllar
1963 yılındanitibaren uygulamaya konulan beş yıllık kalkınma planları (BYKP) ekonomikbüyüme, ödemeler dengesi, fiyat istikrarı ve bütçe ile ilgili somut hedefler ortayakoymuş ve ekonomi politikaları planlardaki bu hedefleri gerçekleştirecek şekildetasarlanmaya başlanmıştır. Planlarda özellikle yatırımların artırılması ve hızlıbüyüme ön planda tutulmuştur.
1963sonrasında %5-6’larda dalgalanan yıllık enflasyon oranı dönemin sonlarına doğruyaşanan olumsuz gelişmelerin etkisiyle hızla yükselmeye başlamıştır. Bu ortamdahükümet 10 Ağustos 1970 tarihinde istikrar kararlarını açıklamıştır.Programkapsamında;
Yüzde 67 oranında devalüasyonyapılmış, dolar kuru 15 TL olarak belirlenmiştir.
Mali disiplin kapsamındavergiler yükseltilmiş, maaş ve ücretler dondurulmuş, KİT ürünlerine zam yapılmıştır.
Ekonomidearzın daralmasını gidermek amacıyla ithalatta teminat oranları düşürülmüş, miktar kısıtlamalarıda azaltılmıştır.
Uygulamaya konulantedbirlerin ardından dış kaynak konusunda önemli gelişmeler sağlanmıştır.IMF’den alınan yeni krediler, artan işçi döviz gelirleri, hammadde ve mamulihracatında artış ve kısa vadeli dış borçlar sayesinde 1973 yılında ilk kezödemeler dengesi fazla vermiştir. Sonraki yıllarda da olumlu hava bir süre dahadevam etmiş, kalkınma planlarında öngörülen ortalama yıllık büyüme oranları yakalanmış,dolar kuru
13,5 TL’ye kadardüşmüş, enflasyon oranı 1971-77 yılları arasında ortalama %18’lerde seyretmiştir.
Ne var ki, yukarıdakiolumlu gelişmeler uzun sürmemiştir. Uluslararası piyasalarda 1974’teki ilkpetrol şoku ve 1978 yılındaki petrol krizinin ardından petrol fiyatlarındakiartışlar ekonomiyi birçok kanaldan olumsuz yönde etkilemiştir.
Tüm bu faktörlerinetkisiyle, 1978’e gelindiğinde enflasyon oranı %53’e, dış borç tutarı 4,8milyar dolara yükselmiş, büyüme oranı ise %1,2’ye kadar gerilemiştir. İç vedış kaynak yetersizliği nedeniyle, hemen her alanda üretim kapasitesi sınırlanmıştır.Hızla artan maliyet baskısı altında ekonominin üretim ve rekabet gücüdüşmüştür.Yükselen fiyatlar genel düzeyi nedeniyle yaşammaliyeti sürekli olarak artmıştır. Bu şartlar altında, önemli ölçüde dışa kapalı,katı devletçi bir ithal ikameci ekonomik yapı çeşitli zorluklarla karşı karşıyakalmıştır. Dönemin başbakanlarından SüleymanDemirel’inifadesiyle “ülke, 70 sente muhtaç hâle gelmiştir”.
Bunalımdan çıkışiçin dış kaynak gereksinimi nedeniyle IMF ile gerçekleştirilen görüşmelersonrasında 1978 ve 1979 yıllarında iki istikrar programı uygulamaya konmuştur.
24Ocak 1980 Kararları
Ekonomideki kötüyegidişi önlemek amacıyla 1978 ve 1979 yıllarında kararlaştırılan tedbirlerinetkin şekilde uygulanamaması sonucunda, 24 Ocak 1980 tarihinde daha kapsamlıbir istikrar programı yürürlüğe konulmuştur.
Program, temeldeortodoks nitelikli politikalara dayanmaktadır. Kamu açıkları, para arzındakiartış ve Türk Lirası’nın aşırı değerlenmesi, ödemeler dengesi açıkları ve enflasyonuntemel nedeni olarak görülmüştür. Bu kapsamda sıkı para ve maliye politikalarınadayalı tedbirler üzerinde durulmuştur.
24Ocak Kararları’nın daha önceki istikrar tedbirlerinden önemli bir farkı,ithalikameci sanayileşmenin terk edilerek ihracata dayalı sanayileşme benimsenmişolmasıdır. Artık piyasa ekonomisine dayalı, dışa açık veihracata yönelik üretimi esas alan bir kalkınma politikası sözkonusudur. Dolayısıyla tedbirler kısa vadeli hedeflerin yanında, ülkeekonomisinde yapısal dönüşümü sağlayacak uzun vadeli stratejileri debelirlemektedir. Bu amaçlar doğrultusunda 24Ocak 1980’de Bakanlar Kurulutarafından kabul edilen 17 karar ve Haziran 1980’de ek olarak uygulamaya konan 33 karar genel hatlarıyla şu şekildeözetlenebilir:
Yüzde 48,6’lıkbir devalüasyon yapılmış,dolar kuru 47,1 TL’den 70 TL’ye yükseltilmiştir. 1 Mayıs 1980’den itibarengünlük kur uygulamasına geçilmiştir.
Döviz alım satımları serbest bırakılmıştır.
Fiyatların piyasa koşullarında belirlenmesi hedefidoğrultusunda Fiyat Saptama-Kontrol Koordinasyon Komitesi kaldırılmıştır. Busayede mal ve hizmet piyasaları ile üretim faktörleri piyasalarında fiyatlarınarz ve talep koşullarında belirlenmesi amaçlanmıştır.
Kredive vadeli mevduat faiz oranlarıserbest bırakılmıştır. 1980 öncesi uygulanan negatif reel faizuygulamasından vazgeçilmiştir. 1983 yılında ise faiz oranlarını belirlemeyetkisi TCMB’ye verilmiştir.
Kamusektörünün küçültülmesi amacı doğrultusunda özelleştirme politikası gündemealınmış, kamu tarafından üretilen malların kapsamı daraltılmış, kamu harcamalarındakesintiye gidilmiştir.
Yinebu kapsamda tarım ürünlerinde desteklemealımları sınırlandırılmış,sübvansiyonların kapsamı daraltılmış,KİT’lerin kendi ürünlerinin fiyatlarını belirlemelerine izin verilmiştir.
Dış ticarette serbestleşme hedefineyönelik olarak ihracat artışı sağlamak amacıyla ihracat kredileri, ihracatayönelik yeni teşvikler, ihracatta vergi iadesi uygulaması, yeni vergi muafiyetive istisnalar uygulamaya konmuştur. İthalatın serbestleştirilmesi konusunda iseithaline izin verilen mallar listesi yerine ithaline izin verilmeyen ürünlerinlistesi belirlenmiştir.
Yabancı sermayeyi teşvik içinyeni düzenlemeler yapılmış, bürokratik işlemlerin basitleştirilmesi için 50milyon dolara kadar olan yabancı sermaye girişleri için Başbakanlığa bağlıYabancı Sermaye Dairesi görevlendirilmiştir.
24 Ocak Kararları’nınyürürlüğe girmesinin ardından 1979-1980 yıllarındaki küçülmenin aksine ekonomide1981 yılında %4,8’lik büyüme sağlanmıştır. Büyüme oranında en büyükpay, atıl kapasitenin harekete geçmesi sonrası sanayi sektöründekaydedilen% 9,9’luk üretim artışına aittir.
Daraltıcıtedbirler fiyat istikrarı üzerinde kısa dönemde olumlu sonuçlar doğurmuş, enflasyonoranı üç haneli değerlerden 1981 yılında %36,8’e gerilemiştir. Bu dönemde bütçeaçığında da düzelme sağlanmış, kamu personel harcamaları azalmış, buna karşılıkfaiz ödemelerinde artış olmuştur.
Ancak, istikrarkararları sonucu oluşan olumlu hava devam edememiştir. Büyüme hızı kısa vadelihedefler doğrultusunda kamu yatırımlarının kısılması ve para arzının kontrolaltında tutulması politikaları nedeniyle sınırlı olmuştur. Özellikle seçim yılıolan 1983’te bütçe dengesi yeniden bozulmuş, enflasyon tekrar yükselmeye başlamıştır.Uygulanan pozitif reel faiz politikası sonrası bankerler vebankaların faiz oranı rekabeti ve sonrasında art arda gelen iflaslar finanspiyasalarının düzenlenmesinin önemini göstermiş ve 1982 yılında Sermaye PiyasasıKanunu çıkarılmıştır. 1980 sonrasında dış borçlar da sürekli artmıştır.
Sonuç olarak, 24Ocak Kararları ekonomide uzun vadeli istikrarı sağlayamamıştır.Yetersizbüyüme oranları, artan işsizlik, yükselen kamu açıkları ve sürekli büyüyendış borçlar nedeniyle, 1988 yılındaekonomide yeni bir kriz yaşanmıştır.
5Nisan 1994 Kararları
KrizinOrtaya Çıkış Süreci
1990-1993 yıllarıarasında ekonomi ortalama %6 büyümekle birlikte istikrarsız bir seyir izlemiştir.Budönemde büyümenin temel kaynakları finansal serbestleşmenin ardından artan sermaye girişi, kamuharcamalarını artırıcı ve açık finansman sistemine dayalı bütçe politikası ve bankacılık sisteminin iç piyasayayönelik açmış olduğukredilerdeki yüksek artışlardır. Ancak sağlam iktisaditemellere dayanmayan bu süreç orta vadede sorunları da beraberinde getirmiştir.
Artan kamu açıkları,iç borçlanma ve TCMB kaynakları yoluyla finanse edilmiştir. Bütçenin finansmanınaek olarak kaynak yetersizliği sonrası dış borçların ödenmesinde dâhi içborçlanmaya gidilmesi, faiz oranlarının hızla yükselmesine yol açmıştır. MerkezBankası’ndan finansman ise döviz rezervlerinin giderek azalmasına neden olmuştur.Yükselen faiz oranları ise ülkeye sıcak para girişini artırmış ve TL’nin aşırıdeğer kazanmasına yol açmıştır. Bu ise bir taraftan ihracatta rekabet gücününazalmasına ve ithalatın yükselmesine yol açarak reel sektörü olumsuzetkilerken, diğer yandan dış ticaret açığını artırarak dış dengenin bozulmasınasebep olmuştur.
Finansal sistemdeise bankaların sürekli artan açık pozisyonlarının 1994’e gelindiğinde 5 milyardolara ulaşmıştır. Bankacılık sektörü, temel amacı olan kredisağlamaişlevinden giderek uzaklaşmıştır.
Diğer yandan TCMB’ nin dövizkurlarında yükselmeyi önlemek için piyasaya döviz enjekte etmesi kırılganlığıve dalgalanmaları artırıcıunsurlar olmuştur. Bunlara;
1990yılında I. Körfez Savaşı’nın etkisiyle bankalardaki mevduatların geri çekilmesi
1991yılındaki erken seçim öncesinde başlayan ve ardından gelen iktidarında mali veparasal disiplin konusunda yeterince hassas olmaması nedeniyle kamu finansmanındaciddi sıkıntıların baş göstermesi
1994yılındaki yerel seçimlerin kamu harcamalarını artırıcı etkisi
Budönemde dünya ekonomisinde yaşanan genel durgunluk
1994yılında uluslararası derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin kredi notunu düşürmeleride eklenince, ekonomide kriz ortamı oluşmuştur.
5Nisan 1994 Kararlarının Kapsamı
Ekonomideki krizortamına çözüm olarak 5 Nisan 1994 Kararları yürürlüğe konmuştur.Programın kısa vadeli hedefi, döviz piyasasıve dış dengede istikrarın sağlanmasıdır. 5 Nisan Kararları, konjonktürel ve yapısalhedeflere yönelikkararlar olarak iki ana bölümden oluşmaktadır.
Program kapsamında yapılan düzenlemeler şunlardır:
Kamu kesimi borçlanma gereği (KKBG) ve enflasyonudüşürmeye yönelik olarak kamu harcamalarının azaltılması vegelirlerin artırılması: Bu kapsamda kamuya yeni personel alımı durdurulmuş, maaşve ücret artışları sınırlandırılmış, vergi oranları artırılmış ve bazı ek vergilerkonmuş, KİT ve TEKEL ürünlerinin fiyatlarında yüksek oranlı artışlar yapılmıştır.
Finanspiyasalarına yönelik olarak mevduatlaragetirilen garanti 50 milyondan 150 milyon TL’ye yükseltilmiş, 6 Mayıs1994’ten itibaren de mevduatların tamamı güvence altına alınmıştır. Hazine’nin Merkez Bankası’ndan (TCMB’den) kısavadeli avans kullanımına sınırlama getirilmiştir. Merkez Bankası’nınözerkliğini artırmaya yönelik yeni tedbirler yürürlüğe konmuştur.
Yapısalsorunların çözümüne yönelik olarak KİT’lerinyapısının yenidendüzenlenmesi,özelleştirme politikasının etkin bir şekilde uygulanması, sosyal güvenlik reformu ve tarımsaldestekleme politikasınınyenidendüzenlenmesine yönelik kararlar alınmıştır.
5 Nisan Kararları,içeriği itibarıyla hem ortodoks hem heterodoks özellikler göstermektedir. Ancak,programın tamamının kararlılıkla uygulandığını ve hedeflerinin tamamınıntutturulduğunu söylemek mümkün değildir.
Diğer yandan, dışdengede ekonomideki daralmanın da etkisiyle iyileşmeler görülmüştür. TL’nin değerkaybetmesi ithalatı pahalı hâle getirmiş, buna iç talepteki daralma ve yurt dışıkredi imkânlarının azalması da eklenince, 1994 yılında ithalat ciddi orandaazalmıştır. İhracatta artışın devam etmesi dış dengeyi olumlu yönde etkilemiş,14 milyar dolar dolayındaki açık 1995 yılında 5 milyar dolar dolayına kadargerilemiştir. Aynı şekilde cari işlemler açığının milli gelir içindeki payındada ekonomiyi tehdit edecek bir durum oluşmamıştır. Ancak, ihracatın ithalatıkarşılama oranı mütevazı seviyelerde seyretmeye devam etmiştir.
Bu dönemde daraltıcımali politikalar sayesinde kamu açıklarında da azalma sağlanmış, ancak busüreklilik arz etmemiştir. 1994’ün ilk yarısında yaşanan belirsizlik nedeniylemevduatların geri çekilmesi ve bankaların bilanço yapılarındaki bozulmalarınetkisi ile banka iflasları yaşanmıştır. Banka iflaslarını önlemek ve mevduatkaçışını engellemek için mevduatların tamamına devlet güvencesi getirilmiştir. Neticeitibarıyla uygulanan daraltıcı politikalar ve alınan tedbirlere rağmen, enflasyonundüşürülememesi, programın yükünün büyük ölçüde dar gelirliler üzerinde kalmasına,dolayısıyla gelir dağılımının zarar görmesine yol açmıştır.
1995-1999Döneminde Ekonomik Gelişmeler ve İstikrar Tedbirleri
1994 yılında yaşanankrizin etkileri düzeltilmeye çalışılırken, bir sonraki yıldan itibaren Türkekonomisi hem yurtiçi hem de yurtdışı kaynaklı birçok faktörün tesiri altınagirmiştir. 1/95 sayılı OKK (Ortaklık Konseyi Kararı) uyarınca 1 Ocak 1996’dan itibarenTürkiye ile AB arasında Gümrük Birliği’nde son döneme girilmesi dış ticarette yenibir dönemi başlatmıştır. Türkiye’nin sanayi ve işlenmiş tarım ürünlerinde ABmenşeli ürünlere gümrük vergilerini kaldırması Türkiye’nin dış ticaret açığınaolumsuz katkı yapmıştır. Diğer yandan 1995-1999döneminde siyasi istikrarsızlıkartmış, beş yılda 7 hükümet değişmiştir. Siyasi istikrarsızlıklarberaberinde ekonomik belirsizlikleri getirmiş, uzun vadeli politikalarüretilmesi veya üretilen uzun vadeli politikaların uygulanması konusunda ciddisıkıntılar yaşanmıştır.
1997yılına gelindiğinde, Tayland’da başlayan kriz, önce diğer Güneydoğu Asya ülkelerinesıçramış, ardından Rusya ve Latin Amerika ülkelerini etkisi altına alarak küreselbir kriz hâline gelmiştir. Bu gelişmeler Türk ekonomisini doğrudan olumsuz bir şekildeetkilemeye başlamıştır.
1997 yılı, Güneydoğu Asya Krizi’nin yansımalarına ek olarak ülkeiçerisindeki yapısal sorunların da kendini göstermeye başladığı bir yıl olmuştur.Enflasyon hedefi ile tutarlı kur politikalarında ve para politikası değişkeniolarak kullanılan faiz oranında krizin de etkisiyle gelişmeler meydana gelmiştir.
1998’e gelindiğinde,hem ihracat hem ithalatta gerileme yaşanmıştır. Yılın ikinci çeyreğindenitibaren iç talebin de daralmasıyla büyüme rakamları gerilemiştir.Budönemde yüksek faiz oranlarının etkisiyle büyük şirketlerin kârlarının önemlibir kısmını yatırımlar yerine kamu açıklarını finanse etmeye ayırması, bankalarında benzer şekilde kredi işlemleri yerine kaynaklarını devlet içborçlanma senetlerinde değerlendirmeleri, finans piyasalarını dalgalanmalarakarşı daha savunmasız hâle getirmiştir.
Bu ortamda yürürlüğe konan istikrartedbirleri şu şekilde özetlenebilir;
1997 yılı Ağustos ve Eylül aylarında Hükümet parapiyasaları ile ilgili acil tedbirleri hayata geçirerek uluslararasıkrizin Türkiye’ye sıçramasına mani olmuş ancak ihracattaki azalma reelsektörü etkilemiştir.
26 Haziran 1998’de IMF ile bir buçuk yıllıkYakın İzleme Anlaşmasıimzalanmış,bu program kapsamında IMF’den kredi kullanılmamış, üçer aylıkdönemler itibarıylaekonomideki gelişmelerin gözden geçirilmesi konusundaanlaşılmıştır.
11 Aralık 1998 tarihinde ithalatı azaltma ve ihracatınartırılmasına yönelik bir dizi önlem paketi uygulamaya konmuştur.
Söz konusu olumsuzluklara ek olarak Nisan1999 genel seçimleri, 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 Depremleri, kamu harcamalarınınartmasına neden olmuştur.
Aralık ayının başındaIMF ile üç yıllık Stand-by (Destekleme) Düzenlemesi içeren niyet mektubugönderilmiş ve 9 Aralık 1999’da 2000-2002 dönemini kapsayan Enflasyonla Mücadele Programı (9Aralık 1999 Kararları) yürürlüğe konmuştur. Programın amacı, ekonomidekibelirsizlikleri gidererek ve enflasyon beklentisini azaltarak reel faizler ileenflasyonda düşüş sağlamak ve ekonomik büyümeyi hızlandırmaktır.
Programın üç temel unsuru vardır:
Faiz dışı fazlanın artırılmasına yönelik sıkımaliye politikası
Enflasyon hedefi ile uyumlu gelirler politikası
Uzun dönemli beklentileri iyileştirmeyi ve bu şekildereel faizlerin düşürülmesini sağlayacak para ve kur politikaları.
Programçerçevesinde döviz kurlarında ilk 18 aylık dönem için enflasyon hedefine uygunkursepeti
(1 ABD Doları +0,77 Euro) nominal döviz kuru çapası oluşturulmuş, sonraki 18 ay için isekademeli olarak genişleyen bant uygulaması benimsenmiştir.
Kasım2000 ve Şubat 2001 Krizleri ile Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı
Türkiye 2000 yılındanitibaren artan likidite sıkıntısı, yapısal sorunlar, spekülatif hareketler vesiyasi istikrarsızlığın etkisi ile yıl sonunda tarihinin en büyük krizlerinden biriylekarşı karşıya kalmış, ekonomide 1950 sonrasındaki en büyük daralma yaşanmıştır.Türkiye’de 1990’lı yıllarda sıcak para girişi ile finanse edilen büyüme, 1998sonrası uluslararası piyasalarda yaşanan krizlerin ardından sürdürülemez birnitelik kazanmıştır. 2001’de ekonomik büyüme -%9,5 olarak gerçeklemiş, ekonomiciddi bir şekilde daralmıştır.Bütçe açıklarının milli gelir içindeki payı hızlayükselmeye devam etmiş ve %16’ya ulaşmıştır. Uygulamaya konulan Enflasyonla MücadeleProgramı’nın sürdürülebilirliğine olan inanç, cari işlemler dengesindeki bozulma,yapısal reformlardaki gecikmeler, bankacılık sektöründeki sorunların etkisiyleazalmış, piyasalardaki devalüasyon beklentisine karşılık gelmeyince, yabancısermaye ülkeyi terk etmeye başlamıştır. Krizinortaya çıkışında bankacılık sektöründe yaşanan sıkıntılar önemli role sahiptir.
Türk bankacılık sektörünün söz konusu dönemdetemel sıkıntıları şuşekilde sıralanabilir:
Bankalarınpasiflerindeki yabancı para ağırlığı (döviz pozisyon açığı)
Bankalarınkaynaklarını yoğun olarak kamu iç borç senetlerinde kullanması
Aktifve pasif kalemleri arasında vade uyumsuzluğu
Yasalaltyapının finansal serbestleşmeyi takip edememesi
Bankalarınküçük ölçekli olması ve öz kaynaklarının yeterli olmaması
Kamubankalarının görev zararlarının artması
Özelbankaların önemli kısmının holding ya da grup bankası olması
1999 sonrasındaTL’nin aşırı değerlenmesi, bunun uzun vadede sürdürülemeyeceği beklentisini doğurmuştur.Ekim 2000’de Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinde azalma başlamıştır. Ayrıca,2000 yılı başında IMF destekli istikrar programı uygulamaya başlanmış, hemenardından faiz oranları aşırı şekilde düşmüş; takip eden günlerde elinde bolmiktarda kamu kâğıdı bulunduran bankalar giderek artan bir likidite sorunu ilekarşı karşıya kalmıştır. Kasım 2000’de bankaların likidite ihtiyaçlarının iyiceartması, faiz oranlarını yükseltmiş, döviz talebi artmış ve bir panik havası oluşmuştur.Bankalar arası piyasada çözülemeyen likidite sıkıntısına yönelik Merkez Bankasıda ciddi bir tedbir almayınca, bunalımın derinleşmesi, bazı bankaların iflasıve bunun bir kriz hâline gelmesi kaçınılmaz hâle gelmiştir.
Gelişmelersonrası bankalar arası gecelik faiz oranları %873’e kadar yükselmiş, önemlimiktarda sermaye çıkışı olmuştur. Merkez Bankası’nındalgalanmalar karşısında önlem olarak döviz rezervlerini kullanması ve alınandiğer tedbirler ile IMF kaynaklarının kullanılması sonrasında piyasalar birmiktar rahatlamıştır.
Fakat 19 Şubat 2001 tarihinde dönemin Cumhurbaşkanıile Başbakanı arasında bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısında yaşanan gerginliğinetkisi ile zaten aşırı kırılgan olan piyasalarda daha büyük bir kriz meydanagelmiştir. Gerginlik piyasalarda etkisini hemen göstermiş, İMKB bir güniçerisinde %14,6 değer kaybetmiş, 5 milyar doların üzerinde döviz çıkışı yaşanmış,gecelik faiz oranları %4000’lere kadar ulaşmıştır.
Hükümetinbu gelişmeler karşısında ilk tepkisi, enflasyon ile mücadelede nominal çapaolarak kullanılan döviz kurunu dalgalanmaya bırakmak olmuştur. Dalgalı kursistemine geçişten kısa süre sonra TL, ABD doları karşısında %50’ye yakın değerkaybetmiştir. Kısa süre içerisinde bu kadar şiddetli dalgalanmalara yol açankriz, zamanla reel sektör üzerinde de etkisini göstermiştir. Şubat2001’de krizin patlak vermesinin ardından, Nisan 2001’de yeni Merkez BankasıKanunu çıkarılarak Merkez Bankası’nın temel amacının fiyat istikrarı olduğu açıklanmıştır. 14 Nisan 2001’de Güçlü Ekonomiye Geçiş Programıyürürlüğekonmuş, Mayıs ayında Niyet Mektubu hazırlanarak IMF ile görüşmelere başlanmıştır.Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın temel amacı, “kur rejiminin terk edilmesi nedeniyle ortaya çıkan güven bunalımı veistikrarsızlığı süratle ortadankaldırmak ve eşanlı olarak bu duruma bir daha geri dönülmeyecekşekilde kamu yönetiminin ve ekonomininyeniden yapılandırılmasına yönelik altyapıyı oluşturmak” şeklinde tanımlanmıştır.
Bu temel ilkelerçerçevesinde ikincil hedefler ise şöyle özetlenebilir:
Dalgalıkur sistemi içerisinde enflasyonla mücadelenin sürdürülmesi
Bankacılıksektöründe hızlı bir yeniden yapılanma ile bankacılık ve reel sektör arasındasağlıklı bir ilişkinin kurulması
Kamufinansman dengesinin kalıcı şekilde güçlendirilmesi
Toplumsaluzlaşma ile enflasyon hedefi doğrultusunda gelirler politikasının sürdürülmesi
Etkinlik, esneklik ve şeffaflığın sağlanmasınayönelik yasal altyapının kurulmasıdır.
Bu kapsamda bütçeile ilgili düzenlemeler, KİT’lerin görev zararları, bankacılık, kamulaştırma,kamu ihale sistemi, borçlanma, özelleştirme konuları başta olmak üzere 15 yasaldüzenlemenin yapılması kararlaştırılmıştır. Bunlar içerisinde hiç kuşkusuz enfazla öne çıkan düzenleme bankacılık sektörü ileilgili olanıdır. Nitekim devlet iç borç senetlerinin mevduat bankalarınıntoplam aktifleri içerisindeki payı 1990 yılında %10 iken, 2000’li yıllaragelindiğinde %40’ın üzerine çıkmış, kredilerin payı ise%47’den %25’inaltına düşmüştür. Diğer bir ifadeyle bankacılık sektörü halktantopladığıtasarrufları yatırıma sevk ederek büyümeyi ve toplumun refahını finanse etmeyerine, hükümetlerin popülist kamu açıklarını finanse etmeye odaklanmıştır.
1997-2001döneminde 20 banka iflas etmiş ya da devlet (devlet adına TMSF) el koymuştur.Özellikle 1999-2001 yıllarında toplam 18 banka Tasarruf MevduatıSigortaFonu’na (TMSF’ye) devredilmiştir. Bu dönemde banka sahibi olmak yada kurmak kolaylaştığı için 10 yıl içinde banka sayısı 67’den 81’e çıkmıştır. Buşartları dikkate alarakGüçlü Ekonomiye Geçiş Programı çerçevesinde15 Mayıs 2001’de BankacılıkSektörü Yeniden Yapılandırma Programı açıklanmıştır.
Programın temel amaçları aşağıdaki gibi özetlenebilir:
Kamubankalarını mali sistem içinde bir istikrarsızlık unsuru olmaktan çıkarmak
TMSFbünyesindeki bankaların sorunlarını en kısa sürede çözüme kavuşturmak
Yaşanankrizlerden olumsuz yönde etkilenen özel bankaların sağlıklı bir yapıya kavuşmalarınısağlayacak düzenlemeleri gerçekleştirmektir.
Program iki anaunsurdan oluşmaktadır:
Bankacılıksektöründe mali ve operasyonel yeniden yapılandırma
Gözetimve denetim çerçevesini güçlendirici, sektörde etkinlik ve rekabet gücünü artırıcıyasal ve kurumsal düzenlemeler.
Yeniistikrar programının en önemli özelliklerinden birisi, enflasyonla mücadelededöviz çapası yerine, gelecekteki enflasyon değerlerini dikkate alarak kısavadeli faiz oranlarında değişikliğe gitme şeklindeki “örtük enflasyon hedeflemesi”stratejisinin benimsenmesidir. Ayrıca, istikrar programıkapsamında mali disiplin tedbirleri doğrultusunda 2001 yılında 42 adetbütçe dışı fon kapatılmış, Türk Lirası mevduatların özendirilmesi amacıyla döviztevdiat hesaplarına uygulanan gelir vergisi stopaj oranı da yükseltilmiştir.
2008ve Sonrasında Devam Eden Küresel Ekonomik Kriz: Sebepleri ve Sonuçları
MortgageKrizi’nin Küresel Krize Dönüşmesi
ABD’de ortaya çıkanve tüm dünyayı olumsuz yönde etkileyen ipotekli konut kredisi (mortgage)sektöründeki sorunlar, ilk olarak yaklaşık 2003 yılında ortaya çıkmaya başlamıştır.ABD’de, para hacminin yüksek olması nedeniyle bazı finansal kuruluşlar 2003 yılındaönce kredibilitesi zayıf olan kişilere mortgage kredisi vererek geridönüşü riskli bir mali yapıya girmiştir.
2003 yılına kadarABD’de faizler düşük tutulduğu için düşük gelir grubundaki kişiler değişkenfaizli kredileri kullanmayı tercih etmeye başlamışlardır. Ne var ki, ABD MerkezBankası’nın 2006 ve 2007 yıllarında faiz oranlarını artırması, konut piyasasındadurgunluğa yol açmıştır. Buna bağlı olarak, konut satış fiyatları ile kira gelirleripiyasa düzeyinin altına inmiştir. Böylece, konut kredisi kullanan düşük gelirligruplar, kredi taksitlerini ödeyemez hâle gelmiştir. Bu durum Mortgage Krizi olarak ifadeedilmiştir.
Kredilerin geri dönüşününzora girmesi, yatırım bankaları ve ABD mortgage piyasasında likidite sıkışıklığınınortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu nedenle dünyanın en büyük yatırım bankalarındanLehman Brothers Eylül 2008’de iflas etmiştir.
LehmanBrothers’ın iflasıyla patlak veren küresel kriz, çok kısa bir sürede dalgadalga bütün dünyaya yayılmıştır.
Yaşanan küreselkrizin belirtilerini ana hatlarıyla şu şekildeözetleyebiliriz:
Küresel ekonomide büyümenin hızla düşmesi
Gelişmekte olan ekonomilere yönelik sermayehareketlerinin yavaşlaması
Büyük ülkelerin dünya çapındaki büyük bankalarınınbüyük kayıplar ve zararlar yazmaya başlaması ve krize doğru büyük sorunlar yaşaması
Menkulkıymetler borsalarında ciddi düşüşlerin yaşanmaya başlaması
2000’li yılların başından beri uluslararasıpara piyasalarında aşırı bollaşan likiditenin küresel çapta kurumaya başlamasıdır.
KrizinTemel Dinamikleri
Krizin ortaya çıkmasınıtetikleyen temel dinamikler dört ana grupta toplanabilir:
Menkul kıymetleştirme
Derecelendirme kurumlarının rolü
Asimetrik bilgi
Makro ekonomik arka plan (para politikası)
Menkul kıymetleştirme, çokkısa olarak, tahvil gibi piyasada alınıp satılan menkul kıymetler çıkartılarakgerçekleştirilen borçlanmaların borç verenle borç alan arasında özel olarak yapılanbanka kredileri gibi karşılıklı görüşmelere dayalı kredilerin yerinegeçmesidir.Bu uygulamanın avantajları; konut kredilerinin banka bilançolarından çıkarılması, varlıkların likiditesininartması ve riskin farklılaşması olarak ifade edilebilir iken; menkul kıymetleştirmenindezavantajları ise işletmelerin paket satışlara yönelmesinin şeffaflığı giderekzayıflatması ve mali güvenirliliğin (kredi itibarının) gözden geçirilmesiniazaltması olarak söylenebilir.
Krizin ikinciönemli kaynağı, uluslararasıderecelendirme kuruluşlarının değişen rolleridir. Finans piyasalarındafinansal mübadeleye dair hem alacaklılara hem de borçlulara sağlıklıbilgi temini için varlığını sürdüren bu kurumlar, maalesef devasafinans kurumları ile menfaat ilişkisine girmek suretiyle, âdeta ‘tuzun koktuğu’asimetrik bilgiye dayalı bir piyasa ortamı hazırlamışlardır.
Asimetrik bilgi sorunukrizin ortaya çıkmasında önemli bir faktör olmuştur. Asimetrik bilgi, en basitifadesiyle, alacaklı ve borçlu taraflardan birinin diğerine göre daha fazlabilgiye sahip olması ve bundan karşı tarafı haberdar etmemesidir. Bilgimaliyeti olarak bilinen bu yük, finans piyasalarında ters seçim sorunu, ahlaki tehlikesorunu, sahip-yönetici ya da asil-vekil sorununa neden olabilmektedir.
Hatalar zincirindeson olarak, merkez bankalarının uyguladıkları para politikaları nın yol açtığı yanlış makro ekonomik arka plandanbahsedilebilir.
Finans piyasalarında alacaklıların yanlış birkişiye kredi kullandırmamak için borçluları sözleşme öncesinde ayrıntılı birseçme sürecine tabi tutması “ters seçim sorununa” neden olur.
Finanspiyasalarında sözleşme sonrasında paranın geri dönüşünde sorun yaşamamak içinolası temerrüt durumlarına karşı sürekli izlemeye alması “ahlaki tehlikesorunu” yaratır.
İşletme/varlık sahipleri ile yöneticiler arasındagüvensizlik ve buna bağlı sürekli bir amaç çatışması yaşanması “sahip-yönetici”ya da “asil-vekil sorununa” neden olur.
KüreselKrizin Avrupa’da Borç Krizine Dönüşmesi ve Türkiye’nin Durumu
Genel olarak2000’li yılların ikinci yarısından itibaren kendini hissettiren ama 2008’inson çeyreğinde küresel bir nitelik kazanan kriz, öncelikle özel kesiminborçlanmamekanizmasından kaynaklanmaktaydı. Böylece, bankacılık sektörü ile banka-dışıözel kesimin alacak-borç ilişkisinde yukarıda açıklanan yüksek riske dayalıyürütmüş olduğu çarpık mekanizma işlemez hâle gelmiş; firmalar ve hanehalklarıbankalara olan yükümlülüklerini kısmen ya da tamamen yerine getiremez hâlegelmişlerdi. Borç krizi yaşayan Avro (Euro) Bölgesi’nde hanehalkının toplamyükümlülüğü ciddi bir oranda artmıştır.
Türkiye’de ise,artış oranı çok daha yüksek olmasına karşın, durumun ödeme krizine dönüşmepotansiyeli henüz zayıf gözükmektedir. Ancak, yine de borç verenler ve alanlarüzerinden düzenlemelerin devreye girmesinde yarar vardır ve zaten bazı kısıtlayıcıtedbirler alınmış durumdadır.
Özelkesimin yüksek borç yükünü hafifletmek ve finans sistemini çalışır hâldetutabilmek için hükümetler tarafından devreye sokulan politikalar,2011yılından itibaren kamunun borç sorunu hâline dönüşmüş durumdadır. Şöyleki Avro Bölgesi ülkelerde ortak para ve merkez bankası olduğu için ve ABMerkez Bankası’da diğerleri gibi nihai ödünç mercii ya dazorda kalındığında ekonomiyi fonlayabilecek bir yetkiye sahip olmadığıiçin, hükûmetlerin elinde krize karşı kullanabilecekleri tek istikrarpolitikası olarak maliye politikası kalmıştır. Dolayısıyla Avro Bölgesihükûmetleri özel sektörü temerrüt hâlinden kurtarmaya yönelik hazırladıklarıulusal ve uluslararası kurtarma paketlerini resesyonu aşmak için devreyesokmaya başlayınca, kriz bu defa doğrudan kamunun sorunu hâline dönüşmüştür.
Aslında AB üyesiülkelerin tabi oldukları iki önemli kriter vardır (Maastricht Kriterleri):
1) Üye ülke bütçe açığının GSYH’ya oranı %3’ü,
2) AB tanımlı kamu borç stokunun oranı ise %60’ıgeçmemelidir.
Para, faiz ve kurpolitikalarını kullanamayan söz konusu hükümetler için yegâne istikrar aracıhâline gelen genişletici maliye politikası uygulamaları, MaastrichtKriterlerini âdeta hiçe sayarcasına büyük bütçe açıkları vererek ve onun borçlafinanse edilmek zorunda kalınması ile borç krizine dönüşmüş durumdadır.
Krizin en ağırhissedildiği 2009 yılında her iki mali kriter bakımından da ABD, Japonya ve ABüyesi ülkelerin büyük bir kısmı ağır bir yara almıştır.
Türkiye Avro Bölgesi’ne göre oldukça farklıdinamiklere, mekanizmalara ve politikalara sahip olduğu için, Avro Bölgesi’ninyaşadığı sorunu ciddi ölçülerde yaşamamaktadır.
KüreselKrizin Türk Ekonomisi Üzerine Etkileri ve Alınan Tedbirler
KüreselKrizin Türk Ekonomisine Etkileri
Bilindiği gibi, KüreselKriz ülke ekonomilerine etkilerini ilk olarak ülke borsalarında göstermiştir. Türkiye’dede IMKB-100 endeksi 2007 yılı boyunca yukarı yönlü bir trend göstermiştir.Ancak 2008 yılının başından itibaren bu trend aşağı yönlü olmuş ve 2008Aralık ayında son iki yılın en düşük değerleri gerçekleşmiş ve Mart2009’dan itibaren de yükselmeye başlamıştır.
Diğer yandan Türkekonomisinin 2002 yılından itibaren gösterdiği ekonomik performans, Türk Lirası’nındolar ve Avro karşısında değer kazanmasına yol açmıştır. Küresel krizlemücadele uygulanan para politikası önlemlerinin başında merkez bankalarınınfaiz oranlarını düşürmesi gelmiştir. Bu politika, vadeli mevduat faizoranlarının da düşmesine yol açmıştır. Türkiye için de benzer bir durumgeçerlidir.
Krizin daha sonrabazı ülkelerde borç krizine dönüşmesi ve bankacılık sektörünün de krizegirmesiyle birlikte, TCMB 2011 yılında finansal istikrarı koruma hedefini önealarak karşılık oranlarını yükseltme kararı almıştır. Bunu bankaların yüksekriskli kredi verme ve müşterilerin de aynı şekilde fon kullanma iştahınasınırlama getirici bazı kararların alınması takip etmiştir. Krizin finanssektörü üzerindeki etkileri, kuşkusuz, reel sektörü de etkilemektedir.
Türk ekonomisi2001 krizinin ardından ilk kez 2008’deki krizin etkisiyle negatif büyümeoranına sahip olmuştur. Ancak 2009 yılı dördüncü çeyreğinden itibaren,özellikle de2010 ve 2011 yıllarındayıllık bazda yaklaşık %9 civarındaki büyüme ile dünyanın en hızlı büyüyenekonomilerinden biri olmuştur. Krizin etkisiyle ortaya çıkan toplamtalepteki daralma, enflasyon oranının 2009 yılında düşmesine neden olmuştur.Ancak takip eden yıllarda enerji ve emtia fiyatlarındaki aşırı artış ile iç vedış talebin yeniden artmasıyla birlikte enflasyon yeniden yükselme trendinegirmiş ve hedeften büyük ölçüde sapma göstermeye başlamıştır.
Net kamu borçstoku rakamsal olarak artsa da borçlanma maliyeti düşmüş ve vadesi epeyce uzamıştır.Ayrıca, ağırlıklı olarak sabit faizle, ulusal para birimi üzerinden yapılanborçlanmanın milli gelire oranı hem iç hem de dış borçlarda epeyce gerilemiştir.
Son olarak, dışticaret hem ihracat hem de ithalat olarak, dolayısıyla dış ticaret açığı dakrizle birlikte ciddi olarak daralmış olsa da son yıllarda ticaret hacmi hızla toparlanmış,ama bu defa ticaretin mal ve ülke profiliyle birlikte cari işlemler açığı dahızla rekor düzeylere yükselmiştir.
Ünite 8
Ödemeler Dengesi, Dış Borçlarve Döviz Piyasası
Ödemeler Dengesi, Dış Borçlarve Döviz Piyasası
ÖdemelerDengesi
ÖdemelerDengesi (Bilançosu): Belli bir süre içinde bir ekonominin yerleşikleriile yabancılar oluşan ekonomikakımlara bağlı değerlerin,transfer ödemelerinin verezervlerde meydana gelen değişikliklerin sistematik ve muhasebe kayıtlarına uygun olarak tutulduğu istatistiki belgedir.
Ödemeler bilançosu ülkenin belli süre (genellikle 1 yıl) içinde diğer ülkelerle yapmışolduğu ekonomik işlemlerin ne yönde değiştiğini göstermektedir
Ödemelerbilançosunda iki temel hesap türü bulunur. Bunlar Cari işlemler hesabı vesermaye hesabıdır. Cari işlemler hesabına dönem içerisinde gerçekleştirilenmal ve hizmet ticareti kaydedilir. Buna karşın yerleşik ve yabancıların gerçekleştirdiğisermaye hareketleri sermaye hesabına kaydedilir. Yılsonu itibarıyla cariişlemler ve sermaye hesabının, ödemeler bilançosunda dengeyi sağlayacak şekildegerçekleşmeleri beklenir. Bir diğer ifadeyle cari işlemler hesabında bir açıkgerçekleşirse, bu açığı giderecek şekilde sermaye hesabının fazla vermesiveya cari işlemler hesabı fazla veriyorsa bu fazlalılığı giderecek şekildesermaye hesabının açık vermesi beklenir. Fakat ödemeler bilançosundadenge her zaman gerçekleşmeyebilir. Bu durumda denkleştirici özelliğiolan resmi rezervler hesabı aracılığıyla ödemeler bilançosunda denge sağlanır.
Ödemeler bilançosunu belirleyen en önemli iktisadi unsurlar:
1. Milligelir
2. Yabancıülkelerin gelir seviyesi
3. Dövizkurları
4. Yurtiçive yurtdışı faiz oranları farklılığıdır.
Milli gelir, yabancı gelir ve döviz kurlarının cari işlemlerüzerinde etkileri olurken, sermaye hareketliliği faiz farklılıklarından ağırlıklıolarak etkilenmektedir. Milli gelirdeki artış cari işlemler hesabınıolumsuz etkilerken, yabancı gelirdeki bir artış ve milli paranın değerkaybetmesi cari hesabı olumlu etkileyecektir. Diğer yandan yabancı faiz oranlarınınüzerinde bir oluşan bir yurtiçi faiz oranı ise sermaye girişine neden olacağıiçin sermaye hesabını olumlu etkileyecektir.
Türkiye’de ödemeler bilançosu verilerini Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasıhazırlamaktadır. Bankanın hazırlamış olduğu veriler, bankacılıksistemindeki döviz kayıtları, döviz alım ve satım yetkisine sahip kurumlarındanelde edilmektedir. Söz konusu veriler, uluslararası kayıt sistemine uygun olarakhazırlanır.
Ödemeler bilançosu esas alınanpara birimi ABD dolarıdır. Bu sayede ülke verileri uluslararası karşılaştırmalardaha uygun hâle gelmektedir. Türkiye ekonomisinde planlı dönemle birlikte(1963 yılından sonra) dış ekonomik ilişkilerde ve ödemeler bilançosundadengenin sağlanması için daha bilinçli politikalar izlemeye başlamıştır. Bukapsamda hazırlanan beş yıllık kalkınma planları ve 15 yıllık uzun vadeliplanlarda belirlenen politikalar uygulanmıştır. Fakat söz konusupolitikalardaki hedefler gerçekleştirilememiştir. İlk üç beş yıllık kalkınma planıdöneminde (1973 yılı hariç) cari işlemler hesabı devamlı açık vermiştir. Türkiye ekonomisinde cari işlemler hesabındakiaçığın temel kaynağı dış ticaret işlemlerinden (mal dengesinden) doğan açıktır.Cari işlemler hesabı 1976-2004 döneminde beş yıl hariç devamlı açık vermiştir.
Ödemeler bilançosu esas alınanpara birimi ABD dolarıdır. Bu sayede ülke verileri uluslararası karşılaştırmalardaha uygun hâle gelmektedir. Türkiye ekonomisinde planlı dönemle birlikte(1963 yılından sonra) dış ekonomik ilişkilerde ve ödemeler bilançosundadengenin sağlanması için daha bilinçli politikalar izlemeye başlamıştır. Bukapsamda hazırlanan beş yıllık kalkınma planları ve 15 yıllık uzun vadeliplanlarda belirlenen politikalar uygulanmıştır. Fakat söz konusupolitikalardaki hedefler gerçekleştirilememiştir. İlk üç beş yıllık kalkınma planıdöneminde (1973 yılı hariç) cari işlemler hesabı devamlı açık vermiştir. Türkiye ekonomisinde cari işlemler hesabındakiaçığın temel kaynağı dış ticaret işlemlerinden (mal dengesinden) doğan açıktır.Cari işlemler hesabı 1976-2004 döneminde beş yıl hariç devamlı açık vermiştir.
Cari açığınGSMH’ya oranına bakıldığında 2005 yılından başlayarak 2010 yılına kadar sırasıylayüzde
4,60; 6,08; 5,90;5,74; 2,33; 6,58 ve son olarak 2011 yılında yüzde 9,82 oranında gerçekleşmiştir.Cari açık değerlerinin 77 milyar doları aşmasına rağmen, ekonomide gerçekleşenyüksek büyüme oranları ve bununla birlikte ekonomiye sermaye girişinin devametmesi sayesinde cari açık sürdürülebilmektedir.
Cari işlemler hesabı altında kaydedilen en önemli hesabı dış ticaret işlemlerininoluşturduğunu söyleyebiliriz.
Dış ticaretbilançosuna, diğer adıyla mal dengesine fiziki malların ihracatı ve ithalatı işlemlerikaydedilir.
Cariişlemler hesabının bir diğer alt hesap grubu da hizmet(ler) ticaretidir.
Hizmet(ler) hesabına:
a) Turizm
b) Uluslararasıtaşımacılık ve transit ticaret
c) İnşaatgibi işlemler kaydedilir.
Cariİşlemler Hesabı ve Dış Ticaret Açığı
Cari açık, gerekliteratürde gerekse uygulamada bazen ekonomik büyümenin maliyeti bazen deekonomik krizlerin nedeni olarak görülür. Cari açık analizlerinde doğrudan yabancı sermaye yatırımları,portföy akımları, dış krediler, dış ticaret akımları ve döviz rezervleri önemliparametrelerdir.
UlusalEkonomi İçinde Cari İşlemler Açığının Yeri
Cari işlemler açığıbir yandan dış ticaret ve hizmet dengesini diğer yandan ise transferleri kapsadığıiçin, bir ülkede ekonominin rekabetçilik düzeyi, ulusal düzeyde kaynak ihtiyacı,dış ticaret ortakları ve dış ticaret ürünlerinin yapısı itibarıyla karşılaştırmalıüstünlükleri konusunda kapsamlı bilgiler vermektedir. Türkiye’de 2011 yılında cariaçığın milli gelirin yüzde 9,82’sini oluşturduğu dikkate alındığında, eşik değertartışmasının genelleştirilebilecek sağlamlıkta olmadığı söylenebilir.
TarihselSüreç İçinde Dış Ticaret Açığı
OsmanlıSon Dönemi Dış Ticaret Açığı (1880-1913)
Osmanlı dışticaret politikası, ürün bolluğunu esas alan bir anlayışa sahiptir. Dönemin uluslararasıçağdaş dış ticaret anlayışının yeterince anlaşılamadığı söylenebilir. Türkiyebenzer bir uygulamayı planlı dönem olarak nitelenebilecek 1963-79 döneminde deyaşamış ve bu politikanın alternatif maliyeti bir hayli yüksek olmuştur.
Osmanlı dışticaret anlayışı klasik tarım imparatorluğu anlayışına paralel olarak temeldeihracatı engelleyici, ithalatı artırıcı bir özelliğe sahiptir. Bunun birgerekçesi Ümit Burnu’nun keşfinin etkilerini telafiyi amaçlayan kapitülasyonların(özellikle 1838 Türk-İngiliz Ticaret Anlaşması) ise diğer önemli birgerekçesinin de iç pazarda mal arzını artırmak yoluyla fiyat istikrarını sağlamaamacı olduğu söylenebilir.
İthalatın ihracatıkarşılama oranının yüzde 60’tan düşük olması, devletin bu kategoride ciddi birgelire sahip olmasını da engellemiştir. İngilizlerle imzalanan ticaret anlaşmasındansonra, Osmanlı diğer Düvel-i Muazzama ile de benzeri ticaret anlaşmalarıyapmıştır. 1838-64 döneminde Osmanlı Devleti ticaret anlaşmaları ile dışetkilere açılmış ve yabancılara, kendi ülkelerinde dahi göremeyecekleriderecede, yasal ve kurumsal sınırlamalardan azade (serbest) bir ortam sağlanmıştır.İhracatta tarım ürünleri ve madenler ağırlıklı kısmı oluşturmaktadır. Tarımürünleri de genelde işlenmiş tarım ürünleri şeklinde değil de pamuk, tütün, fındık,ipek, incir, afyon gibi daha çok işlenmemiş ürünlerden oluşmaktadır. Osmanlı’nınithalatında ise dokuma ve giyim eşyası, şeker, un, diğer gıda maddeleri ve yakıtlarbaşta gelmektedir.
Düvel-iMuazzama: Osmanlı’da İngiltere, Almanya, Rusya ve Fransagibi büyük devletlere verilen addır.
1923-32Dönemi Dış Ticaret Açığı
Türk ekonomisinin1923-29 döneminde korumasız olarak dışa açık fakir bir hammadde ekonomisi olduğusöylenebilir. 1929 yılına kadar devletin dış ticaret politikası belirlemeyetkisi sınırlıdır. Bu yetkisini ancak 1929 yılında yerli üretimin artırılması,özellikle sınaî üretimin dış rekabete karşı korunması amacıyla çıkarılan biryasayla kullanabilmiştir. Bu yasal düzenlemeden sonra ilk kez dış ticaretfazlası meydana gelmiştir; ancak 1929 yılından itibaren, ülke giderek dışarıyakapanmıştır. Bu kapanma hem ithalattaki hem de ihracattaki göreli daralmalardankaynaklanmıştır.
Yaygın kamulaştırmalarve millileştirmelerin yanı sıra hükümetin yabancı şirketlere karşı kuşkulandırıcıtavrı ve politikaları sermayenin kaçışına yol açmıştır. 1926 yılında yenivergiler almaya başlayan ve var olan vergilerin de kapsam ve oranını artırandevlet yabancı şirketlerle anlaşma yaparak yeni yatırımlara gitmiş, uzun vadelidış kredi olanakları da fazla olmayınca, bu teşebbüsler krediye yönelik taleptepatlamaya yol açmış, fon ve döviz piyasalarında talep baskısı ortaya çıkmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’ndanTürkiye Cumhuriyeti’nin payına düşen borçların 1929 yılında ödenmeye başlanacakolması, aynı yıl gümrük vergisi artışlarının doğurduğu spekülatif ithalat, demiryoluyapımı ve imtiyazların satın alınması (demiryollarının millileştirilmesi) gibinedenler, 1929 bunalımıyla dolaylı biçimde ilişkili olan bir kambiyo (döviz)bunalımına yol açmıştır. Ülkenin ihracatının yöneldiği ve ithalatının yapıldığıülkeler ağırlıklı olarak Batı ülkelerinden oluşmaktadır. Dönem boyunca dışticaret işlemleri %70 düzeyinde Batı ekonomileriyle ilişkilidir.
1923-32 dönemindeen çok açığın verildiği yıl 1929’dur. Ancak 1930 yılından itibaren ithalattakidramatik düşüş bu açığı, ihracattaki düşüşlere rağmen, fazlaya çevirmiştir.Ülkenin dışa açıklık derecesinde ithalat ve ihracattaki 1929 yılından itibaren meydanagelen gerilemelere paralel olarak, düşüşler meydana gelmiştir. Bütün dönemboyunca yıllık bazda ortalama dışa açıklık derecesi dış ticaret bağlamında %23dolayındadır.
1933-45Dönemi Dış Ticaret Açığı
Budönemde dış ticaret açığından olabildiğince kaçınılmış ve dış ticaret dahaziyade ikili anlaşmalarla yürütülmüştür. Bir yandan ikili anlaşmalara konu olanmalların dış ticareti serbest bırakılırken, diğer yandan yurtiçi üretimi yapılanmalların ithalatı sınırlandırılmıştır. Kliring işlemleri 1934yılında kurulan Dış Ticaret Ofisi tarafından yürütülmüştür. İncelenen dönemde dışticaret 1938 yılı hariç, sürekli fazla vermiştir.
Özellikle savaş yıllarındayurtiçinde üretilen tarım ürünlerine ve başta krom olmak üzere madenlere olanbüyük dış talep ihracatın süregelen artışına yol açmıştır.
Ancak dönemboyunca tüketim mallarının ithalatına getirilen sınırlamalar dışa açıklık derecesinisürekli düşürerek dönem başında yüzde 15 olan düzeyinin dönem sonunda yüzde 6olarak gerçekleşmesine neden olmuştur. Dış ticarette sıkı bir kota sistemininuygulanması, 1932’de Takas Komisyonlarının kurulması ile ilgili kanunun çıkarılmasıTürk sanayinin korunması ve geliştirilmesine yönelik tedbirler olarak sayılabilir.
Dış ticaretdengesinin dönem boyunca fazla vermesi altın stokunda artışa yol açmıştır. Altınstoku 1932-45 döneminde 14,5 tondan 210,8 tona yükselmiştir. Ülkenin elindekidöviz mevcudu da 320 milyon dolardır. Dolayısıyla, ülke savaş dönemini dışa karşıyükümlülükleri bağlamında rahat bir şekilde geçirmiştir denebilir.
1946-62Dönemi Dış Ticaret Açığı
Budönemde dış ticaretteki artış oranı milli gelir artışının üzerindedir.Ülke dışa açılmada önemli bir mesafe kaydetmiştir. 1946-62 döneminde GSMH’dakiartış yıllık ortalama yüzde 15 iken, ihracattaki yıllık ortalama artış oranıyüzde 22 ve ithalat için bu oran yüzde 34’tür.
Dışa açıklığınönemli bir göstergesi olan toplam dış ticaret hacminin milli gelire oranı budönemde yıllık ortalama bazda yüzde 13 olarak gerçekleşmiştir. Ancak 1947-53aralığında bu oran yüzde 17 dolayındadır. 1953 yılındaki darboğazdan sonra sözkonusu oran giderek düşmüştür. 1954 yılından itibaren gerileyen dışa açılmaderecesi, 1961 yılından itibaren tekrar yükselmeye başlamıştır.
7 Eylül 1946 yılındayapılan devalüasyon ile birlikte, ABD dolarının TL karşılığı 1,30’dan 2,80’e çıkarılmıştır.
Dış ödemelerdekigüçlükler nedeniyle, dönemin hükümeti 1956 yılında ABD dolarının TL karşılığını2,80 TL’den 5,25-5,50 TL’ye yükseltmiştir. Fiyat denetimleri artırılmış, ticaribanka kredileri sınırlandırılmış ve faiz oranları yükseltilmiştir. Ancak, sorunlarındevamı nedeniyle hükümet 4 Ağustos 1958 tarihinde istikrar önlemleri almıştır.Buna göre hükümet TL’yi yeniden devalüe etmiş (1 doların karşılığı 9 TL’ye çıkarılmış),ithalata serbesti getirilmiş, para arzı ve bütçe harcamalarında kısıtlamalaragidilmiş ve KİT’lerin ürettiği mal ve hizmet fiyatlarına zam yapılmıştır. İthalatve ihracatın bürokratik engelleri hafifletilmiş, dış ticaret göreceli olarak serbestleştirilmiş,para arzı bir yıl sınırlı olarak artırılmasına rağmen, daha sonra hızla artmayadevam etmiştir. Bütçe açığı başta para arzı artırılmadığı için iç borçlanmaylafinanse edilmiştir.
1963-79Dönemi Dış Ticaret Açığı
1963-79döneminde milli gelirdeki artış yıllık bazda hem ihracattaki hem de ithalattakiartıştan daha yüksek orandadır. İthalat doğrudan dövizyeterliliğine bağlı iken, ihracat da ithalata dayalı sanayi ürünleri kanalıyla dövizyeterliliğine bağlıdır. Diğer bir deyişle ihracat yapabilmek için bazı ürünleriyurtdışından ithal edilmesi gerekir, bu ise döviz yeterliliğine bağlıdır. Eğeryeterli döviz yoksa ise ihracat için gerekli hammadde ve ara malı ithalatıgerçekleştirilemeyecektir. Bu nedenle döviz varlığı bir bütün olarak ülkeyidışa bağlı hale getirmiştir. Başlangıçta amaçlanan kendine yeterlik,böylece büsbütün ülkeyi dışa karşı bağımlı kılmıştır. İhracatın ithalatı karşılamaoranı da bu dönemde büyük düşüşler göstermiştir.
Budönemde işçi dövizleri ve dövize çevrilebilir mevduatın (DÇM) büyük bir rahatlatıcıetkisi olmuştur. Yüksek enflasyon, ucuz kamu kaynaklıgirdiler, negatif veya çok düşük faizli krediler, mutlak anlamda engelleyicigümrük duvarları sayesinde Türk ekonomisi kalite, standart, rekabet gibi günündünya kriterlerinden tamamen bağımsız olarak irileşmiştir.
1980-2011Dönemi Dış Ticaretinin Yapısı
İhracatın ithalatıkarşılama oranı 1980-2011 dönemi için yıllık ortalama yüzde 63,7 dolayındadır;ancak dönem içinde bu oranda dalgalanmalar da gözlenmektedir. Ana sektörleritibarıyla ihracat kalemi 1980’den itibaren önemli gelişmeler göstermiştir.1980’lerin ortalarına doğru ağırlığını hissettiren sanayi ürünleri, 1990’laragelindiğinde toplam ihracat içinde yüzde 85-90 dolayında bir paya sahip olmuştur.
DışTicaret Açığı ve İhracatın İthalatı Karşılama Düzeyi
Dış ticaret sadececari işlemler hesabının değil, aynı zamanda ödemeler bilançosunun da en önemlihesap grubudur. 2011 yılı için mal ihracatı ve ithalatının toplamı (dış ticarethacmi) 375 milyar dolara ulaşmıştır. Bu nedenle bu bölümde dış ticaret hesabınınyapısını daha detaylı değerlendirilmesi yapılacaktır.
1980-2011 yıllarıarasında beşer yıllık ihracat ve ithalat rakamları verilmektedir. Türkiyeekonomisi uzun yıllar dış ticaret açıkları ile yaşamaktadır. İhracatın ithalatıkarşılama oranı %70’lerin üzerine çıkamamıştır. Bu rakamlar ihracatgelirlerimiz ile ithalat faturamızın en fazla %70’ler civarında bir kısmını karşılayabildiğimiziortaya koymaktadır. 2011 yılı için, ihracatın ithalatı karşılama oranının %56olarak gerçekleştiği görülmektedir. Türkiye orta ve uzun dönemde ithalatınınancak üçte ikisine yakınını ihracatıyla ödeyebilen bir ülkedir.
DışTicarette Yatırım, Ara ve Tüketim Mallarının Payı
1996 yılındaihracatımızın yaklaşık yarısı (%53) tüketim mallarından oluşurken bu oran zamaniçinde azalarak 2011 yılında %38,7’ye inmiştir. Son yıllarda toplam ihracatımıziçerisinde ham madde/aramalı ihracatımızın payı artarak yüzde 50’ye ulaşmıştır.Türkiye ihracatında sermaye malının payı zamanda içinde artmakla birlikte düşük(2011’de yaklaşık %10) seviyededir. Türkiye’nin ihracat gelirini hızla arttırabilmesiiçin yurt içi katma değeri yüksek olan ürünlere (sermaye mallarına) yönelmesibüyük önem arz etmektedir.
Türkiye’deithalatta ağırlık sermaye ve ara mallarındadır. 2011 yılında ithalatımızın%88’i sermaye (yatırım) malı ve aramalından (hammaddeden) oluşmaktadır. İthalatımızınağırlıklı olarak sermaye ve ara malından oluşmasının nedeni, yerli üretimin ithalsermaye malı ve girdilere olan bağımlılığından kaynaklanmaktadır. İleri teknolojive sermaye-yoğun ürünleri üretebilen yerli üretimin yetersiz ya da hiçbulunmaması sebebiyle ithal mallara olan bağımlılık kırılamamakta ve buna bağlıolarak ekonomi büyümeye başladığında ithalat talebi de artmaktadır. Bu dışticaret dengesine hem de cari işlemler dengesine olumsuz yansımaktadır.
1950’lerde ithalatınyaklaşık %20’sini oluşturan tüketim mallarının payı, giderek azalmış, 1983’teen düşük seviye %1,2’ye inmiştir. 1983’ten sonra tüketim mallarının ithalattakipayı, bazı yıllarda düşüş gösterse de genelde artmış ve 2011 yılında 12,3olarak gerçekleşmiştir. Sermaye, ara malı ve tüketim malları dışında kalan diğermalların ithalattaki payı tüm dönem boyunca yaklaşık %0,5’ler (sadece 2002 yılında%1 üstüne çıkmış) düzeyindedir.
CoğrafiBölgeler ve Ülkeler İtibarıyla Dış Ticaret
Türkiye’nin dünyaile olan dış ticareti ekonomisindeki yapısal değişmeye paralel biçimde sürekliolarak OECD ülkeleri lehine bir yükseliş kaydetmiştir. İslam ülkeleriyle olangerek ihracat gerekse ithalat ilişkilerinde dönem boyunca ufak tefek dalgalanmalaryaşanmışsa da bir durgunluk ve gerileme gözlenmektedir. Ancak,
OECD ve İslamülkeleri dışında kalan Uzak Doğu ve eski sosyalist ülkelerle olan ticaret, sözkonusu dönemde büyük artışlar kaydetmiştir. Bu gelişme özellikle 1988’denitibaren yaşanmaya başlanmıştır.
İthalattada ülke grupları bağlamında ihracattakine benzer bir eğilim gözlenmesine rağmen,burada OECD ülkelerinin payları çok daha yüksektir.Bu da kuşkusuz ithal girdi bağımlı bir üretim yapısına bağlı bir ekonomik yapıyasahip olan Türkiye için, karşılaştırmalı üstünlükler teorisinin içerimlerine deuygun olarak, normal bir eğilimdir.
Dış ticaretimizin yarıdan fazlası OECDülkeleri ilegerçekleştirilmektedir. 2011 yılı itibarıyla ürün ihracat veithalatımızın %53’ü bu ülkelerle gerçekleşmiştir. Daha önceki yıllarda buoranlar %60’ın altına düşmemiştir.
Dış ticaretimiz açısından önemli bir diğer ülke grubunu ise Avrupa Birliği(AB) ülkeleri oluşturmaktadır.
2011 yılınagelinceye kadar ihracat ve ithalatımız içerisinde AB ülkelerinin payları genelde%50’nin altına düşmemekle birlikte 2011 yılında AB’deki krizin etkisiyle meydanagelen daralma neticesinde ihracatın payı %46’ya, ithalatın payı da %37’ye gerilemiştir.2010 ve 2011 yıllarında ihracatımız içinde AB ülkelerinin azalan payı İslam İşbirliğiÖrgütü ülkeleriyle yapılan ihracatın payı arttırılarak (%27-28) karşılanmayaçalışılmıştır. Karadeniz Ekonomik İşbirliği’ne (KEİ) üye ülkelerle gerçekleştirilendış ticaret hacmimiz de OECD, AB ve İslam ülkelerinden sonra dördüncü sıradayer almaktadır.
Türkiye’nin ihracatında en fazla paya sahip olanülkeler :
Almanya (%10,1)
İngiltere (%6,4)
İtalya (%5,7)
Fransa (%5,3)
Irak (%5,3)
Türkiye’nin ithalatında en fazla paya sahip olan ülkeler :
Rusya (%11,6)
Almanya (%9,5)
Çin (%9,3)
ABD (%6,6)
İtalya (%5,5)
Türkiye, karşılaştırmalıüstünlükler yaklaşımına paralel bir ihracat örüntüsüne sahip olmakla birlikte özelliklesermaye yoğun ihraç ürünlerinin bir kısmının yeniden ihracat (re-eksport)niteliği geleneksel yaklaşıma ters bir sonuç ortaya çıkarmaktadır.
Yenidenİhracat (re-export): Birülkenin ithal ettiği malları çokfazla fiziki değişikliğe uğratmadan başka ülkelere satmasıdır.İthalatçı ülke, küçükdeğişiklikler yaptığı ve yenidenambalajladığı malı diğer ülkelere ihraç eder. Yeniden ihracattaamaç ülkeler arasındaki fiyat farklılıklarından faydalanmaktır.
Dış Ticarette BaşlıcaKalemler
2010 yılı verileri ihracat değerlendirildiğinde en yüksek paya motorlu kara taşıtlarısahiptir(%12).
Toplamithalatiçerisinde en büyük paya %20 ilemineral yakıtlar ve mineral yağlarsahip olmaktadır. Bir diğer ifadeyle enerji ithalatıolarak değerlendirebilir. Türkiye’nin bazı ihracat ve ithalat kalemlerine baktığımızdada benzerlikler görülmektedir. Bu durum, söz konusu sektörlerde önemlimiktarda endüstri-içi ticaretin var olduğunu göstermektedir.
2010 yılında ihraçedilen ürünlere BEC sınıflamasına göre bakıldığında toplam ihracatın %33,7’sisanayi için işlem görmüş hammaddeler, %10,3’ü yarı dayanıklı tüketim maddeleri,%7,8’i dayanıklı tüketim malları ve %6,2’si dayanıksız tüketim mallarından oluşmaktadır.
2010 ithalatında en fazla payı %31,7 ile sanayi için işlem görmüşhammaddeler almaktadır. İkinci sırada %12,7 ile kaynağı belirtilmeyen ürünler(gizli veri), üçüncü sırada %12,5 ile yatırım malları (taşımacılık araçlarıhariç) yer almaktadır.
Sanayi için işlemgörmemiş hammaddeler %6,6, işlem görmüş diğer yakıt e yağlar %6,6, taşımacılıkaraçlarının aksam ve parçaları %5,7, yatırım mallarının aksam ve parçaları %4,9,binek otomobiller % 3,7 ve sanayi ile ilgili taşımacılık araç ve gereçleri iseyaklaşık %3 pay almıştır. Türkiye’nin ithalatında üretimde girdi olarak kullanılanara malı ile ilgili ürünlerin önemli bir ağırlığı söz konusudur. Buna karşılıktüketim mallarına ilişkin ürünlerin ithalattaki ağırlığı, ihracata göre daha düşüktür.
SermayeHesabı
Ödemelerbilançosunun iki ana kaleminden biri olan sermaye hesabı cari işlemler hesabıile bir bakıma karşılıklı çalışır. Bir ekonomide yurtiçi tasarruflar toplam yatırımlarıkarşılayacak düzeyde değilse ekonomide cari açık oluşur. Yatırımları finanse etmekiçin yabancı tasarruflara ihtiyaç duyulur. Bu nedenle yabancı tasarruflarınülkeye girişi önem arz etmektedir.
Ödemelerdengesinde çift kayıt sistemine göre tutulduğu için borç ve alacaklarınbirbirine eşit olması gerekir. Fakat bazı kalemlere ait bilgilerin eksik olması,kayıt yapılırken gerçekleşen hatalar ve unutmalar nedeniyle ödemeler dengesiile ilgili eksik ve fazlalar net hata ve noksan yazılmaktadır. Net hata venoksan kaleminde pozitif (+) değer söz konusu ise ülkeye resmi kayıtlaragirmeyen sermaye girişi olduğunu göstermektedir.
Finans hesabında doğrudan yatırımlar, portföy yatırımları ve krediler yeralmaktadır. 2000-2011 dönemine bakıldığında, doğrudan yatırım(13,4 milyar dolar), portföy yatırımı (22,1 milyar dolar) ve krediler (30,1milyar dolar) bakımından Türkiye’ye net giriş olmuştur. Aynı dönemderezervlerde meydana gelen artış 52,1 milyar dolardır. Dolayısıyla, cari işlemlerhesabı, finans hesabı, rezerv varlıklar ile net hata noksan kalemlerinin toplamınınmatematiksel olarak sıfır dengesini vermesi beklenir.
Türkiye ekonomisine en fazla kaynak girişi bankaların ve firmalarsektörünün yurtdışından sağladıkları krediler yoluyla meydana gelmektedir.
İkinci sırada kaynak girişi ise tahvil ihracı ile meydana gelmektedir.
Hisse senedi piyasası ise kaynak çekmede üçüncü sırada rol oynamaktadır.
Türkiye, kronik tasarruf açığı yaşayan birülke olduğu için bu girişlerin sermaye maliyetini aşağı çekme yönünde kayda değerişlev gördüğü söylenebilir. Yatırımlar için ihtiyaç kaynaklar yetersiz olan yurtiçitasarruflarla karşılanması durumunda faiz oranları hızla yükselerek sermayemaliyetini artıracaktır.
DoğrudanYabancı Yatırımlar
Doğrudan yabancı yatırımlar, giriş yaptığı ülkeyesermayenin yanı sıra teknoloji ve işletme bilgisi de getirmektedir. Ayrıcaülkede yaratılan katma değer ile birlikte istihdam ve rekabete önemli ölçüdekatkılar sağlayabilmektedir. Söz konusu yatırımlar ihracata dönüksektörlere yapıldığında dış ticaret dengesinde olumlu gelişmeler olabilir. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlaryarattığı ekonomik ve sosyal etkiler ülkelerin kalkınma önemli katkı sağlamaktadır.
TürkiyeCumhuriyeti ilk yıllarında doğrudan yabancı yatırımlarına Osmanlı Dönemi’nde yaşananolumsuz deneyimler nedeniyle mesafeli yaklaşmış, hatta yabancı mülkiyetindeki işletmelermillileştirilmiştir. 1950’li yıllarda dışa açılmayla birlikte yabancı sermayeyidoğrudan ilgilendiren ilk düzenleme 1951 yılında 5821 sayılı YabancıSermayeyiTeşvik Kanunu olmuştur. Ardından 5821 sayılı Yasa yeniden düzenlenerek 1954yılında 6224 sayılı Yasa olarak tekrar yürürlüğe girmiştir. 1954 yılındaki 6224sayılıYabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu günün şartlarına göreoldukça liberal bir yasa idi. Söz konusu Yasa 2000’li yıllarda günün ihtiyaçlarınakarşılamaktan uzaklaştığı için 2003 yılında 4875 sayılı Doğrudan Yabancı SermayeKanunu çıkarılmıştır.
BuKanun ile birlikte bürokratik işlemler azaltılarak basitleştirilmiş, doğrudanyabancı yatırımlar her türlü ekonomik, siyasi ve sosyal olumsuzluklara karşıgüvenceler artırılmış, anlaşmazlık olması hâlinde uluslararası tahkime gitmeimkanı da tanınmıştır.
1980’lerdekineo-liberal politikalar neticesinde dünya çapında başlayan dış ticaretin liberalleştirilmesihareketi, 1990’lı yıllarda sermaye ve finans piyasalarının dışa açılmasıylafarklı bir boyut kazanmıştır.
Türkiye’nin kalkınmasınıhızla gerçekleştirebilmek için mutlaka daha fazla yabancı sermaye çekmesi gerekmektedir.Burada yabancı sermaye derken kastettiğimiz doğrudan yabancı sermayedir. Çünküdoğrudan yabancı yatırımlar sabit sermaye birikimine artırarak ekonomik gelişmeve kalkınması hızlandırmaktadır.
Türkiye’de en fazla doğrudan yatırım yapan ülkeler AB üyeleridir.AB’nin Türkiye’deki doğrudan yatırımlar içinde AB’nin payı yüzde 79’dur. AB içinde Hollanda, Almanya, Lüksemburg,Belçika, Fransa, Avusturya ilk sıralarda gelmektedir. ABD iseTürkiye’deki doğrudan yabancı yatırımlar içinde yüzde 8,4’lük bir paya sahiptir.Körfez ülkelerinin doğrudan yatırımlar içindeki payı yüzde 7,4’tür.
Dünyada en fazla doğrudan yatırım çeken ülke ABD’dir.Dünyadaki doğrudan yatırım stokunun yüzde 18’i bu ülkededir. Hong Kong, İngiltere,Fransa, Almanya ve Belçika gibi ülkeler, açık ara farkla ABD’yi takip eden diğeren fazla doğrudan yatırım alan ülkelerdir. Dünyadaki doğrudan yatırımlarınyüzde 75 civarındaki kısmı gelişmiş ülkelerdedir.
YabancılarınPortföy Yatırımları
Gelişme yolundakiülkelerde sermaye ve tasarruflar görece kıt olduğu için bunların fiyatları(faiz) da yüksek olur. Bu nedenle sermayenin ve tasarrufun bol olduğu gelişmişülkeler ile doğal kaynak zengini ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru birakış olur. Türkiye’de de tasarruflaryetersiz olduğu için, yurtdışından yurtiçine, yüksek getiri oranlarındanyararlanmak için bir para akışı olur. Yabancıların portföy yatırımları 2004yılında 38,2 milyar TL iken, 2011 yılında 173,9 milyar TL olmuştur.
Dolaylıyabancı yatırımlar olarak da nitelendirilen bu yabancı portföy yatırım içinyüksek getirinin yanı sıra ekonomik vesiyasi istikrar da çok önemlidir. Ülke ekonomisineyönelik şüphe ve tereddütlerin veya olumsuz beklentilerin artması, bu yatırımlarınülkeden çıkışına ve/veya maliyetlerin artışına neden olacaktır.
Cari işlemlerdengesi finansmanında dolaylı yabancı yatırımların rolü büyükse, ülke ekonomisininözellikle uluslararası gelişmelere karşı kırılganlığı artacaktır. Türkiye ekonomisineşüpheyle bakanların temel dayanakta noktası yüksek cari işlemler açığı ve bununfinansman şeklidir.
DışBorçlar
Türkiye ulusaldüzeyde fon açığı veren bir ülkedir. Borçlanmanın ve net olarak dışa karşıborçlu olmanın arkasında yatan neden de bu fon açığıdır. Ulusal düzeydefonaçığının temel iki göstergesi tasarruf-yatırım dengesi ile cari işlemleraçığıdır.2002 yılında yılındaki Güçlü Ekonomiye GeçişProgramı ile birlikte kamu kesimi disipline edilmiş, faiz dışı bütçe fazlasıhedefi ile birlikte kamunun borçlanma ihtiyacı giderek azalmıştır. 2004 yılından sonra özel kesim açık vermeyebaşlamış, kamu kesimi fon açığı azalmış ve bazı yıllarda fazla dahi vermiştir.Ulusal düzeyde ise açık sürmeye devam etmiş ve Türkiye ekonomisi net kaynak açığıyaşayan bir ekonomi olma özelliğini sürdürmüştür. Milli gelirin oranı olarakulusal düzeyde dış kaynak açığı %5 ile %7 arasında değişmektedir. Türkekonomisine ne kadar fazla yabancı kaynak girerse ekonomik büyüme o kadaryüksek olmaktadır. Nitekim kriz dönemlerinde düşen yatırım harcamalarınedeniyle dış kaynak ihtiyacı düşmekte, bu da ekonomik büyümenin düşmesine yolaçmaktadır.
Türkiye borçyönetiminin temel ilkelerini 1 Eylül 2002 tarihli “Borç ve Risk Yönetiminin Koordinasyonu ve Yürütülmesine İlişkin Esas veUsuller Hakkında Yönetmelik” ile tespit etmiştir.
Buna göre temel borçlanma ilkeleri:
a) Makroekonomikdengeleri gözeterek para ve maliye politikaları ile uyumlu sürdürülebilir,saydam ve hesap verilebilir bir borçlanma politikası izlenmesi.
b) Finansmanihtiyaçlarının, iç ve dış piyasa koşulları ve maliyet unsurları göz önüne alınarakbelirlenen risk düzeyi çerçevesinde orta ve uzun vadede mümkün olan en uygunmaliyetle karşılanması.
TürkiyeDış Borçlarının Tarihi Seyri
Osmanlı’daDış Borçlanma ve Cumhuriyete Devreden Dış Borçlar
Osmanlı içborçlanması, dış borçlanmasına göre çok daha önce başlamıştır. Osmanlı ilk dışborcunu aldığı 1854’ten Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar toplam 41 adet dış borçanlaşması imzalamıştır. 1875 yılında dış borç stokunun bütçeye oranı yüzde25’tir (Bulut, 2008). Osmanlı, 1875 yılında dış borç ödemesini yapamayacağını(moratoryum) ilan etmiş ve Nisan 1876’da dış borç ödemelerini tamamen durdurmuştur.
1881 tarihindeki MuharremKararnamesi ile dış borçlarda yeniden yapılanmaya gidilmiş ve Düyun-uUmumiye İdaresi kurulmuştur. Bu İdare, dış borç ödemelerini güvence altınaalacak vergi ve harç gibi gelirlerin toplanması yetkisini almıştır. Moratoryumilan edildiğinde Osmanlı’nın dış borç stoku 239 milyon Osmanlı Lirası’dır.
Dış borçlar, OsmanlıDevleti çöktükten sonra Osmanlı topraklarında kurulan devletlerarasında paylaştırılmışve en büyük borç yükü Türkiye’ye verilmiştir. 1925 yılında Osmanlı borçlarınınyaklaşık %67’sinin Türkiye tarafından ödenmesi kararlaştırılmıştır. Türkiye’ninpayına düşen 107,5 milyon altın Osmanlı Lirası tutarındaki borcun ödenmesi içinDüyun-u Umumiye İdaresi ile 13 Haziran 1928 tarihinde Paris’te bir anlaşmaimzalanmıştır. Osmanlıdan kalan borçların son taksidinin ödeme tarihi, ilkborçlanma tarihinden tam bir yüzyıl sonra 25 Mayıs 1954’tür.
OsmanlıDevleti’nin, Kırım Savaşı’nın etkisiyle ilk kez 1854 yılında gayrimüslim ülkelerdenborçlanmaya başlamasında Galata Bankerlerinin aracılık rolleri kayda değerdir. İlkyıl 5 milyon İngiliz Poundu borçlanan Osmanlı, ikinci yıl bir 5 milyon Pound dahaborçlanmış ve borçlanma trendi âdeta patlama yaparak devam etmiştir.
1877 yılında 191milyon İngiliz Poundu anapara ve 62 milyon İngiliz Poundu da faiz olmak üzeretoplam borç tutarı 253 milyon İngiliz Poundu dolayındadır. Bu borçlar karşılığı,Mısır Vergisi; Bursa ve Edirne ipek aşarları; Midilli, Balıkesir ve İzmir zeytinyağıaşarları; Halep, Adana, Suriye, Yanya, Trabzon, Bursa, Aydın, Menteşe,
Konya gelirleri;Edirne, Tuna ve Selanik vilayetleri gelirleri; Anadolu ağnam vergisi ve İstanbultütün rejisi gelirleri teminat olarak gösterilmiştir. Esasen, 191 milyonSterlin dolayındaki anapara borcun nominal değeri ile satış fiyatı farklı olmuşve satış fiyatının düşüklüğünden ötürü, ancak %53’ü Osmanlı’nın eline geçmiştir.Borçların %90’ı gerçek kişilerden ve bankalardan alınmıştır. 1881 MuharremKararnamesine göre borçların menşe ülkeler itibarıyla dağılımı şu şekilde:
Cumhuriyetinİlk Yıllarından İkinci Dünya Savaşı Sonuna Kadar Olan Dönemde Dış Borçlar : Cumhuriyet rejimininkurulmasıyla birlikte yeni devlet, belki de uzun bir savaş döneminden çıkmanınve gayrimüslimlerden çekinmenin verdiği bir halet-i ruhiye ile sadece Türkleringirebileceği alanlar, sadece Türklerin yararlanabileceği kolaylık ve imkânlarihdas etmiştir. Lozan Anlaşması 1924 yılında yürürlüğe girmiş ve toplam tutarı129.384.910 altın lira olan Osmanlı borçlarının 84.597.495 altın lirasını(%65,4) yeni devlete yüklemiştir. Bu borcun yıllık taksit ödemesi 5.809.312altın liradır. Yeni devlete bu ödemenin getirdiği yükün ağırlığı, imkânlar dikkatealındığında daha iyi anlaşılmaktadır. Özellikle, 1930’lu yıllarda, 1928 yılındayapılan indirimlere rağmen, bütçe harcamalarının %13-18’ini Osmanlı borçları oluşturmaktadır.1928 yılında Cemiyet-i Akvam aracılığı ile Türkiye’nin borç yükü kriteriyeniden belirlenmiştir. Buna göre, Osmanlı borçlarının 1912 öncesi olanların%62’si 1912 sonrası olanların ise %79’u Türkiye’ye yüklenmişti. Görüşmeler 1933yılına kadar sürmüş ve sonuçta, Türkiye’nin 8 milyon altın lira (yıllık 700 binaltın lira taksit ödemeli olarak) ödemesi karara bağlanmıştır. Türkiye buborçları daha önce de belirtildiği gibi 1954 Mayıs ayında tamamen ödemiştir. Cumhuriyet rejimi ilk dış borçlanmasınıdemiryollarının ve Haydarpaşa limanının kamulaştırılmasını yapmak amacıylayapmıştır.
Savaşsonrasında ABD önderliğindeki gelişmiş ülkeler hem Avrupa’nın yeniden imarı hemde diğer ülkeleri Sovyet tehdidine karşı korumak için önemli kurumsal düzenlemelerve mali yardım programları devreye sokmuştur. Türkiye de özelsektör ve ticaret serbestîsi uygulamalarını başlatarak bu uluslararası trenddenyararlanma yoluna gitmiş ve Cumhuriyet’in dış yardım ve dış borçlanmaya yelkenaçması bu dönemle başlamıştır denilebilir. 1948-49 aralığında Marshall Planıbağlamında ABD’den 50 milyon dolarlık bir dış yardım alınmıştır. Yine budönemde Türkiye’nin henüz kurulan uluslararası örgütlerine üyeliği söz konusuana eğilimin bir uzantısı olarak alınabilir.
DemokratParti Döneminde Dış Borçlanma
MenderesHükümetleri döneminde (1950-1960) dış borçlanmaya âdeta yegâne çare olarak başvurulmuştur.1950 yılında 776 milyon dolar olan dış borç toplamı, 1956 yılında 1.2 milyardolara ve 1960 yılında 5 milyar dolara yükselmiştir. Devlet dış borç faizlerinidahi ödeyemeyecek hâle gelince moratoryum ilan etmiştir. 4
Ağustos 1958tarihinde IMF önerileri doğrultusunda alınan istikrar tedbirleri ile TL devalüeedilmiş ve bir ABD doları 2.8 TL’den 9 TL’ye yükseltilmiş, OECD, IMF ve ABD ileanlaşmalar imzalanarak 600 milyon dolarlık dış borç ertelenmiş, 350 milyon dolarlıkyeni bir kredi alınmıştır. Bu aşamadansonra Türk ekonomisi adeta borçlanabildikçe yaşayabilen bir işleyişe sahip olmuştur.1946-50 aralığında daha çok dış borç şeklinde gelen dış kaynak, 1950yılından başlayarak bağış olarak gelmeye başlamıştır. ABD kaynakları TrumanDoktrini, Marshall Planı, AID ve PL 480 programları çerçevesinde gelmiştir. PL480’e göre ABD tarım ürünleri fazlasından Türkiye’ye gönderilen miktarın karşılığıTL olarak Merkez Bankası’nda ayrı bir hesapta tutulmakta ve ikili anlaşmalaragöre kullanılmaktaydı. Bu kaynağın Türkiye tarafından kullanılan bölümübütçe ve KİT finansmanında, ABD tarafından kullanılan bölümü de ABD’ninTürkiye’deki özel ortaklıklarına kredi verilmesi biçiminde değerlendirilmiştir.
PlanlıDönemde Dış Borçlanma
Planlı dönemde dışborçlanma özellikle 1975 yılından sonra hızlanarak artış kaydetmiştir. Buborçlar hem yabancı devletlerden hem de yabancı firma ve uluslararası kuruluşlardansağlanmıştır. Dış borçların önemli bir bölümü proje finansmanında kullanılmışve bakiyesi de dış ticaretin finansmanına yönlendirilmiştir. Kamu kesimineaçılan uzun dönemli krediler genellikle altyapı, ara malları üretimi, tarım vekentleşme alanlarına yönelmiştir. Planlı dönem boyunca artan dış borçlar ülkeyi1970’li yılların sonunda bir döviz krizine sokmuştur.
12Eylül 1980 Sonrası Deregülasyon Döneminde Dış Borçlar
1980-98 dönemindeiç ve dış kaynaklara borçlanma şeklinde yoğun bir başvuruyla ekonomik gelişmeninfinansmanı sağlanmıştır. Bütün dönem ortalaması bakımından vergi gelirlerinin%89’u borç anapara ve faizlerine gitmektedir. İç borç anapara ve faizi döneminbaşında toplam vergi gelirlerinin %10’u ve dış borç anapara ve faiz ödemeleride dönem başında yine toplam verginin %2’si oranında olmasına rağmen, dönemboyunca gerek iç borçlanmada gerekse dış borçlanmada büyük artışlar olmuştur.Dönem boyunca yıllık bazda ortalama olarak iç borç anapara ve faiz ödemelerivergi gelirlerinin %69’u oranındayken, dış borç anapara ve ödemeleri de vergigelirlerinin yine yıllık bazda ortalama olarak %21’i dolayındadır. 1983-97döneminde ortalama olarak dış borç stokunun milli gelire oranı %39 düzeyindedir.Aynı dönemde kısa vadeli dış borçların toplam dış borçlar içindeki oranıortalama %20’ye yaklaşmaktadır.
DışBorçlarda Güncel Durum
Türkiye’nin dış borç düzeyi 2011yılı sonunda toplam dış borç stoku 310 milyar dolardır.
Bunun yüzde 29’u kısa vadeli iken (üçte birindaha az), geriye kalan yüzde 71’i orta ve uzun vadeli dış borçtur.
Dış borcun kamu ve özel sektör itibarıyla dağılımı:Türkiye’nin dış borçlarında IMF ile 1999 yılındaimzalanan ve 2000 yılında yürürlüğe giren 17’nci desteklemedüzenlemesi(stand by)sonrasında yapısal bir değişim gözlenmiş; dış borçlar içindedevletin payı çarpıcı bir düşüş, özel kesimin payı ise artış yaşamıştır.
Özel sektör dışborcunun toplam dış borç içindeki payı 1990’da yüzde 21, 2000’de yüzde 46 ve2011’de yüzde 66 düzeyindedir. Buna paralel olarak kamu kesiminin dış borçiçindeki payı da gerileme yaşamıştır. Türkiye ekonomisi, büyümenin dış kaynakyoluyla finansmanında kamu yoluyla finansmanı yerine özel kesim yoluylafinansmana doğru bir yönelme yaşamıştır.
Türkiye’nin dış borç stoku ve vade yapısı: Türkiyeekonomisinin hızlı büyüme dönemlerinde dış borçlarda hızlı bir artış, daralmaveya düşük büyüme dönemlerinde ise dış borçlarda bir durağanlık veya düşük birartış gözlenmektedir. Türkiye’nin iç tasarrufları ekonomik büyümesini finanseetmede yetersiz kaldığı için dış tasarruflara (dış borç) ihtiyaç duymaktadır.
Kamu dış borç stoku: Türkiye’nindış borçlarının kamu alt kesimleri itibarıyla izlenmesi nispeten yeni bir yaklaşımdır.Bu yeni yaklaşımla dış borçların izlenmesi ve disipline edilmesi, hükümetinhesap verebilirliğinin artırılması ve şeffaflaşması mümkün hale gelmiştir.Genel ve katma bütçeli idareleri kapsayan merkezi yönetim, mahalli idareler,kamu iktisadi teşebbüsleri, Merkez Bankası gibi kamu alt kesimlerinin borçlarıayrı ayrı izlenmektedir.
Kamu brüt ve net borç stoku: Kamukesiminin toplam borcunda belediyeler, il özel idareleri, kamu iktisadi teşebbüsleri(KİT), döner sermayeli kuruluşlar, İller Bankası, genel ve katma bütçeliidareler (merkezi yönetim) gibi bütün kamu alt kesimleri birlikte dikkatealınır. Buna göre, toplam kamu borç stoku brüt olarak 2002 yılında 257 milyarTL, 2007 yılında 355 milyar TL ve 2011 yılında ise 540 milyar TL’dir. Brüt kamuborcundan net kamu borcuna ulaşmak için, kamu kesiminin sahip olduğuvarlıklarını düşmek gerekir. Buna göre işsizlik sigortası fonu net varlıkları,kamu mevduatı, Merkez Bankası net varlıkları dikkate alınarak brüt kamu borcundandüşülür. Bu çerçevede, Türkiye’nin net kamu borç stoku 2002 yılında 215 milyarTL, 2007 yılında 248 milyar TL ve 2011 yılında ise 293 milyar TL’dir.
KamuKesimi Dış Borçları
Kamu borcunun yabancı para cinsinden dağılımı: Türkiye’nindış borcu ağırlıklı olarak dolar üzerinden yapılmaktadır. Nitekim 2002 yılındadış borç stokunda avronun (euro’nun) payı %31, doların payı %47 ve IMFalacaklarını gösteren ve bir sepete dayalı hesap birimi olan IMF parası SDR’nin payı yüzde17’dir. 2011 yılında ise dış borç içinde sırasıyla doların payıyüzde 53, avronun payı %36 ve SDR’ nin payı ise %1,7’dir.
Türkiye, son iki yıldır dış borçlanmanın bir kısmını TL cinsinden yapmayabaşlamıştır. Bu da, yabancıların TL cinsinden borç vermeye razı olduklarını,dolayısıyla TL’nin itibarlı hale geldiğini göstermektedir.
2010 yılında TLcinsinden dış borç oranı %9,3 iken, 2011 yılında bu oran %5,9’dur.Türkiye’nintıpkı dolar, avro, yen ve pound gibi paralarda olduğu gibi TL için deuluslararası bir simge geliştirmesi, TL’nin bundan sonraki yıllarda diğerülkelerin yatırımcıları ve parasal otoriteleri tarafından da rezerv para olarakkabul edilebileceği beklentisine dayanmaktadır.
Kamu borcunun ulusal ekonomi içindeki ağırlığı: Türkiye2001 krizinden sonra uyguladığı başarılı maliye politikası sayesinde son birkaçyıldır Avrupa’nın maruz kaldığı borç krizini görece daha hafifatlatabilmektedir. Bir göstergenin, ulusal ekonomi içinde tuttuğu yere bakmadagenelde milli gelire oranlama yapılır. Buna göre, kamu borç stokunun milligelir içindeki payı 2001 kriz yılında %79 iken 2007 yılında %42 civarınagerilemiştir. Ancak, son üç yılda telafi edici maliye politikası çerçevesindekamu brüt borç stokunun milli gelire oranı yükseliş göstermiş ve 2011 yılında%56,4 düzeyine ulaşmıştır. Buna çok da paralel olmayan bir eğilimde, kamu netborcunun milli gelire oranı 2001 yılında %66 iken, 2007 yılında % 30 ve 2011yılında %31 olmuştur.
Kamu iç ve dış borç stokunun ulusal ekonomi içindekiönemi: Kamu kesimi ekonominin finansman ihtiyacındakiağırlıklı rolünü özel sektörle paylaşmaya başladıktan sonra, kamu iç ve dışborç stokunun da milli gelire oranında önemli bir gerileme yaşanmıştır. Kamuborç stokunun milli gelire oranı 2001 yılında yüzde 79 iken, 2007 yılında buoran yüzde 42 ve 2011 yılında ise yüzde 48 olmuştur. Kamu borç stokunun bir altkalemi olan kamu iç borç stokunu milli gelire oranı 2001 yılında yüzde 52 ve2011 yılında yüzde 34 iken; kamu dış borç stokunun milli gelire oranı 2001yılında yüzde 27 ve 2011 yılında yüzde 14 olmuştur.
Dolayısıyla, kamukesiminin borçluluk düzeyinde önemli bir gerileme dikkati çekmektedir. Maastrichtkriterine göre kamu toplam borç stokunun milli gelire oranı en fazla % 60olmalıdır.
Kamu kesimi borcunun yerli ve yabancı alacaklıları:Türkiye’de finans kesimi bankacılık sektörünedayanmaktadır. Bankacılık sektörünün finans kesimi içindeki payı son yıllardadiğer piyasaların da gelişmesine paralel olarak gerilemesine rağmen, yüzde 90civarındadır. Dolayısıyla, ekonomikbüyümenin finansmanında ve kamu iç borçlanmasında doğal kaynak bankacılıkkesimi olmaktadır. Bankacılık kesimi ya doğrudan kamuya borç vermekte ya damüşterilerini yönlendirerek kamu kâğıtlarının satın alınmasını sağlamaktadır. Türkiye’dekamu kesimi iç borçlarının yarıdan fazlasının alacaklısı bankacılık sektörüdür.Banka kesimi dışındaki alacaklılar ise tüzel kişiler, yurtdışı yerleşikler,menkul kıymet yatırım fonları ve Merkez Bankası olarak sıralanmaktadır.
Kamu kesimi dış borç stokunda iki başlıca borçlanma şekli vardır. Kredibulma yoluyla borçlanma ve tahvil ihraç ederek borçlanma.
Kamu borç faizinin ulusal ekonomiye maliyeti: Birekonomide borç stoku ne kadar yüksekse, o ekonominin katlandığı faiz yükü de okadar ağır olur. Ne var ki, eğer ülke içi tasarruflar yetersizse, ekonomikkalkınmanın finansmanında dış kaynak ihtiyacı kaçınılmaz olmaktadır. Kıt olanyurtiçi tasarruflar, nispeten bol ve ucuz olan yurtdışı tasarruflarla (borç)desteklenmeye çalışılır ve dış kaynak yoluyla içerdeki yüksek sermayemaliyetleri düşerek ülke için kaldıraç etkisi ortaya çıkar. Türk ekonomisindekamu kesiminin iç ve dış borç faiz ödemelerinin milli gelire oranı 2001krizinde yüzde 17 düzeyine kadar çıkmıştır. Aşırı yüksek sayılabilecek bu oran,sonraki yıllarda izlenen istikrarlı ve tutarlı makro ekonomik politikalar sayesinde2011 yılında yüzde 4,4 olarak gerçekleşmiştir.
Borç ve döviz rezervi ilişkisi: Birekonomide vadesi bir yılın altında olan dış borçların, herhangi bir ekonomikkargaşa döneminde ödenme kabiliyeti, merkez bankasının döviz rezerviyle ilişkilendirilir.Buna göre, eğer Merkez Bankası’nın döviz rezervi, vadesi bir yılın altında olandış borçları karşılayabiliyorsa, kısa vadede o ülkenin döviz krizine karşınispeten dayanıklı olduğu söylenebilir.
Türkiye’ninUluslararası Kredi Notundaki Gelişim
Türkiye’ninuluslararası derecelendirme kuruluşlarının nezdindeki borçlanma ve yatırımitibarını gösteren kredi notları son yıllardaki ekonomik krizlerde nispeten istikrarınıkorumuştur. Özellikle 2010-2011 yıllarında Avrupa’da şiddetlenen kamu borçkrizleri dikkate alındığında, Türkiye’nin iyi bir performans gösterdiğisöylenebilir. Türkiye’nin uzun vadeli TL ve yabancı para cinsinden kredisi sonyıllarda sürekli bir iyileşme göstermiştir.
DövizPiyasası
Dövizpiyasası, döviz arz ve talebinin karşılaştığı piyasadır, bu piyasada oluşanfiyata dadöviz kuru denir. Bir ülke parasının diğerülke paraları cinsinden fiyatına veya yabancı ülke paralarının yerli ülkeparası cinsinden fiyatlarına döviz kuru denirken, yabancı ülke paralarınınbirbiri cinsinden fiyatına çapraz kur denmektedir. Döviz kuru,kalite, marka, patent, know how, inovasyon gibi alanlarda söz sahibi olmayan,sadece fiyat yönünden avantajı bulunan mal ve hizmet üreten ülkeler bakımındandış ticaretin artırılmasında en önemli enstrümandır.
Türkiye1980’li yıllara kadar sabit kur rejimi uygulamış, karaborsa döviz piyasası oluşmuşve 1980’e gelindiğinde dış ticaret politikası ve kur rejimi politikası iflas etmişbir ekonomi ortaya çıkmıştır. 24 Ocak 1984 Kararlarından sonra döviz piyasasının serbestleştirilmesineyönelik çeşitli kararlar alınmıştır. Bu tarihe kadar döviz kurunu belirlemeyetkisi Bakanlar Kurulunda idi. Mayıs 1980’de yayımlanan Maliye Bakanlığıtebliği ile Merkez Bankası’na, uluslararası ekonomik gelişmeleri de esas alarakdöviz kurunu belirleme yetkisi verilmiştir. Bu tarihten itibaren TCMB dövizkurunu günlük olarak belirlemeye başlamıştır. 1983 yılının sonunda MerkezBankası’nın döviz kurunu belirleme yetkisine ABD doları hariç son verilmiştir.
Ağustos 1988’egelindiğinde döviz kurunun serbestçe belirlenmesi yönünde önemli bir adımatılmış, TCMB bünyesinde döviz ve efektif piyasalar açılmıştır. Döviz kuru artık Merkez Bankası’nın döviz işlemlerindesorumlu yetkililerin yanı sıra bankalar, özel finans kurumları ve yetkilimüesseselerin yer aldığı Döviz ve Efektif Piyasalar tarafından belirlenmeye başlanmıştır.Türkiye, TL’yi 3 Mart 1990 tarihinden itibaren uluslararası konvertibl parailan etmiş ve hem yurtiçinde hem de yurtdışında serbestçe alınıp satılmasını sağlamıştır.Böylece bankalar, özel finans kurumları ve yetkili müesseseler ticari ve ticariolmayan tüm işlemler için gişe alış ve satış kurlarını TCMB kurlarından bağımsızbir şekilde serbestçe belirlemeye hak kazanmışlardır.
Döviz kururejimleri esnek dalgalanma, yönetimli dalgalanma, bir bant aralığında dalgalanmagibi tam veya kısmi serbest rejim olabileceği gibi sürünen bant, sürünen kur,sabit fakat ayarlanabilir kur şeklinde önemli ölçüde sabit rejim de olabilir.
Yine daha ziyadegelişmekte olan ülkelerde 1990’larda moda olan para kurulu uygulaması da sabitdöviz kuru rejimine örnek verilebilir. Bazı ülkeler, ekonomik ilişkilerinin yoğunluğu,parasının saygınlığı ve istikrarı gibi nedenlerle ulusal paralarını başka birülkenin parasına tam anlamıyla bağlayabilmektedir. Bu uygulamaya tamdolarizasyondenmektedir.
Efektif kur; sadecenakit döviz işlemleri için geçerli kurdur.
Döviz kuru ise efektif kurunaksine döviz cinsinden çek, senet, poliçe ve hazine bonosu gibi ödeme araçlarınıda kapsamaktadır.
Diğer ülke paralarına serbestçe ve kolaylıkla çevrilebilendövizlere, konvertibl döviz ve yapılan bu işleme konvertibilitedenir.
Türkiye’de döviz işlemleri temel üç piyasada yapılmaktadır. Bunlar;
I. Serbest döviz piyasası
II. TCMB denetimindeki döviz ve efektif piyasası
III. Bankalar arası döviz piyasasıdır.
Serbest piyasada işlemlernakit döviz işlemleri ile yapılır ve efektif kur geçerlidir. Merkez Bankasıpiyasasında TCMB, bankalar arası döviz hareketlerini yönetmenin yanı sıra kendidöviz kaynaklarını bankaların kullanımına sunmaktadır. Türkiye, hem sabit kurrejimi uygulamalarında hem de esnek kur rejimi uygulamalarındaki başarısızlıklarnedeniyle birçok kriz yaşamıştır. Verimlilik, yenilik, üretken faaliyetlerde canlanmaolmaksızın, kısa ömürlü hükümetlerle sırf para politikasına ve genişleticipopülist maliye politikasına dayanan icraatler bu krizlerde başlıca rolü oynamıştır.Nitekim Türkiye’nin 2001 finans kesimi krizi, milli gelirini 13 yıl öncekiseviyesine geriletmiştir. Bu krizin referans göstergelerinde enflasyon ve kurdüzeyi ilişkisi esas alınmış ve öngörülen ilişki gerçekleşmeyince, sonuç krizi tetikleyiciolmuştur.
Şubat 2001 krizinden sonra Türkiye dalgalı kur sistemine geçmiştir.Dalgalı kur politikası kapsamında döviz piyasasında kur döviz arz ve talebinegöre belirlenmektedir.
Merkez Bankasıdöviz kurlarında aşırı dalgalanma olması veya başta fiyat istikrarı olmak üzereBanka’nın belirlediği çeşitli hedeflere uygun olarak döviz piyasasında alımveya satım yaparak kura müdahale edebilir. 2008’de başlayan Küresel Mali Kriz’ebağlı olarak döviz piyasasında yaşanan aşırı dalgalanmalara karşı
TCMB’ nin etkilimüdahaleleri söz konusudur. Türkiye’nin devalüasyon tarihi genelde askerîdarbelerin yapıldığı tarihlerle örtüşmektedir. Literatürde ülkelerin ekonomikistikrarları ile siyasi istikrarları arasında doğrusal bir ilişki gören çalışmalarmevcuttur.
Türkiye 7 Eylül 1946, 4 Ağustos 1958, 10 Ağustos 1970, 21 Eylül 1977, 1Mart 1978, 10 Haziran 1979, 24 Ocak 1980, 5 Nisan 1994 ve nihayet 22 Şubat 2001tarihinde devalüasyon yapmış ve TL’nin değerini idari kararla düşürmüştür.Serbest piyasa ortamında esasen devalüasyon kavramı yerine değer aşınmasındansöz edilmelidir. Ancak devalüasyon hem uygulamada hem de literatürde yaygın birkabul ve kullanıma sahip olduğu için hem sabit ve yönetimli kur sistemlerindehem de dalgalı veya esnek kur sistemlerinde paraların değerlerindeki büyükoranlı düşüşler devalüasyon kavramıyla ifade edilmektedir.
Türkiye’deDöviz Kuru Rejimi ve Döviz Kurunda Gelişmeler
Türkiye’dedöviz kurunun belirlenmesi 1990’lara gelene kamu otoritesinde olmuştur.Özellikle1950- 1970 döneminde döviz kuru yapılan devalüasyonlar dışında önemli ölçüdesabit tutulmaya çalışılmıştır. 1980’e kadar ki dönemde izlenen döviz kurupolitikaları nedeniyle TL aşırı değerlenmiştir. Türkiye, 1980’lerde döviz kurundakiartışı veya buna paralel olarak enflasyondaki artışı, ekonomik büyümenin bedeligören argümanlara tanıklık etti.
Türkiye,2005 yılı başında TL’den altı sıfır atarak parasını istikrarlı ve değerikorunan paralar kategorisine sokma yönünde önemli adımlar atmıştır.
Türkiye,2005 yılı başında TL’den altı sıfır atarak parasını istikrarlı ve değerikorunan paralar kategorisine sokma yönünde önemli adımlar atmıştır.
Değer ölçüsüolarak TL’nin değerindeki artışın anlamı, aynı miktar TL ile satın alınabilecekyabancı veya yerli mal miktarının artması yabancı parayla alınacak Türk malımiktarının ise azalmasıdır. Bu durumda yabancı parayla alınacak yerli malmiktarı nın azalması istenmiyorsa yapılacak ilk şey ulusal para değeriyleoynamaktan ziyade, mal ve hizmetlerin nominal fiyatlarını düşürmektir. Tüketici(TÜFE) ve üretici (ÜFE) enflasyonları çerçevesinde hesaplanan kur endeksi incelendiğinde,TL’nin 2002-2011 döneminde, 2006, 2009 ve 2011 yılları hariç sürekli değerlendiğidikkat çekmektedir. Enflasyonla mücadele programı uygulayan ülkelerde yerliparanın değerlenmesi, programa güven bakımından yaygın olarak karşılaşılan birsonuçtur.
DövizPiyasası ve Bankacılık Sistemi
Türkiye’de dövizpiyasasının arz ve talep yanlarında en önemli aktör bankalardır. Ekonomikaktörlerin işlemlerinin sonucunu bankacılık sisteminden izlemek mümkündür. Türkiye’definans sektörünü bankacılık yönlendirmektedir. Bankalar dışındaki finansalkurumların sahipliği de ağırlıklı olarak bankalara veya bankalara
sahip gruplarınelindedir. Türk finans sektöründe bankalar mevduat bankaları, kalkınma-yatırımbankaları ve katılım bankaları olarak üç ana grupta sınıflandırılmaktadır.Bankalar sistemi aktif büyüklüğünün milli gelire oranı 2001 yılında %67 iken, 2011yılında %81’dir.
BankacılıkSisteminde Döviz Kullanım Yaygınlığı
Bankacılık kesimindetoplanan fonların (mevduat) ve kullandırılan kaynakların (kredi) hangi düzeydeyerli ve yabancı para cinsinden oldukları, doğrudan o ülkenin parasal vefinansal istikrarına işaret eder. Ulusal (milli) parası itibarlı, finansal sistemisağlam olan bir ülkede, diğer şartlar sabit olduğunda, yurtiçi tasarruflar dahaziyade ulusal para ile tutulur. Aksine ulusal sermaye ve finans piyasalarıistikrarsız, enflasyonu yüksek, makro ekonomik yönetimi zayıf olan ülkelerde iseyurtiçi birikimler yabancı sağlam paralara yönelir. Türkiye’de geçmişte sıklıklayaşanan finansal krizlerden dolayı para ikamesi olgusu ciddi kabul görmüşve yurtiçi tasarruflarda yabancı para tercih edilir olmuştur.
Para ikamesi: Özelliklekriz dönemlerinde tasarruf aracı, işlem aracı, ölçü birimi olarak ulusalparadan yabancı paraya doğru bir yönelmeyi ifade etmektedir.
Bankaların menkuldeğerler cüzdanının hemen hemen tamamı kamu borçlanma kâğıtlarından oluşmaktadır.Bankalar da yatırım yaptıkları kamu kâğıtlarını nihai bireysel ya da kurumsalmüşterilerine satarak gelir elde etmektedir. Dolayısıyla, bankaların menkul değerlercüzdanının ulusal veya yabancı para cinsinden ağırlığı bir yandan doğrudanbankaların tercihlerinden etkilenirken, diğer yandan nihai satın alıcılarıntercihlerini de yansıtmaktadır. Bankacılık kesimindeki menkul değerlercüzdanında yabancı para cinsinden borçlanma araçlarının payı 2002 yılında %38,7iken, 2011 yılında %17,8 olarak gerçekleşmiştir.
Türkiye’ninUluslararası Rezervleri
Türkiye’nin geçmiş yıllardaki krizlerinde başlıca tetikleyici unsur,yetersiz döviz rezervleri olmuştur. Son yıllarda ulusal döviz rezervi bu türbir tehlikeyi kolaylıkla savuşturacak düzeydedir.Uluslararası piyasalarda meydana gelen altın fiyatlarındaki yükselişler, MerkezBankası’nın (TCMB) altın rezerv tercihinde de kendini göstermiş ve 2005 yılında2 milyar doların altında olan altın rezervi, Mart 2012’de yaklaşık 11,5 milyardolar düzeyine ulaşmıştır. Merkez Bankası döviz rezervi de on yıl öncesiyle karşılaştırılamayacakdüzeyde artış göstermiş, 2000 yılı sonunda 22,2 milyar dolarlık düzeyinden 2011yılı sonunda 78,3 milyar dolara çıkmıştır. TCMB döviz rezervleri Mart 2012’deise yaklaşık 78,9 milyar dolara ulaşmıştır. Aynı şekilde bankaların dövizrezervleri de dikkate alındığında, Türkiye’nin uluslararası net altın ve dövizrezervi 2000 yılı sonunda 34,2 milyar iken, 2011 yılı sonunda 110,4 milyardolar olarak gerçekleşmiştir.
YabancıPara Genel Pozisyonu
2001krizinde bankacılık sistemindeki döviz açığı tetikleyici ve krizi sürdürücü birrol oynamıştır.
IMF gözetimindeyürütülen yeniden yapılanma ve istikrar programı çerçevesinde bankacılıksisteminin bu yöndeki zayıflıkları önemli ölçüde giderilmiştir.
Bankacılıksisteminin yabancı para pozisyon açığı 2000 yılı Ekim ayında en yüksek seviyesiolan 22,2 milyar dolara yükselmiş, 2000 yılı Kasım ve 2001 yılı Şubat aylarındaortaya çıkan finansal krizler nedeniyle bankalar yabancı para pozisyon açıklarınıazaltmışlardır. 2001 yılı sonunda bankaların yabancı para pozisyon açığı 12,1 milyardolara gerilemiştir. Bankacılık sisteminin yabancı para pozisyon açığı 2011yılında 325 milyon dolar fazlaya sahiptir. Burada bir noktaya işaret etmekte yararvardır. Bankaların yabancı para pozisyonları bilanço içi ve bilanço dışıkalemlerin birlikte dikkate alınmasıyla ortaya çıkmaktadır. Örneğin; 2007yılında bilanço içi yabancı para açığı 10 milyar dolar iken, bilanço dışı fazla9,8 milyar dolardır. Bu durumda 2007 yılında net açık 200 milyon dolardır. Yine2011 yılında bilanço içi açık 17,8 milyar dolar iken, bilanço dışı fazla 18,1milyar dolardır. Bu durumda 2011yılındaki net fazla 325 milyon dolar olmaktadır. Bilanço içi yabancı paraaçıkları, bilanço dışı önlemlerle karşılanmakta ve böylece geleceğe yönelik işlemlerledöviz dalgalanmalarının etkileri en aza indirilmeye çalışılmaktadır. Budurumda, bilanço dışı tedbirlerin kalitesi ve gerçekçiliği son derece önemkazanmaktadır.