Ünite 01
Modernite ve Kapitalizm
Modernizm: 19.yüzyılın sonlarında, özellikle sanat ve kültürel alanlarda meydana gelen değişimleri içeren hareket.
Modernleşme: Geleneksel toplumların modern toplumlara dönüşme sürecinde, toplumsal, politik ve ekonomik aşamalardı ifade eder.
Kapitalizm: merkezinde özel mülkiyete dayalı sermaye ve ücretli emek arasındaki ilişkinin yer aldığı bir meta üretim sistemi.
Endüstrileşme: modern toplumlarda muazzam derecede büyük bir servet yaratma kapasitesi sağlamış üretim yöntemleri.
Birinci Dünya Ülkeler: Abd, batı Avrupa
İkinci Dünya Ülkeleri: Sovyetler , Doğu Almanya, Polonya vs. Doğu Avrupa ülkeleri
Üçüncü dünya ülkeleri: Hindistan, Afrika, Güney Amerika.
Kapitalizmin sahip olduğu kurumsal özellikler:
Demir Kafes Tanımı. Max Weber. Bürokratik rasyonellik için.
Postmodernite: aydınlanma projesine tepki olarak gelişen ve dünyayı kapsayıcı ve evrensel kuramlara açıklayan söylemlere karşı çıkan bir düşünce biçimi. Dünyayı essas olarak parçalı ve belirlenemez olarak görmektedir. Heterojenliği ve farklılığı, özgürleştirici güçler olarak ön plana çıkarır. Yenir bir döneme geçildiğini ifade eder.
Jurgen Habermas ve Ellen M.Wood postmoderniteye karşı çıkar, moderniteyi savunur.
ÜNİTE 02
Klasik Toplumsal Değişme Kuramları
Max Weber(1864): Metodolojisinde “Anlama” en önemli kavramdır. Sosyolog anlama sürecine girmelidir. Açıklama ve Anlamayı birleştirmeye çalışır.
Değere Yönelik Rasyonel Eylem: A- duygusal Eylem b- Geleneksel Eylem
Otorite: 1- Rasyonel- Yasal otorite(Bürokrasi vs) 2- Geleneksel otorite 3- Karizmatik Otorite
İdeal Tip olarak bürokrasinin işleyişi: 1- İnsanlar konumlarını bilgileri ve deneyimleri temelinde elde ederler. 2- İtaat herkese aynı biçimde uygulanan kurallara bağlıdır. 3- Kişisel ve Resmi işler birbirinden ayrılmıştır. 4-Otoritenin sınırları açık ve nettir. 5- görevde uzmanlaşma yüksek düzeydedir.
KARL MAX
Marx a göre eğer insanlık kendi tarihini yazacaksa, insanlık tarihi insanın doğayı egemenlik altına alması ile birlikte kendini değitirmesidir.
Kapitalizm: artı değere dayanan sermaye birikimi.
Eserleri: Kapital, Yahudi sorunu Üzerine, Hegel in doğruluk Felsefesinin eleştirisine giriş, Kutsal aile
Praxis: İnsan etkinliği demektir.
Marx Temel Üretim tarzları: 1- İlkel Komünal toplum, 2- Antik Toplum , 3- Feodal Üretim Biçimi 4- Kapitalizm 5- Asya Tpi Üretim Tarzı
Marx kapitalizme genelleştirilmiş mal üretimi sistemi adını verir. Bu sistem içerisinde emeğin ürünleri pazarda alınıp satılan meta biçimini alır. Piyasa fiyatları ise değerlerine göre değişir. Değer ise onları üretmek için toplumsal açıdan gerekli emek zamanıdır. Kapitalist üretim biçimi, doğrudan üreticilerin üretim araçlarından ayrılmasını ön koşul olarak kabul eder.
Değişim Değeri: malın pazardaki para değeri Kullanım değeri:
Yabancılaşma, özel mülkiyeti ve devleti ortaya çıkarır. İşçinin ürettiğine yabancılaşması.
Üretim Tarzı: doğanın dönüşümü için üretim güçlerini örgütleyen toplumsal ilişkiler sistemi.
ÜNİTE 3
TOPLUMSAL DEĞİŞME KURAMLARI 2
Erken dönem işlevselci kuramlar/ Evrimci Kuramlar
Comte: Toplumsal Statik: Hem bir toplumun belli bir zamandaki yapısını anlamak hem de toplumu bir arada tutan fikir birliğinin öğelerini çözümlemeye çalışır.
Toplumsal Dinamik: Toplumsal değişmeyi açıklayabilmek için insan toplumlarında art arda gelen ve zorunlu ereler olarak kabul ettiği değişimi anlatan Toplumsal Dinamik kavramı.
Spencer: Toplumsal Değişimi evrimci Doğal Seleksiyon kuramından faydalanarak açıklar.
Emile Durkheim: Toplumsal değişimin iki aşaması vardır.
Talcot Parsons: Dört çeşit toplumsal süreç vardır:
McClelland: Modernleşmede Başarı İhtiyacı denilen kişisel dürtünün önemli olduğu savunur.
Lenner: 1950 li yıllarda Ankara Balgat ta toplumsal değişmeyi çalışan sosyal bilimci
ÜNİTE 04
MARKSİST GELİŞME KURAMLARI
Rudolf Hilferding: Finans Kapital eseri(1910). Mali sermaye özgürlük değil egemenlik ister.
Lenin: Lenin emperyalizmi, temel olarak ekonomik bir olgu olarak tanımlar ve kapitalizmin belirli bir aşamasını oluşturduğunu iddia eder. Emperyalizm kapitalizmin en yüksek aşamasıdır. Lenin’e göre emperyalist yayılmacılığın temel nedeni, Tekelci firmaların kâr oranlarını artırmak için sermayelerini dünyanın başka bölgelerine ihraç etmeleridir.
Rosa Lüksemburg(1871-1919) Doğal Ekonomi: Kendine yeterli, üretimin ihtiyaçlara göre yapıldığı, tarımla endüstrinin ayrışmadığı toplumları ifade eder. Emperyalist yayılmacılık sonucunda bütün doğal ekonomilerin ortadan kalkmasının kapitalist ekonomilerin çöküşüne neden olacağını iddia eder.
Bağımlılık Okulu’na göre azgelişmişlik merkez ve çevre ülkeler arsında kurulan bağımlı ilişkiden kaynaklanmaktadır.
Modernleşme Okulu, gelişememenin önündeki engeller geleneksel olan değerlerdir ve gelişmiş, modern toplumlar geleneksel toplumların gelişmesi için model oluşturur ve onları destekler
ECLA’ya göre azgelişmiş ülkelerin kalkınmasını engelleyen en temel faktör serbest ticaret olgusudur.
ECLA’nın Latin Amerika’nın azgelişmişliğini ortadan kaldırmak için önerdiği yapısal değişim programı ithalata dayalı sanayileşme modelidir.
Paul Baran: Büyümenin Ekonomi Politiği eseri
Anre Gunder Frank: “Metropol – Uydu Modeli” . Bağımlılık okulu temsilcisi.
Arghiri Emmanuel: “Eşdeğer olmayan değişim” çevre ülkelerde üretilen ekonomik artığa el koymanın gizli bir mekanizmasıdır.
Fernando H. Cardoso (1931- ) “Bağımlı Gelişme” merkez konumundaki kapitalist ülkelerin ihtiyaçları
çerçevesinde bazı sektörlerde görülebilen gelişmeyi ifade eder
Theotonio dos Santos : Bağımlılık, “Eşitsiz Gelişme” ve “Bileşik Gelişme“ sonucunda ortaya çıkan bir durumdur. Merkez ve çevre ülkeler arasındaki ticaret azgelişmişliğin neden olan temel mekanizmadır.
Hettne: Akademik Emperyalizm kavramı
DÜNYA SiSTEMİ KURAMI : Immanuel Wallerstein Dünya tarihinde üç tane üretim biçimi görülür:
Eklemlenme Kuramı: (Barbara Bradby, Pierre-Philippe Rey, Charles Bettelheim, Wolpe) Az gelişmişliği anlamak için Toplumsal Formasyon kavramını kullanır. Toplumsal Formasyon: Birden fazla üretim biçiminin birbirlerine eklemlenerek bir arada bulunduğu yapıyı ifade eder. Azgelişmiş ülkelerin sömürülmesinde temel önceliğin uluslararası pazar ilişkilerine verilmesini eleştirmektedir
Eklemlenme kuramcılarından Charles Bettelheim, toplumsal formasyonları birçok üretim biçiminden oluşan karmaşık bütünlükler olarak tanımlar.
ÜNİTE 05
Marksist Gelişme Kuramları 02
Düzenleme Okulu: Kapitalizmin gelişme evrelerini farklı sermaye birikim rejimleri temelinde analiz etmektedir. Kapitalizm farklı birikim rejimleriyle varlığını sürdürmektedir. Her bir birikim rejimine denk düşen farklı düzenleme tarzları vardır.
Fordizm, birbirine bağlanmış üretim hatlarından oluşan ve işçi sınıfının kitlesel tüketimine dayanan bir birikim rejimidir.
Düzenleme kuramının birinci soyutlama düzeyi, kapitalist üretim tarzı ve kapitalist üretimin genel yasalarını içermektedir. ikinci soyutlama düzeyinde, kapitalist gelişme aşamaları incelenir. Üçüncü soyutlama seviyesinde toplumsal formasyonlar incelenir.
Düzenleme kavramı, kapitalist sistemin bir bütün olarak işleme biçimini, toplumsal ilişkilere denk düşen ekonomik süreçlerin, yapıların ve kurumsal biçimlerin bütünlüğünü anlatmaktadır.
Birikim Rejimi, “kapitalist gelişmenin farklı var olma biçimlerini yansıtan kapitalist aşlamalar (dönemler) arasındaki ayrımları, düzenleme biçimi farklılıklarını” incelemek için kullanılan kuramsal bir kategoridir.
Düzenleme tarzı, “farklı kapitalist gelişme aşamalarında var olan birikim rejiminin istikrarını ve yeniden üretimini sağlayacak koşulların (üretim ilişkilerinin, toplumsal yapıların, toplumsal kurumların ve normların) bütününü oluşturur”
İktisadi krizler : Ekonomik faaliyet düzeyinde iniş çıkışları ifade eder.
Yapısal krizlerse (büyük krizler): Düzenleme tarzının birikim rejiminin devamını sağlayamadığı durumları anlatır.
Kapitalist gelişmenin aşamalarını De Vorey’e dayanarak
• 19. yüzyılın ortasına kadar süren dönem: kapitalist üretim tarzının yerleşmesi ve ilk birikim.
• 19. yüzyılın ortalarından Birinci Dünya Savaşı’na kadar süren dönem: yaygın birikim rejimi ve rekabetçi düzenleme tarzı.
• İki dünya savaşı arasını kapsayan geçiş dönemi: yaygın birikim rejimi ve rekabetçi düzenleme biçiminden bir sonrakine geçişin krizleri ve dönüşümleri.
• İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem (Fordizm dönemi): yoğun birikim rejimi ve tekelci düzenleme biçimi. Bu da kendi içinde ikiye ayrılmaktadır: Fordizmin yükselme dönemi ve 1960’ların ikinci yarısından sonraki Fordizmin krizi.
Mutlak “Artı Değerin” elde edilmesi, çalışma saatlerinin uzatılması ya da ücretlerin düşürülmesiyle, Nispi Atı Değerin” elde edilmesi üretimin yoğunlaşması ve üretimin niteliğinin arttırılmasıyla (bilimsel ve teknolojik yöntemlerin kullanılmasıyla) sağlanmaktadır.
YAYGIN BiRiKiM REJiMi : 19. yüzyılın ortalarından Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan kapitalist gelişme yaygın birikim rejimi olarak isimlendirilmektedir. Birinci Dünya Savaşı ile ikinci Dünya Savaşı arasındaki dönem yaygın birikim rejiminin kriz aşamasıdır. Yaygın birikim rejiminin en önemli ayırıcı özelliği “Mutlak Artı Değer” üretimidir. İlerlemiş teknolojiyle verimlilik artışı yerine, var olan teknolojiyle verimlilik artışı sağlanmaktadır.
Taylorizm (Frederick Winslow Taylor): 1880 – 1890 yılları arasında ortaya çıkmıştır. Taylor “Bilimsel Yönetimin İlkeleri” (1911) kitabı. Taylorizm, kafa ve kol emeğinin ayrıldığı, yapılacak her işin önceden en ince ayrıntısına kadar belirlendiği, işlerin sıkı denetim ve kontrol altında tutulduğu, işçilerin her türlü beceriden, üretimin bilgisinden koparıldığı ve işçilerin yabancılaştığı bir örgütlenme sistemidir.
Taylorizm’in yönetim anlayışının 3 aşaması: 1- İşin tasarımı, 2- İşin yapılışının kontrol edilme biçimi , 3- Kontrol biçiminin içerdiği istihdam ve ücret politikası.
Taylor’un geliştirdiği bilimsel yöntemin altındaki temel anlayış şunlardır:
• Emek süreci işçilerin becerilerinden tamamen arındırılmıştır. • Kafa ve kol emeği birbirinden ayrılmıştır.
• işçilere, sadece basit parçalara ayrılmış iş sürecindeki işlerin nasıl ve ne kadar sürede yapılacağı talimatı verilmektedir. • Üretim bilgisi tümüyle yönetimde toplanmaktadır. • Yapılan her işin denetimi ve kontrolü sağlanmaktadır.
Yaygın Birikim Rejiminin Krizi, aşırı üretimden kaynaklanan ve tüketim eksikliği olarak ortaya çıkan bir mutlak artı değer krizi olarak tanımlanmaktadır.
YOĞUN BiRiKiM REJiMi: FORDiZM (Gramsci – Kavramı ilk kullanan): Düzenleme Kuramı, “fordizm” kavramıyla İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki kapitalizmin kapsamlı dönüşümünü anlatmaktadır. Kavram, “yoğun birikim rejimi kavramını ve buna tekabül eden tekelci düzenleme biçimi kavramını beraberce içerir”
Emek sürecinin üç temel unsuru, bir amaca yönelik insan eylemi (emek), işin nesnesi (üretilecek olan şey) ve üretim araç ve gereçlerini içermektedir.
Keynesçilik, ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra yoğun birikim rejimin sağladığı üretim artışına karşılık; gerekli tüketim talebi yaratmak için uygulanan politikalar (tüketim artırıcı) için kullanılmaktadır.
Fordizmin krizi, özünde kar haddinin düşme eğilimine dayanmakta ve krizde üretim süreci belirleyici rol oynamaktadır. Üretkenlik artışındaki düşüşler, tüketicilerin satın alma gücündeki azalma, durgunluğa neden olmuştur.
YALIN (ESNEK) BiRiKiM REJiMi: POST-FORDiZM (1970 krizi sonrası)
yeni birikim rejiminin özellikleri : • Yeni iletişim teknolojileri temelinde üretime geçiş: • Hizmet sektörünün artan biçimde yeni teknolojiler temelinde endüstrileşmesi: • Tarımın endüstrileşmesi: • Üretkenlik ve kitlelerin gelirlerinin birbirinden ayrılması: • Ücretlerle iş arasındaki ilişkinin parçalanması:
Düzenleme rejimindeki değişikliklerse şunlardır: Küçük işletmelerin yaygınlaşması. • Sosyal güvenlik sistemlerinin parçalanması. • Sendikaların zayışaması, işsizliğin artması, istihdam biçimlerinin düzensizleşmesi ve işçi sınıfının kendi içinde farklılaşması (heterojenleşme).
Suğur’a (1999, s.139-143) göre, post-fordist koşullarda gerçekleşen yeniden yapılanma süreci şunları içermektedir:
• Taleplerde farklılaşma: • Üretimde farklılaşma: • Esnek üretim: • Küçük ölçekli üretim: • Üretim sürecinde yatay işbölümü ve yönetsel âdem-i merkezileşme: • iş ve işgücü istihdamının esnekliği
Post-Fordist üretim organizasyonundaysa, hatalı ürün ortaya çıkmadan ya da hatalı ürünü önlemeye yönelik “Toplam Kalite Kontrol” ve “Kalite Kontrol Çemberi” gibi sistemler geliştirilmiştir.
ÜNİTE 06
TOPLUMSAL DEĞİŞME ve KÜRESELLEŞME
Küreselleşme : Yeni dünya düzeni soğuk savaş sonrasında ABD’nin, dünya ölçeğinde çok yönlü siyasal yapıyı kendi kontrolü altında tutma ve kendi çıkarlarına göre küresel ekonomik ilişkileri düzenlemeye çalışma çabasına ver. addır. Uluslararasılaşma: Ülkeler arasındaki ekonomik, siyasal ve kültürel ilişkilerin artması ve yaygınlaşması olarak tanımlanabilir.
Anthony Giddens: Zamansal ve Mekânsal Boyutta Küreselleşme
Giddens’a göre modern öncesi dönemde geleneksel yaşam yerel zaman ve mekanda gerçekleşmiştir. Giddens’a göre modern yaşam küresel zaman ve mekanda gerçekleşmektedir.
Marshall McLuhan’ının (1962) ifadesiyle artık “küresel bir köyde” yaşamaktayız.
Düşünümsel Modernite: Bireylerin içinde yaşadıkları doğal ve sosyal ortamdaki değişmeleri, riskleri ve tehlikeleri hesaba katarak sorunlara karşı tutum ve tavır geliştirmeleridir.
Giddens küreselleşmeyi dünya ölçeğindeki toplumsal ilişkilerin giderek yoğunlaşması, zaman ve mekân olarak birbirlerinden oldukça uzakta gelişen olayların birbirlerini etkilemesi olarak tanımlamaktadır. Giddens küreselleşmede yaşanan bu süreci aynı zamanda, zaman ve mekân sıkışması olarak da tanımlamaktadır.
Giddens ‘ e Göre Küreselleşmenin Boyutları:
Roland Robertson ve Küreselleşmenin Tarihsel Aşamaları
Küyerelleşme sosyal ve kültürel olguların yerel ve küresel düzeyde birbirlerini etkilemeleri ve birbirlerine eklemlenmeleridir.
1. Oluşum aşaması (1400-1750): 2. Başlangıç aşaması (1750-1875): 3. Kalkış aşaması: (1875 - 1925) Küresel yarışmalar, Olimpiyat, Nobel vs. 4. Hakimiyet için mücadele aşaması(1925 - 1960): 5. Belirsizlik aşaması(1960 - )
Küresel ve yerel olguların karşılıklı etkileşimi sonucu ortaya çıkan melez yapıların önemini vurgulamış Bu melez yapıları “Küyerelleşme” olarak tanımlar.
Immanuel Wallerstein ve Kapitalist Dünya Ekonomisi
Immanuel Wallerstein kapitalist dünya ekonomilerinin, endüstriyel üretim, sermaye birikimi ve uluslararası pazar ilişkileri açısından küresel olarak tek bir kapitalist dünya toplumuna doğru ilerlemekte olduğunu öne sürmektedir.
• Merkez Ülkeler(Batı ve ABD) , • Çevre Ülkeler(Asya, Afrika) , • Yarı çevre ülkelerİspanya, Portekiz, Yunanistan)
Merkez çevre ilişkisi gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arasındaki ekonomik sömürüye dayalı eşitsizlik ilişkileridir. Wallerstein’e göre merkez ülkeler ekonomik olarak daha güçlü oldukları için dünya ticaret düzenini kendi çıkarlarına göre düzenlemekte ve böylece azgelişmiş çevre ülkelerini doğal kaynaklar ve insan gücü açısından sömürmektedirler. Wallerstein küreselleşmenin ülkeler arasındaki eşitsizliği süreklileştirdiğini ve bu eşitsizliği küresel gelişmelere paralel olarak belirli formlar içerisinde yeniden ürettiğini öne sürmektedir.
TEK KUTUPLU DÜNYA
Francis Fukuyama (1999) soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte tarihin sonuna gelindiğini ve artık liberalizmin tek çıkış yolu olarak benimsenmesi gerektiğini öne sürmektedir.
Ünlü Alman sosyal bilimci Ulrich Beck’e göre (1992) içinde yaşadığımız toplum tam anlamıyla bir “Risk Toplumu”dur. Beck kapitalist modernitenin küreselleşmesiyle birlikte, insan eliyle üretilmiş yeni risklerin ortaya çıktığını, bu risklerin doğal dengeleri alt üst ettiğini, doğal dengenin bozulmasıyla birlikte öngörülemez ve hesaplanamaz risklerle karşı karşıya olduğumuzu öne sürmektedir.
Naomi Klein ise (2002) No Logo adlı çalışmasında, kapitalizmin sınır tanımaz sermaye birikim hırsı ve sömürü mekanizması aracılığıyla başta Çin ve Hindistan olmak üzere tüm az gelişmiş ülkeleri kıskacı altına aldığını öne sürmektedir.
Küreselleşme olgusunun tek kutuplu dünyayı değil tam tersine bölünmeyi ve parçalanmayı içerdiğini öne süren bir diğer sosyal bilimci ise Samuel Huntington’dur (1997).
Martin Albrow’a göre (1996) küresel çağda ulus-devletler hızla güç kaybetmektedir.
Hirst ve Thompson (2000) ulus-devletlerin küreselleşme ile birlikte daha da güçlendiklerini ve küresel gelişmelere karşı dirençlerini artıracak yeni yol ve yöntemleri çok başarılı bir şekilde geliştirdiklerini öne sürmektedirler.
John Urry (2000) sosyolojik anlamda Toplum kavramının geçerliliğini yitirdiğini öne sürmektedir. John Urry’e (2000) göre artık sınırlar ötesi ve sınırlar üstü bir küresel dünyada yaşıyoruz. Her şey bir sıvı gibi hareket halindedir.
Zygmunt Bauman’a (1998) göre de günümüzde artık her şey hareket halindedir. Hatta evimiz veya işimizdeyken bile sürekli hareket halindeyiz.
Manuel Castells’e göre (2005) bilginin çeşitlendiği ve büyük bir hızla dünyaya yayıldığı bir “ağ” (network) toplumunda yaşamaktayız.
Castells’e göre ağlar modern toplumun temelidir. Dolayısıyla Castells’e göre günümüz ekonomisi sac ayağı gibi (i) bilgi temellidir, (ii) küreseldir ve (iii) ağlar üzerine kurulmuştur.
Leslie Sklair (2000) ise küreselleşme olgusuna “uluslarüstü kapitalizm ve uluslarüstü kapitalist sınıf” kavramları çerçevesinde yaklaşmaktadır. Sklair’e göre küresel sistem küresel kapitalist sınıf tarafından inşa edilen bir yapıdır.
Küreselleşme sürecine sosyolojik olarak yaklaştığımızda ana hatlarıyla şu sonuçlara ulaşmak mümkündür.
• Toplumsal ve ekonomik ilişkiler yerel, bölgesel ve ulusal sınırların ötesine taşmıştır. • Küresel ve yerel oluşumlar karşılıklı olarak etkileşim halindedirler. • Küreselleşme ulus-devletlerin gücünü zayışatmakla birlikte ulus-devletler kendi güçlerini koruyabilecek çeşitli yol ve yöntemleri başarılı bir şekilde uygulayabilmektedirler. • Çok uluslu şirketlerin etki alanı genişlemiştir. • Küreselleşme başta çevresel felaketler olmak üzere insan eliyle üretilmiş,
öngörülemez ve hesaplanamaz yapay risklere neden olmaktadır. • Yeni iletişim teknolojileri (internet, Cep telefonu, vs.) yeni toplumsal ilişkiler ağını ortaya çıkarmaktadır. • Küreselleşme özü itibarıyla kapitalisttir ve eşitsizlik üzerine kuruludur. • Küreselleşmenin hızı, yaygınlığı ve etkisi her geçen gün artmaktadır.
Kyoto Protokolü : Küresel Isınma ve iklim değişikliği ile ilgili uluslar arası anlaşma.
ÜNİTE 07
KALKINMA ve KADIN
FEMiNiST YAKLAŞIMLAR VE KALKINMA: Kalkınmada kadın (WID), liberal feminist yaklaşımı temsil etmektedir. Bu yaklaşım, kadınları homojen bir grup olarak ele almakta ve kadınlar arasındaki sınıfsal, ırksal ve etnik farklılıkları dikkate almamaktadır. Kalkınmada kadın yaklaşımı, kadınların toplum içindeki ezilmişliklerinin ortadan kalkması için; ekonomik ve toplumsal yaşama katılmalarını öngörmektedir.
Ester Boserup’un Ekonomik Kalkınmada Kadınların Rolü adlı kitabı
Kadın ve Kalkınma : Kalkınma ve kadın (WAD), Marksist feministlerin yaklaşımını temsil etmektedir. Bu yaklaşım kalkınma sürecinde kadının konumunu sınıf yapısı ve sömürü ilişkileri temelinde analiz etmektedir.
Toplumsal Cinsiyet ve Kalkınma (1980 li yıllardan sonra): Toplumsal cinsiyet ve kalkınma yaklaşımı, kalkınmada, eşitlik ve toplumsal adaletin sağlanmasında hem kadın hem de erkeğin toplumsal rollerini dikkate alarak birlikte değerlendirmektedir.
KALKINMA POLiTiKALARINDA KADINA YÖNELiK YAKLAŞIMLAR
Kalkınma ve kadın yazınında 1950’li yıllardan günümüze değin uygulanan bu politika ve projeler refah, eşitlik, yoksullukla mücadele, etkililik ve güçlendirme olarak sınışandırılmaktadır.
1. Stratejik toplumsal cinsiyet ihtiyaçlar: Stratejik toplumsal cinsiyet ihtiyaçlar kadınların toplum içindeki ikincil ve eşitsiz konumlarının çözülmesine yönelik talepleri ifade etmektedir. Cinsiyete dayalı işbölümünün ortadan kaldırılması, politik eşitlik, mülkiyet hakkına ve krediye eşit erişim, çocuk doğurma üzerinde özgürce karar verebilme ve kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılmasını, stratejik ihtiyaçlara örnek olarak verebiliriz.
2. Pratik toplumsal cinsiyet ihtiyaçlar: Ev işleri (yemek, alışveriş, temizlik vb), çocuk bakımı, ailenin bakım, sağlık ve temel hizmetlerin sağlanması kadınların yaptıkları günlük işler arasında yer almaktadır. Pratik toplumsal cinsiyet ihtiyaçlar, kadınların yaptıkları bu işlere yönelik çözüm taleplerini içermektedir.
Refah yaklaşımı:, erkeğin iş gücü piyasalarında kapasitesini artırmasına odaklanırken, kadınların konumuysa ev içinde tanımlanmaktadır. Kadınlar kalkınma sürecinde yardım programlarının hedef kitlesidir. Refah yaklaşımı, 1950 ve 1960’lı yıllarda genel olarak gelişmekte olan ülkeler ve özel olarak da kadınlar için uygulanan en eski kalkınma politikasıdır. Refah yaklaşımına göre, kadınların en önemli rolleri annelik ve çocuk yetiştirmektir. Bu yaklaşımda, kadınlar kalkınmanın pasif alıcıları olarak görülmektedir.
Eşitlik Yaklaşımı Eşitlik yaklaşımı, refah yaklaşımının tersine, kadınları kalkınma sürecinin aktif katılımcıları olarak görmektedir. Eşitlik yaklaşımı, kalkınma sürecinde gelişmekte olan ülkelerdeki kadınların konumlarının iyileştirilmesine yönelik; Batılı feministlerin eleştiri ve talepleri etrafında şekillenmiştir. Eşitlik yaklaşımı, kalkınma sürecinde kadınların stratejik, toplumsal, cinsiyet ihtiyaçlarına öncelik vermektedir.
Tinker (1976, aktaran Moser, 1992, s.62) kadınlar üzerindeki olumsuz etkileri olan planlama yanlışlıklarını şöyle özetlemektedir: Birincisi; kalkınma planlamalarında kadınların üretken rollerini kabul edilmediği için bu rollerinden yararlanılmamıştır. ikincisi; kadınlara atfedilen çocuk doğurma ve çocuk bakımı gibi roller güçlendirilerek, kadınlar ev içine hapsedilmiştir. Üçüncüsü; planlama sürecinde Batı temelli değerler, kadınların çalışmalarına uygun olmayan şekilde uygulanmıştır.
Yoksullukla Mücadele Yaklaşımı: 1970’li yıllardan sonra uygulanmaya başlayan yoksullukla mücadele yaklaşımı, kadınların yoksulluğunu kadınların ikincilliği olarak değil azgelişmişliğin bir sonucu olarak görülmektedir. Bu yaklaşım, kadınların üretken rollerine önem vermektedir. Yoksullukla mücadele yaklaşımı, kadınların küçük ölçekli gelir getirici projeler aracılığıyla gelir elde etmelerini hedeşemektedir. Eşitlik yaklaşımının temel politikası, kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğin giderilmesiyken yoksullukla mücadele yaklaşımındaysa kadın ve erkek arasındaki ekonomik eşitsizliği ortadan kaldırılmak istenmesidir.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) yoksullukla mücadelede önerdiği temel politikalardan biri istihdamın artırılmasıdır.
Yoksullukla mücadelede temel ihtiyaçlar stratejileri, gıda, giysi, barınma, yakacak, eğitim, insan hakları gibi temel ihtiyaçların karşılanmasını içermektedir.
ETKiLiLiK YAKLAŞIMI : Etkililik yaklaşımının temel amacı, kadınların işgücü piyasalarına katılmalarıyla; ekonomik verimlilik ve etkinliği artırmaktır. Eşitlilik yaklaşımında kadınların pratik toplumsal cinsiyet ihtiyaçları dikkate alınmaktadır.
Dünya Bankası tarafından uygulanan Yapısal Uyum Politikaları (YUP) : Erkek yanlısı politikalar olmakla eleştirilmiştir.
Güçlendirme Yaklaşımı : Güçlendirme yaklaşımı, kadınların toplum içindeki eşitsiz konumlarının nedeni sömürgecilik ve yeni sömürgecilik ilişkilerine dayandırmaktadır. Kadınların eşitsizlikleri ırksal, sınıfsal ve etnik temelde farklılaşmaktadır. Güçlenme kadınların kapasitelerini artırarak kendilerine olan güvenlerini kazanmak ve bu güveni geliştirmektir. Aynı zamanda, kadınların maddi ve maddi olmayan kaynaklar üzerinde kontrol kazanmasıdır.
Kadınların güçlenmesi için, uzun dönemli stratejiler arasında toplumsal cinsiyet, sınıfsal ve ulusal eşitsizliklerin ortadan kalkması yer almaktadır.
Kısa dönemli stratejiler ise krizlere karşı geliştirilen çözümleri içermektedir
Ancak, güçlendirme yaklaşımı eşitlik yaklaşımından farklı olarak, kadın haklarının gelişimini yukarıdan aşağıya kadınlara verilmesinin aksine, aşağıdan yukarıya kadınların katılımı ve talepleri doğrultusunda oluşturulmasını savunmaktadır.
KADIN VE KALKINMANIN TEMEL KONULARI
1-Yoksulluk: 2- Küreselleşmenin Toplumsal Cinsiyet Boyutu: 3- iletişim ve Bilgi Teknolojileri: 4- Çevre: 5- Erkek ve Erkeklik: 6- Şiddet: 7- HIV/AIDS:
ÜNİTE 08
Türkiye’de Toplumsal Değişme
TÜRKiYE CUMHURiYETi’NiN KURULUŞUNUN DÖNÜŞÜMSEL TEMELLERi
Emre Kongar (1992, s.484), Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun arkasında yatan nedenleri ideolojik olarak değerlendirir.
Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecindeki Osmanlı toplum yapısı “Yarı - Sömürgeleşmiş Toplum” yapısıdır.
Taner Timur’a göre hem Kurtuluş Savaşı hem de Türk Devrimleri Osmanlı Devleti’nden toplumsal, ekonomik ve siyasal anlamda köklü bir kopuşun kaynaklarını oluşturmuştur.
Türkiye’de Kapitalizmin Tarihi: “Korkut Boratav : 20. Yüzyıl Türkiye iktisat tarihi, aynı zamanda Türkiye’de kapitalizmin gelişiminin tarihidir” Kapitalist bir toplumsal sistemin yerleşmesinin yaygın önkoşulu olan ve hem siyasi iktidar hem de üst yapı sorunlarını çözen burjuva devriminin Türkiye’de başlangıç yılı 1908’dir. Kemalist devrim, 1908 devrimini tamamlayan ikinci dalga olarak değerlendirilmektedir.
Birinci olarak “milli mücadele, cumhuriyetin kuruluşu ve bu kuruluşu izleyen üstyapı devrimleri ulusal kapitalist gelişmenin önkoşulu olan siyasi bağımsızlık sorununu radikal bir biçimde çözmüştür”. İkinci olarak saltanat ve hilafete son verilerek eski rejimin siyasi kurumları tasfiye edilmiştir. Üçüncü ve son olarak da kapitalizmin hukuki ve kurumsal üstyapısının ana unsurları inşa edilmiştir.
Türkiye’de ulusal ekonomi oluşturma süreci 1930 sonrasında başlar. (1929 ABD Büyük Buhran Sonrası) . 1960’lı ve 1970’li yıllar sanayileşmenin önce yaygınlaştığı, sonra derinleşmeye başladığı bir dönemi ifade eder.
Batı Anadolu ve Marmara Bölgelerinde 1913 ve 1915 yılları arasında aşağıdaki fabrikalar vardır: 20 un değirmeni, 2 makarna, 6 konserve, 1 bira fabrikası, 2 tütün mağazası, 1 buz, 3 tuğla, 7 kutu, 2 yağ, 2 sabun, 2 porselen imalathanesi, 11 tabakhane, 7 marangoz ve doğrama atölyesi, 7 yün, 2 pamuklu iplik ve dokuma, 36 ham ipek, 1 ipekli dokuma ve “sair” dokuma fabrikası, 35 matbaa, 8 sigara kağıdı, 5 madeni eşya ve 1 kimyasal ürün fabrikası (Boratav. 2003,
Boratav’a göre Türkiye’de ulusal bir ekonomiye dönüşümün koşullarını Birinci Dünya Savaşı hazırlar. 1920’li yılların başında “büyük bir hububat alanı olan iç Anadolu’dan İstanbul’a buğday nakletmek, New York’tan ithal etmekten %75 daha pahalıydı. Bu nedenle İstanbul, hububat tüketimini büyük ölçüde Avrupa ve Amerika kaynaklı unlardan sağlıyordu”. Boratav’a göre Meşrutiyetten sonra egemen olan “Milli İktisat” görüşü 1923’ten sonra da egemen görüş olur. Bu görüşe göre modernleşmenin ve kalkınmanın en önemli mekanizması “devlet desteğiyle bir yerli ve milli burjuvazi yetiştirilmesi” olarak görülür. (1924 yılında kurulan iş Bankası)
Kadro Hareketi tarafından belirtilen stratejinin 30 yıl sonra “Bağımlılık Okulu” tarafından “dünya ekonomik buhranlarının az gelişmiş ülkeler için sanayileşme fırsatları olduğu” tezinin ileri sürülmüştür.
Kapalı Ekonomi ve Devletçilik: Çağlar Keyder’in (1992a, s.46) bir dönüm noktası olarak gördüğü 1929 ile birlikte ekonomi ‘merkezi otoritenin siyasi denetimine’ girer. Dolayısıyla 1920’lerde serbest ekonomide egemenlik kuran ticaret burjuvazisi artık merkezin ona sağlayacağı kaynakların beklentisi içerisine girer. 1930’larda başlayan devletçilikle birlikte ekonominin yapısının, iç piyasanın egemen olduğu bir yapıya dönüşmesi “ulusal iktisadi kalkınma kuramı” oluşturma çabalarına eşlik eder.
1929 ekonomik krizi ‘bağımlı ve azgelişmiş ülkelerde kendi özgül dinamikleriyle ulusal sanayileşme olanaklarını yaratır’. Bu 1950 sonrasında “Bağımlılık Okulu” olarak geniş bir yankı uyandıran görüşün en temel tezidir.
1932 yılında ‘devletçi uygulamalara ani bir geçiş’ söz konusuyken 1933 ve 1939 yılları arasında devlet “yatırımcı, işletmeci ve denetleyici” yönüyle ekonomik hayata önemli ölçüde egemen olur(Boratav)
“Dört yılda beş yıllık plan” sloganıyla uygulamaya konan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı, Sümerbank eliyle uygulamaya çalışılır.
1935 yılında Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü, Elektrik işleri Etüd idaresi araştırma kuruluşları olarak proje geliştirmek üzere, Etibank ise maden çıkarımı ve elektrik üretimiyle ilgili projelerin finansman ve uygulama kuruluşu olarak kurulur.
Boratav’ın 1930’lu yıllarda ki işçi sınıfı ile ilgili çözümlemesine göre, tarımdan ve kırsal kesimden gelen köylüler sınai işçilerinin sayısını arttırır. Sanayi kesimine gelen bu işçilerin ‘eski köylüler’ olarak hayat düzeyleri yükselirken ‘yeni işçiler’ olarak ücretleri önceki işçilerin ortalama ücretlerinin altına düşer. Ortalama reel ücretlerin düşmesine rağmen hiçbir grubun durumu mutlak olarak bozulmaz.
Sanayide ilk büyük atılımın yapıldığı yıl olan 1934’te Kayseri Dokuma Fabrikası, İzmit Kağıt Fabrikası, Paşabahçe Cam, Keçioğlu Kükürt, Isparta Gülyağı fabrikasının temelleri atılır ve Bakırköy Bez Fabrikası açılır. Karabük Demir Çelik işletmesi , Sümerbank dokuma fabrikaları (1937),
İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye: 1940-1945: Dünya tarihinde önemli sosyal ve ekonomik dönüşümlere yol açacak olan ikinci Dünya Savaşı’na girmeyen Türkiye’de ‘ithalat yarı yarıya düşer, buğday üretimi %50 geriler ve sanayi yatırımları ertelenir’. Dolayısıyla bu dönem bir Kesinti Dönemi olarak adlandırılır. 1940 Milli Koruma Kanunu, ‘devletin iç ve dış ticarette denetimi arttırmak için Ticaret Ofisi ve İaşe Müsteşarlığı kurulur.
Şükrü Saraçoğlu ise Temmuz 1942 yılında iktidara gelir. Saraçoğlu “piyasa üzerindeki denetim mekanizmalarını kaldırır, hububat alım fiyatları yükselir, iaşe müsteşarlığı lağvedilir, gıda maddelerindeki fiyat denetimleri kaldırılır”. Bu da çiftçi ve tüccar kazançlarını arttırır. Yukarıda bahsettiğimiz vurguncuları vergilendirmek, Karabük Demir Çelik işletmesi, Türkiye’nin bu dönemdeki sanayileşme çabalarının önemli bir sembolü olarak değerlendirilir. İşletme kurulmadan önce küçük bir köyden ibaret olan Karabük, sosyal tesisleri, spor alanları, tiyatro binası ve parkları ile genç Cumhuriyetin yeni bir ülke ve yeni bir insan yaratmak” hedefiyle ortaya çıkan sosyokültürel politikaların hayata geçirilmesinin önemli bir örneğidir (Engin)
Sümerbank dokuma fabrikaları arasında en ünlüsü olan Nazilli Basma Fabrikası 9 Ekim 1937’de Mustafa Kemal Atatürk tarafından açılır.
Milli Koruma Kanunu işgücünü denetleyen hükümler (ücretli iş yükümlülüğü, çalışma süresinin uzatılması ve ücret sınırlaması) başta olmak üzere, hükümetlere ‘özel işletmelere geçici el koyma yetkisi’, ‘ithalatta ve iç ticarette azami ve ihracatta asgari fiyatları saptama’ ve ‘temel malların vesikayla dağıtılması’ yetkisini veren bir kanundur.
Aşırı kazançları ve enflasyonu engellemek için 1942’de Varlık Vergisi Kanunu çıkarılır. Esas olarak ticaret burjuvazisini daha sonra çiftçi, esnaf ve ücretlileri hedefleyen ve yalnızca bir kere uygulanan bu vergi ‘oransız ölçüde’ gayri Müslimlerin üzerine yıkılır. Ellerindeki mallarını yok pahasına Müslüman burjuvaziye satmak zorunda kalırlar. Bu vergiye itiraz hakkı olmadığı için vergi borçlarını bir ay içerisinde ödemeyenler, öncelikli olarak kamplara, çalıştırılmak üzere Aşkale’ye gönderilirler. Sonuçta, Varlık Vergisi Kanunu ile tahsil edilen verginin yarıdan fazlasını azınlıklar ödemiştir.
Bu dönemde tarım kesimiyle ilgili iki önemli gelişme yaşanır: ilk olarak Maarif Vekili Hasan Ali Yücel ve ilköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un önderliğinde 1940 yılında kurulan Köy Enstitülerinde yoksul köy çocukları ‘hem eğitim alanında, hem de kırsal yapıyı modernleştirecek aktif aktörler olarak’ köylere yerleştirme planını içerir. Bir diğer gelişme ise Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’dur. Bu kanun 1945 Toprak Reformu yasası olarak da geçer.
Çok Partili Dönem ve Köylülüğün Değişim Rolü: Boratav bu dönemi ‘dünya ekonomisiyle farklı bir eklemlenme denemesi’ olarak ele almaktadır. Zira “kapalı, korumacı, dış dengeye dayalı ve içe dönük iktisat politikaları adım adım gevşetilir; ithalat serbestleştirilerek büyük ölçüde arttırılır; kronikleşmeye başlayan dış açıklar nedeniyle dış yardım, kredi ve yabancı sermaye yatırımlarıyla ayakta duran bir ekonomik yapı yerleşir”.
CHP iktidarı altında egemen sınıfın ‘yüksek bürokrasi ve siyasi kadrolarla içli dışlı olmuş çıkar grupları ve burjuva klikleri ve Anadolu kökenli ticaret sermayesinin” savaş ekonomisi uygulamalarından çıkar sağladıklarını yazar. Dolayısıyla 1945 sonrasında birinci grup Demokrat Parti hareketini örgütleyip desteklerken, ikinci grup CHP iktidarına bağlanır. Bu ikinci grup CHP içerisin de “ Köy Enstitülerinin çökertilmesi, üniversitede tasfiye ve savaş sonunda filizlenmeye başlayan ilerici, solcu ve demokrat oluşumları” ezmeye girişti ve başarılı oldu.
1947 yılında başlayan Marshall Yardımı, Türkiye ekonomisine, dünya ekonomisi içerisinde piyasanın dayattığı işbölümü içerisindeki rolünü gerçekleştirmesine yardımcı olur. Dolayısıyla 1950 yılında 15.000 olan traktör sayısı, 1955’te 40.000’e ulaşır. Dahası bağımsız toprak sahiplerinin sayısında önemli bir artış gerçekleşir
Keyder’e göre Demokrat Parti’nin 1950’de iktidara gelişi “Türkiye tarihinde seçkinler yönetiminden tam sınıf yönetimine ve bir kapitalist gelişme kalıbından bir başkasına, belirleyici bir kayma olarak görmek mümkündür”
1945 Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ve 1950’lerde ki gelişmelerle küçük meta üretiminin yerleşmesi, tarımda Türkiye’deki kapitalist dönüşümün kapısını kapatır.
1973 yılındaki çalışmasında ibrahim Yasa, 1950 yıllarında başlayan ekonomik ve teknolojik gelişmelerin, sanayileşme ve kentleşme süreçlerinin toplumsal yapıda değişmelere yol açtığını belirtir. (Yasa, 1973, s.183). Yasa’ya göre köyler Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik yapısında önemli bir yer tutmaktadır ve köyler bir geçiş dönemi içerisinde yer almaktadır.
Genel olarak bakıldığında 1923-1960 yılları arasındaki dönemde ekonomik ve toplumsal değişmelerin en çok 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra gerçekleştiğini söyleyen Yasa’ya göre toplumsal değişmede “toplumun kendi iç devinimleri, yani, nüfus ve üretimin artışı, bu artışların yarattığı baskılar büyük rol oynar”
iTHAL iKAMECi SANAYiLEŞME DÖNEMi: ithal ikameci sanayileşme, Birinci Beş Yıllık Plan’ın (1963) açık stratejik tercihi olarak, 1971 yılına kadar %9 bir büyüme hızı gösterir ithal ikameci sanayileşme sürecinde devlet, uluslararası ekonomiyle ulusal ekonomi arasında bir köprü işlevi görmekle kalmaz, bu duruma uygun ‘iç ekonomi politikası’ oluşturulur. Bu dönemde dünya ekonomisine Keynes’cilik damgasını vurur. Azgelişmiş ekonomiler kronik dış açıklarını resmi kaynaklardan gelen kredilerle kapatırlar. Böylece Türkiye ekonomisinin ithal bağımlılığı kronik hale gelir ve bu da ihracatın ihmal edilmesine yol açar (Boratav)
Kalkınma Temelli Bir Azgelişmişlik Tartışması :
Yön Devrim Hareketi Doğan Avcıoğlu önderliğinde ‘1961-1967 yılları arasında yayınlanan Yön ve 1969-1971 arasında yayınlanan Devrim dergisi etrafında örgütlenen bir aydın hareketidir’. Avcıoğlu, Yön ve Devrim yazarlarına göre ülkenin sorunlarının odağı kalkınma sorunudur. Tüm sorunların temelinde azgelişmişlik olgusunu görürler.
Milli Demokratik Devrim (MDD) Hareketiyse 1960’ların ikinci yarısında Yön Hareketinden kopar, Kemalizmi bir çıkış noktası olarak ele alıp “günümüzün gerçekleri ışığında” ondan yararlanılması gerektiği düşüncesine sahiptir. Türkiye’yi yarı-sömürge ve yarı-feodal olarak değerlendirerek, egemen sınıfların en güçlüsü olan işbirlikçi sermayenin gerçek sanayileşmeye ve gerçek iktisadi kalkınmaya karşı olduğu düşüncesine sahiptirler
Üretken Olmayan Faaliyetlerin Artması : Sanayi burjuvazisi artı-değer oranını yükseltmek ve sermaye-işgücü ilişkisini lehine çevirmek için, darbe çağrılarını 1979 yılından itibaren başlatırlar. Zira “sendikaların disiplin altına alınması ve sermaye için gerekli güven ortamının yeniden yaratılması” gerekmektedir (Boratav, 2003, s.146). 12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbeyle sivil rejime ara verilir. Bu nedenlerden dolayı Boratav, 1980 sonrası dönemi sermayenin karşı saldırısı olarak değerlendirir.
GERiYE DÖNÜŞÜ OLMAYAN DEĞİŞİM: NEO LiBERAL POLiTiKALAR
1980 yılının başlarında aşırı derecede bozulan döviz durumu nedeniyle IMF (Uluslararası Para Fonu)’nin neo-liberal ekonomik programı 24 Ocak 1980’de yürürlüğe girer. Talep üzerine, öncelikli olarak, hemen devalüasyon yapılır. 24 Ocak kararları ile ekonomiye damgasını vuran iktisat politikalarının temel unsurlarının başında kambiyo ve ticaretin liberalleştirilmesi gelir. ihracat pahalı döviz, ucuz kredi ve vergi iadesi gibi teşviklerle ulusal öncelik haline gelir. Yabancı sermayeye kolaylık sağlandığı gibi, sosyal hizmet harcamaları kısıtlanır, fiyat kontrolleri ve temel malların çoğunda sübvansiyonlar (desteklemeler) kaldırılır.
24 Ocak kararları diye anılan ve Türkiye’nin IMF’nin liberal ekonomik programını uygulamaya başlaman önce iktidarda olan Süleyman Demirel hükümetinin programı, “Özal’ın ve sermaye çevrelerinin 24 Ocak kararları doğrultusundaki taleplerini sistemli ve sürekli olarak ‘emek aleyhtarı’ bir doğrultuda uygulamanın ve geliştirmenin araçlarından yoksundu”. işte 12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbe, 24 Ocak programının önündeki bu engeli kaldırmış, “sermayenin karşı saldırısını işgücü piyasasını “askeri” bir denetim altında tutarak gerçekleştirmiştir”.
Türkiye’de ilk olarak 1980 ve 1985 yılları arasında kırsal nüfus mutlak olarak azalmaya başlar ve kırsal yoksulluk derinleşir. Gayri safi milli hâsıla içerisinde tarımın payı göreli olarak azalırken sanayinin artması gereken payı istenen gelişmeyi göstermez ve Türkiye üretimden kopuş noktasına gelir.
Uluslararası işbölümü ve Türkiye: 1989-2007 : 1990’larla birlikte uluslararası işbölümü, azgelişmişliğin sürekli azgelişmiş kalması ve gelişmiş olanında ilerlemesi üzerine kurulmuştur. Bu dönem için Boratav iki öğeden bahseder: Birincisi askeri rejimin getirdiği siyasi yasakların kaldırılarak 1980 öncesinin köklü partilerinin siyasete geri dönmesidir. İkinci öğeyse 1989 yılında sermaye hareketleri üzerindeki kısıtların kalkmasıdır. 1995 yılında Avrupa Birliği ülkeleriyle gümrük birliğinin gerçekleştirilmesidir ve bu da dış ticaret politikalarındaki liberalleşmenin son durağı olur.
Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi ve Batı Kapitalizmi: Türkiye’de kapitalizmin gelişmesi ve yerleşmesi 1908’den başlayarak 2005 yılına kadar sürer. Türkiye’nin batıdaki gelişmeyi izleyerek burjuva demokrasisine geçemeyişi milli burjuvazinin bir sınıf olarak tarih sahnesine geç çıkması nedeniyle, cılız kalmış, “sınıfça üstlenilmesi gereken tarihi misyon, hep başka sınıf ve tabakalara devretmiştir.”
Ayrıca Türkiye de Burjuva Demokrasisine karşı Parlamenter Popülizm uygulanmıştır.
Modernite ve Kapitalizm
- Aydınlanma: 17. Ve 18. Yüzyılda Avrupa’da ortaya çıktı.
- Aydınlanma Düşünürleri: Thomas Hobbes, john Lucke, J.J.Rousseau, David Hume
- Bilimsel Devrim: Isaac Newton la başlar.
- Fransız Devrimi: 1789
- Endüstri Devrimi: 18. Yüzyıl sonları İngiltere’de başlar.
- Modernite: aydınlanma düşüncesi ve devrimlerle Avrupa da başlayan, toplumsal, politik ve ekonomik değişimi ifade etmektedir. Temel niteliklerini, bilim, ilerleme, nesnellik ve evrensellik oluşturur.
Modernizm: 19.yüzyılın sonlarında, özellikle sanat ve kültürel alanlarda meydana gelen değişimleri içeren hareket.
Modernleşme: Geleneksel toplumların modern toplumlara dönüşme sürecinde, toplumsal, politik ve ekonomik aşamalardı ifade eder.
Kapitalizm: merkezinde özel mülkiyete dayalı sermaye ve ücretli emek arasındaki ilişkinin yer aldığı bir meta üretim sistemi.
Endüstrileşme: modern toplumlarda muazzam derecede büyük bir servet yaratma kapasitesi sağlamış üretim yöntemleri.
Birinci Dünya Ülkeler: Abd, batı Avrupa
İkinci Dünya Ülkeleri: Sovyetler , Doğu Almanya, Polonya vs. Doğu Avrupa ülkeleri
Üçüncü dünya ülkeleri: Hindistan, Afrika, Güney Amerika.
Kapitalizmin sahip olduğu kurumsal özellikler:
- Kapitalist girişimcilik 2) Ekonomik alanın diğer alanlardan ayrı tutulması 3) siyaset ve ekonominin birbirinde ayrılması 4) Devletin özerkliği, sermaye birikimine karışmaması
Demir Kafes Tanımı. Max Weber. Bürokratik rasyonellik için.
Postmodernite: aydınlanma projesine tepki olarak gelişen ve dünyayı kapsayıcı ve evrensel kuramlara açıklayan söylemlere karşı çıkan bir düşünce biçimi. Dünyayı essas olarak parçalı ve belirlenemez olarak görmektedir. Heterojenliği ve farklılığı, özgürleştirici güçler olarak ön plana çıkarır. Yenir bir döneme geçildiğini ifade eder.
Jurgen Habermas ve Ellen M.Wood postmoderniteye karşı çıkar, moderniteyi savunur.
ÜNİTE 02
Klasik Toplumsal Değişme Kuramları
Max Weber(1864): Metodolojisinde “Anlama” en önemli kavramdır. Sosyolog anlama sürecine girmelidir. Açıklama ve Anlamayı birleştirmeye çalışır.
- Değerden arınık terimi: araştırmacını kişisel değer ve ekonomik çıkarının analiz cinin etkilememesi.
- İdeal Tip Kavramı. (Etik ve Ruh kavramlarını ideal tipler olarak ele alır.) Kapitalist Ruh, Bürokrasi, Protestan Ahlak, Kapitalizm
- Protestan Etik ve Kapitalizmin Ruhu kitapı(1904), Ekonomi Toplum Kitabı(1921)
Değere Yönelik Rasyonel Eylem: A- duygusal Eylem b- Geleneksel Eylem
Otorite: 1- Rasyonel- Yasal otorite(Bürokrasi vs) 2- Geleneksel otorite 3- Karizmatik Otorite
İdeal Tip olarak bürokrasinin işleyişi: 1- İnsanlar konumlarını bilgileri ve deneyimleri temelinde elde ederler. 2- İtaat herkese aynı biçimde uygulanan kurallara bağlıdır. 3- Kişisel ve Resmi işler birbirinden ayrılmıştır. 4-Otoritenin sınırları açık ve nettir. 5- görevde uzmanlaşma yüksek düzeydedir.
KARL MAX
Marx a göre eğer insanlık kendi tarihini yazacaksa, insanlık tarihi insanın doğayı egemenlik altına alması ile birlikte kendini değitirmesidir.
Kapitalizm: artı değere dayanan sermaye birikimi.
Eserleri: Kapital, Yahudi sorunu Üzerine, Hegel in doğruluk Felsefesinin eleştirisine giriş, Kutsal aile
Praxis: İnsan etkinliği demektir.
Marx Temel Üretim tarzları: 1- İlkel Komünal toplum, 2- Antik Toplum , 3- Feodal Üretim Biçimi 4- Kapitalizm 5- Asya Tpi Üretim Tarzı
Marx kapitalizme genelleştirilmiş mal üretimi sistemi adını verir. Bu sistem içerisinde emeğin ürünleri pazarda alınıp satılan meta biçimini alır. Piyasa fiyatları ise değerlerine göre değişir. Değer ise onları üretmek için toplumsal açıdan gerekli emek zamanıdır. Kapitalist üretim biçimi, doğrudan üreticilerin üretim araçlarından ayrılmasını ön koşul olarak kabul eder.
Değişim Değeri: malın pazardaki para değeri Kullanım değeri:
Yabancılaşma, özel mülkiyeti ve devleti ortaya çıkarır. İşçinin ürettiğine yabancılaşması.
Üretim Tarzı: doğanın dönüşümü için üretim güçlerini örgütleyen toplumsal ilişkiler sistemi.
ÜNİTE 3
TOPLUMSAL DEĞİŞME KURAMLARI 2
Erken dönem işlevselci kuramlar/ Evrimci Kuramlar
Comte: Toplumsal Statik: Hem bir toplumun belli bir zamandaki yapısını anlamak hem de toplumu bir arada tutan fikir birliğinin öğelerini çözümlemeye çalışır.
Toplumsal Dinamik: Toplumsal değişmeyi açıklayabilmek için insan toplumlarında art arda gelen ve zorunlu ereler olarak kabul ettiği değişimi anlatan Toplumsal Dinamik kavramı.
Spencer: Toplumsal Değişimi evrimci Doğal Seleksiyon kuramından faydalanarak açıklar.
Emile Durkheim: Toplumsal değişimin iki aşaması vardır.
- Mekanik Dayanışma: İlkel toplumlarda. İnanç ağırlıklı, bireysel haklar yoktur.
- Organik Dayanışma: Gelişmiş toplumlar. Bireyler arası karşılıklı bağımlılık, farklılaşmış top, vs
- Bütünlük 2- Evrenselcilik, 3- Gizil Güç, 4- Gerekircilik, 5- Toplumsal değişikliklerin Dereceli oluşu, 6- Yönleme(Gelişmenin döngüsel değil doğrusal yön izlemesi), 7- İndirgeme
Talcot Parsons: Dört çeşit toplumsal süreç vardır:
- Denge Durumu: a- İntertia ilkesi, b- Eylem ve Karş. ey. İlk. c- Çaba İlk. , d- Sistem-Bütünleşme İ
- Yapısal Değişim, 3- yapısal Farklılaşma, 4- Evrim
- Etkinlik yada edilgenlik 2- Bireycilik yada Kolektivizm 3- Evrenselcilik yada Partikülarizm 4-Atfetme yada Başarı 5- İşlevsel Özelcilik yada İşlevsel Yayılmacılık
- Evrenselci – Başarı odaklı, 2- Evrenselci – Atfetme Odaklı 3- Partikülaristik(Yerelci) – Başarı Odaklı , 4- Partikülaristik – Atfetme Odaklı
- Yapısal Ortam 2- Güçlü dğeişme Dürtüsü, 3- Değişim için harekete geçmek, 4- Toplumsal kontrol
- Geleneksel Toplumlar, 2- Ekonomik gelişmenin ön şartları, 3- Ekonomik kalkış aşaması, 4- Olgunluk Dönemi , 5- Üst seviyede kitle tüketimi
McClelland: Modernleşmede Başarı İhtiyacı denilen kişisel dürtünün önemli olduğu savunur.
Lenner: 1950 li yıllarda Ankara Balgat ta toplumsal değişmeyi çalışan sosyal bilimci
ÜNİTE 04
MARKSİST GELİŞME KURAMLARI
Rudolf Hilferding: Finans Kapital eseri(1910). Mali sermaye özgürlük değil egemenlik ister.
Lenin: Lenin emperyalizmi, temel olarak ekonomik bir olgu olarak tanımlar ve kapitalizmin belirli bir aşamasını oluşturduğunu iddia eder. Emperyalizm kapitalizmin en yüksek aşamasıdır. Lenin’e göre emperyalist yayılmacılığın temel nedeni, Tekelci firmaların kâr oranlarını artırmak için sermayelerini dünyanın başka bölgelerine ihraç etmeleridir.
Rosa Lüksemburg(1871-1919) Doğal Ekonomi: Kendine yeterli, üretimin ihtiyaçlara göre yapıldığı, tarımla endüstrinin ayrışmadığı toplumları ifade eder. Emperyalist yayılmacılık sonucunda bütün doğal ekonomilerin ortadan kalkmasının kapitalist ekonomilerin çöküşüne neden olacağını iddia eder.
Bağımlılık Okulu’na göre azgelişmişlik merkez ve çevre ülkeler arsında kurulan bağımlı ilişkiden kaynaklanmaktadır.
Modernleşme Okulu, gelişememenin önündeki engeller geleneksel olan değerlerdir ve gelişmiş, modern toplumlar geleneksel toplumların gelişmesi için model oluşturur ve onları destekler
ECLA’ya göre azgelişmiş ülkelerin kalkınmasını engelleyen en temel faktör serbest ticaret olgusudur.
ECLA’nın Latin Amerika’nın azgelişmişliğini ortadan kaldırmak için önerdiği yapısal değişim programı ithalata dayalı sanayileşme modelidir.
Paul Baran: Büyümenin Ekonomi Politiği eseri
Anre Gunder Frank: “Metropol – Uydu Modeli” . Bağımlılık okulu temsilcisi.
Arghiri Emmanuel: “Eşdeğer olmayan değişim” çevre ülkelerde üretilen ekonomik artığa el koymanın gizli bir mekanizmasıdır.
Fernando H. Cardoso (1931- ) “Bağımlı Gelişme” merkez konumundaki kapitalist ülkelerin ihtiyaçları
çerçevesinde bazı sektörlerde görülebilen gelişmeyi ifade eder
Theotonio dos Santos : Bağımlılık, “Eşitsiz Gelişme” ve “Bileşik Gelişme“ sonucunda ortaya çıkan bir durumdur. Merkez ve çevre ülkeler arasındaki ticaret azgelişmişliğin neden olan temel mekanizmadır.
Hettne: Akademik Emperyalizm kavramı
DÜNYA SiSTEMİ KURAMI : Immanuel Wallerstein Dünya tarihinde üç tane üretim biçimi görülür:
- Mini Sistemler, 2- Dünya imparatorlukları , 3- Dünya Ekonomileri
Eklemlenme Kuramı: (Barbara Bradby, Pierre-Philippe Rey, Charles Bettelheim, Wolpe) Az gelişmişliği anlamak için Toplumsal Formasyon kavramını kullanır. Toplumsal Formasyon: Birden fazla üretim biçiminin birbirlerine eklemlenerek bir arada bulunduğu yapıyı ifade eder. Azgelişmiş ülkelerin sömürülmesinde temel önceliğin uluslararası pazar ilişkilerine verilmesini eleştirmektedir
Eklemlenme kuramcılarından Charles Bettelheim, toplumsal formasyonları birçok üretim biçiminden oluşan karmaşık bütünlükler olarak tanımlar.
ÜNİTE 05
Marksist Gelişme Kuramları 02
Düzenleme Okulu: Kapitalizmin gelişme evrelerini farklı sermaye birikim rejimleri temelinde analiz etmektedir. Kapitalizm farklı birikim rejimleriyle varlığını sürdürmektedir. Her bir birikim rejimine denk düşen farklı düzenleme tarzları vardır.
Fordizm, birbirine bağlanmış üretim hatlarından oluşan ve işçi sınıfının kitlesel tüketimine dayanan bir birikim rejimidir.
Düzenleme kuramının birinci soyutlama düzeyi, kapitalist üretim tarzı ve kapitalist üretimin genel yasalarını içermektedir. ikinci soyutlama düzeyinde, kapitalist gelişme aşamaları incelenir. Üçüncü soyutlama seviyesinde toplumsal formasyonlar incelenir.
Düzenleme kavramı, kapitalist sistemin bir bütün olarak işleme biçimini, toplumsal ilişkilere denk düşen ekonomik süreçlerin, yapıların ve kurumsal biçimlerin bütünlüğünü anlatmaktadır.
Birikim Rejimi, “kapitalist gelişmenin farklı var olma biçimlerini yansıtan kapitalist aşlamalar (dönemler) arasındaki ayrımları, düzenleme biçimi farklılıklarını” incelemek için kullanılan kuramsal bir kategoridir.
Düzenleme tarzı, “farklı kapitalist gelişme aşamalarında var olan birikim rejiminin istikrarını ve yeniden üretimini sağlayacak koşulların (üretim ilişkilerinin, toplumsal yapıların, toplumsal kurumların ve normların) bütününü oluşturur”
İktisadi krizler : Ekonomik faaliyet düzeyinde iniş çıkışları ifade eder.
Yapısal krizlerse (büyük krizler): Düzenleme tarzının birikim rejiminin devamını sağlayamadığı durumları anlatır.
Kapitalist gelişmenin aşamalarını De Vorey’e dayanarak
• 19. yüzyılın ortasına kadar süren dönem: kapitalist üretim tarzının yerleşmesi ve ilk birikim.
• 19. yüzyılın ortalarından Birinci Dünya Savaşı’na kadar süren dönem: yaygın birikim rejimi ve rekabetçi düzenleme tarzı.
• İki dünya savaşı arasını kapsayan geçiş dönemi: yaygın birikim rejimi ve rekabetçi düzenleme biçiminden bir sonrakine geçişin krizleri ve dönüşümleri.
• İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem (Fordizm dönemi): yoğun birikim rejimi ve tekelci düzenleme biçimi. Bu da kendi içinde ikiye ayrılmaktadır: Fordizmin yükselme dönemi ve 1960’ların ikinci yarısından sonraki Fordizmin krizi.
Mutlak “Artı Değerin” elde edilmesi, çalışma saatlerinin uzatılması ya da ücretlerin düşürülmesiyle, Nispi Atı Değerin” elde edilmesi üretimin yoğunlaşması ve üretimin niteliğinin arttırılmasıyla (bilimsel ve teknolojik yöntemlerin kullanılmasıyla) sağlanmaktadır.
YAYGIN BiRiKiM REJiMi : 19. yüzyılın ortalarından Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan kapitalist gelişme yaygın birikim rejimi olarak isimlendirilmektedir. Birinci Dünya Savaşı ile ikinci Dünya Savaşı arasındaki dönem yaygın birikim rejiminin kriz aşamasıdır. Yaygın birikim rejiminin en önemli ayırıcı özelliği “Mutlak Artı Değer” üretimidir. İlerlemiş teknolojiyle verimlilik artışı yerine, var olan teknolojiyle verimlilik artışı sağlanmaktadır.
Taylorizm (Frederick Winslow Taylor): 1880 – 1890 yılları arasında ortaya çıkmıştır. Taylor “Bilimsel Yönetimin İlkeleri” (1911) kitabı. Taylorizm, kafa ve kol emeğinin ayrıldığı, yapılacak her işin önceden en ince ayrıntısına kadar belirlendiği, işlerin sıkı denetim ve kontrol altında tutulduğu, işçilerin her türlü beceriden, üretimin bilgisinden koparıldığı ve işçilerin yabancılaştığı bir örgütlenme sistemidir.
Taylorizm’in yönetim anlayışının 3 aşaması: 1- İşin tasarımı, 2- İşin yapılışının kontrol edilme biçimi , 3- Kontrol biçiminin içerdiği istihdam ve ücret politikası.
Taylor’un geliştirdiği bilimsel yöntemin altındaki temel anlayış şunlardır:
• Emek süreci işçilerin becerilerinden tamamen arındırılmıştır. • Kafa ve kol emeği birbirinden ayrılmıştır.
• işçilere, sadece basit parçalara ayrılmış iş sürecindeki işlerin nasıl ve ne kadar sürede yapılacağı talimatı verilmektedir. • Üretim bilgisi tümüyle yönetimde toplanmaktadır. • Yapılan her işin denetimi ve kontrolü sağlanmaktadır.
Yaygın Birikim Rejiminin Krizi, aşırı üretimden kaynaklanan ve tüketim eksikliği olarak ortaya çıkan bir mutlak artı değer krizi olarak tanımlanmaktadır.
YOĞUN BiRiKiM REJiMi: FORDiZM (Gramsci – Kavramı ilk kullanan): Düzenleme Kuramı, “fordizm” kavramıyla İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki kapitalizmin kapsamlı dönüşümünü anlatmaktadır. Kavram, “yoğun birikim rejimi kavramını ve buna tekabül eden tekelci düzenleme biçimi kavramını beraberce içerir”
Emek sürecinin üç temel unsuru, bir amaca yönelik insan eylemi (emek), işin nesnesi (üretilecek olan şey) ve üretim araç ve gereçlerini içermektedir.
Keynesçilik, ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra yoğun birikim rejimin sağladığı üretim artışına karşılık; gerekli tüketim talebi yaratmak için uygulanan politikalar (tüketim artırıcı) için kullanılmaktadır.
Fordizmin krizi, özünde kar haddinin düşme eğilimine dayanmakta ve krizde üretim süreci belirleyici rol oynamaktadır. Üretkenlik artışındaki düşüşler, tüketicilerin satın alma gücündeki azalma, durgunluğa neden olmuştur.
YALIN (ESNEK) BiRiKiM REJiMi: POST-FORDiZM (1970 krizi sonrası)
yeni birikim rejiminin özellikleri : • Yeni iletişim teknolojileri temelinde üretime geçiş: • Hizmet sektörünün artan biçimde yeni teknolojiler temelinde endüstrileşmesi: • Tarımın endüstrileşmesi: • Üretkenlik ve kitlelerin gelirlerinin birbirinden ayrılması: • Ücretlerle iş arasındaki ilişkinin parçalanması:
Düzenleme rejimindeki değişikliklerse şunlardır: Küçük işletmelerin yaygınlaşması. • Sosyal güvenlik sistemlerinin parçalanması. • Sendikaların zayışaması, işsizliğin artması, istihdam biçimlerinin düzensizleşmesi ve işçi sınıfının kendi içinde farklılaşması (heterojenleşme).
Suğur’a (1999, s.139-143) göre, post-fordist koşullarda gerçekleşen yeniden yapılanma süreci şunları içermektedir:
• Taleplerde farklılaşma: • Üretimde farklılaşma: • Esnek üretim: • Küçük ölçekli üretim: • Üretim sürecinde yatay işbölümü ve yönetsel âdem-i merkezileşme: • iş ve işgücü istihdamının esnekliği
Post-Fordist üretim organizasyonundaysa, hatalı ürün ortaya çıkmadan ya da hatalı ürünü önlemeye yönelik “Toplam Kalite Kontrol” ve “Kalite Kontrol Çemberi” gibi sistemler geliştirilmiştir.
ÜNİTE 06
TOPLUMSAL DEĞİŞME ve KÜRESELLEŞME
Küreselleşme : Yeni dünya düzeni soğuk savaş sonrasında ABD’nin, dünya ölçeğinde çok yönlü siyasal yapıyı kendi kontrolü altında tutma ve kendi çıkarlarına göre küresel ekonomik ilişkileri düzenlemeye çalışma çabasına ver. addır. Uluslararasılaşma: Ülkeler arasındaki ekonomik, siyasal ve kültürel ilişkilerin artması ve yaygınlaşması olarak tanımlanabilir.
Anthony Giddens: Zamansal ve Mekânsal Boyutta Küreselleşme
Giddens’a göre modern öncesi dönemde geleneksel yaşam yerel zaman ve mekanda gerçekleşmiştir. Giddens’a göre modern yaşam küresel zaman ve mekanda gerçekleşmektedir.
Marshall McLuhan’ının (1962) ifadesiyle artık “küresel bir köyde” yaşamaktayız.
Düşünümsel Modernite: Bireylerin içinde yaşadıkları doğal ve sosyal ortamdaki değişmeleri, riskleri ve tehlikeleri hesaba katarak sorunlara karşı tutum ve tavır geliştirmeleridir.
Giddens küreselleşmeyi dünya ölçeğindeki toplumsal ilişkilerin giderek yoğunlaşması, zaman ve mekân olarak birbirlerinden oldukça uzakta gelişen olayların birbirlerini etkilemesi olarak tanımlamaktadır. Giddens küreselleşmede yaşanan bu süreci aynı zamanda, zaman ve mekân sıkışması olarak da tanımlamaktadır.
Giddens ‘ e Göre Küreselleşmenin Boyutları:
- Kapitalist Dünya Ekonomisi: Eşitsizliğe neden olduğunu öne sürmektedir.
- Ulus-Devlet Sistemi: Giddens’a göre ulus devletler küresel siyasal düzenin en önemli üyesidirler. AB gibi oluşumları, “ulus-devletlerin uluslararası güç arayışı” olarak tanımlamakta
- Dünya Askeri Düzeni: NATO gibi.
- Uluslararası iş Bölümü: Kimi Üretim(Çin,Türkiye vs), Kimi Finans (İngiltere), Kimi Hizmet sektörü
Roland Robertson ve Küreselleşmenin Tarihsel Aşamaları
Küyerelleşme sosyal ve kültürel olguların yerel ve küresel düzeyde birbirlerini etkilemeleri ve birbirlerine eklemlenmeleridir.
1. Oluşum aşaması (1400-1750): 2. Başlangıç aşaması (1750-1875): 3. Kalkış aşaması: (1875 - 1925) Küresel yarışmalar, Olimpiyat, Nobel vs. 4. Hakimiyet için mücadele aşaması(1925 - 1960): 5. Belirsizlik aşaması(1960 - )
Küresel ve yerel olguların karşılıklı etkileşimi sonucu ortaya çıkan melez yapıların önemini vurgulamış Bu melez yapıları “Küyerelleşme” olarak tanımlar.
Immanuel Wallerstein ve Kapitalist Dünya Ekonomisi
Immanuel Wallerstein kapitalist dünya ekonomilerinin, endüstriyel üretim, sermaye birikimi ve uluslararası pazar ilişkileri açısından küresel olarak tek bir kapitalist dünya toplumuna doğru ilerlemekte olduğunu öne sürmektedir.
• Merkez Ülkeler(Batı ve ABD) , • Çevre Ülkeler(Asya, Afrika) , • Yarı çevre ülkelerİspanya, Portekiz, Yunanistan)
Merkez çevre ilişkisi gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arasındaki ekonomik sömürüye dayalı eşitsizlik ilişkileridir. Wallerstein’e göre merkez ülkeler ekonomik olarak daha güçlü oldukları için dünya ticaret düzenini kendi çıkarlarına göre düzenlemekte ve böylece azgelişmiş çevre ülkelerini doğal kaynaklar ve insan gücü açısından sömürmektedirler. Wallerstein küreselleşmenin ülkeler arasındaki eşitsizliği süreklileştirdiğini ve bu eşitsizliği küresel gelişmelere paralel olarak belirli formlar içerisinde yeniden ürettiğini öne sürmektedir.
TEK KUTUPLU DÜNYA
Francis Fukuyama (1999) soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte tarihin sonuna gelindiğini ve artık liberalizmin tek çıkış yolu olarak benimsenmesi gerektiğini öne sürmektedir.
Ünlü Alman sosyal bilimci Ulrich Beck’e göre (1992) içinde yaşadığımız toplum tam anlamıyla bir “Risk Toplumu”dur. Beck kapitalist modernitenin küreselleşmesiyle birlikte, insan eliyle üretilmiş yeni risklerin ortaya çıktığını, bu risklerin doğal dengeleri alt üst ettiğini, doğal dengenin bozulmasıyla birlikte öngörülemez ve hesaplanamaz risklerle karşı karşıya olduğumuzu öne sürmektedir.
Naomi Klein ise (2002) No Logo adlı çalışmasında, kapitalizmin sınır tanımaz sermaye birikim hırsı ve sömürü mekanizması aracılığıyla başta Çin ve Hindistan olmak üzere tüm az gelişmiş ülkeleri kıskacı altına aldığını öne sürmektedir.
Küreselleşme olgusunun tek kutuplu dünyayı değil tam tersine bölünmeyi ve parçalanmayı içerdiğini öne süren bir diğer sosyal bilimci ise Samuel Huntington’dur (1997).
Martin Albrow’a göre (1996) küresel çağda ulus-devletler hızla güç kaybetmektedir.
Hirst ve Thompson (2000) ulus-devletlerin küreselleşme ile birlikte daha da güçlendiklerini ve küresel gelişmelere karşı dirençlerini artıracak yeni yol ve yöntemleri çok başarılı bir şekilde geliştirdiklerini öne sürmektedirler.
John Urry (2000) sosyolojik anlamda Toplum kavramının geçerliliğini yitirdiğini öne sürmektedir. John Urry’e (2000) göre artık sınırlar ötesi ve sınırlar üstü bir küresel dünyada yaşıyoruz. Her şey bir sıvı gibi hareket halindedir.
Zygmunt Bauman’a (1998) göre de günümüzde artık her şey hareket halindedir. Hatta evimiz veya işimizdeyken bile sürekli hareket halindeyiz.
Manuel Castells’e göre (2005) bilginin çeşitlendiği ve büyük bir hızla dünyaya yayıldığı bir “ağ” (network) toplumunda yaşamaktayız.
Castells’e göre ağlar modern toplumun temelidir. Dolayısıyla Castells’e göre günümüz ekonomisi sac ayağı gibi (i) bilgi temellidir, (ii) küreseldir ve (iii) ağlar üzerine kurulmuştur.
Leslie Sklair (2000) ise küreselleşme olgusuna “uluslarüstü kapitalizm ve uluslarüstü kapitalist sınıf” kavramları çerçevesinde yaklaşmaktadır. Sklair’e göre küresel sistem küresel kapitalist sınıf tarafından inşa edilen bir yapıdır.
Küreselleşme sürecine sosyolojik olarak yaklaştığımızda ana hatlarıyla şu sonuçlara ulaşmak mümkündür.
• Toplumsal ve ekonomik ilişkiler yerel, bölgesel ve ulusal sınırların ötesine taşmıştır. • Küresel ve yerel oluşumlar karşılıklı olarak etkileşim halindedirler. • Küreselleşme ulus-devletlerin gücünü zayışatmakla birlikte ulus-devletler kendi güçlerini koruyabilecek çeşitli yol ve yöntemleri başarılı bir şekilde uygulayabilmektedirler. • Çok uluslu şirketlerin etki alanı genişlemiştir. • Küreselleşme başta çevresel felaketler olmak üzere insan eliyle üretilmiş,
öngörülemez ve hesaplanamaz yapay risklere neden olmaktadır. • Yeni iletişim teknolojileri (internet, Cep telefonu, vs.) yeni toplumsal ilişkiler ağını ortaya çıkarmaktadır. • Küreselleşme özü itibarıyla kapitalisttir ve eşitsizlik üzerine kuruludur. • Küreselleşmenin hızı, yaygınlığı ve etkisi her geçen gün artmaktadır.
Kyoto Protokolü : Küresel Isınma ve iklim değişikliği ile ilgili uluslar arası anlaşma.
ÜNİTE 07
KALKINMA ve KADIN
FEMiNiST YAKLAŞIMLAR VE KALKINMA: Kalkınmada kadın (WID), liberal feminist yaklaşımı temsil etmektedir. Bu yaklaşım, kadınları homojen bir grup olarak ele almakta ve kadınlar arasındaki sınıfsal, ırksal ve etnik farklılıkları dikkate almamaktadır. Kalkınmada kadın yaklaşımı, kadınların toplum içindeki ezilmişliklerinin ortadan kalkması için; ekonomik ve toplumsal yaşama katılmalarını öngörmektedir.
Ester Boserup’un Ekonomik Kalkınmada Kadınların Rolü adlı kitabı
Kadın ve Kalkınma : Kalkınma ve kadın (WAD), Marksist feministlerin yaklaşımını temsil etmektedir. Bu yaklaşım kalkınma sürecinde kadının konumunu sınıf yapısı ve sömürü ilişkileri temelinde analiz etmektedir.
Toplumsal Cinsiyet ve Kalkınma (1980 li yıllardan sonra): Toplumsal cinsiyet ve kalkınma yaklaşımı, kalkınmada, eşitlik ve toplumsal adaletin sağlanmasında hem kadın hem de erkeğin toplumsal rollerini dikkate alarak birlikte değerlendirmektedir.
KALKINMA POLiTiKALARINDA KADINA YÖNELiK YAKLAŞIMLAR
Kalkınma ve kadın yazınında 1950’li yıllardan günümüze değin uygulanan bu politika ve projeler refah, eşitlik, yoksullukla mücadele, etkililik ve güçlendirme olarak sınışandırılmaktadır.
1. Stratejik toplumsal cinsiyet ihtiyaçlar: Stratejik toplumsal cinsiyet ihtiyaçlar kadınların toplum içindeki ikincil ve eşitsiz konumlarının çözülmesine yönelik talepleri ifade etmektedir. Cinsiyete dayalı işbölümünün ortadan kaldırılması, politik eşitlik, mülkiyet hakkına ve krediye eşit erişim, çocuk doğurma üzerinde özgürce karar verebilme ve kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılmasını, stratejik ihtiyaçlara örnek olarak verebiliriz.
2. Pratik toplumsal cinsiyet ihtiyaçlar: Ev işleri (yemek, alışveriş, temizlik vb), çocuk bakımı, ailenin bakım, sağlık ve temel hizmetlerin sağlanması kadınların yaptıkları günlük işler arasında yer almaktadır. Pratik toplumsal cinsiyet ihtiyaçlar, kadınların yaptıkları bu işlere yönelik çözüm taleplerini içermektedir.
Refah yaklaşımı:, erkeğin iş gücü piyasalarında kapasitesini artırmasına odaklanırken, kadınların konumuysa ev içinde tanımlanmaktadır. Kadınlar kalkınma sürecinde yardım programlarının hedef kitlesidir. Refah yaklaşımı, 1950 ve 1960’lı yıllarda genel olarak gelişmekte olan ülkeler ve özel olarak da kadınlar için uygulanan en eski kalkınma politikasıdır. Refah yaklaşımına göre, kadınların en önemli rolleri annelik ve çocuk yetiştirmektir. Bu yaklaşımda, kadınlar kalkınmanın pasif alıcıları olarak görülmektedir.
Eşitlik Yaklaşımı Eşitlik yaklaşımı, refah yaklaşımının tersine, kadınları kalkınma sürecinin aktif katılımcıları olarak görmektedir. Eşitlik yaklaşımı, kalkınma sürecinde gelişmekte olan ülkelerdeki kadınların konumlarının iyileştirilmesine yönelik; Batılı feministlerin eleştiri ve talepleri etrafında şekillenmiştir. Eşitlik yaklaşımı, kalkınma sürecinde kadınların stratejik, toplumsal, cinsiyet ihtiyaçlarına öncelik vermektedir.
Tinker (1976, aktaran Moser, 1992, s.62) kadınlar üzerindeki olumsuz etkileri olan planlama yanlışlıklarını şöyle özetlemektedir: Birincisi; kalkınma planlamalarında kadınların üretken rollerini kabul edilmediği için bu rollerinden yararlanılmamıştır. ikincisi; kadınlara atfedilen çocuk doğurma ve çocuk bakımı gibi roller güçlendirilerek, kadınlar ev içine hapsedilmiştir. Üçüncüsü; planlama sürecinde Batı temelli değerler, kadınların çalışmalarına uygun olmayan şekilde uygulanmıştır.
Yoksullukla Mücadele Yaklaşımı: 1970’li yıllardan sonra uygulanmaya başlayan yoksullukla mücadele yaklaşımı, kadınların yoksulluğunu kadınların ikincilliği olarak değil azgelişmişliğin bir sonucu olarak görülmektedir. Bu yaklaşım, kadınların üretken rollerine önem vermektedir. Yoksullukla mücadele yaklaşımı, kadınların küçük ölçekli gelir getirici projeler aracılığıyla gelir elde etmelerini hedeşemektedir. Eşitlik yaklaşımının temel politikası, kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğin giderilmesiyken yoksullukla mücadele yaklaşımındaysa kadın ve erkek arasındaki ekonomik eşitsizliği ortadan kaldırılmak istenmesidir.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) yoksullukla mücadelede önerdiği temel politikalardan biri istihdamın artırılmasıdır.
Yoksullukla mücadelede temel ihtiyaçlar stratejileri, gıda, giysi, barınma, yakacak, eğitim, insan hakları gibi temel ihtiyaçların karşılanmasını içermektedir.
ETKiLiLiK YAKLAŞIMI : Etkililik yaklaşımının temel amacı, kadınların işgücü piyasalarına katılmalarıyla; ekonomik verimlilik ve etkinliği artırmaktır. Eşitlilik yaklaşımında kadınların pratik toplumsal cinsiyet ihtiyaçları dikkate alınmaktadır.
Dünya Bankası tarafından uygulanan Yapısal Uyum Politikaları (YUP) : Erkek yanlısı politikalar olmakla eleştirilmiştir.
Güçlendirme Yaklaşımı : Güçlendirme yaklaşımı, kadınların toplum içindeki eşitsiz konumlarının nedeni sömürgecilik ve yeni sömürgecilik ilişkilerine dayandırmaktadır. Kadınların eşitsizlikleri ırksal, sınıfsal ve etnik temelde farklılaşmaktadır. Güçlenme kadınların kapasitelerini artırarak kendilerine olan güvenlerini kazanmak ve bu güveni geliştirmektir. Aynı zamanda, kadınların maddi ve maddi olmayan kaynaklar üzerinde kontrol kazanmasıdır.
Kadınların güçlenmesi için, uzun dönemli stratejiler arasında toplumsal cinsiyet, sınıfsal ve ulusal eşitsizliklerin ortadan kalkması yer almaktadır.
Kısa dönemli stratejiler ise krizlere karşı geliştirilen çözümleri içermektedir
Ancak, güçlendirme yaklaşımı eşitlik yaklaşımından farklı olarak, kadın haklarının gelişimini yukarıdan aşağıya kadınlara verilmesinin aksine, aşağıdan yukarıya kadınların katılımı ve talepleri doğrultusunda oluşturulmasını savunmaktadır.
KADIN VE KALKINMANIN TEMEL KONULARI
1-Yoksulluk: 2- Küreselleşmenin Toplumsal Cinsiyet Boyutu: 3- iletişim ve Bilgi Teknolojileri: 4- Çevre: 5- Erkek ve Erkeklik: 6- Şiddet: 7- HIV/AIDS:
ÜNİTE 08
Türkiye’de Toplumsal Değişme
TÜRKiYE CUMHURiYETi’NiN KURULUŞUNUN DÖNÜŞÜMSEL TEMELLERi
Emre Kongar (1992, s.484), Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun arkasında yatan nedenleri ideolojik olarak değerlendirir.
Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecindeki Osmanlı toplum yapısı “Yarı - Sömürgeleşmiş Toplum” yapısıdır.
Taner Timur’a göre hem Kurtuluş Savaşı hem de Türk Devrimleri Osmanlı Devleti’nden toplumsal, ekonomik ve siyasal anlamda köklü bir kopuşun kaynaklarını oluşturmuştur.
Türkiye’de Kapitalizmin Tarihi: “Korkut Boratav : 20. Yüzyıl Türkiye iktisat tarihi, aynı zamanda Türkiye’de kapitalizmin gelişiminin tarihidir” Kapitalist bir toplumsal sistemin yerleşmesinin yaygın önkoşulu olan ve hem siyasi iktidar hem de üst yapı sorunlarını çözen burjuva devriminin Türkiye’de başlangıç yılı 1908’dir. Kemalist devrim, 1908 devrimini tamamlayan ikinci dalga olarak değerlendirilmektedir.
Birinci olarak “milli mücadele, cumhuriyetin kuruluşu ve bu kuruluşu izleyen üstyapı devrimleri ulusal kapitalist gelişmenin önkoşulu olan siyasi bağımsızlık sorununu radikal bir biçimde çözmüştür”. İkinci olarak saltanat ve hilafete son verilerek eski rejimin siyasi kurumları tasfiye edilmiştir. Üçüncü ve son olarak da kapitalizmin hukuki ve kurumsal üstyapısının ana unsurları inşa edilmiştir.
Türkiye’de ulusal ekonomi oluşturma süreci 1930 sonrasında başlar. (1929 ABD Büyük Buhran Sonrası) . 1960’lı ve 1970’li yıllar sanayileşmenin önce yaygınlaştığı, sonra derinleşmeye başladığı bir dönemi ifade eder.
Batı Anadolu ve Marmara Bölgelerinde 1913 ve 1915 yılları arasında aşağıdaki fabrikalar vardır: 20 un değirmeni, 2 makarna, 6 konserve, 1 bira fabrikası, 2 tütün mağazası, 1 buz, 3 tuğla, 7 kutu, 2 yağ, 2 sabun, 2 porselen imalathanesi, 11 tabakhane, 7 marangoz ve doğrama atölyesi, 7 yün, 2 pamuklu iplik ve dokuma, 36 ham ipek, 1 ipekli dokuma ve “sair” dokuma fabrikası, 35 matbaa, 8 sigara kağıdı, 5 madeni eşya ve 1 kimyasal ürün fabrikası (Boratav. 2003,
Boratav’a göre Türkiye’de ulusal bir ekonomiye dönüşümün koşullarını Birinci Dünya Savaşı hazırlar. 1920’li yılların başında “büyük bir hububat alanı olan iç Anadolu’dan İstanbul’a buğday nakletmek, New York’tan ithal etmekten %75 daha pahalıydı. Bu nedenle İstanbul, hububat tüketimini büyük ölçüde Avrupa ve Amerika kaynaklı unlardan sağlıyordu”. Boratav’a göre Meşrutiyetten sonra egemen olan “Milli İktisat” görüşü 1923’ten sonra da egemen görüş olur. Bu görüşe göre modernleşmenin ve kalkınmanın en önemli mekanizması “devlet desteğiyle bir yerli ve milli burjuvazi yetiştirilmesi” olarak görülür. (1924 yılında kurulan iş Bankası)
Kadro Hareketi tarafından belirtilen stratejinin 30 yıl sonra “Bağımlılık Okulu” tarafından “dünya ekonomik buhranlarının az gelişmiş ülkeler için sanayileşme fırsatları olduğu” tezinin ileri sürülmüştür.
Kapalı Ekonomi ve Devletçilik: Çağlar Keyder’in (1992a, s.46) bir dönüm noktası olarak gördüğü 1929 ile birlikte ekonomi ‘merkezi otoritenin siyasi denetimine’ girer. Dolayısıyla 1920’lerde serbest ekonomide egemenlik kuran ticaret burjuvazisi artık merkezin ona sağlayacağı kaynakların beklentisi içerisine girer. 1930’larda başlayan devletçilikle birlikte ekonominin yapısının, iç piyasanın egemen olduğu bir yapıya dönüşmesi “ulusal iktisadi kalkınma kuramı” oluşturma çabalarına eşlik eder.
1929 ekonomik krizi ‘bağımlı ve azgelişmiş ülkelerde kendi özgül dinamikleriyle ulusal sanayileşme olanaklarını yaratır’. Bu 1950 sonrasında “Bağımlılık Okulu” olarak geniş bir yankı uyandıran görüşün en temel tezidir.
1932 yılında ‘devletçi uygulamalara ani bir geçiş’ söz konusuyken 1933 ve 1939 yılları arasında devlet “yatırımcı, işletmeci ve denetleyici” yönüyle ekonomik hayata önemli ölçüde egemen olur(Boratav)
“Dört yılda beş yıllık plan” sloganıyla uygulamaya konan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı, Sümerbank eliyle uygulamaya çalışılır.
1935 yılında Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü, Elektrik işleri Etüd idaresi araştırma kuruluşları olarak proje geliştirmek üzere, Etibank ise maden çıkarımı ve elektrik üretimiyle ilgili projelerin finansman ve uygulama kuruluşu olarak kurulur.
Boratav’ın 1930’lu yıllarda ki işçi sınıfı ile ilgili çözümlemesine göre, tarımdan ve kırsal kesimden gelen köylüler sınai işçilerinin sayısını arttırır. Sanayi kesimine gelen bu işçilerin ‘eski köylüler’ olarak hayat düzeyleri yükselirken ‘yeni işçiler’ olarak ücretleri önceki işçilerin ortalama ücretlerinin altına düşer. Ortalama reel ücretlerin düşmesine rağmen hiçbir grubun durumu mutlak olarak bozulmaz.
Sanayide ilk büyük atılımın yapıldığı yıl olan 1934’te Kayseri Dokuma Fabrikası, İzmit Kağıt Fabrikası, Paşabahçe Cam, Keçioğlu Kükürt, Isparta Gülyağı fabrikasının temelleri atılır ve Bakırköy Bez Fabrikası açılır. Karabük Demir Çelik işletmesi , Sümerbank dokuma fabrikaları (1937),
İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye: 1940-1945: Dünya tarihinde önemli sosyal ve ekonomik dönüşümlere yol açacak olan ikinci Dünya Savaşı’na girmeyen Türkiye’de ‘ithalat yarı yarıya düşer, buğday üretimi %50 geriler ve sanayi yatırımları ertelenir’. Dolayısıyla bu dönem bir Kesinti Dönemi olarak adlandırılır. 1940 Milli Koruma Kanunu, ‘devletin iç ve dış ticarette denetimi arttırmak için Ticaret Ofisi ve İaşe Müsteşarlığı kurulur.
Şükrü Saraçoğlu ise Temmuz 1942 yılında iktidara gelir. Saraçoğlu “piyasa üzerindeki denetim mekanizmalarını kaldırır, hububat alım fiyatları yükselir, iaşe müsteşarlığı lağvedilir, gıda maddelerindeki fiyat denetimleri kaldırılır”. Bu da çiftçi ve tüccar kazançlarını arttırır. Yukarıda bahsettiğimiz vurguncuları vergilendirmek, Karabük Demir Çelik işletmesi, Türkiye’nin bu dönemdeki sanayileşme çabalarının önemli bir sembolü olarak değerlendirilir. İşletme kurulmadan önce küçük bir köyden ibaret olan Karabük, sosyal tesisleri, spor alanları, tiyatro binası ve parkları ile genç Cumhuriyetin yeni bir ülke ve yeni bir insan yaratmak” hedefiyle ortaya çıkan sosyokültürel politikaların hayata geçirilmesinin önemli bir örneğidir (Engin)
Sümerbank dokuma fabrikaları arasında en ünlüsü olan Nazilli Basma Fabrikası 9 Ekim 1937’de Mustafa Kemal Atatürk tarafından açılır.
Milli Koruma Kanunu işgücünü denetleyen hükümler (ücretli iş yükümlülüğü, çalışma süresinin uzatılması ve ücret sınırlaması) başta olmak üzere, hükümetlere ‘özel işletmelere geçici el koyma yetkisi’, ‘ithalatta ve iç ticarette azami ve ihracatta asgari fiyatları saptama’ ve ‘temel malların vesikayla dağıtılması’ yetkisini veren bir kanundur.
Aşırı kazançları ve enflasyonu engellemek için 1942’de Varlık Vergisi Kanunu çıkarılır. Esas olarak ticaret burjuvazisini daha sonra çiftçi, esnaf ve ücretlileri hedefleyen ve yalnızca bir kere uygulanan bu vergi ‘oransız ölçüde’ gayri Müslimlerin üzerine yıkılır. Ellerindeki mallarını yok pahasına Müslüman burjuvaziye satmak zorunda kalırlar. Bu vergiye itiraz hakkı olmadığı için vergi borçlarını bir ay içerisinde ödemeyenler, öncelikli olarak kamplara, çalıştırılmak üzere Aşkale’ye gönderilirler. Sonuçta, Varlık Vergisi Kanunu ile tahsil edilen verginin yarıdan fazlasını azınlıklar ödemiştir.
Bu dönemde tarım kesimiyle ilgili iki önemli gelişme yaşanır: ilk olarak Maarif Vekili Hasan Ali Yücel ve ilköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un önderliğinde 1940 yılında kurulan Köy Enstitülerinde yoksul köy çocukları ‘hem eğitim alanında, hem de kırsal yapıyı modernleştirecek aktif aktörler olarak’ köylere yerleştirme planını içerir. Bir diğer gelişme ise Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’dur. Bu kanun 1945 Toprak Reformu yasası olarak da geçer.
Çok Partili Dönem ve Köylülüğün Değişim Rolü: Boratav bu dönemi ‘dünya ekonomisiyle farklı bir eklemlenme denemesi’ olarak ele almaktadır. Zira “kapalı, korumacı, dış dengeye dayalı ve içe dönük iktisat politikaları adım adım gevşetilir; ithalat serbestleştirilerek büyük ölçüde arttırılır; kronikleşmeye başlayan dış açıklar nedeniyle dış yardım, kredi ve yabancı sermaye yatırımlarıyla ayakta duran bir ekonomik yapı yerleşir”.
CHP iktidarı altında egemen sınıfın ‘yüksek bürokrasi ve siyasi kadrolarla içli dışlı olmuş çıkar grupları ve burjuva klikleri ve Anadolu kökenli ticaret sermayesinin” savaş ekonomisi uygulamalarından çıkar sağladıklarını yazar. Dolayısıyla 1945 sonrasında birinci grup Demokrat Parti hareketini örgütleyip desteklerken, ikinci grup CHP iktidarına bağlanır. Bu ikinci grup CHP içerisin de “ Köy Enstitülerinin çökertilmesi, üniversitede tasfiye ve savaş sonunda filizlenmeye başlayan ilerici, solcu ve demokrat oluşumları” ezmeye girişti ve başarılı oldu.
1947 yılında başlayan Marshall Yardımı, Türkiye ekonomisine, dünya ekonomisi içerisinde piyasanın dayattığı işbölümü içerisindeki rolünü gerçekleştirmesine yardımcı olur. Dolayısıyla 1950 yılında 15.000 olan traktör sayısı, 1955’te 40.000’e ulaşır. Dahası bağımsız toprak sahiplerinin sayısında önemli bir artış gerçekleşir
Keyder’e göre Demokrat Parti’nin 1950’de iktidara gelişi “Türkiye tarihinde seçkinler yönetiminden tam sınıf yönetimine ve bir kapitalist gelişme kalıbından bir başkasına, belirleyici bir kayma olarak görmek mümkündür”
1945 Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ve 1950’lerde ki gelişmelerle küçük meta üretiminin yerleşmesi, tarımda Türkiye’deki kapitalist dönüşümün kapısını kapatır.
1973 yılındaki çalışmasında ibrahim Yasa, 1950 yıllarında başlayan ekonomik ve teknolojik gelişmelerin, sanayileşme ve kentleşme süreçlerinin toplumsal yapıda değişmelere yol açtığını belirtir. (Yasa, 1973, s.183). Yasa’ya göre köyler Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik yapısında önemli bir yer tutmaktadır ve köyler bir geçiş dönemi içerisinde yer almaktadır.
Genel olarak bakıldığında 1923-1960 yılları arasındaki dönemde ekonomik ve toplumsal değişmelerin en çok 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra gerçekleştiğini söyleyen Yasa’ya göre toplumsal değişmede “toplumun kendi iç devinimleri, yani, nüfus ve üretimin artışı, bu artışların yarattığı baskılar büyük rol oynar”
iTHAL iKAMECi SANAYiLEŞME DÖNEMi: ithal ikameci sanayileşme, Birinci Beş Yıllık Plan’ın (1963) açık stratejik tercihi olarak, 1971 yılına kadar %9 bir büyüme hızı gösterir ithal ikameci sanayileşme sürecinde devlet, uluslararası ekonomiyle ulusal ekonomi arasında bir köprü işlevi görmekle kalmaz, bu duruma uygun ‘iç ekonomi politikası’ oluşturulur. Bu dönemde dünya ekonomisine Keynes’cilik damgasını vurur. Azgelişmiş ekonomiler kronik dış açıklarını resmi kaynaklardan gelen kredilerle kapatırlar. Böylece Türkiye ekonomisinin ithal bağımlılığı kronik hale gelir ve bu da ihracatın ihmal edilmesine yol açar (Boratav)
Kalkınma Temelli Bir Azgelişmişlik Tartışması :
Yön Devrim Hareketi Doğan Avcıoğlu önderliğinde ‘1961-1967 yılları arasında yayınlanan Yön ve 1969-1971 arasında yayınlanan Devrim dergisi etrafında örgütlenen bir aydın hareketidir’. Avcıoğlu, Yön ve Devrim yazarlarına göre ülkenin sorunlarının odağı kalkınma sorunudur. Tüm sorunların temelinde azgelişmişlik olgusunu görürler.
Milli Demokratik Devrim (MDD) Hareketiyse 1960’ların ikinci yarısında Yön Hareketinden kopar, Kemalizmi bir çıkış noktası olarak ele alıp “günümüzün gerçekleri ışığında” ondan yararlanılması gerektiği düşüncesine sahiptir. Türkiye’yi yarı-sömürge ve yarı-feodal olarak değerlendirerek, egemen sınıfların en güçlüsü olan işbirlikçi sermayenin gerçek sanayileşmeye ve gerçek iktisadi kalkınmaya karşı olduğu düşüncesine sahiptirler
Üretken Olmayan Faaliyetlerin Artması : Sanayi burjuvazisi artı-değer oranını yükseltmek ve sermaye-işgücü ilişkisini lehine çevirmek için, darbe çağrılarını 1979 yılından itibaren başlatırlar. Zira “sendikaların disiplin altına alınması ve sermaye için gerekli güven ortamının yeniden yaratılması” gerekmektedir (Boratav, 2003, s.146). 12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbeyle sivil rejime ara verilir. Bu nedenlerden dolayı Boratav, 1980 sonrası dönemi sermayenin karşı saldırısı olarak değerlendirir.
GERiYE DÖNÜŞÜ OLMAYAN DEĞİŞİM: NEO LiBERAL POLiTiKALAR
1980 yılının başlarında aşırı derecede bozulan döviz durumu nedeniyle IMF (Uluslararası Para Fonu)’nin neo-liberal ekonomik programı 24 Ocak 1980’de yürürlüğe girer. Talep üzerine, öncelikli olarak, hemen devalüasyon yapılır. 24 Ocak kararları ile ekonomiye damgasını vuran iktisat politikalarının temel unsurlarının başında kambiyo ve ticaretin liberalleştirilmesi gelir. ihracat pahalı döviz, ucuz kredi ve vergi iadesi gibi teşviklerle ulusal öncelik haline gelir. Yabancı sermayeye kolaylık sağlandığı gibi, sosyal hizmet harcamaları kısıtlanır, fiyat kontrolleri ve temel malların çoğunda sübvansiyonlar (desteklemeler) kaldırılır.
24 Ocak kararları diye anılan ve Türkiye’nin IMF’nin liberal ekonomik programını uygulamaya başlaman önce iktidarda olan Süleyman Demirel hükümetinin programı, “Özal’ın ve sermaye çevrelerinin 24 Ocak kararları doğrultusundaki taleplerini sistemli ve sürekli olarak ‘emek aleyhtarı’ bir doğrultuda uygulamanın ve geliştirmenin araçlarından yoksundu”. işte 12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbe, 24 Ocak programının önündeki bu engeli kaldırmış, “sermayenin karşı saldırısını işgücü piyasasını “askeri” bir denetim altında tutarak gerçekleştirmiştir”.
Türkiye’de ilk olarak 1980 ve 1985 yılları arasında kırsal nüfus mutlak olarak azalmaya başlar ve kırsal yoksulluk derinleşir. Gayri safi milli hâsıla içerisinde tarımın payı göreli olarak azalırken sanayinin artması gereken payı istenen gelişmeyi göstermez ve Türkiye üretimden kopuş noktasına gelir.
Uluslararası işbölümü ve Türkiye: 1989-2007 : 1990’larla birlikte uluslararası işbölümü, azgelişmişliğin sürekli azgelişmiş kalması ve gelişmiş olanında ilerlemesi üzerine kurulmuştur. Bu dönem için Boratav iki öğeden bahseder: Birincisi askeri rejimin getirdiği siyasi yasakların kaldırılarak 1980 öncesinin köklü partilerinin siyasete geri dönmesidir. İkinci öğeyse 1989 yılında sermaye hareketleri üzerindeki kısıtların kalkmasıdır. 1995 yılında Avrupa Birliği ülkeleriyle gümrük birliğinin gerçekleştirilmesidir ve bu da dış ticaret politikalarındaki liberalleşmenin son durağı olur.
Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi ve Batı Kapitalizmi: Türkiye’de kapitalizmin gelişmesi ve yerleşmesi 1908’den başlayarak 2005 yılına kadar sürer. Türkiye’nin batıdaki gelişmeyi izleyerek burjuva demokrasisine geçemeyişi milli burjuvazinin bir sınıf olarak tarih sahnesine geç çıkması nedeniyle, cılız kalmış, “sınıfça üstlenilmesi gereken tarihi misyon, hep başka sınıf ve tabakalara devretmiştir.”
Ayrıca Türkiye de Burjuva Demokrasisine karşı Parlamenter Popülizm uygulanmıştır.