TARİH FELSEFESİ-l
ÜNİTE: 1 TARİH FELSEFESİ NEDİR?
“TARİH FELSEFESİ” HANGİ ANLAMA/ANLAMLARA GELİR?
Tarih nedir? Bu soru, tarih için bir çerçeve çizme gereksiniminden, onu diğer çalışma alanlarından ayırma çabasından kaynaklanan, felsefi yönü de olan bir sorudur.
“Nedir?” sorusunun yapısal nitelik taşıdığını ve aslında sorguladığı şeyin erek nedenini, yani o şeyin ne için var olduğunu ortaya koymayı amaçladığını hatırlayalım.
“Tarih ne demektir?” ilk olarak, Sami dillerinde daha çok zamanla ilgili anlamlar yüklenmiş olan ve Türkçe ’de böyle bir kullanımı da bulunan “tarih ”in, İslam tarihçiliğinde,
tanık olunmuş olayları kayıt altına almak üzere yıllıklar (annales) yazma anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz.
Batı dillerinde history, historia, vb. biçimlerde karşımıza çıkan ve Türkçemizdeki “tarih”in karşılığı olan sözcük de Yunanca historeinden gelmektedir.
Historein, Yunanca ’da “araştırma yoluyla bilme/öğrenme” anlamında,
ayrıca “hikâye” ve “tarih” anlamlarında kullanılmıştır
İçinde bulunduğumuz çağda ise, tarihin kullanıldığı üç farklı anlamdan söz edilebilir.
Çağımızda, tarihin üç farklı anlamından söz edilebilir:
1. Zaman dizinsel (kronolojik)anlam,
2. Geçmişin tümü olarak tarih,
3. Geçmişle ilişkin araştırmalar yapan bir çalışma alanı olarak tarih.
Bazı düşünürlerin tarihe bakışları:
Batı’da tarih felsefesinin kurucusu olarak görülen
Karl Jaspers’e göre tarih,insana kendini görmeyi,değerlendirmeyi öğretmesi bakımından, onu kendi
çağına bağnazca ve bilinçsizce bağlanmaktan kurtarır.
Tarihe felsefenin gözüyle yaklaşmaktan anlaşılan şey, geçmişte kalmış olayların ne anlam ifade ettiğini sorgulamaktan başlayarak gitgide insanlığın tüm yaşanmış geçmişine -yani bir tür “dünya tarihi”ne- yönelmiş bir çalışma olmuştur. Bu çalışma giderek tüm insanlık tarihine yönelik bir öte/üst bakış edinmeye ve insanlık tarihinin bütününü kavramayı ve açıklamayı hedefeyen bir felsefe sistemi kurmaya, tüm insanlık tarihini de böyle bir felsefe sistemi
üzerinden açıklamaya kadar uzanır. Geçmişte kalan insan-toplum olaylarını bir bütün olarak ifade eden Latince terim res gestae, niteliklerini kısaca ifade ettiğimiz türden bir çalışmayı da içerir.
Tam da bu bakımdan, res gestae, aynı zamanda tarihin bir tür ontolojisinin yapılmakta olduğuna, yani, geçmişi bir bütün halinde kavramaya ve yorumlamaya yönelen tüm tarih ve tarih felsefesi çalışmalarının, aslında tarih ontolojisi olduğuna işaret etmektedir.
Res gestae, Latince’de yapılmış işler/şeyler anlamında kullanılan bir tamlamadır. Bu tamlama,zamanla, geçmişte yapılmış tüm işlere göndermede bulunmak üzere kullanılmış ve bu kullanım, bizde ‘tarih’ sözcüğüyle karşılanan ‘historia’ sözcüğünün ilk anlamını oluşturmuştur.
Geçmişi bir bütün hâlinde kavramaya girişen felsefe sistemleri, tarihe ontolojik bir yaklaşımın ifadeleri olarak yorumlanabilir.Ontoloji, daha öncesinde de metafizik, varlığı tek tek nitelikleriyle değil de bir bütün olarak kavramayı ve anlamlandırmayı amaçlayan felsefe disiplinidir
Historia Rerum Gestarum Olarak Tarih ve Tarih Felsefesi
Tarihi bir bilim olarak görmek de onu geçmişin bütününü kavrayıp yorumlamak
amacıyla bir varlık sorunu olarak ortaya koymak da “tarihsel olayların bilinebildi-
ği” varsayımını gerektirir.
Historia rerum gestarum anlamıyla tarih felsefesi, tarih yazan kişinin bilgi etkinliğini asıl sorun olarak öne çıkaran bir tür “bilim felsefesi”, bir “metodoloji eleştirisi”dir.
Historia rerum gestarum,Latince’de yapılmış işlerin/şeylerin anlatımı, öykülenmesi anlamında kullanılan bir tamlamadır. Bu tamlama, geçmişte yapılmış tüm işlerin yazıya geçirilmesi anlamında kullanılır ve bu kullanım,bizde ‘tarih’ sözcüğüyle
karşılanan ‘historia’ sözcüğünün ikinci temel anlamını oluşturur.
Alman Tarih Okulu, kökeni ve gelişimi bakımlarından daha çok Alman idealist filozof Johann Gottfried von Herder’e bağlı olan ve seçkin düşünürleri arasında Wilhelm von Humboldt’un (1767-1835) bulunduğu tarih okuludur. Bu okulun yaklaşımına göre tarih bilgisi, bir halkın kendisiyle ilgili bilincinin ne olduğunun belirlenmesi yoluyla yalnızca o halk için geçerli olabilecek türden bir bilgidir.
Wilhelm Dilthey (1833-1911), Alman Tarih Okulu’ndan etkilenerek tarih bilimini temellendiren,çağında gelişip yaygınlık kazanarak “bilimsel bilgi”tartışmalarını kuşatmış olan pozitivist anlayışa şiddetle karşı çıkmış ve onların öne sürdüklerinin aksine, doğa bilimleri yanında, insanın ve yapıp ettiklerinin inceleme konusu kılındığı başka bir bilimsel araştırma sahasının var olduğunu ısrarla savunmuştur.
Bir bilim olarak tarihin felsefesi, her ne kadar bin yıllara uzanan köklere sahipse
de bir felsefe disiplini olarak ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra ortaya çıkmıştır.
Özellikle Herder’e bağlı kalan Alman Tarih Okulu’nun çalışmalarıyla büyük bir gelişme gösteren tarih bilimi, 19. yüzyılın ortalarından sonlarına doğru, Wilhelm Dilthey’ın “tin bilimleri”ni temellendirme çalışmaları sırasında sağlam bir eleştiri ve sorgulama süzgecinden geçirilmiştir ve Dilthey, tin bilimlerini önemli ölçüde Alman Tarih Okulu’nun tarihçiliğinde ifade bulan tarih bilimi örneği üzerinden temellendirme çabası içinde olmuştur.
Dilthey’a göre, tarih/toplum gerçekliğini kendilerine konu edinen bilimler,uzun zamandan beri, diğer bilimler (Dilthey doğa bilimlerini kastetmektedir) arasındaki yerlerini ve dayandıkları temelleri aramakla meşgul olmuşlardır. işte Dilthey, bu tarih/toplum gerçekliğini kendisine konu edinen bilimleri“tin bilimleri” (Geisteswissenschaften) başlığı altında toplar
Dilthey,doğa bilimlerinin de ortaya çıkmasını olanaklı kılan şeyin “tinsel” olgular, yani insan
yapıp etmeleri olduğunu ve bu yapıp etmelerin de tarih içerisinde geliştiğini, yani tinsel dünyanın tarihsel bir temele sahip olduğunu savunmuştur.
Bu görüşleri ışığında, Dilthey’ın her şeyi tarihsel bağlam içerisinde anlamlandırdığını ve bu yönüyle yalnızca historia rerum gestarum anlamında bir tarih felsefesinin değil, aynı zamanda bilime yönelik yaklaşımlarda etkili olan tarihselciliğin de bir temsilcisi olduğunu söylememiz kolaylaşır.
20. yüzyılın önemli tarih felsefecilerinden Robin George Collingwood, tarihin tanımına, nesnesine, yöntemine ve ereğine ilişkin dört temel soru sorarken, aslında tarihin epistemolojik yönünü öne çıkarmakta, yani historia rerum gestarum anlamıyla tarih felsefesi yapmaktadır.
1.soru:Tarihin tanımının ne olduğudur.
Collingwood yanıtı:Onun bir çeşit araştırma olduğudur.
2.soru: Tarihin nesnesi nedir? Yani tarih neyi araştırır.
Collingwood yanıtı: Latince’de res gestae tamlaması ile ifade edilen, geçmişte
gerçekleştirilmiş tüm insan edimleri, diye vermiştir Dolayısıyla tarih biliminin nesnesi geçmişteki insan edimleri olarak belirlenmiş olur.
3..soru: Tarih biliminde ilerleme nasıl olur?(tarihin yöntemi nedir?)
Collingwood yanıtı: kanıtların yorumlanması” diye ifade edilebilir.
4.soru:tarih ne içindir?(tarihin ereği nedir?)
Collingwood yanıtı: insanın kendisini bilmesi için dir .
Yukarıda söylenenlerden de anlayabileceğimiz üzere, tarih felsefesi, felsefenin
iki temel sorusunu, varlığa ve bilgiye ilişkin soruları temel alan ve bu sorular ekseninde
tarihi anlamaya ve yorumlamaya çalışan bir disiplindir.
Tarihselcilik historismus/historism):insanın düşünce ve emeğinden çıkmış her şeyin
tarih içerisinde, bir birliktelik-toplumsallık ortamında oluştuğunu ve bu şeylerin tarihin her
döneminde değişikliğe uğradığını savunan görüştür. Bu görüşe göre, bilim, sanat, meslekler,
hatta felsefe bile, tarihsel bir temele sahiptir; insanın bu düşünce ve eylem ürünlerinin her biri, insan ve
toplum tarih sürecinde değiştikçe değişim gösterir.
Collingwood, tarihe ilişkin dört temel soru sorar:
1. Tarihin tanımı nedir?,
2. Tarihin nesnesi nedir-yani tarih neyi araştırır?,
3. Tarihin yöntemi nedir? ve
4. Tarihin (hem geçmişin tümü olarak hem de bir bilim olarak) ereği nedir?
Collingwood’a göre tarihin değeri, insanın ne yapıp ettiğini dolayısıyla ne olduğunu, yani doğasını bize
öğretmesindedir.
TARiH FELSEFESiNiN ORTAYA ÇIKIŞI
Tarih Felsefesi” bir çalışma alanının adı olarak ilkin 18. yüzyılda telaffuz edilmiştir
Collingwood’a göre bu terimi ilk kullanan düşünür Voltaire olmuştur.
Voltaire bu terimi-tarihçinin eski kitaplarda bulduğu hikâyeleri tekrar etmektense kendi düşüncelerini geliştirmeye çalıştığı bir tarih düşünüşünü kastederek-eleştirel ya da bilimsel tarih anlamında kullanmıştır.
Tarih felsefesini tarih düşüncesinden ayıran temel ölçütün ne ya da neler olduğu sorusuna yanıt aramak kaçınılmaz görünmektedir.
Collingwood tarih felsefesi üzerine geliştirdiği kendi görüşünü,bu terime yükledikleri anlamlar çerçevesinde Voltaire’in, Hegel’in ve pozitivistlerin görüşlerinden ayırmaktadır.
Collingwood’a göre, 18.yüzyıla gelindiğinde matematik yöntem, teolojik yöntem ya da doğa bilimlerinin yöntemi gibi yöntemler kullanılarak anlaşılamayacak yeni bir soru ya da sorunlar grubu karşımıza çıkmakta ve düzenlenmiş-örgütlenmiş ve sistemleştirilmiş tarih araştırmalarının varlığıyla ortaya çıkan felsefî sorunlar grubu, ayrı ve kendine özgü bir çalışma alanının, yani tarih felsefesinin varlığını
zorunlu kılmaktadır.
Sorokin’e göre, anlamlı tarih felsefeleri, anlaşılabilir tarihsel olay yorumları ve toplumsal-kültürel süreçler üzerine yapılan kaydadeğer genellemelerin önemli çoğunluğu, bunalım ya da geçiş, bazen çözülme dönemlerinde, yahut bu tür dönemlerin hemen öncesinde ve sonrasında ortaya çıkmaktadır. Sorokin, bu tezine ibn Haldûn’un Mukaddime adlı yapıtını örnek olarak gösterir.
Ronald Field Atkinson’a göre tarihi sorun olarak ele alan düşünürler asıl olarak anlam,tarih ifadelerinin doğruluğu-nesnelliği, açıklama, nedensellik gibi sorunlarla da ilgilenmişlerdir.
Tarih felsefesi Walsh’a göre kendi içinde ikiye ayrılır:
Analitik tarih felsefesini, bu konulara eğilmesiyle,bilim felsefesinin bir kolu olarak değerlendirmek olanaklıdır.
Atkinson tarih metafiziğine şu nedenlerden dolayı çok fazla eleştiri yöneltildiğini ve tarih metafiziğinin güvenilmez bulunduğunu ileri sürmüştür:
1. Geniş genellemeler tarihsel kanıtlar kullanılmadan yapılmaktadır;
2. Tarih zorunlu ilkelere dayanarak açıklanmaya çalışılmakta fakat bu çaba tarihten verilerle desteklenememektedir
Atkinson’un bildirdiği nedenler ve pozitivist bilim anlayışı 20. yüzyılda tarih metafiziğinin gerilemesine neden olmuş, dolayısıyla tarih dar alan çalışmalarından, tarih felsefesi de tarih çalışmalarının epistemolojisi olmaktan öteye gitmemiştir.
KENDİMİZİ SINIYALIM
1. “Tarih”, aşağıdaki medeniyetlerin hangisinin tarih
anlayışında, “tanık olunmuş olayları kayıt altına almak
üzere yıllıklar (annales) yazma” anlamında kullanılmıştır?
a. Mısır
b. Yunan
c. Fenike
d. Roma
e. islâm
Cevap:E
2. “Araştırma yoluyla bilme, öğrenme” ve “öyküleme,
tarih” anlamlarında kullanılan sözcüğün kök hali ve ait
olduğu dil aşağıdakilerden hangisidir?
a. Geschichte-Almanca
b. History-ingilizce
c. Historia-Latince
d. Historein-Yunanca
e. Tarih-Arapça
Cevap
3. Geçmişte kalan insan-toplum olaylarını bir bütün
olarak ifade eden Latince terim aşağıdakilerden hangisidir?
a. Rerum natura
b. Res cogitans
c. Res gestae
d. Historia rerum gestarum
e. Res extentia
Cevap:C
4. Tarihi bir varlık sorunu olarak yorumlayan bir felsefeciyle,
onu bir bilgi etkinliği olarak gören felsefecinin
ortak varsayımı aşağıdakilerden hangisidir?
a. Tarihte ereklilik vardır.
b. Tarihsel olaylar bilinebilir.
c. Tarih tekerrürden ibarettir.
d. Tarihte yasalar vardır.
e. Tarih geçmiş olayların konu edildiği bilimdir.
Cevap:B
5. Tarihselcilik (historicism) aşağıdakilerden hangisini
savunmaz?
a. Tüm insan bilimlerinin doğa bilimi yöntemine
göre kurulması gerektiğini
b. ‹nsanın düşünce ve emeğinden çıkmış her şeyin
tarih içerisinde oluştuğunu
c. ‹nsan ürünü her şeyin tarihin her döneminde
değişikliğe uğradığını
d. Bilimin, mesleklerin, hatta felsefenin bile, tarihsel
bir temele sahip olduğunu
e. insanın düşünce ve eylem ürünlerinin toplumlar
değiştikçe değiştiğini
Cevap:A
6. “Tarih Felsefesi” terimini bir çalışma alanının adı olarak
kullanan ilk düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a. Voltaire
b. Vico
c. Rousseau
d. Hegel
e. Herder
Cevap:A
7. Anlamlı tarih felsefelerinin çoğunun bunalım ya da
geçiş dönemlerinde ortaya çıktığını savunan düşünür
aşağıdakilerden hangisidir?
a. Collingwood
b. Sorokin
c. Atkinson
d. Walsh
e. Gasset
Cevap:B
8. Tarihten hakikati arama ve açıklama yönleriyle do-
ğa biliminden beklenen açıklığı ve kesinliği aynı ölçüde
bekleyen yaklaşım aşağıdakilerden hangisidir?
a. Marxizm
b. Tarihselcilik
c. Pozitivizm
d. ‹dealizm
e. Hegelcilik
Cevap:C
9. Walsh’a göre analitik tarih felsefesi, aşağıdaki sorulardan
hangisinin yanıtını aramaz?
a. Tarihin araştırma yöntemi nedir?
b. Tarihten elde edilen bilginin güvenilirliği nasıl
anlaşılır?
c. Belgelerin tarih olaylarına ilişkin bilginin güvenilirliğ
ine katkısı nedir?
d. Tarihte yasa var mıdır?
e. Tarih olayına ilişkin bilginin sağlamlığı kanıtlanabilir
mi, nasıl?
Cevap
10. Aşağıdakilerden hangisi bir tarih metafiziği sorusu
değildir?
a. Tarihte zorunlu yasalar var mıdır?
b. Tarihin anlamı nedir?
c. Tarih bir ereğe doğru ilerlemekte midir?
d. Tarih tekerrürden mi ibarettir?
e. Tarih güvenilir bilgi verebilir mi?
Cevap:E
E-ÖĞRENME ALIŞTIRMALAR
Soru 1:
Geçmişte kalan insan-toplum olaylarını bir bütün olarak ifade eden Latince terim aşağıdakilerden hangisidir?
Rerum natura
Res cogitans
Historia rerum gestarum
Res gestae
Res extentia
Cevap: D
Soru 2:
Historein sözcüğünün, aşağıdaki anlamlardan hangisini taşıdığı ileri sürülemez*
Soru 3:
Tarihten anladığımız res gestae ise, geçmişe ilişkin bakışımız hakkında aşağıdakilerden hangisi ileri sürülebilir?
Soru 4:
“Tarih Felsefesi” terimini bir çalışma alanının adı olarak kullanan ilk düşünür aşağıdakilerden hangisidir
Soru 5:
Aşağıdakilerden hangisi, res gestae anlamında anlaşılan tarihe yönelik sorulan felsefi bir sorudur?
Soru 6:
Aşağıdakilerden hangisi, historia rerum gestarum anlamında anlaşılan tarihe yönelik felsefi bir yargıdır?
Soru 7:
Tarih Tasarımı adıyla dilimize çevrilen yapıtın yazarı aşağıdakilerden hangisidir?
Soru 8:
Tarihi bir varlık sorunu olarak yorumlayan bir felsefeciyle, onu bir bilgi etkinliği olarak gören felsefecinin ortak varsayımı aşağıdakilerden hangisidir?
Soru 9:
Voltaire, “tarih felsefesi” terimini aşağıdaki anlamlardan hangisini içerecek biçimde kullanmış olamaz?
Soru 10:
Aşağıdakilerden hangisi Collingwood’un tarihe yönelik sorduğu dört temel sorudan biri değildir?
Tarihin tanımı nedir?
Tarihin amacı/ereği nedir?
Tarihin nesnesi nedir?
Tarihin yöntemi nedir?
Tarihte mutlak nedir? Cevap:E
ÜNİTE:2 ANTİKÇAĞ YUNAN DÜNYASINDA TARİH ANLAYIŞI
ANTİKÇAĞ YUNAN DÜNYASINDA EFSANEYE DAYALI TARİH ANLAYIŞI
Batı felsefesini başlatan Antikçağ Yunan medeniyeti, nasıl bir tarih anlayışına sahiptir?
Homeros, Hesiodos, Pindaros gibi ozan-düşünürlerin ve Herodotos, Thukydides
ve Platon gibi düşünürlerin Antik Yunan medeniyetinde tarih düşüncesine ve genelde düşünce tarihine katkıları nelerdir? Bu ünitemizde, işte bu soruların yanıtlarını arayacağız.
Homeros ve Hesiodos
Antikçağ Yunan medeniyetinde tarih konusunun, diğer pek çok medeniyette oldu-
ğu gibi, efsaneler tarafından işlendiği söylenebilir Herodotos’un başlattığı tarihçilik geleneğine kadar etkili olan efsaneye dayalı bu dönemde etkili olmuş başlıca isimler Homeros ve Hesiodos’tur.
Hesiodos’un çağlar öğretisine göre, çağlar ve özellikleri şöyle sıralanabilir:
• Altın Soylular Çağı/Altın Çağ: Khronos’un gökleri tuttuğu zamanlarda, insanlar, acı ve kaygı taşımadan, rahat, hatta ihtiyarlamadan yaşayıp uykuya dalar gibi ölürlermiş. Dünyada var olan her şey bu insanlarınmış ve öldüklerinde, Zeus’un da onayı ve isteğiyle, toprağı ve insanları koruyan iyi cinler olmuşlar
• Gümüş Soylular Çağı/ Gümüş Çağ: Bu çağda doğan çocuklar yüz yıl boyunca çocuk kaldıktan sonra, başları dertten kurtulmayan, ölçüsüz, saygısız, tapı naklara dahi gitmeyen, kavgacı kişiler olurlarmış-Hesiodos’a göre tüm bunlar, medenî insanın ahlak değerleri olmasına karşın, gümüş soylular bunlara uymamış, Zeus da ceza olarak, bu çağın insanlarını yer altı cinlerine çevirmiş
• Tunç Soylular Çağı: Hesiodos’a göre tunç soylular, işleri güçleri saldırmak ve öldürmek olan, korkunç, kuvvetli, sonunda birbirini yok etmiş olan insanlardı
• Dördüncü Soy: Zeus’un yarattığı yeni nesil, tunç ve gümüş çağının insanlarından daha doğru, daha yürekli, yarı tanrısal özelliklere sahip olmuş, çetin savaşlarda, büyük kargaşalarda yaşama veda etmişlerdir.
• Beşinci Soy (Demir Soyu): Hesiodos’un yaşadığı dönemdir. Hesiodos, kendi
çağının insanlarını gündüzleri didinip ezilen, geceleri kıvranan, sürekli belalarla
uğraşan, çok az sevinç yaşayan kimseler olarak anlatmıştır
• Altıncı Soy: Hesiodos, kendinden sonra gelen soyu, insanlığın çöküşü olarak öngörmüştür. Bu öngörüye göre, baba-oğul benzerliği, akraba ve dost sevgisi, yaşlıya gösterilmesi gereken saygı-sevgi, Tanrıya saygı, yemin etmenin,doğrunun ve iyinin değeri tamamıyla ortadan kalkacak; güçlü olanın haklı sayıldığı, kötülerin ve ahlaksızların sürekli arttığı bir ortamda utanma duygusu kalanlar tanrılara sığınırken insanlar acılarla baş başa kalacaklardır.
Hesiodos, Works and Days’de yer verdiği bu anlatıyla,
1. İçinde yaşadığı Yunan toplumunun ahlâkî değerlerindeki yozlaşmayı,
2. Sürekli savaşlarla toplumdaki kaotik, düzensiz ve güvenden uzak yapıyı vurgulamış olur.
Hesiodos’un çağlar öğretisinde, altın çağı insanları en mükemmel,altıncı soyun insanları ise en
bozulmuş ve en kötü toplumu oluştururlar.
Pindaros
Pindaros, Olympian Odes’ da Rodos’un efsaneye dayalı tarihini anlatmıştır ve bu anlatıda geçmiş, değişmeyen gerçeklik olarak anlaşılmıştır.
Geçmişin Pindaros için önemi büyüktür;fakat Pindaros’un şiirlerinde genel olarak zaman, her üç boyutuyla da (geçmiş,bugün, gelecek) önemli yer tutmuştur.
Hatta ilk olarak tarih olaylarını zaman boyutunda değerlendirenin de Pindaros olduğunu söyleyebiliriz.
Şimdi Pindaros’un düşüncesinde ön plana çıkan diğer temel özellikleri sıralayalım
• Pindaros’a göre, geçmiş yaşamın niteliği ve özü, kendi günündekinden çok farklı değildir, hatta Pindaros geçmiş insanların “kıskançlık ve nefret” ile yönlendirilmiş olduğunu bile söylemiştir
• Pindaros, eski dithrambos yazarlarını hem kullandıkları terimler hem de uzun ve zor anlaşılır cümle kurdukları gerekçeleriyle eleştirimiş ve yeniliklerin, yenilikçilerin-kendisi dahil- ortaya çıkacağını savunmuştur.
• Pindaros’a göre, insanların gelecek hakkında kehânette bulunmaları yersiz ve anlamsızdır
• Efsaneler Pindaros’a göre bizi aldatan ustaca düzenlenmiş hikâyelerdir, oysa şairin görevi hakikati araştırmaktır
• Pindaros, zamandaki ve tarihteki değişikliklere ilişkin farkındalığını yapıtlarına yansıtan, Starr’ın vurgusuyla, “tarihsel bir dünyada yaşadığını açıklıkla dile getiren” bir ozan olmuştur
• Pindaros, geleneklerin değişken olduğunun farkındadır ve geleneğin dünyanın yöneticisi olduğu görüşünü ileri sürmüştür.
Pindaros’un bazı düşüncelerinden-sözgelimi gelenek hakkındaki görüşlerinden Herodotos
ve Platon tarafından yararlanılmış olduğunu görebiliriz.
Dithrambos: Tanrı Dionisos onuruna söylenen, onun yaşamından, acı ve tatlı serüvenlerinden söz eden,kimi kez ciddi kimi kez de açık saçık ezgiler.
SOFiSTLERDEN SONRA YUNAN TARiHÇiLiĞİ VE TARİH YAZICILIĞI
Antikçağ Yunan toplumunun tarih düşüncesi, Cole’a göre, efsaneye dayanan açıklama
biçimi ve İyonya bilim anlayışı çerçevesindeki araştırma esası üzerine kurulan empirik bakış açısı olmak üzere, iki temel zihniyetten oluşmaktadır.
Evrenin nasıl oluştuğu sorusuna aranan ve önerilen yanıtlar, başlı başına tarihli olduklarından, tarih düşüncesinin Antikçağ Yunan medeniyetinin evren anlayışının merkezine oturmasına yol açmışlardır. Felsefeye dayalı evren anlayışı da efsaneler ve kozmogoniler gibi, oluşu açıklarken evrenin oluş tarihini de konu edinir.
Kozmogoni: Antik Yunan dilinde “evren”, “düzen” anlamlarına gelen kosmos ile, “doğum”, “oluşum”,“köken” gibi anlamları karşılayan goneia sözcüklerini birleşiminden oluşan, “evrenin kökeni hakkında ortaya atılmış bilimsel kuram ya da efsane temelli açıklama” anlamında kullanılan terim.
İnsanı ve onunla ilgili olarak ahlak, toplum, devlet gibi sorunları felsefenin temel sorunları arasında kalıcı biçimde konumlandırmış olan Sofistler, Guthrie’ye göre, insanın evrimini görmüş, kültüre ve toplumun gelişmesine yönelik ilgileri ve görüşleri olan, bunları ele almada felsefeciler arasında ilk olan düşünürlerdir.
Dahası, günlük hayatla iç içe olan, şairlerin-başta Theognis’in, Simonides’inve Pindaros’un- izleyicileri olarak, erdemin öğretilip öğretilemeyeceği vb. konuları ayrıntılı biçimde ve felsefî düşünme olanakları içerisinde tartışıp geliştirmişlerdir.
“insan her şeyin ölçüsüdür; olanların olduklarının, olmayanların, olmadıklarının” sözünün sahibi Protagoras, tanrıları dışarıda tutup, kültürü oluşturan her tür değerin üreticisi olarak insana işaret etmiştir.
M.Ö. 5. yüzyılda tarihçiler, kendi çağlarındaki sorunlara odaklanırken, felsefeciler,
sorunlara yaklaşım için farklı bir yola yönelmiştir: Toulmin’e göre, Pythagoras
ve Parmenides’in etkileriyle felsefenin metafizik yoluna girmesi, doğa bilimlerinin
tarihsel görünüşten ziyade kuramsal fizik-matematik yönünde gelişmesine zemin hazırlamıştır.
Felsefe ve tarihin birbirine paralel gelişimi, iki alandaki düşünürlerin benzer sorunlara
farklı tarzda açıklamalar getirmeleri, fakat her iki alanın da birbirini beslemesi ve birbirinden kopuk düşünülememesi, Herodotos ve Thukydides gibi tarihçilerin, daha çözümleyici bir bakış açısıyla, günümüzdeki “bilimsel” tarih anlayışının ilk örneklerini serimlemelerine yol açmıştır.
Herodotos
Herodotos,tarih araştırmasında ve aktarımındaki bakış açısını, “Ödevim, bana anlatılan neyse
onu vermektir. inanmaya gelince, hiçbir şey beni buna zorlayamaz ve bunu bütün anlattıklarım için söylüyorum” sözleriyle dile getirir.
Barbar, her ne kadar günümüzde “medeniyet bilmeyen”, “vahşi”, “önüne geleni öldüren” gibi anlamlar yüklenerek ve çeşitli toplumlar için bir niteleme olarak kullanılsa da, sözcük, Eski Yunanca’da, “yabancı bir devletten/toplumdan”, “Yunanca konuşmayan” anlamlarına gelecek biçimde kullanılmıştır.
Herodotos, edindiği bilgiyi değiştirmeden aktarma ve gerekmedikçe kişisel görüşlerini aktardığı olaylara katmama gibi özellikleriyle, tarih yazıcılığında rastlanan ilk farklı modeli oluşturur. Herodotos, yazılı belgelere dayanarak tarih olaylarını değerlendirme konusunda da bir ilktir.
Herodotos’un eleştirel olarak da nitelenebilecek tavrının geneline yayılan üç temel nitelikten söz etme olanağı vardır:
1.Sıradan, gündelik deneyimler dışında ortaya çıkan tüm insanüstü ya da mucize olaylara şüpheyle yaklaşmış, fakat kehânet ve rüyaları, bu tip olaylar kapsamında görmemiştir;
başaramamıştır;
3. Doğrudan kaynağından, yani birinci elden/ağızdan alınmış her tür bilgiyi, yazılı-sözlü ayırt etmeksizin, ikincil verilerden üstün tutmuştur
Herodotos ile başlayan eleştirel, araştırmacı ve belgeleri önemseyen tarihçilik tutumu, Thukydides ile devam etmiştir.
Thukydides
Günümüze ulaşan ve dolayısıyla bilinen tek eseri Peloponnesos Savaşı olan Thukydides
de yukarıda belirttiğimiz gibi, Herodotos ile birlikte Yunan tarihçiliğinin önemli isimlerinden biridir. Thukydides, Herodotos’tan farklı olarak, gezdiği yerler hakkında pek bilgi vermez; yalnızca Peloponnesos Savaşı’nın nedenlerini ayrıntılı biçimde vermekle yetinir.
Hatta savaşın nedenlerini öylesine detaylı vermiştir ki, Peloponnesos Savaşı’nın
1.kitabının önemli bir kısmı yalnızca Yunan coğrafyasının bu savaşa nasıl sürüklendiğinin anlatılmasına ayrılmıştır.
Thukydides’e göre savaşın başlıca nedeni, iç huzursuzluk ve şehir devletleri arasında patlak veren kavgalardan kaynaklı göçlere bağlı olarak ortaya çıkan bunalımlardır.
Thukydides, ekonomik etkenleri değişimlerin ve iç savaşların nedeni olarak gören belki de ilk tarihçidir.
Thukydides, tarih olaylarını incelerken akılcı bir tutum takınmış, buna bağlı olarak tarih olayları karşısında kuşkucu olunması ve öne sürülen her aktarıma ve delile inanılmaması gerektiğini savunmuştur.
Thukydides de Herodotos ile benzer biçimde, öncelikle birincil kaynaklara, olayın doğrudan
kendisine ilişkin belgelere başvurmayı yeğlemiştir. Olayların ardındaki neden ve ilkeleri araştırıp bulma isteği, Thukydides’in, incelediği olaylarda ortaya çıkan sonuçlara, amaçlara ve motişere odaklanmasına yol açmıştır. Bu da Thukydides’in tarihçiliğindeki pragmatik yöne işaret eder.
Thukydides, bu sayılan yönleriyle Yunan tarihçiliğinde bilimsel yönelişin zirveye çıktığı bir düşünür olmuştur.
20. yüzyılın ünlü tarih felsefecisi Robin George Collingwood Yunan tarihçiliğinin Thukydides ile birlikte hemen hemen tüm özelliklerini kazandığı düşüncesindedir ve ona göre bu temel özellikler şunlardır:
1. Geçmişi anlamak ve yorumlamak isteyen tarihçinin, işe sorunlarla başlayarak, bilimsel olması gerektiği düşüncesi oluşmuştur;
2. Geçmişte insanların yaptıkları hakkında sorular sorulmaya başlanmıştır;
3. Tarihçi için akılcılık özelliğinin kaçınılmazlığı ve zorunluluğu vurgulanmış, tarihçinin ele aldığı soru ve sorunları bazı temellere oturtması v kanıtlara başvurması, onun vazgeçilmez özellikleri arasında yer almıştır;
4. Tarih çalışmasının yapılmasında, insanın geçmişteki yapıp etmelerini tespit edip kendini
açığa vurması yahut kendini başkalarına anlatmasıyla insanın varoluş özelliklerini dile getirme, temel kaygı olarak değerlendirilmiştir
Bu özelliklerden 1, 2 ve 4’te belirtilenler Herodotos’ta, 3’te dile getirilenlerse belli
ölçülerde Thukydides’te kendisini göstermiştir
PLATON’UN TARiH ANLAYIŞI
Dostu ve hocası Sokrates’i ölüme mahkum eden Atina demokrasisine karşı olumsuz tutum takınması, Republic’te (Devlet) ideal bir devlet yönetimi arayışına girerken, demokrasiyi “bozuk” yönetim biçimlerinden sayması,20. yüzyılda kendisinin “totaliter” siyaset zihniyetinin düşünsel temellerini atmakla suçlanması gibi sonuçlar doğurmuştur.
Platon, kendi çağında tanık olduğu toplumsal ve siyasi çalkantılar karşısında, şu iki tutum arasında bir seçim yapma zorunluluğuyla baş başa kalmıştır:
1. Polisi,daha doğrusu Atina’yı tüm kurum ve gelenekleriyle geçmişe gömme gayreti
içinde olan yıkıcı güçlerle bir olup yepyeni bir devlet ve yepyeni bir din oluşumuna
katkıda bulunmak,
2. Karşıt görüştekilerin yanlışlarını ortaya koyup çürüterek Polis’i ayakta tutmak için ne gerekiyorsa yapmak.
Platon, bu tutumlardan ikincisini benimsemiştir ve Guthrie’nin de belirttiği gibi hocası Sokrates’in Sofistlerle mücadelesini devam ettirerek Polis’i sonuna kadar savunmuştur
Ruh, Tarihteki Konumu ve Toplumsal Tarihe Etkisi
Platon’un felsefesinin olduğu kadar, tarih anlayışının da anahtar kavramlarının başında ruh gelir, denilse herhalde abartı olmaz.
Platon’a göre ruh, hem ilk yaratılan varlıklardan biridir hem de tüm değişim ve dönüşümlerin başlıca nedenidir Ruh, bütün eylemlerin, iyi ve kötü olarak nitelenen her şeyin ardındaki nedendir, yani insanların tüm eylemleri aslında ruhun etkinlikleridir Bu bakımdan ruh, tarihin de itici gücüdür ve ister doğa, ister kültür tarihinden söz ediyor olalım, her ikisinin de malzemesinin ortaya çıkmasının ardında ruh vardır.
Ruh nasıl bir varlıktır, özellikleri nelerdir? Platon’un ruha yüklediği temel özellikleri ölümsüzlük, maddesizlik ve görünmezlik olarak sayabiliriz. Aynı zamanda ruh, tutku, cesaret ve akıl olmak üzere üç ana bileşene sahip bir yapıdır; hatta ruhun söz konusu bölümlerinin toplumlarda görünümü de bulunur.
Platon bu görünümler için şu örnekleri vermiştir:
bir çeşitliliği kaçınılmaz kılmakta ve bu çeşitliliğin nedeni olarak da yine insan ve
toplumların değişik ruhlara sahip oluşları gösterilmektedir. Öyleyse ruh, iyileşmeden
sorumlu olduğu ölçüde, toplumdaki bozulmadan da aynı ölçüde sorumludur denilebilir.
Platon’a göre insanın mutlu yaşaması,
1. Ruhun bölümleri arasında,
2. Devlette ve kurumlarında düzen ve uyumun olmasına bağlıdır
Platon’da Tarih Metafiziği ve Tarihin Yorumlanışı
Platon’a göre ruhun iyi eylemleri gelişmeye-ilerlemeye, kötü eylemleri de bozulmaya yol açmaktaydı. işte Platon’un tarih metafiziğinin temelinde de “belirleyici ilke”, “insanın kökeni”, “insanın amacı” ve “tarihte ilerleme olup olmadığı” sorularına felsefece temellendirilmiş yanıtlar bulma kaygısı vardı.Şimdi bu kaygının Platon’da nasıl ifade bulduğuna biraz daha yakından bakalım.
Tarih metafiziği, temelde,insanı bütünlüklü bir yapı olarak ele alıp tarih bağlamında ortaya koyan düşünce tarzıdır. Tarih metafizikleri, evreni kavramada ve açıklamada ortaya çıkan sorunlara çözüm getirmeyi ya da yeni bir evren kavrayışı geliştirmeyi hedeşeyen düşünce ürünleri olarak, evren kavrayışında içerilen tüm soruları da yanıtlama çabasındadır
Platon, Timaios (Timaeus), Kritias (Critias) ve Devlet Adamı (Statesman) diyaloglarında, kendi yaşadığı dönemin insanlarını, bir felâket sonrasında yaşama tutunmayı başarabilen kişilerin torunları (descendants) olarak nitelemiş, felâket gelmeden önceki medeniyetin ya da düzenin felâketle yok olması sonrasında sağ kalanların yaşamlarını sürdürmek için gerekli tüm şeyleri adım adım fakat bir hayli zahmete katlanarak elde ettiğini savunmuştur.
İlerleme, değişme, gelişme gibi olgulara yer yer olumlu yaklaşması, Platon’u “ilerlemeci” bir “tarih filozofu” saymamız için yeterli değildir; çünkü Platon ilerlemenin olanaklılığını teslim ettiği ölçüde, bozulmadan duyduğu kaygıları da ifade etmekten geri durmamıştır.
Toplumsal yaşam hem insanın varlığını sürdürmesi için zorunlu olması hem de refahta artış ve kurumlarda gelişmişlikle birlikte insanı bozması nedeniyle çelişki doğurmaktadır.
Fakat kültürde ilerleme, şu aşamalar temelinde görüldüğünde, ruhta bozulmaları
da beraberinde getiren bir süreç olur:
3.Toplum bir yandan insan olmanın gereğiyken, öte yandan insanı her yönüyle bozar, bu da bir çelişki doğurur.
Platon, tüm bu aşamaların zorunlu olduğunun, tarihin başlangıcından kendi yaşadığı
zamana kadar belirli ölçüde bir ilerlemenin sürdüğünün farkındadır ve insana-topluma ilişkin iyimserliğini temellendirmek üzere, felsefeyi kullanır.
Platon’a göre,
1.İnsan, ahlâkta bozulmanın getirdiği olumsuzlukları, ilerleme sürecinde geliştirdiği kurumları ve bilgileri kullanarak saf dışı edebilir,
3.Ruhta saklı olan Tanrı öğütleri-yani doğruluğun bilgisinin kaynağı, ruhun arkeolojisi yapılarak felsefe sayesinde ortaya çıkarılıp, doğru bilgi temeline uygun devlet kurulunca, çelişki ortadan kalkar.
Platon’un tarihi yorumlayış üslubu, tarihçilik ve tarih yazımı açılarından bakıldığında, Timaios, Kritias ve Yasalar gibi yapıtlarında, Devlet ve Devlet Adamı gibi daha genç olduğu zamana ait yapıtlarına kıyasla farklıdır.
Timaios, Kritias ve Yasalar’da yalnızca “bozulma” ilkesinin tarihin geneline yayılmasıyla kalınmaz, insanla ilgili daha önceki yapıtlarda gündeme gelmemiş başka somut unsurlar da ortaya çıkar ve bu tarih sorunu, enine boyuna incelenir.
Platon, tek tek tarih olaylarının detayına-gerekli görmedikçe girmemiştir Platon, düşüncesinde gitgide daha baskın olarak belirecek biçimde, geçmişi, insanlığın kendini gerçekleştirdiği bir alan, anlamlı bir bütünlük olarak değerlendirmiştir, denilebilir.
THEORİA-HİSTORİA KARŞITLIĞNIN OLUŞMASI VE YERLEŞMESİ
Platon felsefesinin ruh dışında bir başka önemli unsuru daha vardır ki, o da Plato düşüncesinin bütününde etkisini göstermiş, .lkçağ Felsefesi dersinizden de hatırlayabileceğiniz üzere, bu unsur idealar öğretisinden başka bir şey değildir.
Platon’da idealar, yalnızca varlık sorunu bağlamında değil, bilgi sorunu bağlamında da anahtar kavramlardan biridir. İdealar, zaman ve mekandan bağımsız,sonsuz-ölümsüz, ne ise o olarak kalan, hiçbir zaman değişmeyen soyut varlıklardır ve ancak salt akılla, düşünce yoluyla bilinebilirler.
İdea, felsefe literatürüne Platon’un armağan ettiği bir kavramdır. Aslında, tekili biçim, form anlamına gelen eidos sözcüğünün çoğul halinin, yani eide’nin, Platon tarafından değiştirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Platon’a göre idealar, değişmeyen şeylerdir ve sağlam temelli, doğru bilgi (episteme),
yalnızca ideaları bilme yoluyla elde edilebilir.
Ünitemizin amaçları doğrultusunda asıl vurgulanmaya değer nokta,Antikçağ Yunan düşüncesinin bütününde kendisini gösteren bir zihniyettir: Bu zihniyet, felsefeyi, kalıcı ve temel olan, deneyimlere ve algılara bağlı olarak değişmeyen şeyleri araştırmaya yönelen bir etkinlik olarak kabul etmiş ve rastlantısal,tekil olaylara ilişkin bilgi edinmeyi aynı ölçüde önemsememiştir; çünkü bu zihniyet içerisinde hem doğada, hem de insan ve toplumda genel bir düzen varsayımı egemendir.
19. yüzyıl düşünürlerinden Paul Yorck von Wartenburg, bu zihniyetin Herakleitos’tan Aristoteles’e kadar tüm Yunan düşüncesinde var olan hakiki bilgiyani episteme ile sanı bilgisi, historik bilgi-yani doxa ayrımında ifade bulduğunu ileri sürmüştür.
Doğan Özlem’e göre, historein sözcüğü Yunanca’nın iyon leh çesinde “bildirme”, “haber alma yoluyla bilgi edinme” anlamında kullanılırken, Attika lehçesinde “görerek, tanık olarak bilme” anlamının yanı sıra fizikten coğrafyaya,astronomiye, botanik ve zoolojiye, hatta gitgide doğa bilgisini kuşatacak ölçüde geniş bir anlam içeriğine sahip olmuştur.
Bu kadar zengin anlam içeriğine ek olarak, Özlem, historein’in bir anlamından daha söz eder, o da (içinde bulunulan an için) açıklanması olanaklı olmayan ve bu bakımdan olağan dışı sayılan doğa olguları hakkında tanıklık bilgisidir .
Bu anlam, Platon’un Phaidon diyaloğunda, “genel bir açıklamaya sokulamayan, ancak gözlenen, ya da tanık olunan (historein) olayların bilgisine verilen isim” anlamında da kullanılmıştır.
Tarihin babası” Herodotos’un, historein kavramını insanların ve toplumların başından geçenleri kaydetme yoluyla edinilen bilgi anlamına gelecek biçimde kullanma konusunda da bir ilk olduğu söylenmeden geçilemez.
Herodotos’un bu tavrı, onun kendi yazdığı tarih yapıtına, “tanık olunan ve haber alınan şeylerin anlatımı”demek olan Historias Apodeiksis adını vermesinde de kendini gösterir.
Thukydides de historein sözcüğünün anlam içeriğine bir katkıda bulunur: Ona göre historein, yalnızca geçmişteki olayların aktarımı ve kaydından ibaret değildir, aynı zamanda geçmişte kalan insan-toplum olaylarını değerlendirme ve yorumlama etkinliği olarak da anlaşılmalıdır.
Bu durumda, historein sözcüğünün Batı dillerindeki karşılığı olan Historie, histoire, historia, history gibi sözcüklerin günümüzdeki anlamlarının kökleri Herodotos ve Thukydides’e uzanıyor, diyebiliriz.
Theoria’nın Yunanca’daki temel anlamı “görme” olsa da felsefede bu kavrama daha çok “aklın gözüyle görme”, “deneyimden bağımsız olarak düşünülenler alanındaki değişmeyenleri görme”
anlamları yüklenmiştir.
Aristoteles de Akademia’sından mezun olduğu hocası Platon’un pek çok konuda izinden gitmiş, fakat yer yer onu aşan, bilimsel düşünüşe,bilimler sınışamasına yol açan, bütün bunlardan öte, mantık adlı yepyeni bir bilgi alanının varlığını keşfeden ve temellendiren bir filozof olmuştur.
Platon da Aristoteles de varlık ve bilgi konusunda,“değişmeyen varlığın/varlıkların sağlam
bilgisi”ni elde etmeyi başlıca hedef olarak görmüşlerdir. En azından felsefe gibi theoriaya dayalı
bir etkinlik söz konusu olduğunda, gündelik deneyimlerin ya da tek tek doğa olaylarının deneyimlenmesinin pek bir önemi yoktur.
Aristoteles, theoria-historianın birbirine karşıt olarak konumlanması konusunda, Platon’dan daha açık bir söyleme sahiptir, denilebilir. Aristoteles, bilgi alanlarını şöyle sınışandırır.
ikincisi kapsamına etik,(pratik bilgi)politika, ekonomi gibi insan yaşamındaki eylemlerle ilişkili, iyinin nasıl elde edilebileceğini araştıran disiplinler girer
Son olarak, (poietik bilimler,) anlamca bilimlerin karşısına konulmuş olan güzel sanatları, yani insan ürünü şeyleri kapsar-yani bilgiyi bilgi olarak değil, güzel şeyler yapmak için bir araç olarak görür ve kullanır. Poietik bilgi alanına tragedya, müzik, resim, heykel gibi sanatlar girer.
Aristoteles, bu bilgi alanları sınışaması çerçevesinde, Herodotos ve Thukydides’in
kazandırdığı anlamları taşıyan historeini historiografya (tarih yazımı) olarak
adlandırmış ve bu disiplini Peri Poietikes (şiir Sanatı Üzerine) adlı yapıtında bir
edebiyat türü olarak şiirin altında sınışamıştır; çünkü Aristoteles’e göre şiir sanatı imgelem (phantasia) yoluyla bile olsa bir genelliği hedeşerken, tarih yazıcılığı bireysel, rastlantısal olayları edebî bir dille aktarırken böyle bir genelliği hiçbir zaman yakalayamaz ve bu da felsefenin peşinde olduğu genellik ile tarih yazımının yalnızca rastlantısalı yakalayabilmesi arasında giderilemez biçimde bir karşıtlık oluşturur.
Aristoteles’te en yetkin ve açık ifadesini bulan theoria-historia-ya da felsefe-tarih karşıtlığı, Antikçağ Roma medeniyetinde de aynen korunmuş, olayları kaydetmek için yıllıklar tutma (annales) ve tarih yazıcılığı arasında yalnızca edebî ölçütler temelinde ayrım yapılmıştır
Bu ayrıma göre yıllık yazarları,Osmanlı’daki vak’anüvisler gibi memurken,
tarih yazıcıları, Cicero’nun ifadesiyle “insanlar için geçmişten dersler çıkaran”edebiyatçılardır.
Kendimizi sınıyalım
1. Antikçağ Yunan toplumunun gün geçtikçe kötüye gittiğini düşünen Hesiodos, bu düşüncesini aşağıdakilerden hangisiyle temellendirmiştir?
a. insanların yaşanmış tarihiyle
b. Tanrıların tarihiyle
c. işler ve Günler’le
d. Theogonia’yla
e. Çağlar Öğretisiyle
cevap:E
2. Zaman unsurunu tüm boyutlarıyla tarihinde kullanan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a. Herodotos
b. Pindaros
c. Homeros
d. Hesiodos
e. Thukydides
CEVAP:B
3. “Evrenin kökeni hakkında ortaya atılmış bilimsel kuram ya da efsane temelli açıklama” anlamına gelen terim aşağıdakilerden hangisidir?
a. Kozmoloji
b. Kozmon Psykhe
c. Kozmogoni
d. Kosmos
e. Logos
CEVAP:C
4. “insan her şeyin ölçüsüdür; olanların olduklarının,olmayanların, olmadıklarının” sözünün sahibi düşünür, aşağıdakilerden hangisidir?
a. Protagoras
b. Gorgias
c. Platon
d. Sokrates
e. Hippias
CEVAP:A
5. Aşağıdakilerden hangisi, Herodotos ile Thukydides’in ortak yönlerinden biri değildir?
a. Eleştirel tutum
b. Nesnellik kaygısı
c. Birincil kaynaklara önem verme
d. Gezilen coğrafyaların anlatımı
e. Akılcılık
CEVAP
6. Ruh hakkında aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a. Ruhun kendisi de bir ideadır.
b. Ruh ölümsüzdür.
c. Ruh maddesizdir.
d. Ruh, tutku, cesaret ve akıldan oluşan bir bütündür.
e. İyiliklerden de, kötülüklerden de ruh sorumludur.
CEVAP:A
7. Platon, toplumsal yaşam ile ahlâk arasında gördüğü çelişkinin aşağıdakilerden hangisiyle aşılacağını savunur?
a. Kurumların gelişmesiyle
b. Toplumdaki zenginliğin artmasıyla
c. Doğru bilgi temelinde ideal devletin kurulmasıyla
d. Zenaatların gelişmesiyle
e. Savaşmak için cesaretin artmasıyla
CEVAP:C
8. Platon’da felsefece düşünmenin bilgisine, bilginin gerçek nesneleri olan ideaları kavrama yoluna yönelten yöntemin Yunanca adı aşağıdakilerden hangisidir?
a. Dikaiosyne
b. Sophrosyne
c. Alethes Doxa Meta Logou
d. Dialektike
e. Aletheia
CEVAP
9. Historein kavramını ilk kez “insanların ve toplumların başından geçenleri kaydetme yoluyla edinilen bilgi” anlamında kullanan tarih düşünürü aşağıdakilerden hangisidir?
a. Sokrates
b. Herakleitos
c. Aristoteles
d. Thukydides
e. Herodotos
CEVAP:E
10. Aşağıdakilerden hangisi Aristoteles’in, Herodotos ve Thukydides’in kazandırdığı anlamlarla historeine karşı tutumunu dile getirir?
a. Empeiria adını vermiş ve doğa bilimleri arasında sınışamıştır.
b. Historiografya adını vererek şiir sanatının altında bir edebi tür olarak sınıflamıştır.
c. Pratik bilimler arasında sınıflamıştır.
d. Teorik bilimlerden biri olarak görmüştür.
e. Felsefeden beklenen genelliğin bilgisine ulaşmayı tarihten de beklemiştir.
CEVAP:B
E-ALIŞTIRMA SORULARI
Soru 1:
Pindaros, aşağıdaki özelliklerinden hangisiyle efsane temelli tarihçiler arasında bir ilk olmuştur?
Soru 2:
Hesiodos, Çağlar Öğretisi’nde, kendi yaşadığı dönemi aşağıdakilerden hangisiyle adlandırmıştır?
Soru 3:
Hesiodos, Çağlar Öğretisi ile aşağıdakilerden hangisine dikkat çekmek istemiştir?
Soru 4:Edindiği bilgiyi değiştirmeden aktarma ve gerekmedikçe kişisel görüşlerini aktardığı olaylara katmama gibi özellikleriyle, tarih yazıcılığında rastlanan ilk farklı modeli oluşturan tarihçi aşağıdakilerden hangisidir?
Soru 5:
Aşağıdakilerden hangisi Thukydides’in Herodotos’tan farklı bir yönünü ifade eder?
Soru 6:
Platon’a göre tarihin itici gücü aşağıdakilerden hangisidir?
Soru 7:
Antikçağ Yunan dünyasının felsefe ve tarihe yönelik zihniyeti, aşağıdakilerden hangisinde kendisini en açık biçimde göstermiştir?
Soru 8:
Aristoteles’e göre bilgiyi başlı başına bir amaç olmak yerine, güzel şeyler yapmanın bir aracı olarak görüp kullanan tarzdaki bilgi aşağıdakilerden hangisidir?
Soru 9:
Platon’un tarihi yorumlayışıyla ilgili aşağıdaki yorumlardan hangisi yapılamaz?
Soru 10:
I. Ölümsüzlük II. Tutku III. Görünmezlik IV. Cesaret V. Maddesizlik VI. Akıl.
Platon, yukarıdakilerden hangilerinin ruhun temel bileşenleri/bölümleri olduğunu savunmuştur?
Ruhun temel bileşenleri: tutku-cesaret-akıl
Ruhun temel özelikleri: ölümsüzlük-maddesizlik-görünmezlik
Soruda temel bileşenler sorulmuş dikkat edelim karıştırmıyalım.
ÜNİTE:3
TARİH FELSEFESİNİN ORTAÇAĞDAKİ KÖKENLERİ-I: HIRİSTİYAN ORTAÇAĞ VE AUGUSTİNUS
ORTACAĞ AVRUPA KÜLTÜRÜNÜN VE FELSEFESİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ
Ortaçağ’ın din temelli düşünce yapısının, bazı felsefe tarihçilerince, bir geçiş dönemi düşünürü sayılabilecek olan Plotinos’tan başlatıldığını söyleyebiliriz.
Tüm var olanların var olmasına olanak tanırken, kendisi başka hiçbir varlığa gereksinmeden var olan “Bir” (To H˜en) savı bakımından da özellikle Hıristiyanlığın faydalandığı bir felsefe sistemi olmuştur.
Bu “Bir”in algı ve düşünceyle kavranamaması, Onun hakkında yalnızca ne olmadığına ilişkin şeylerin söylenebilir olması ve Onun her şeyin kendisinden türediği yaratıcı ilke, “salt iyi”, “en yüksek” olması,çok tanrıcılığı korumak isteyenler kadar Hıristiyanların da Tanrı inançlarını temellendirmede Plotinos’tan yararlanmalarına yol açmıştır.
olan deneyimleri kapsayacakbiçimde kullanılır.
Panteizmise, kökeni Yunanca’ya dayanan panta-yani her şey ve theos-yani tanrı sözcüklerinden oluşan,dilimize tümtanrıcılık biçiminde de çevrilen bir metafizik anlayışın adıdır.
Bu anlayışın felsefe tarihinde bilinen başlıca temsilcilerinden birisi de Plotinos’tur.
Plotinos, geliştirdiği düşünceler için her zaman Platon’u model aldığını ve öğretisini Platon’un felsefe sisteminden yola çıkarak oluşturduğunu ifade edenbir düşünürdür. Bu dile getirişleri, Plotinos’un, Yeni-Platonculuk adı verilen bir akımın başlıca filozofu olarak anılmasına neden olmuştur.
Hıristiyanlık Temelli Ortaçağ Felsefesi
Bizan İmparatoru Iustinianus’un, Platon tarafından kurulan ve Yeni-Platoncu eğilimi benimsemiş olan Akademia’ yı kapatarak, Hıristiyanlığa aykırı gördüğü Yunan felsefesinin okutulmasını yasaklaması, düşünce özgürlüğü ve farklı görüşlere tahammül açısından Hıristiyan Ortaçağının genel tutumuna ilişkin benzersiz bir örnektir.
Antikçağdaki kültür değerlerini gelecek için korumaya alan da Katolik Kilisesi olmuştur.
Kilise’nin Antikçağ felsefesine ilişkin benimsediklerini, “barbar” kabul ettikleri Roma- Germen toplumlarına öğretmesiyle, Antikçağ düşüncesi, Hıristiyanlaşarak Avrupa’da yayılmaya başlamıştır
Ne var ki, Antikçağ’da Yunan toplumunun tartışmalarla, çatışmalarla geliştirdiği düşünce, önce dinden uzaklaşıp salt bilmenin kendisi için bilmeden-yani theoria etkinliğinden- duyulan mutlulukla başlayıp gitgide praxis ’in ahlâk ödevlerinin ve dinsel özlemlerin yörüngesine doğru evrilirken;
Ortaçağ Hıristiyan dünyasındaki düşüncenin gelişimi, Yunan düşüncesiyle ilgili söylediklerimizin tam tersine bir yolu izlemiştir:
Ortaçağ düşünürleri, Antikçağ’a ilişkin benimsenen düşünceleri ve felsefeyi, “bulunmuş bir doğru” olarak benimseyip,deyim yerindeyse “hazır paket program” kabul ettikleri bilgi toplamının bazı tutarsızlıklarını gidererek bu toplamın çeşitli kısımlarında onarımlar, düzeltmeler yaparak işleme yolunu seçmişlerdir.
Kilise Babaları Dönemi, Yahut Patristik Felsefe
Kilise Babaları, Ortaçağ’a temel karakterini veren Hıristiyan felsefesinin zeminini
hazırlayan düşünürler için kullanılan bir addır. Bu döneme Patristik Felsefe de denir.
Bu dönemin başlıca düşünce akımı olarak gnostisizm,
başlıca düşünürleri arasındaysa Kartacalı Tertullianus, İskenderiyeli Clemens,
Origenes ve Skolastiğe geçişin de sembolü olarak kabul edilebilecek Augustinus yer alır.
Kilise Babaları dönemine ya da Patristik Felsefe’ye verilen bir başka ad da Apolojik Dönem olarak bilinir.
Hıristiyanların yaklaşık 250 yıl süren kovuşturmaya ve işkenceye uğrama dönemindeki çalışmalarını en iyi özetleyen de Yunanca’da “özür,gerekçelendirme” gibi anlamlar taşıyan apologia sözcüğüdür.
Yunanca bir sözcük olan gnosis, Ortaçağ’da “bilgi”, “Tanrı’yı duygu ile bilmek” gibi anlamlarda
kullanılmıştır.
Gnostisizm, fantastik düşünce öğelerinin çokluğundan, Augustinus sonrası Hıristiyanlığın resmî görüşünden çok uzak sayılacak din görüşlerini de içinde barındıran bir çığır olmuştur.
Kartacalı Tertullianus, gnostiklere karşı olan bir düşünürdür. Felsefe tarihinde en iyi bilinen sözü, “Akıl almaz olduğu için inanıyorum” olan Tertullianus’a göre gerçek îman, kişinin Tanrı önünde kibrini kırması ve nefsini alçaltmasıdır. Bu anlayışa göre, tanrısal sırların bilinçte veya akılda doğmasını beklemek, Tanrı’ya karşı en büyük küstahlıktır.
Hıristiyan Gnostiklerinden olan İskenderiyeli Clemens’e göre,inanmak, bilmekten önce gelir ve
bilmenin temelini oluşturur,fakat insanın nihai ereği, Tanrı hakikatini anlamaktır. Felsefe ile din, yahut akıl ile açınlama (vahiy) arasında bir uzlaşma arayışının tarihi olarak da görülebilecek olan Ortaçağ
Avrupa felsefesinin neredeyse bütününe sinen bu anlamaya yönelik yaklaşımı en iyi ifade eden de Clemens’in, ““Anlayayım diye inanıyorum” sözüdür.
HIRİSTİYAN TARİH DÜŞÜNCESİ VE TARİHÇİLİK
Ortaçağ Avrupa düşüncesinin bütününü belirlemiş olan Hıristiyanlığın tarih anlayışı, önemli ölçüde Yahudiliğin tarih anlayışından etkilenmiştir.
Kutsal Kitap Eski Ahit’in (Tevrat) içeriğinde ifade bulan dünya tarihi,
“Çizgisel” olarak da tanınan bu zaman anlayışı, fiziksel olmaktan çok, belirli bir başlangıcı ve bitimi olan, sonunda insanın yargılanarak ödüllendirilip cezalandırılacağı, başlangıçtan bitime kendi içinde bir süreklilik ve gelişim taşıyan, tanrı-bilimsel (teolojik) bir anlayıştır ve Batı’da “tarih bilinci”ni uyandırmak gibi önemli bir etkiye sahiptir.
“Çizgisel Zaman”, Yahudi-Hıristiyan tarih anlayışıyla şekillenen yeni zaman anlayışı için sık kullanılan
bir addır. Bu anlayışta, tarih olaylarının bir daha tekrar etmeyen, düz bir çizgi üzerinde sürekli belirli bir
sona ya da hedefe ilerleyen yapıda oldukları düşüncesi ön plandadır.
2. Hıristiyanlık, Tanrı’nın başlangıçsızlığı ve sonsuzluğu ile varlıkların gelip geçiciliği arasında salınıp duran insana, isa Peygamber aracılığıyla, sonsuzluğa kavuşmanın yolunu açmıştır
3. Yunan düşüncesindeki döngüsellik ve sonsuz dönüşün yerini süreklilik kavramı
Almıştır
4.Hıristiyan düşüncesinde, insanlık tarihinin toptan bir gelişme sürecinde olduğu fikri baskındır.
1. Temel amacı insanın iyiliği olan,
2. insanın temel eylemci olduğu bir “Tanrı murâdı” olarak görüldüğünü de savunmuştur.
Collingwood, günümüzde de zamanı kendisine göre ölçtüğümüz Miladi takvimin “isa’dan Önce” ve “isa’dan Sonra” ayrımını, Hıristiyan tarih düşüncesinin bir etkisi olarak yorumlamaktadır.
Wartenburg’a göre,Hıristiyanlığın getirdiği tarih ve zaman anlayışı, Antikçağ kültürüne yabancıdır ve bu tarih anlayışı, insanın ve toplumun tarihsel bir temeli olduğu yönlü ön kabulün Yeniçağ
Avrupası’nda da yaygınlaşmasının temel nedenidir.
Hıristiyanlık’tan sonra artan bir ivmeyle, Avrupa kültüründe insanlığın tarihsel bir gerçeklik,insanın kendisinin de bir tarih varlığı olarak anlaşılmasını yaygınlaştırmıştır.
AUGUSTİNUS: İLK TARİH FİLOZOFU
Augustinus, zamanın tanrı değil, insan için var olan bir yapı olduğu düşüncesindedir. Bu anlayışa göre Tanrı, yarattığı şeyler gibi, zamanın bir parçası değildir.
Augustinus’a göre İsa Peygamber’in Hıristiyanlar’a kurtuluşu müjdelemek ve kurtuluşun yolunu göstermek için yeryüzünde beden olarak görünmesi, sonu Eskaton olan tarih sürecinin başlangıcıdır.
İnsan, Tanrı tarafından özgür yaratılmış olsa da güdüleri ve gururu, Adem’den bu yana onu günaha sürüklemiş, ilk günahtan bu yana insan hep kötüye yönelmiştir. Bu günah batağından insanı yalnızca Tanrı Kayrası (Gratia) kurtarabilir.
Iustus Dei, yani Tanrı’nın adaleti, insanı yaptıklarından dolayı ödüllendirecek veya
cezalandıracak olan en yüksek ölçüttür.
Ödül, günahtan kurtulmadır ve “Tanrı’nın oğlu” İsa Peygamber, “seçilmiş” insanlara-yani Hıristiyanlar’a kurtuluşu müjdelemek ve kurtuluşun yolunu göstermek için yeryüzünde beden olarak görünmüştür (bedenlenme-Inkarnation).
Bu görünme, sonu Eskaton (Tanrı mahkemesi, kıyâmet) olan tarih sürecinin de başlangıcıdır.
Augustinus, tanrıbilimsel unsurlarla örülü bu görüşleriyle, tarihi “tekerrürden ibaret” olmaktan çıkararak, onun bir daha tekrar etmeyecek olayların oluşturduğu bir defalık bir süreç olarak anlaşılmasına zemin hazırlamıştır.
De Civitate Dei’dir (Tanrı Devleti Üzerine): :Augustinus’un tarih felsefesinin ya da teolojisinin izlerini sürmek için kendisine ait en önemli yazılı metin, Tanrı Devleti’ni,“gelecekte kurtuluşa ermiş olan insanların kuracağı devlet” olarak tanımlar.
Yeryüzü Devleti (Civitas Terrana) ya da Şeytanın Devleti (Civitas Diaboli): bu dünyada güdülerinin ve gururunun peşinden giden, kötüye uyanların devletidir.
İşte tarih,tam da bu iki tür devletin arasındaki çatışmanın ve bu iki devletin birbirinden
kopuşlarının süreci olarak anlam kazanır.
Kendimizi Sınayalım
1. Gerçek îmanın, kişinin Tanrı önünde kibrini kırması ve nefsini alçaltması olduğunu savunan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a. Augustinus
b. Kartacalı Tertullianus
c. Origenes
d. Plotinos
e. iskenderiyeli Clemens
CEVAP
2. “Anlayayım diye inanıyorum” yaklaşımını savunan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a. İskenderiyeli Clemens
b. Etiénne Gilson
c. Augustinus
d. Kartacalı Tertullianus
e. Mircéa Eliade
CEVAP:A
3. Wartenburg ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a. Yahudilik ve Hıristiyanlık, çizgisel-teolojik bir zaman anlayışı geliştirmiştir.
b. Hıristiyanlık, zaman anlayışı bakımından Antikçağı n bir ardılıdır.
c. Antikçağ Yunan düşüncesi çizgisel zaman anlayışıyla tanışık değildir.
d. Çizgisel-teolojik zaman anlayışı, Yeniçağ Avrupası’nda dünyevîleşmiştir.
e. Çizgisel zaman anlayışı, neredeyse tüm Batılı tarih filozoflarında görülür.
CEVAP:B
4. Mircea Eliade’ye göre, “tarihin sonu”, en çok aşağıdakilerden hangisine bağlı olarak tarih felsefesinden çok tanrıbilimin bir sorunu haline gelir?
a. İsa’nın Tanrı’nın bedenlenişi olarak yorumlanmasına
b. Tarihin Tanrı’nın varlığının başka bir boyutu olarak görülmesine
c. Kutsal tarihin tanrıbilime ulaşmış olmasına
d. Tarihin din ekseninden çıkarılmasına
e. “Kurtuluş” ile insanın ilk yaşadığı cennetin eşanlamlı görülmesine
CEVAP:E
b. İnsanlık tarihinin, kusursuz bir ereğe doğru ilerlemesi
c. İnsanlara, asla sonsuzluğa kavuşamayacakları düşüncesini dayatması
d. İnsanlık tarihinin toptan bir gelişme sürecinde olduğu fikrinin baskın olması
e. İnsanlık tarihinin, düzenli olaylardan örülü bir tarih olması
CEVAP:C
6. Günümüzde de zamanı kendisine göre ölçtüğümüz Miladi takvimin “İsa’dan Önce” ve “İsa’dan Sonra” ayrımını, Hıristiyan tarih düşüncesinin bir etkisi olarak yorumlayan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a. Collingwood
b. Gilson
c. Eliade
d. Wartenburg
e. Dinkler
CEVAP:A
7. Augustinus’a göre zamanla ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a. Tanrı zamanın dışındadır.
b. Tanrı tarafından yaratılmış her şey zamanın içindedir.
c. Zaman, geçmiş-şimdi-gelecek arasında bulunan bir yapıdır.
d. Zaman, şimdi yaşamakta olan kişinin anımsaması ve beklentisiyle anlam kazanır.
e. Zamanın varlığının anlamlılığı, insanın anımsama ve beklentisine bağlı değildir.
CEVAP:E
8. İnsanı yaptıklarından dolayı ödüllendirecek veya cezalandıracak olan en yüksek ölçüt, Augustinus’a göre aşağıdakilerden hangisidir?
a. Gratia
b. Iustus Dei
c. Eskaton
d. Civitas Diaboli
e. Civitas Dei
CEVAP:B
9. Augustinus’a göre tarih sürecinin sonunda aşağıdakilerden hangisi yer alır?
a. Îmân
b. Kilise
c. Eskaton
d. Cehennem
e. Kurtuluş
CEVAP:C
10.Augustinus’un tarih görüşlerinin, aşağıdaki yargılardan hangisinin yıkılmasına yol açtığı söylenebilir?
a. Tarihin ereği vardır.
b. Tarihteki olaylar bir defalıktır.
c. Tarihte ilerleme vardır.
d. Tarih tekerrürden ibarettir.
e. Tarih de zaman da sonlu süreçlerdir.
CEVAP
E-ALIŞTIRMA SORULARI
Soru 1:
Duyu sınırlarını aşan ve metafizik boyutu olan, fakat daha çok kişiye özel deneyimleri ifade edecek biçimde kullanılan terim aşağıdakilerden hangisidir?
Soru 2:
Panteizm terimi için kullanılan Türkçe karşılık aşağıdakilerden hangisidir?
Soru 3:
Aşağıdakilerden hangisi Plotinos’un düşüncesine karşıt bir görüşü dile getirmektedir?
Soru 4:
Aşağıdakilerden hangisi Ortaçağ’ın din temelli düşünce yapısını hazırladığı kabul edilen düşünürdür?
Soru 5:
Aşağıdakilerden hangisi Ortaçağ Avrupasını karakterize eden bir niteliği ifade etmez?
Soru 6:
“Hıristiyanlığın ilk savunucularının kendi dinlerinin dogmalarını Antikçağ Yunan felsefesinin araçlarıyla biçimlendirerek inancı da kavramsal bir forma dönüştürdükleri, dinsel ağırlıklı olsa da felsefi yönleri de olan bir düşünce çığırının adıdır.”
Yukarıda tanımı verilen düşünce akımı ya da dönem aşağıdakilerden hangisidir?
Soru 7:
Ortaçağ’da daha çok “bilgi” ve/veya “Tanrı’yı duygu ile bilmek” anlamlarında kullanılan Yunanca terim aşağıdakilerden hangisidir?
Soru 8:
Gerçek îmanın, kişinin Tanrı önünde kibrini kırması ve nefsini alçaltması olduğunu savunan birinin benimseyeceği slogan aşağıdakilerden hangisidir?
Soru 9:
I. İnanmak bilmekten sonra gelir.
II. İnanmak bilmenin temelini oluşturur.
III. İnsanın nihai ereği Tanrı hakikatini anlamaktır.
İskenderiyeli Clemens yukarıdakilerden hangisini/hangilerini savunmuştur?
Soru 10:
Augustinus’un geliştirdiği tarih yorumu için aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?
Hıristiyanlığa aykırı unsurlar içermektedir.
Tarihi “tekerrürden ibaret” olmaktan çıkarmıştır.
Tarihçilik yöntemine büyük katkısı olmuştur.
Theoria-historia ayrımını derinleştirmiştir.
Aristoteles’in zaman anlayışını temel almıştır.
CEVAP:B
ÜNİTE: 1 TARİH FELSEFESİ NEDİR?
“TARİH FELSEFESİ” HANGİ ANLAMA/ANLAMLARA GELİR?
Tarih nedir? Bu soru, tarih için bir çerçeve çizme gereksiniminden, onu diğer çalışma alanlarından ayırma çabasından kaynaklanan, felsefi yönü de olan bir sorudur.
“Nedir?” sorusunun yapısal nitelik taşıdığını ve aslında sorguladığı şeyin erek nedenini, yani o şeyin ne için var olduğunu ortaya koymayı amaçladığını hatırlayalım.
“Tarih ne demektir?” ilk olarak, Sami dillerinde daha çok zamanla ilgili anlamlar yüklenmiş olan ve Türkçe ’de böyle bir kullanımı da bulunan “tarih ”in, İslam tarihçiliğinde,
tanık olunmuş olayları kayıt altına almak üzere yıllıklar (annales) yazma anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz.
Batı dillerinde history, historia, vb. biçimlerde karşımıza çıkan ve Türkçemizdeki “tarih”in karşılığı olan sözcük de Yunanca historeinden gelmektedir.
Historein, Yunanca ’da “araştırma yoluyla bilme/öğrenme” anlamında,
ayrıca “hikâye” ve “tarih” anlamlarında kullanılmıştır
İçinde bulunduğumuz çağda ise, tarihin kullanıldığı üç farklı anlamdan söz edilebilir.
- ilki, zamanla ilişkili olan; yani belli bir takvimlemeye göre herhangi bir olayın ne zaman gerçekleştiğini söylerken kullanılan anlamdır.
- İkincisi,geçmişin tümü olarak tarihtir. Şimdiye dek olan biten, üretilmiş, yapılmış her şeyi kapsayan zaman dilimine “geçmiş” dendiğinde, tarih etkisiz bir olaylar deposu olarak görülebilir, fakat tarihi böyle algılamak yanlıştır; çünkü bugünkü eylemlerin veolayların kökleri ya da nedenleri hep bu “geçmiş” denen alanda bulunmaktadır
- Üçüncüsü, geçmişe ilişkin araştırmalar yapan bir çalışma alanı olarak tarihtir;yani Ayhan Bıçak’ın deyişiyle “....şimdi ile geçmiş arasındaki ilişkilerin nasıl olduğunu gösteren bir yol haritasıdır”
Çağımızda, tarihin üç farklı anlamından söz edilebilir:
1. Zaman dizinsel (kronolojik)anlam,
2. Geçmişin tümü olarak tarih,
3. Geçmişle ilişkin araştırmalar yapan bir çalışma alanı olarak tarih.
- Tarihin konu edildiği yerde insanın geçmişi “bir kimlik kartıdır”
Bazı düşünürlerin tarihe bakışları:
Batı’da tarih felsefesinin kurucusu olarak görülen
- Giambattista Vico’ya göre tarih ;insan topluluklarının ve onların kurumlarının tarihidir.Çünkü tarih, insanların farklı zamanlarda değişik biçimlerde kendilerini ifade etmelerini kapsamakta, insanın bir bakıma karakterini oluşturmaktadır. Tarihi yapan insan olduğu için, tarih insan tarafından bilinebilir hatta Yeni Bilim’de doğruluğun bilgisi için tek sağlam kalkış noktası, verum ile factum’un - yani doğru ile olgunun- birbirlerine geçtiği ve dönüştüğü “toplumsal-sivil dünya”nın bizzat kendisi olarak gösterilmektedir.
- Raymond Aron tarihe, dar anlamıyla insan geçmişinin bilimi, geniş anlamıyla kültürün, türlerin, gökyüzünün ve yeryüzünün araştırılması tanımını getirmiş ve bu tanımlamada doğa-insan ilişkisini göz önünde bulundurmuştur.
- Teoman Duralı’ya göre tarih, “insanın biyolojik olarak eksikliğini duyduğu şeyin yerine geçmek üzere girişimde bulunup kazandığı olaydır....evrimin oldukça kendine özgü bir devamlılığı olarak görülür”
- Karl Jaspers de doğa-insan ilişkisini-her ikisi de zaman süreci içinde var olan doğa tarihi ve insan tarihi biçimlerinde ele almaktadır.
Karl Jaspers’e göre tarih,insana kendini görmeyi,değerlendirmeyi öğretmesi bakımından, onu kendi
çağına bağnazca ve bilinçsizce bağlanmaktan kurtarır.
- Karl Popper’e göre, insanın tarihinin en önemli kısmı felsefeyi ve dini de içeren insan düşüncesi ve bilgisinin tarihidir çünkü Popper tarihin insanlığın bilgisi ve bu bilgi üzerine ortaya atılan kuramların toplamından oluştuğu görüşündedir .Yani tarih, düşünce ve kuramların genişliğiyle sınırlanmış, çerçevesi çizilmiştir.
- Ortega y Gasset şeyler için doğa ile insan için tarihin aynı anlama geldiğini ileri sürmüş, insanın kendi yaptıkları dışında doğasının olmadığını söylemiştir.Geçmişi insanın yaşamının kendisi olarak değerlendiren Gasset’egöre tarih, “....içinde yaşadığımız en kesin güncelliğin bilimidir”
- Braudel’in tarihe ilişkin düşüncesi de tarihin insanlar, insanların da tarih tarafından yapıldığı ve kaderlerinin onun tarafından biçimlendirildiği yönündedir Braudel’e göre tarih, olanaklı tüm tarihlerin-dünün, bugünün, geleceğin öğretilerinin-bir toplamıdır ve en büyük hata, bu toplamı oluşturan parçalardan herhangi birini diğerlerini dışlayacak biçimde tercih etmektir
- Takiyettin Mengüşoğlu ise tarihi, “tarihi varlık sahası”adı altında ontolojik bir tabaka olarak tanımlamıştır: nsan varoluşuna dayanak oluşturan her türlü ilke, düşünce, değer, gelenek ve kurum ve bunlar dolayısıyla ortaya çıkan her türlü kültür verisi,
Tarihe felsefenin gözüyle yaklaşmaktan anlaşılan şey, geçmişte kalmış olayların ne anlam ifade ettiğini sorgulamaktan başlayarak gitgide insanlığın tüm yaşanmış geçmişine -yani bir tür “dünya tarihi”ne- yönelmiş bir çalışma olmuştur. Bu çalışma giderek tüm insanlık tarihine yönelik bir öte/üst bakış edinmeye ve insanlık tarihinin bütününü kavramayı ve açıklamayı hedefeyen bir felsefe sistemi kurmaya, tüm insanlık tarihini de böyle bir felsefe sistemi
üzerinden açıklamaya kadar uzanır. Geçmişte kalan insan-toplum olaylarını bir bütün olarak ifade eden Latince terim res gestae, niteliklerini kısaca ifade ettiğimiz türden bir çalışmayı da içerir.
Tam da bu bakımdan, res gestae, aynı zamanda tarihin bir tür ontolojisinin yapılmakta olduğuna, yani, geçmişi bir bütün halinde kavramaya ve yorumlamaya yönelen tüm tarih ve tarih felsefesi çalışmalarının, aslında tarih ontolojisi olduğuna işaret etmektedir.
Res gestae, Latince’de yapılmış işler/şeyler anlamında kullanılan bir tamlamadır. Bu tamlama,zamanla, geçmişte yapılmış tüm işlere göndermede bulunmak üzere kullanılmış ve bu kullanım, bizde ‘tarih’ sözcüğüyle karşılanan ‘historia’ sözcüğünün ilk anlamını oluşturmuştur.
Geçmişi bir bütün hâlinde kavramaya girişen felsefe sistemleri, tarihe ontolojik bir yaklaşımın ifadeleri olarak yorumlanabilir.Ontoloji, daha öncesinde de metafizik, varlığı tek tek nitelikleriyle değil de bir bütün olarak kavramayı ve anlamlandırmayı amaçlayan felsefe disiplinidir
Historia Rerum Gestarum Olarak Tarih ve Tarih Felsefesi
Tarihi bir bilim olarak görmek de onu geçmişin bütününü kavrayıp yorumlamak
amacıyla bir varlık sorunu olarak ortaya koymak da “tarihsel olayların bilinebildi-
ği” varsayımını gerektirir.
Historia rerum gestarum anlamıyla tarih felsefesi, tarih yazan kişinin bilgi etkinliğini asıl sorun olarak öne çıkaran bir tür “bilim felsefesi”, bir “metodoloji eleştirisi”dir.
Historia rerum gestarum,Latince’de yapılmış işlerin/şeylerin anlatımı, öykülenmesi anlamında kullanılan bir tamlamadır. Bu tamlama, geçmişte yapılmış tüm işlerin yazıya geçirilmesi anlamında kullanılır ve bu kullanım,bizde ‘tarih’ sözcüğüyle
karşılanan ‘historia’ sözcüğünün ikinci temel anlamını oluşturur.
Alman Tarih Okulu, kökeni ve gelişimi bakımlarından daha çok Alman idealist filozof Johann Gottfried von Herder’e bağlı olan ve seçkin düşünürleri arasında Wilhelm von Humboldt’un (1767-1835) bulunduğu tarih okuludur. Bu okulun yaklaşımına göre tarih bilgisi, bir halkın kendisiyle ilgili bilincinin ne olduğunun belirlenmesi yoluyla yalnızca o halk için geçerli olabilecek türden bir bilgidir.
Wilhelm Dilthey (1833-1911), Alman Tarih Okulu’ndan etkilenerek tarih bilimini temellendiren,çağında gelişip yaygınlık kazanarak “bilimsel bilgi”tartışmalarını kuşatmış olan pozitivist anlayışa şiddetle karşı çıkmış ve onların öne sürdüklerinin aksine, doğa bilimleri yanında, insanın ve yapıp ettiklerinin inceleme konusu kılındığı başka bir bilimsel araştırma sahasının var olduğunu ısrarla savunmuştur.
Bir bilim olarak tarihin felsefesi, her ne kadar bin yıllara uzanan köklere sahipse
de bir felsefe disiplini olarak ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra ortaya çıkmıştır.
Özellikle Herder’e bağlı kalan Alman Tarih Okulu’nun çalışmalarıyla büyük bir gelişme gösteren tarih bilimi, 19. yüzyılın ortalarından sonlarına doğru, Wilhelm Dilthey’ın “tin bilimleri”ni temellendirme çalışmaları sırasında sağlam bir eleştiri ve sorgulama süzgecinden geçirilmiştir ve Dilthey, tin bilimlerini önemli ölçüde Alman Tarih Okulu’nun tarihçiliğinde ifade bulan tarih bilimi örneği üzerinden temellendirme çabası içinde olmuştur.
Dilthey’a göre, tarih/toplum gerçekliğini kendilerine konu edinen bilimler,uzun zamandan beri, diğer bilimler (Dilthey doğa bilimlerini kastetmektedir) arasındaki yerlerini ve dayandıkları temelleri aramakla meşgul olmuşlardır. işte Dilthey, bu tarih/toplum gerçekliğini kendisine konu edinen bilimleri“tin bilimleri” (Geisteswissenschaften) başlığı altında toplar
Dilthey,doğa bilimlerinin de ortaya çıkmasını olanaklı kılan şeyin “tinsel” olgular, yani insan
yapıp etmeleri olduğunu ve bu yapıp etmelerin de tarih içerisinde geliştiğini, yani tinsel dünyanın tarihsel bir temele sahip olduğunu savunmuştur.
Bu görüşleri ışığında, Dilthey’ın her şeyi tarihsel bağlam içerisinde anlamlandırdığını ve bu yönüyle yalnızca historia rerum gestarum anlamında bir tarih felsefesinin değil, aynı zamanda bilime yönelik yaklaşımlarda etkili olan tarihselciliğin de bir temsilcisi olduğunu söylememiz kolaylaşır.
20. yüzyılın önemli tarih felsefecilerinden Robin George Collingwood, tarihin tanımına, nesnesine, yöntemine ve ereğine ilişkin dört temel soru sorarken, aslında tarihin epistemolojik yönünü öne çıkarmakta, yani historia rerum gestarum anlamıyla tarih felsefesi yapmaktadır.
1.soru:Tarihin tanımının ne olduğudur.
Collingwood yanıtı:Onun bir çeşit araştırma olduğudur.
2.soru: Tarihin nesnesi nedir? Yani tarih neyi araştırır.
Collingwood yanıtı: Latince’de res gestae tamlaması ile ifade edilen, geçmişte
gerçekleştirilmiş tüm insan edimleri, diye vermiştir Dolayısıyla tarih biliminin nesnesi geçmişteki insan edimleri olarak belirlenmiş olur.
3..soru: Tarih biliminde ilerleme nasıl olur?(tarihin yöntemi nedir?)
Collingwood yanıtı: kanıtların yorumlanması” diye ifade edilebilir.
4.soru:tarih ne içindir?(tarihin ereği nedir?)
Collingwood yanıtı: insanın kendisini bilmesi için dir .
Yukarıda söylenenlerden de anlayabileceğimiz üzere, tarih felsefesi, felsefenin
iki temel sorusunu, varlığa ve bilgiye ilişkin soruları temel alan ve bu sorular ekseninde
tarihi anlamaya ve yorumlamaya çalışan bir disiplindir.
Tarihselcilik historismus/historism):insanın düşünce ve emeğinden çıkmış her şeyin
tarih içerisinde, bir birliktelik-toplumsallık ortamında oluştuğunu ve bu şeylerin tarihin her
döneminde değişikliğe uğradığını savunan görüştür. Bu görüşe göre, bilim, sanat, meslekler,
hatta felsefe bile, tarihsel bir temele sahiptir; insanın bu düşünce ve eylem ürünlerinin her biri, insan ve
toplum tarih sürecinde değiştikçe değişim gösterir.
Collingwood, tarihe ilişkin dört temel soru sorar:
1. Tarihin tanımı nedir?,
2. Tarihin nesnesi nedir-yani tarih neyi araştırır?,
3. Tarihin yöntemi nedir? ve
4. Tarihin (hem geçmişin tümü olarak hem de bir bilim olarak) ereği nedir?
Collingwood’a göre tarihin değeri, insanın ne yapıp ettiğini dolayısıyla ne olduğunu, yani doğasını bize
öğretmesindedir.
TARiH FELSEFESiNiN ORTAYA ÇIKIŞI
Tarih Felsefesi” bir çalışma alanının adı olarak ilkin 18. yüzyılda telaffuz edilmiştir
Collingwood’a göre bu terimi ilk kullanan düşünür Voltaire olmuştur.
Voltaire bu terimi-tarihçinin eski kitaplarda bulduğu hikâyeleri tekrar etmektense kendi düşüncelerini geliştirmeye çalıştığı bir tarih düşünüşünü kastederek-eleştirel ya da bilimsel tarih anlamında kullanmıştır.
Tarih felsefesini tarih düşüncesinden ayıran temel ölçütün ne ya da neler olduğu sorusuna yanıt aramak kaçınılmaz görünmektedir.
- Collingwood’a göre bu soruya
- Voltaire’in vereceği yanıt eleştirel yöntem ve özgündüşünüş,
- Hegel’in vereceği yanıt evrensel bir tarih ya da dünya tarihi,
- Pozitivistlerin vereceği yanıt ise tarih biliminin açıklamakla yükümlü olduğu ve geçmişteki olayları belirleyen genel yasaların keşfedilmesi yönündedir
- Bıçak’a göre de bu sorunun yanıtı eleştirel yöntem ve sistematik kurgudur
Collingwood tarih felsefesi üzerine geliştirdiği kendi görüşünü,bu terime yükledikleri anlamlar çerçevesinde Voltaire’in, Hegel’in ve pozitivistlerin görüşlerinden ayırmaktadır.
Collingwood’a göre, 18.yüzyıla gelindiğinde matematik yöntem, teolojik yöntem ya da doğa bilimlerinin yöntemi gibi yöntemler kullanılarak anlaşılamayacak yeni bir soru ya da sorunlar grubu karşımıza çıkmakta ve düzenlenmiş-örgütlenmiş ve sistemleştirilmiş tarih araştırmalarının varlığıyla ortaya çıkan felsefî sorunlar grubu, ayrı ve kendine özgü bir çalışma alanının, yani tarih felsefesinin varlığını
zorunlu kılmaktadır.
Sorokin’e göre, anlamlı tarih felsefeleri, anlaşılabilir tarihsel olay yorumları ve toplumsal-kültürel süreçler üzerine yapılan kaydadeğer genellemelerin önemli çoğunluğu, bunalım ya da geçiş, bazen çözülme dönemlerinde, yahut bu tür dönemlerin hemen öncesinde ve sonrasında ortaya çıkmaktadır. Sorokin, bu tezine ibn Haldûn’un Mukaddime adlı yapıtını örnek olarak gösterir.
Ronald Field Atkinson’a göre tarihi sorun olarak ele alan düşünürler asıl olarak anlam,tarih ifadelerinin doğruluğu-nesnelliği, açıklama, nedensellik gibi sorunlarla da ilgilenmişlerdir.
Tarih felsefesi Walsh’a göre kendi içinde ikiye ayrılır:
- bunlardan ilki, tarihte anlam,bütünlük, yasa, amaç gibi sorunları inceleyen
- tarih metafiziği;
- ikincisi de tarihçalışmalarında ortaya çıkan sorunları, tarihte araştırma yöntemi/yöntemleri, bilginin güvenilirliği, açıklama, kanıtlama vb. sorunları konu edinen analitik tarih felsefesidir.
Analitik tarih felsefesini, bu konulara eğilmesiyle,bilim felsefesinin bir kolu olarak değerlendirmek olanaklıdır.
Atkinson tarih metafiziğine şu nedenlerden dolayı çok fazla eleştiri yöneltildiğini ve tarih metafiziğinin güvenilmez bulunduğunu ileri sürmüştür:
1. Geniş genellemeler tarihsel kanıtlar kullanılmadan yapılmaktadır;
2. Tarih zorunlu ilkelere dayanarak açıklanmaya çalışılmakta fakat bu çaba tarihten verilerle desteklenememektedir
Atkinson’un bildirdiği nedenler ve pozitivist bilim anlayışı 20. yüzyılda tarih metafiziğinin gerilemesine neden olmuş, dolayısıyla tarih dar alan çalışmalarından, tarih felsefesi de tarih çalışmalarının epistemolojisi olmaktan öteye gitmemiştir.
KENDİMİZİ SINIYALIM
1. “Tarih”, aşağıdaki medeniyetlerin hangisinin tarih
anlayışında, “tanık olunmuş olayları kayıt altına almak
üzere yıllıklar (annales) yazma” anlamında kullanılmıştır?
a. Mısır
b. Yunan
c. Fenike
d. Roma
e. islâm
Cevap:E
2. “Araştırma yoluyla bilme, öğrenme” ve “öyküleme,
tarih” anlamlarında kullanılan sözcüğün kök hali ve ait
olduğu dil aşağıdakilerden hangisidir?
a. Geschichte-Almanca
b. History-ingilizce
c. Historia-Latince
d. Historein-Yunanca
e. Tarih-Arapça
Cevap
3. Geçmişte kalan insan-toplum olaylarını bir bütün
olarak ifade eden Latince terim aşağıdakilerden hangisidir?
a. Rerum natura
b. Res cogitans
c. Res gestae
d. Historia rerum gestarum
e. Res extentia
Cevap:C
4. Tarihi bir varlık sorunu olarak yorumlayan bir felsefeciyle,
onu bir bilgi etkinliği olarak gören felsefecinin
ortak varsayımı aşağıdakilerden hangisidir?
a. Tarihte ereklilik vardır.
b. Tarihsel olaylar bilinebilir.
c. Tarih tekerrürden ibarettir.
d. Tarihte yasalar vardır.
e. Tarih geçmiş olayların konu edildiği bilimdir.
Cevap:B
5. Tarihselcilik (historicism) aşağıdakilerden hangisini
savunmaz?
a. Tüm insan bilimlerinin doğa bilimi yöntemine
göre kurulması gerektiğini
b. ‹nsanın düşünce ve emeğinden çıkmış her şeyin
tarih içerisinde oluştuğunu
c. ‹nsan ürünü her şeyin tarihin her döneminde
değişikliğe uğradığını
d. Bilimin, mesleklerin, hatta felsefenin bile, tarihsel
bir temele sahip olduğunu
e. insanın düşünce ve eylem ürünlerinin toplumlar
değiştikçe değiştiğini
Cevap:A
6. “Tarih Felsefesi” terimini bir çalışma alanının adı olarak
kullanan ilk düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a. Voltaire
b. Vico
c. Rousseau
d. Hegel
e. Herder
Cevap:A
7. Anlamlı tarih felsefelerinin çoğunun bunalım ya da
geçiş dönemlerinde ortaya çıktığını savunan düşünür
aşağıdakilerden hangisidir?
a. Collingwood
b. Sorokin
c. Atkinson
d. Walsh
e. Gasset
Cevap:B
8. Tarihten hakikati arama ve açıklama yönleriyle do-
ğa biliminden beklenen açıklığı ve kesinliği aynı ölçüde
bekleyen yaklaşım aşağıdakilerden hangisidir?
a. Marxizm
b. Tarihselcilik
c. Pozitivizm
d. ‹dealizm
e. Hegelcilik
Cevap:C
9. Walsh’a göre analitik tarih felsefesi, aşağıdaki sorulardan
hangisinin yanıtını aramaz?
a. Tarihin araştırma yöntemi nedir?
b. Tarihten elde edilen bilginin güvenilirliği nasıl
anlaşılır?
c. Belgelerin tarih olaylarına ilişkin bilginin güvenilirliğ
ine katkısı nedir?
d. Tarihte yasa var mıdır?
e. Tarih olayına ilişkin bilginin sağlamlığı kanıtlanabilir
mi, nasıl?
Cevap
10. Aşağıdakilerden hangisi bir tarih metafiziği sorusu
değildir?
a. Tarihte zorunlu yasalar var mıdır?
b. Tarihin anlamı nedir?
c. Tarih bir ereğe doğru ilerlemekte midir?
d. Tarih tekerrürden mi ibarettir?
e. Tarih güvenilir bilgi verebilir mi?
Cevap:E
E-ÖĞRENME ALIŞTIRMALAR
Soru 1:
Geçmişte kalan insan-toplum olaylarını bir bütün olarak ifade eden Latince terim aşağıdakilerden hangisidir?
Rerum natura
Res cogitans
Historia rerum gestarum
Res gestae
Res extentia
Cevap: D
Soru 2:
Historein sözcüğünün, aşağıdaki anlamlardan hangisini taşıdığı ileri sürülemez*
- Öyküleme
- Tarih
- Masal
- Araştırma yoluyla bilme
- Araştırma yoluyla öğrenme
Soru 3:
Tarihten anladığımız res gestae ise, geçmişe ilişkin bakışımız hakkında aşağıdakilerden hangisi ileri sürülebilir?
- Geçmişteki tek tek olayları anlamak başlıca işimizdir.
- Geçmişteki olayları belirli zaman dilimlerine ayırmamız zorunludur.
- Geçmişteki olayları çağlar biçiminde incelememiz gerekir.
- Geçmişi bir bütün halinde kavramak temel amacımızdır.
- Geçmişin kendisi değil, nasıl aktarıldığı bizim için önemlidir.
Soru 4:
“Tarih Felsefesi” terimini bir çalışma alanının adı olarak kullanan ilk düşünür aşağıdakilerden hangisidir
- Herder
- Rousseau
- Vico
- Hegel
- Voltaire
Soru 5:
Aşağıdakilerden hangisi, res gestae anlamında anlaşılan tarihe yönelik sorulan felsefi bir sorudur?
- Tarih neyi araştırır?
- Tarih bir ereğe doğru ilerlemekte midir?
- Tarihin yöntemleri nelerdir?
- Tarih geçmişi olduğu gibi aktarabilir mi?
- Tarihin bilim olması için sağlaması gereken ölçütler nelerdir?
Soru 6:
Aşağıdakilerden hangisi, historia rerum gestarum anlamında anlaşılan tarihe yönelik felsefi bir yargıdır?
- Tarih geçmiş hakkında güvenilir bilgi vermeyi amaçlayan bir bilimdir.
- Tarih tekerrürden ibarettir.
- Tarihin yasaları da doğa yasaları gibi belirleyicidir.
- Tarihe tinin mutlak özgürlüğü damga vurur.
- Tarihin anlamı ancak tarihin sonunda anlaşılacaktır.
Soru 7:
Tarih Tasarımı adıyla dilimize çevrilen yapıtın yazarı aşağıdakilerden hangisidir?
- Walsh
- Collingwood
- Atkinson
- Augustinus
- Sorokin
Soru 8:
Tarihi bir varlık sorunu olarak yorumlayan bir felsefeciyle, onu bir bilgi etkinliği olarak gören felsefecinin ortak varsayımı aşağıdakilerden hangisidir?
- Tarihteki olaylar bilinebilir.
- Tarih tekerrürden ibarettir.
- Tarih geçmiş olayların konu edildiği bilimdir.
- Tarihte ereklilik vardır.
- Tarihte yasalar vardır.
Soru 9:
Voltaire, “tarih felsefesi” terimini aşağıdaki anlamlardan hangisini içerecek biçimde kullanmış olamaz?
- Eleştirel tarihi
- Bilimsel tarihi
- Klasik hikayelerin aktarımını
- Tarih üzerine özgün bir düşünüşü
- Tarihin eleştirel incelenmesini
Soru 10:
Aşağıdakilerden hangisi Collingwood’un tarihe yönelik sorduğu dört temel sorudan biri değildir?
Tarihin tanımı nedir?
Tarihin amacı/ereği nedir?
Tarihin nesnesi nedir?
Tarihin yöntemi nedir?
Tarihte mutlak nedir? Cevap:E
ÜNİTE:2 ANTİKÇAĞ YUNAN DÜNYASINDA TARİH ANLAYIŞI
ANTİKÇAĞ YUNAN DÜNYASINDA EFSANEYE DAYALI TARİH ANLAYIŞI
Batı felsefesini başlatan Antikçağ Yunan medeniyeti, nasıl bir tarih anlayışına sahiptir?
Homeros, Hesiodos, Pindaros gibi ozan-düşünürlerin ve Herodotos, Thukydides
ve Platon gibi düşünürlerin Antik Yunan medeniyetinde tarih düşüncesine ve genelde düşünce tarihine katkıları nelerdir? Bu ünitemizde, işte bu soruların yanıtlarını arayacağız.
Homeros ve Hesiodos
Antikçağ Yunan medeniyetinde tarih konusunun, diğer pek çok medeniyette oldu-
ğu gibi, efsaneler tarafından işlendiği söylenebilir Herodotos’un başlattığı tarihçilik geleneğine kadar etkili olan efsaneye dayalı bu dönemde etkili olmuş başlıca isimler Homeros ve Hesiodos’tur.
- Homeros ve Hesiodos’un insanlığın ilk çağları için yetkili tarihçiler oldukları da öne sürülür
- Homeros’un kendi destanlarında kültüre, toplumun değer ve yaşama biçimlerine yer vermesi, hatta tanrıların, kahramanların, soylu ailelerin soykütüklerini aktarması, tarihçilik açısından önemli veriler olarak yorumlanmaya uygundur.
- M.Ö. 8. yüzyılda yaşamış olan Hesiodos, Antik Yunan tarih düşüncesini ana hatlarıyla ortaya koyan ilk düşünürdür, demek yanlış olmaz. Hesiodos, tarih düşüncesini içeren iki ayrı yapıtında, tarihi iki ana bölüme ayırmıştır:
- 1.Theogonia’da evrenin oluş sürecini, tanrıların özelliklerini ve görevlerini, insanın ortaya çıkışını ele almış, daha çok tanrıların tarihini anlatmaya yoğunlaşmıştır.
- 2.Works and Days’de (İşler ve Günler) ise, insanın tarihi ağırlıklı yer tutmuş, hatta Hesiodos bu yapıtında kendinden önceki ve sonraki nesilleri kapsayacak şekilde insanın geçmişini ve geleceğini-daha doğrusu insanın geçmişi ve geleceği konusunda kendi öngörülerini- ele almıştır.
- Hesiodos, zamana bağlı olarak insanlığın kötüye gittiği, insanın özelliklerinin olumsuza doğru değiştiği görüşlerini “Çağlar Öğretisi” de denilebilecek bir temellendirme çerçevesinde ortaya koymuştur.
Hesiodos’un çağlar öğretisine göre, çağlar ve özellikleri şöyle sıralanabilir:
• Altın Soylular Çağı/Altın Çağ: Khronos’un gökleri tuttuğu zamanlarda, insanlar, acı ve kaygı taşımadan, rahat, hatta ihtiyarlamadan yaşayıp uykuya dalar gibi ölürlermiş. Dünyada var olan her şey bu insanlarınmış ve öldüklerinde, Zeus’un da onayı ve isteğiyle, toprağı ve insanları koruyan iyi cinler olmuşlar
• Gümüş Soylular Çağı/ Gümüş Çağ: Bu çağda doğan çocuklar yüz yıl boyunca çocuk kaldıktan sonra, başları dertten kurtulmayan, ölçüsüz, saygısız, tapı naklara dahi gitmeyen, kavgacı kişiler olurlarmış-Hesiodos’a göre tüm bunlar, medenî insanın ahlak değerleri olmasına karşın, gümüş soylular bunlara uymamış, Zeus da ceza olarak, bu çağın insanlarını yer altı cinlerine çevirmiş
• Tunç Soylular Çağı: Hesiodos’a göre tunç soylular, işleri güçleri saldırmak ve öldürmek olan, korkunç, kuvvetli, sonunda birbirini yok etmiş olan insanlardı
• Dördüncü Soy: Zeus’un yarattığı yeni nesil, tunç ve gümüş çağının insanlarından daha doğru, daha yürekli, yarı tanrısal özelliklere sahip olmuş, çetin savaşlarda, büyük kargaşalarda yaşama veda etmişlerdir.
• Beşinci Soy (Demir Soyu): Hesiodos’un yaşadığı dönemdir. Hesiodos, kendi
çağının insanlarını gündüzleri didinip ezilen, geceleri kıvranan, sürekli belalarla
uğraşan, çok az sevinç yaşayan kimseler olarak anlatmıştır
• Altıncı Soy: Hesiodos, kendinden sonra gelen soyu, insanlığın çöküşü olarak öngörmüştür. Bu öngörüye göre, baba-oğul benzerliği, akraba ve dost sevgisi, yaşlıya gösterilmesi gereken saygı-sevgi, Tanrıya saygı, yemin etmenin,doğrunun ve iyinin değeri tamamıyla ortadan kalkacak; güçlü olanın haklı sayıldığı, kötülerin ve ahlaksızların sürekli arttığı bir ortamda utanma duygusu kalanlar tanrılara sığınırken insanlar acılarla baş başa kalacaklardır.
Hesiodos, Works and Days’de yer verdiği bu anlatıyla,
1. İçinde yaşadığı Yunan toplumunun ahlâkî değerlerindeki yozlaşmayı,
2. Sürekli savaşlarla toplumdaki kaotik, düzensiz ve güvenden uzak yapıyı vurgulamış olur.
Hesiodos’un çağlar öğretisinde, altın çağı insanları en mükemmel,altıncı soyun insanları ise en
bozulmuş ve en kötü toplumu oluştururlar.
- Hesiodos, çağlar öğretisiyle, tarihte “kötüye gidiş” fikrinin ilke olarak kabul edilmesinde
Pindaros
- Pindaros da Homeros ve Hesiodos gibi, Antik Yunan medeniyetinin ozan-düşünürlerindendir. Starr’a göre, Pindaros’u, Yunan tarihçiliğinde efsane etkisinden kurtuluşun örneklerinden biri olarak, “bilimsel” tarihi başlattığı ileri sürülen Herodotos için de bir hazırlayıcı -yani bir geçiş dönemi tarihçisi-olarak yorumlamamız olanaklıdır.
Pindaros, Olympian Odes’ da Rodos’un efsaneye dayalı tarihini anlatmıştır ve bu anlatıda geçmiş, değişmeyen gerçeklik olarak anlaşılmıştır.
Geçmişin Pindaros için önemi büyüktür;fakat Pindaros’un şiirlerinde genel olarak zaman, her üç boyutuyla da (geçmiş,bugün, gelecek) önemli yer tutmuştur.
Hatta ilk olarak tarih olaylarını zaman boyutunda değerlendirenin de Pindaros olduğunu söyleyebiliriz.
Şimdi Pindaros’un düşüncesinde ön plana çıkan diğer temel özellikleri sıralayalım
• Pindaros’a göre, geçmiş yaşamın niteliği ve özü, kendi günündekinden çok farklı değildir, hatta Pindaros geçmiş insanların “kıskançlık ve nefret” ile yönlendirilmiş olduğunu bile söylemiştir
• Pindaros, eski dithrambos yazarlarını hem kullandıkları terimler hem de uzun ve zor anlaşılır cümle kurdukları gerekçeleriyle eleştirimiş ve yeniliklerin, yenilikçilerin-kendisi dahil- ortaya çıkacağını savunmuştur.
• Pindaros’a göre, insanların gelecek hakkında kehânette bulunmaları yersiz ve anlamsızdır
• Efsaneler Pindaros’a göre bizi aldatan ustaca düzenlenmiş hikâyelerdir, oysa şairin görevi hakikati araştırmaktır
• Pindaros, zamandaki ve tarihteki değişikliklere ilişkin farkındalığını yapıtlarına yansıtan, Starr’ın vurgusuyla, “tarihsel bir dünyada yaşadığını açıklıkla dile getiren” bir ozan olmuştur
• Pindaros, geleneklerin değişken olduğunun farkındadır ve geleneğin dünyanın yöneticisi olduğu görüşünü ileri sürmüştür.
Pindaros’un bazı düşüncelerinden-sözgelimi gelenek hakkındaki görüşlerinden Herodotos
ve Platon tarafından yararlanılmış olduğunu görebiliriz.
Dithrambos: Tanrı Dionisos onuruna söylenen, onun yaşamından, acı ve tatlı serüvenlerinden söz eden,kimi kez ciddi kimi kez de açık saçık ezgiler.
SOFiSTLERDEN SONRA YUNAN TARiHÇiLiĞİ VE TARİH YAZICILIĞI
Antikçağ Yunan toplumunun tarih düşüncesi, Cole’a göre, efsaneye dayanan açıklama
biçimi ve İyonya bilim anlayışı çerçevesindeki araştırma esası üzerine kurulan empirik bakış açısı olmak üzere, iki temel zihniyetten oluşmaktadır.
Evrenin nasıl oluştuğu sorusuna aranan ve önerilen yanıtlar, başlı başına tarihli olduklarından, tarih düşüncesinin Antikçağ Yunan medeniyetinin evren anlayışının merkezine oturmasına yol açmışlardır. Felsefeye dayalı evren anlayışı da efsaneler ve kozmogoniler gibi, oluşu açıklarken evrenin oluş tarihini de konu edinir.
Kozmogoni: Antik Yunan dilinde “evren”, “düzen” anlamlarına gelen kosmos ile, “doğum”, “oluşum”,“köken” gibi anlamları karşılayan goneia sözcüklerini birleşiminden oluşan, “evrenin kökeni hakkında ortaya atılmış bilimsel kuram ya da efsane temelli açıklama” anlamında kullanılan terim.
İnsanı ve onunla ilgili olarak ahlak, toplum, devlet gibi sorunları felsefenin temel sorunları arasında kalıcı biçimde konumlandırmış olan Sofistler, Guthrie’ye göre, insanın evrimini görmüş, kültüre ve toplumun gelişmesine yönelik ilgileri ve görüşleri olan, bunları ele almada felsefeciler arasında ilk olan düşünürlerdir.
Dahası, günlük hayatla iç içe olan, şairlerin-başta Theognis’in, Simonides’inve Pindaros’un- izleyicileri olarak, erdemin öğretilip öğretilemeyeceği vb. konuları ayrıntılı biçimde ve felsefî düşünme olanakları içerisinde tartışıp geliştirmişlerdir.
“insan her şeyin ölçüsüdür; olanların olduklarının, olmayanların, olmadıklarının” sözünün sahibi Protagoras, tanrıları dışarıda tutup, kültürü oluşturan her tür değerin üreticisi olarak insana işaret etmiştir.
M.Ö. 5. yüzyılda tarihçiler, kendi çağlarındaki sorunlara odaklanırken, felsefeciler,
sorunlara yaklaşım için farklı bir yola yönelmiştir: Toulmin’e göre, Pythagoras
ve Parmenides’in etkileriyle felsefenin metafizik yoluna girmesi, doğa bilimlerinin
tarihsel görünüşten ziyade kuramsal fizik-matematik yönünde gelişmesine zemin hazırlamıştır.
Felsefe ve tarihin birbirine paralel gelişimi, iki alandaki düşünürlerin benzer sorunlara
farklı tarzda açıklamalar getirmeleri, fakat her iki alanın da birbirini beslemesi ve birbirinden kopuk düşünülememesi, Herodotos ve Thukydides gibi tarihçilerin, daha çözümleyici bir bakış açısıyla, günümüzdeki “bilimsel” tarih anlayışının ilk örneklerini serimlemelerine yol açmıştır.
Herodotos
Herodotos,tarih araştırmasında ve aktarımındaki bakış açısını, “Ödevim, bana anlatılan neyse
onu vermektir. inanmaya gelince, hiçbir şey beni buna zorlayamaz ve bunu bütün anlattıklarım için söylüyorum” sözleriyle dile getirir.
Barbar, her ne kadar günümüzde “medeniyet bilmeyen”, “vahşi”, “önüne geleni öldüren” gibi anlamlar yüklenerek ve çeşitli toplumlar için bir niteleme olarak kullanılsa da, sözcük, Eski Yunanca’da, “yabancı bir devletten/toplumdan”, “Yunanca konuşmayan” anlamlarına gelecek biçimde kullanılmıştır.
Herodotos, edindiği bilgiyi değiştirmeden aktarma ve gerekmedikçe kişisel görüşlerini aktardığı olaylara katmama gibi özellikleriyle, tarih yazıcılığında rastlanan ilk farklı modeli oluşturur. Herodotos, yazılı belgelere dayanarak tarih olaylarını değerlendirme konusunda da bir ilktir.
Herodotos’un eleştirel olarak da nitelenebilecek tavrının geneline yayılan üç temel nitelikten söz etme olanağı vardır:
1.Sıradan, gündelik deneyimler dışında ortaya çıkan tüm insanüstü ya da mucize olaylara şüpheyle yaklaşmış, fakat kehânet ve rüyaları, bu tip olaylar kapsamında görmemiştir;
başaramamıştır;
3. Doğrudan kaynağından, yani birinci elden/ağızdan alınmış her tür bilgiyi, yazılı-sözlü ayırt etmeksizin, ikincil verilerden üstün tutmuştur
Herodotos ile başlayan eleştirel, araştırmacı ve belgeleri önemseyen tarihçilik tutumu, Thukydides ile devam etmiştir.
Thukydides
Günümüze ulaşan ve dolayısıyla bilinen tek eseri Peloponnesos Savaşı olan Thukydides
de yukarıda belirttiğimiz gibi, Herodotos ile birlikte Yunan tarihçiliğinin önemli isimlerinden biridir. Thukydides, Herodotos’tan farklı olarak, gezdiği yerler hakkında pek bilgi vermez; yalnızca Peloponnesos Savaşı’nın nedenlerini ayrıntılı biçimde vermekle yetinir.
Hatta savaşın nedenlerini öylesine detaylı vermiştir ki, Peloponnesos Savaşı’nın
1.kitabının önemli bir kısmı yalnızca Yunan coğrafyasının bu savaşa nasıl sürüklendiğinin anlatılmasına ayrılmıştır.
Thukydides’e göre savaşın başlıca nedeni, iç huzursuzluk ve şehir devletleri arasında patlak veren kavgalardan kaynaklı göçlere bağlı olarak ortaya çıkan bunalımlardır.
Thukydides, ekonomik etkenleri değişimlerin ve iç savaşların nedeni olarak gören belki de ilk tarihçidir.
Thukydides, tarih olaylarını incelerken akılcı bir tutum takınmış, buna bağlı olarak tarih olayları karşısında kuşkucu olunması ve öne sürülen her aktarıma ve delile inanılmaması gerektiğini savunmuştur.
Thukydides de Herodotos ile benzer biçimde, öncelikle birincil kaynaklara, olayın doğrudan
kendisine ilişkin belgelere başvurmayı yeğlemiştir. Olayların ardındaki neden ve ilkeleri araştırıp bulma isteği, Thukydides’in, incelediği olaylarda ortaya çıkan sonuçlara, amaçlara ve motişere odaklanmasına yol açmıştır. Bu da Thukydides’in tarihçiliğindeki pragmatik yöne işaret eder.
Thukydides, bu sayılan yönleriyle Yunan tarihçiliğinde bilimsel yönelişin zirveye çıktığı bir düşünür olmuştur.
20. yüzyılın ünlü tarih felsefecisi Robin George Collingwood Yunan tarihçiliğinin Thukydides ile birlikte hemen hemen tüm özelliklerini kazandığı düşüncesindedir ve ona göre bu temel özellikler şunlardır:
1. Geçmişi anlamak ve yorumlamak isteyen tarihçinin, işe sorunlarla başlayarak, bilimsel olması gerektiği düşüncesi oluşmuştur;
2. Geçmişte insanların yaptıkları hakkında sorular sorulmaya başlanmıştır;
3. Tarihçi için akılcılık özelliğinin kaçınılmazlığı ve zorunluluğu vurgulanmış, tarihçinin ele aldığı soru ve sorunları bazı temellere oturtması v kanıtlara başvurması, onun vazgeçilmez özellikleri arasında yer almıştır;
4. Tarih çalışmasının yapılmasında, insanın geçmişteki yapıp etmelerini tespit edip kendini
açığa vurması yahut kendini başkalarına anlatmasıyla insanın varoluş özelliklerini dile getirme, temel kaygı olarak değerlendirilmiştir
Bu özelliklerden 1, 2 ve 4’te belirtilenler Herodotos’ta, 3’te dile getirilenlerse belli
ölçülerde Thukydides’te kendisini göstermiştir
PLATON’UN TARiH ANLAYIŞI
Dostu ve hocası Sokrates’i ölüme mahkum eden Atina demokrasisine karşı olumsuz tutum takınması, Republic’te (Devlet) ideal bir devlet yönetimi arayışına girerken, demokrasiyi “bozuk” yönetim biçimlerinden sayması,20. yüzyılda kendisinin “totaliter” siyaset zihniyetinin düşünsel temellerini atmakla suçlanması gibi sonuçlar doğurmuştur.
Platon, kendi çağında tanık olduğu toplumsal ve siyasi çalkantılar karşısında, şu iki tutum arasında bir seçim yapma zorunluluğuyla baş başa kalmıştır:
1. Polisi,daha doğrusu Atina’yı tüm kurum ve gelenekleriyle geçmişe gömme gayreti
içinde olan yıkıcı güçlerle bir olup yepyeni bir devlet ve yepyeni bir din oluşumuna
katkıda bulunmak,
2. Karşıt görüştekilerin yanlışlarını ortaya koyup çürüterek Polis’i ayakta tutmak için ne gerekiyorsa yapmak.
Platon, bu tutumlardan ikincisini benimsemiştir ve Guthrie’nin de belirttiği gibi hocası Sokrates’in Sofistlerle mücadelesini devam ettirerek Polis’i sonuna kadar savunmuştur
Ruh, Tarihteki Konumu ve Toplumsal Tarihe Etkisi
Platon’un felsefesinin olduğu kadar, tarih anlayışının da anahtar kavramlarının başında ruh gelir, denilse herhalde abartı olmaz.
Platon’a göre ruh, hem ilk yaratılan varlıklardan biridir hem de tüm değişim ve dönüşümlerin başlıca nedenidir Ruh, bütün eylemlerin, iyi ve kötü olarak nitelenen her şeyin ardındaki nedendir, yani insanların tüm eylemleri aslında ruhun etkinlikleridir Bu bakımdan ruh, tarihin de itici gücüdür ve ister doğa, ister kültür tarihinden söz ediyor olalım, her ikisinin de malzemesinin ortaya çıkmasının ardında ruh vardır.
Ruh nasıl bir varlıktır, özellikleri nelerdir? Platon’un ruha yüklediği temel özellikleri ölümsüzlük, maddesizlik ve görünmezlik olarak sayabiliriz. Aynı zamanda ruh, tutku, cesaret ve akıl olmak üzere üç ana bileşene sahip bir yapıdır; hatta ruhun söz konusu bölümlerinin toplumlarda görünümü de bulunur.
Platon bu görünümler için şu örnekleri vermiştir:
- insanın zevk ve haz arama eğiliminin temelindeki tutkular Fenikeliler’e,
- şan ve şöhrete kavuşma isteğini karşılamak için saldırganlık kuzeydeki yabancılara
- bilgelik-doğruluk gibi kalıcı şeyler peşinde olan akıl da Yunanlılar’a verilmiştir.
bir çeşitliliği kaçınılmaz kılmakta ve bu çeşitliliğin nedeni olarak da yine insan ve
toplumların değişik ruhlara sahip oluşları gösterilmektedir. Öyleyse ruh, iyileşmeden
sorumlu olduğu ölçüde, toplumdaki bozulmadan da aynı ölçüde sorumludur denilebilir.
Platon’a göre insanın mutlu yaşaması,
1. Ruhun bölümleri arasında,
2. Devlette ve kurumlarında düzen ve uyumun olmasına bağlıdır
Platon’da Tarih Metafiziği ve Tarihin Yorumlanışı
Platon’a göre ruhun iyi eylemleri gelişmeye-ilerlemeye, kötü eylemleri de bozulmaya yol açmaktaydı. işte Platon’un tarih metafiziğinin temelinde de “belirleyici ilke”, “insanın kökeni”, “insanın amacı” ve “tarihte ilerleme olup olmadığı” sorularına felsefece temellendirilmiş yanıtlar bulma kaygısı vardı.Şimdi bu kaygının Platon’da nasıl ifade bulduğuna biraz daha yakından bakalım.
Tarih metafiziği, temelde,insanı bütünlüklü bir yapı olarak ele alıp tarih bağlamında ortaya koyan düşünce tarzıdır. Tarih metafizikleri, evreni kavramada ve açıklamada ortaya çıkan sorunlara çözüm getirmeyi ya da yeni bir evren kavrayışı geliştirmeyi hedeşeyen düşünce ürünleri olarak, evren kavrayışında içerilen tüm soruları da yanıtlama çabasındadır
Platon, Timaios (Timaeus), Kritias (Critias) ve Devlet Adamı (Statesman) diyaloglarında, kendi yaşadığı dönemin insanlarını, bir felâket sonrasında yaşama tutunmayı başarabilen kişilerin torunları (descendants) olarak nitelemiş, felâket gelmeden önceki medeniyetin ya da düzenin felâketle yok olması sonrasında sağ kalanların yaşamlarını sürdürmek için gerekli tüm şeyleri adım adım fakat bir hayli zahmete katlanarak elde ettiğini savunmuştur.
İlerleme, değişme, gelişme gibi olgulara yer yer olumlu yaklaşması, Platon’u “ilerlemeci” bir “tarih filozofu” saymamız için yeterli değildir; çünkü Platon ilerlemenin olanaklılığını teslim ettiği ölçüde, bozulmadan duyduğu kaygıları da ifade etmekten geri durmamıştır.
Toplumsal yaşam hem insanın varlığını sürdürmesi için zorunlu olması hem de refahta artış ve kurumlarda gelişmişlikle birlikte insanı bozması nedeniyle çelişki doğurmaktadır.
Fakat kültürde ilerleme, şu aşamalar temelinde görüldüğünde, ruhta bozulmaları
da beraberinde getiren bir süreç olur:
- İnsanın yaşamını sürdürmesi için toplumlar hâlinde yaşamaları zorunludur, toplum yaşamı da işbölümünü beraberinde getirir,
3.Toplum bir yandan insan olmanın gereğiyken, öte yandan insanı her yönüyle bozar, bu da bir çelişki doğurur.
Platon, tüm bu aşamaların zorunlu olduğunun, tarihin başlangıcından kendi yaşadığı
zamana kadar belirli ölçüde bir ilerlemenin sürdüğünün farkındadır ve insana-topluma ilişkin iyimserliğini temellendirmek üzere, felsefeyi kullanır.
Platon’a göre,
1.İnsan, ahlâkta bozulmanın getirdiği olumsuzlukları, ilerleme sürecinde geliştirdiği kurumları ve bilgileri kullanarak saf dışı edebilir,
3.Ruhta saklı olan Tanrı öğütleri-yani doğruluğun bilgisinin kaynağı, ruhun arkeolojisi yapılarak felsefe sayesinde ortaya çıkarılıp, doğru bilgi temeline uygun devlet kurulunca, çelişki ortadan kalkar.
Platon’un tarihi yorumlayış üslubu, tarihçilik ve tarih yazımı açılarından bakıldığında, Timaios, Kritias ve Yasalar gibi yapıtlarında, Devlet ve Devlet Adamı gibi daha genç olduğu zamana ait yapıtlarına kıyasla farklıdır.
Timaios, Kritias ve Yasalar’da yalnızca “bozulma” ilkesinin tarihin geneline yayılmasıyla kalınmaz, insanla ilgili daha önceki yapıtlarda gündeme gelmemiş başka somut unsurlar da ortaya çıkar ve bu tarih sorunu, enine boyuna incelenir.
Platon, tek tek tarih olaylarının detayına-gerekli görmedikçe girmemiştir Platon, düşüncesinde gitgide daha baskın olarak belirecek biçimde, geçmişi, insanlığın kendini gerçekleştirdiği bir alan, anlamlı bir bütünlük olarak değerlendirmiştir, denilebilir.
THEORİA-HİSTORİA KARŞITLIĞNIN OLUŞMASI VE YERLEŞMESİ
Platon felsefesinin ruh dışında bir başka önemli unsuru daha vardır ki, o da Plato düşüncesinin bütününde etkisini göstermiş, .lkçağ Felsefesi dersinizden de hatırlayabileceğiniz üzere, bu unsur idealar öğretisinden başka bir şey değildir.
Platon’da idealar, yalnızca varlık sorunu bağlamında değil, bilgi sorunu bağlamında da anahtar kavramlardan biridir. İdealar, zaman ve mekandan bağımsız,sonsuz-ölümsüz, ne ise o olarak kalan, hiçbir zaman değişmeyen soyut varlıklardır ve ancak salt akılla, düşünce yoluyla bilinebilirler.
İdea, felsefe literatürüne Platon’un armağan ettiği bir kavramdır. Aslında, tekili biçim, form anlamına gelen eidos sözcüğünün çoğul halinin, yani eide’nin, Platon tarafından değiştirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Platon’a göre idealar, değişmeyen şeylerdir ve sağlam temelli, doğru bilgi (episteme),
yalnızca ideaları bilme yoluyla elde edilebilir.
Ünitemizin amaçları doğrultusunda asıl vurgulanmaya değer nokta,Antikçağ Yunan düşüncesinin bütününde kendisini gösteren bir zihniyettir: Bu zihniyet, felsefeyi, kalıcı ve temel olan, deneyimlere ve algılara bağlı olarak değişmeyen şeyleri araştırmaya yönelen bir etkinlik olarak kabul etmiş ve rastlantısal,tekil olaylara ilişkin bilgi edinmeyi aynı ölçüde önemsememiştir; çünkü bu zihniyet içerisinde hem doğada, hem de insan ve toplumda genel bir düzen varsayımı egemendir.
19. yüzyıl düşünürlerinden Paul Yorck von Wartenburg, bu zihniyetin Herakleitos’tan Aristoteles’e kadar tüm Yunan düşüncesinde var olan hakiki bilgiyani episteme ile sanı bilgisi, historik bilgi-yani doxa ayrımında ifade bulduğunu ileri sürmüştür.
Doğan Özlem’e göre, historein sözcüğü Yunanca’nın iyon leh çesinde “bildirme”, “haber alma yoluyla bilgi edinme” anlamında kullanılırken, Attika lehçesinde “görerek, tanık olarak bilme” anlamının yanı sıra fizikten coğrafyaya,astronomiye, botanik ve zoolojiye, hatta gitgide doğa bilgisini kuşatacak ölçüde geniş bir anlam içeriğine sahip olmuştur.
Bu kadar zengin anlam içeriğine ek olarak, Özlem, historein’in bir anlamından daha söz eder, o da (içinde bulunulan an için) açıklanması olanaklı olmayan ve bu bakımdan olağan dışı sayılan doğa olguları hakkında tanıklık bilgisidir .
Bu anlam, Platon’un Phaidon diyaloğunda, “genel bir açıklamaya sokulamayan, ancak gözlenen, ya da tanık olunan (historein) olayların bilgisine verilen isim” anlamında da kullanılmıştır.
Tarihin babası” Herodotos’un, historein kavramını insanların ve toplumların başından geçenleri kaydetme yoluyla edinilen bilgi anlamına gelecek biçimde kullanma konusunda da bir ilk olduğu söylenmeden geçilemez.
Herodotos’un bu tavrı, onun kendi yazdığı tarih yapıtına, “tanık olunan ve haber alınan şeylerin anlatımı”demek olan Historias Apodeiksis adını vermesinde de kendini gösterir.
Thukydides de historein sözcüğünün anlam içeriğine bir katkıda bulunur: Ona göre historein, yalnızca geçmişteki olayların aktarımı ve kaydından ibaret değildir, aynı zamanda geçmişte kalan insan-toplum olaylarını değerlendirme ve yorumlama etkinliği olarak da anlaşılmalıdır.
Bu durumda, historein sözcüğünün Batı dillerindeki karşılığı olan Historie, histoire, historia, history gibi sözcüklerin günümüzdeki anlamlarının kökleri Herodotos ve Thukydides’e uzanıyor, diyebiliriz.
Theoria’nın Yunanca’daki temel anlamı “görme” olsa da felsefede bu kavrama daha çok “aklın gözüyle görme”, “deneyimden bağımsız olarak düşünülenler alanındaki değişmeyenleri görme”
anlamları yüklenmiştir.
Aristoteles de Akademia’sından mezun olduğu hocası Platon’un pek çok konuda izinden gitmiş, fakat yer yer onu aşan, bilimsel düşünüşe,bilimler sınışamasına yol açan, bütün bunlardan öte, mantık adlı yepyeni bir bilgi alanının varlığını keşfeden ve temellendiren bir filozof olmuştur.
Platon da Aristoteles de varlık ve bilgi konusunda,“değişmeyen varlığın/varlıkların sağlam
bilgisi”ni elde etmeyi başlıca hedef olarak görmüşlerdir. En azından felsefe gibi theoriaya dayalı
bir etkinlik söz konusu olduğunda, gündelik deneyimlerin ya da tek tek doğa olaylarının deneyimlenmesinin pek bir önemi yoktur.
Aristoteles, theoria-historianın birbirine karşıt olarak konumlanması konusunda, Platon’dan daha açık bir söyleme sahiptir, denilebilir. Aristoteles, bilgi alanlarını şöyle sınışandırır.
- Teorik bilgi,
- Pratik bilgi,
- Poietik bilgi.
ikincisi kapsamına etik,(pratik bilgi)politika, ekonomi gibi insan yaşamındaki eylemlerle ilişkili, iyinin nasıl elde edilebileceğini araştıran disiplinler girer
Son olarak, (poietik bilimler,) anlamca bilimlerin karşısına konulmuş olan güzel sanatları, yani insan ürünü şeyleri kapsar-yani bilgiyi bilgi olarak değil, güzel şeyler yapmak için bir araç olarak görür ve kullanır. Poietik bilgi alanına tragedya, müzik, resim, heykel gibi sanatlar girer.
Aristoteles, bu bilgi alanları sınışaması çerçevesinde, Herodotos ve Thukydides’in
kazandırdığı anlamları taşıyan historeini historiografya (tarih yazımı) olarak
adlandırmış ve bu disiplini Peri Poietikes (şiir Sanatı Üzerine) adlı yapıtında bir
edebiyat türü olarak şiirin altında sınışamıştır; çünkü Aristoteles’e göre şiir sanatı imgelem (phantasia) yoluyla bile olsa bir genelliği hedeşerken, tarih yazıcılığı bireysel, rastlantısal olayları edebî bir dille aktarırken böyle bir genelliği hiçbir zaman yakalayamaz ve bu da felsefenin peşinde olduğu genellik ile tarih yazımının yalnızca rastlantısalı yakalayabilmesi arasında giderilemez biçimde bir karşıtlık oluşturur.
Aristoteles’te en yetkin ve açık ifadesini bulan theoria-historia-ya da felsefe-tarih karşıtlığı, Antikçağ Roma medeniyetinde de aynen korunmuş, olayları kaydetmek için yıllıklar tutma (annales) ve tarih yazıcılığı arasında yalnızca edebî ölçütler temelinde ayrım yapılmıştır
Bu ayrıma göre yıllık yazarları,Osmanlı’daki vak’anüvisler gibi memurken,
tarih yazıcıları, Cicero’nun ifadesiyle “insanlar için geçmişten dersler çıkaran”edebiyatçılardır.
Kendimizi sınıyalım
1. Antikçağ Yunan toplumunun gün geçtikçe kötüye gittiğini düşünen Hesiodos, bu düşüncesini aşağıdakilerden hangisiyle temellendirmiştir?
a. insanların yaşanmış tarihiyle
b. Tanrıların tarihiyle
c. işler ve Günler’le
d. Theogonia’yla
e. Çağlar Öğretisiyle
cevap:E
2. Zaman unsurunu tüm boyutlarıyla tarihinde kullanan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a. Herodotos
b. Pindaros
c. Homeros
d. Hesiodos
e. Thukydides
CEVAP:B
3. “Evrenin kökeni hakkında ortaya atılmış bilimsel kuram ya da efsane temelli açıklama” anlamına gelen terim aşağıdakilerden hangisidir?
a. Kozmoloji
b. Kozmon Psykhe
c. Kozmogoni
d. Kosmos
e. Logos
CEVAP:C
4. “insan her şeyin ölçüsüdür; olanların olduklarının,olmayanların, olmadıklarının” sözünün sahibi düşünür, aşağıdakilerden hangisidir?
a. Protagoras
b. Gorgias
c. Platon
d. Sokrates
e. Hippias
CEVAP:A
5. Aşağıdakilerden hangisi, Herodotos ile Thukydides’in ortak yönlerinden biri değildir?
a. Eleştirel tutum
b. Nesnellik kaygısı
c. Birincil kaynaklara önem verme
d. Gezilen coğrafyaların anlatımı
e. Akılcılık
CEVAP
6. Ruh hakkında aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a. Ruhun kendisi de bir ideadır.
b. Ruh ölümsüzdür.
c. Ruh maddesizdir.
d. Ruh, tutku, cesaret ve akıldan oluşan bir bütündür.
e. İyiliklerden de, kötülüklerden de ruh sorumludur.
CEVAP:A
7. Platon, toplumsal yaşam ile ahlâk arasında gördüğü çelişkinin aşağıdakilerden hangisiyle aşılacağını savunur?
a. Kurumların gelişmesiyle
b. Toplumdaki zenginliğin artmasıyla
c. Doğru bilgi temelinde ideal devletin kurulmasıyla
d. Zenaatların gelişmesiyle
e. Savaşmak için cesaretin artmasıyla
CEVAP:C
8. Platon’da felsefece düşünmenin bilgisine, bilginin gerçek nesneleri olan ideaları kavrama yoluna yönelten yöntemin Yunanca adı aşağıdakilerden hangisidir?
a. Dikaiosyne
b. Sophrosyne
c. Alethes Doxa Meta Logou
d. Dialektike
e. Aletheia
CEVAP
9. Historein kavramını ilk kez “insanların ve toplumların başından geçenleri kaydetme yoluyla edinilen bilgi” anlamında kullanan tarih düşünürü aşağıdakilerden hangisidir?
a. Sokrates
b. Herakleitos
c. Aristoteles
d. Thukydides
e. Herodotos
CEVAP:E
10. Aşağıdakilerden hangisi Aristoteles’in, Herodotos ve Thukydides’in kazandırdığı anlamlarla historeine karşı tutumunu dile getirir?
a. Empeiria adını vermiş ve doğa bilimleri arasında sınışamıştır.
b. Historiografya adını vererek şiir sanatının altında bir edebi tür olarak sınıflamıştır.
c. Pratik bilimler arasında sınıflamıştır.
d. Teorik bilimlerden biri olarak görmüştür.
e. Felsefeden beklenen genelliğin bilgisine ulaşmayı tarihten de beklemiştir.
CEVAP:B
E-ALIŞTIRMA SORULARI
Soru 1:
Pindaros, aşağıdaki özelliklerinden hangisiyle efsane temelli tarihçiler arasında bir ilk olmuştur?
- Zamanı tüm boyutlarıyla kullanmasıyla
- Yer verdiği konularla
- Belgelere önem vermesiyle
- Olayları yorumsuz aktarmasıyla
- Coğrafya bilgileri vermesiyle
Soru 2:
Hesiodos, Çağlar Öğretisi’nde, kendi yaşadığı dönemi aşağıdakilerden hangisiyle adlandırmıştır?
- Gümüş soylular.
- Altın soylular.
- Tunç soylular.
- Demir soylular.
- Bakır soylular.
Soru 3:
Hesiodos, Çağlar Öğretisi ile aşağıdakilerden hangisine dikkat çekmek istemiştir?
- Tanrıların öfkesine
- Savaşlardaki zaferlere
- Toplumdaki kötüye gidişe
- Tarihin önemine
- Tarihteki mutlak ilerlemeye
Soru 4:Edindiği bilgiyi değiştirmeden aktarma ve gerekmedikçe kişisel görüşlerini aktardığı olaylara katmama gibi özellikleriyle, tarih yazıcılığında rastlanan ilk farklı modeli oluşturan tarihçi aşağıdakilerden hangisidir?
- Hesiodos
- Herodotos
- Homeros
- Pindaros
- Thukydides
Soru 5:
Aşağıdakilerden hangisi Thukydides’in Herodotos’tan farklı bir yönünü ifade eder?
- Birincil kaynaklara önem vermesi
- Yazılı belgelere dayanması
- Tarihçilik yöntemi
- Olayla doğrudan ilgili belgeleri ön planda tutması
- Gezilen yerler hakkında bilgi vermemesi
Soru 6:
Platon’a göre tarihin itici gücü aşağıdakilerden hangisidir?
- Ruh
- İdealar
- Polis
- Eğitim
- Din
Soru 7:
Antikçağ Yunan dünyasının felsefe ve tarihe yönelik zihniyeti, aşağıdakilerden hangisinde kendisini en açık biçimde göstermiştir?
- Episteme-Doxa karşıtlığında
- Theoria-Empeiria karşıtlığında
- Historia-Empeiria benzerliğinde
- Theoria-Historia karşıtlığında
- Historia-Doxa benzerliğinde
Soru 8:
Aristoteles’e göre bilgiyi başlı başına bir amaç olmak yerine, güzel şeyler yapmanın bir aracı olarak görüp kullanan tarzdaki bilgi aşağıdakilerden hangisidir?
- Teorik bilgi
- Pratik bilgi
- Poietik bilgi
- Doğa bilgisi
- Varlığın bilgisi
Soru 9:
Platon’un tarihi yorumlayışıyla ilgili aşağıdaki yorumlardan hangisi yapılamaz?
- İnsan ve topluma ilişkin olarak iyimser bir anlayışa sahiptir.
- İnsandan kaynaklanan çelişkileri çözülmez görmemiştir.
- Toplum yaşamını hem ilerleme hem de bozulma açılarından ele almıştır.
- Ruhun etkinliklerini hem iyileşmeye hem de bozulmaya neden olarak görmüştür.
- İnsanlığı önlenemez bir çöküş süreci içinde görmüş ve göstermiştir.
Soru 10:
I. Ölümsüzlük II. Tutku III. Görünmezlik IV. Cesaret V. Maddesizlik VI. Akıl.
Platon, yukarıdakilerden hangilerinin ruhun temel bileşenleri/bölümleri olduğunu savunmuştur?
- I, II ve III’ün
- II, IV ve VI’nın
- II, III ve V’in
- III, IV ve VI’nın
- I, IV ve VI’nın
Ruhun temel bileşenleri: tutku-cesaret-akıl
Ruhun temel özelikleri: ölümsüzlük-maddesizlik-görünmezlik
Soruda temel bileşenler sorulmuş dikkat edelim karıştırmıyalım.
ÜNİTE:3
TARİH FELSEFESİNİN ORTAÇAĞDAKİ KÖKENLERİ-I: HIRİSTİYAN ORTAÇAĞ VE AUGUSTİNUS
ORTACAĞ AVRUPA KÜLTÜRÜNÜN VE FELSEFESİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ
Ortaçağ’ın din temelli düşünce yapısının, bazı felsefe tarihçilerince, bir geçiş dönemi düşünürü sayılabilecek olan Plotinos’tan başlatıldığını söyleyebiliriz.
- Plotinos, mistik-panteist bir düşünce ortaya koyarak her türlü maddeciliğe tutarlı biçimde karşı çıkmış düşünürlerdendir.
- Plotinos’a göre
- gerçek: Maddeden oluşmaz,salt tinsel niteliklidir.
- Ru___: ise gerçek varlığa daha yakın özelikler segileyen,bedeni bir araç olarak kullanan,bölünmez bir bir birliğe sahip,anımsamlarına bağlı olarakhep kendisiyle özdeş,bileşik bir yapıolan bedenden önce var olmuş bir temel neden ya da ilkedir
Tüm var olanların var olmasına olanak tanırken, kendisi başka hiçbir varlığa gereksinmeden var olan “Bir” (To H˜en) savı bakımından da özellikle Hıristiyanlığın faydalandığı bir felsefe sistemi olmuştur.
Bu “Bir”in algı ve düşünceyle kavranamaması, Onun hakkında yalnızca ne olmadığına ilişkin şeylerin söylenebilir olması ve Onun her şeyin kendisinden türediği yaratıcı ilke, “salt iyi”, “en yüksek” olması,çok tanrıcılığı korumak isteyenler kadar Hıristiyanların da Tanrı inançlarını temellendirmede Plotinos’tan yararlanmalarına yol açmıştır.
olan deneyimleri kapsayacakbiçimde kullanılır.
Panteizmise, kökeni Yunanca’ya dayanan panta-yani her şey ve theos-yani tanrı sözcüklerinden oluşan,dilimize tümtanrıcılık biçiminde de çevrilen bir metafizik anlayışın adıdır.
Bu anlayışın felsefe tarihinde bilinen başlıca temsilcilerinden birisi de Plotinos’tur.
Plotinos, geliştirdiği düşünceler için her zaman Platon’u model aldığını ve öğretisini Platon’un felsefe sisteminden yola çıkarak oluşturduğunu ifade edenbir düşünürdür. Bu dile getirişleri, Plotinos’un, Yeni-Platonculuk adı verilen bir akımın başlıca filozofu olarak anılmasına neden olmuştur.
- Plotinos’a göre, tüm varolanlar,
- “Bir”in kendisinden taşması sonucu İlk Akıl’ı (Nous),
- onun Evren Ruhunu (Kosmon Psykhe), evren ruhunun tek tek ruhları ve son olarak ruhların da maddeyi meydana getirmesi sayesinde oluşmuşlardır ve varlık hiyerarşisinde en alt basamak kabul edilen maddî her şey, aslında Bir’den bir zerre taşımaktadır. Bu öğretiye türüm ya da sudûr teorisi de denir.
Hıristiyanlık Temelli Ortaçağ Felsefesi
Bizan İmparatoru Iustinianus’un, Platon tarafından kurulan ve Yeni-Platoncu eğilimi benimsemiş olan Akademia’ yı kapatarak, Hıristiyanlığa aykırı gördüğü Yunan felsefesinin okutulmasını yasaklaması, düşünce özgürlüğü ve farklı görüşlere tahammül açısından Hıristiyan Ortaçağının genel tutumuna ilişkin benzersiz bir örnektir.
- Macit Gökberk, bu olayı, “Antik Felsefenin sona erdiğinin dıştan belirtisi” olarak yorumlamıştır.
Antikçağdaki kültür değerlerini gelecek için korumaya alan da Katolik Kilisesi olmuştur.
Kilise’nin Antikçağ felsefesine ilişkin benimsediklerini, “barbar” kabul ettikleri Roma- Germen toplumlarına öğretmesiyle, Antikçağ düşüncesi, Hıristiyanlaşarak Avrupa’da yayılmaya başlamıştır
Ne var ki, Antikçağ’da Yunan toplumunun tartışmalarla, çatışmalarla geliştirdiği düşünce, önce dinden uzaklaşıp salt bilmenin kendisi için bilmeden-yani theoria etkinliğinden- duyulan mutlulukla başlayıp gitgide praxis ’in ahlâk ödevlerinin ve dinsel özlemlerin yörüngesine doğru evrilirken;
Ortaçağ Hıristiyan dünyasındaki düşüncenin gelişimi, Yunan düşüncesiyle ilgili söylediklerimizin tam tersine bir yolu izlemiştir:
Ortaçağ düşünürleri, Antikçağ’a ilişkin benimsenen düşünceleri ve felsefeyi, “bulunmuş bir doğru” olarak benimseyip,deyim yerindeyse “hazır paket program” kabul ettikleri bilgi toplamının bazı tutarsızlıklarını gidererek bu toplamın çeşitli kısımlarında onarımlar, düzeltmeler yaparak işleme yolunu seçmişlerdir.
Kilise Babaları Dönemi, Yahut Patristik Felsefe
Kilise Babaları, Ortaçağ’a temel karakterini veren Hıristiyan felsefesinin zeminini
hazırlayan düşünürler için kullanılan bir addır. Bu döneme Patristik Felsefe de denir.
Bu dönemin başlıca düşünce akımı olarak gnostisizm,
başlıca düşünürleri arasındaysa Kartacalı Tertullianus, İskenderiyeli Clemens,
Origenes ve Skolastiğe geçişin de sembolü olarak kabul edilebilecek Augustinus yer alır.
Kilise Babaları dönemine ya da Patristik Felsefe’ye verilen bir başka ad da Apolojik Dönem olarak bilinir.
Hıristiyanların yaklaşık 250 yıl süren kovuşturmaya ve işkenceye uğrama dönemindeki çalışmalarını en iyi özetleyen de Yunanca’da “özür,gerekçelendirme” gibi anlamlar taşıyan apologia sözcüğüdür.
Yunanca bir sözcük olan gnosis, Ortaçağ’da “bilgi”, “Tanrı’yı duygu ile bilmek” gibi anlamlarda
kullanılmıştır.
Gnostisizm, fantastik düşünce öğelerinin çokluğundan, Augustinus sonrası Hıristiyanlığın resmî görüşünden çok uzak sayılacak din görüşlerini de içinde barındıran bir çığır olmuştur.
Kartacalı Tertullianus, gnostiklere karşı olan bir düşünürdür. Felsefe tarihinde en iyi bilinen sözü, “Akıl almaz olduğu için inanıyorum” olan Tertullianus’a göre gerçek îman, kişinin Tanrı önünde kibrini kırması ve nefsini alçaltmasıdır. Bu anlayışa göre, tanrısal sırların bilinçte veya akılda doğmasını beklemek, Tanrı’ya karşı en büyük küstahlıktır.
Hıristiyan Gnostiklerinden olan İskenderiyeli Clemens’e göre,inanmak, bilmekten önce gelir ve
bilmenin temelini oluşturur,fakat insanın nihai ereği, Tanrı hakikatini anlamaktır. Felsefe ile din, yahut akıl ile açınlama (vahiy) arasında bir uzlaşma arayışının tarihi olarak da görülebilecek olan Ortaçağ
Avrupa felsefesinin neredeyse bütününe sinen bu anlamaya yönelik yaklaşımı en iyi ifade eden de Clemens’in, ““Anlayayım diye inanıyorum” sözüdür.
HIRİSTİYAN TARİH DÜŞÜNCESİ VE TARİHÇİLİK
Ortaçağ Avrupa düşüncesinin bütününü belirlemiş olan Hıristiyanlığın tarih anlayışı, önemli ölçüde Yahudiliğin tarih anlayışından etkilenmiştir.
Kutsal Kitap Eski Ahit’in (Tevrat) içeriğinde ifade bulan dünya tarihi,
- Dinkler’e göre, Tanrı ile Şeytan arasındaki bir mücadeleyi temel alan soyut bir yaratmada köklerini bulabileceğimiz, insanın ilk günah nedeniyle yeryüzüne düşmesiyle devam eden ve tarihin gidişini belirleyen bir anlatı içerir.
- Wartenburg’a göre Yahudilik ve Hıristiyanlık, insantoplum yaşamına ilişkin Antikçağ Yunan düşüncesinin tanışık olmadığı yeni ve özel bir zaman anlayışı geliştirmiştir ve bu zaman anlayışı, Yeniçağ ile birlikte ne kadar dünyevîleşmiş olsa da, Batı düşüncesindeki neredeyse tüm tarih felsefecilerinin düşüncelerine sinmiştir
“Çizgisel” olarak da tanınan bu zaman anlayışı, fiziksel olmaktan çok, belirli bir başlangıcı ve bitimi olan, sonunda insanın yargılanarak ödüllendirilip cezalandırılacağı, başlangıçtan bitime kendi içinde bir süreklilik ve gelişim taşıyan, tanrı-bilimsel (teolojik) bir anlayıştır ve Batı’da “tarih bilinci”ni uyandırmak gibi önemli bir etkiye sahiptir.
“Çizgisel Zaman”, Yahudi-Hıristiyan tarih anlayışıyla şekillenen yeni zaman anlayışı için sık kullanılan
bir addır. Bu anlayışta, tarih olaylarının bir daha tekrar etmeyen, düz bir çizgi üzerinde sürekli belirli bir
sona ya da hedefe ilerleyen yapıda oldukları düşüncesi ön plandadır.
- Mircea Eliade’ye göre, İsa’nın Tanrı’nın bedenlenişi olarak yorumlanması ve Tanrı’nın varlığının başka bir boyutu olarak görülmesi, tarihin yeniden “kutsal tarih” hâline gelmesine neden olmuştur, fakat bu “kutsal tarih”, eski dinlerde anlaşıldığı biçimiyle efsânevî bir bakış açısını barındırmaz Böyle bir kutsal tarih, yine Eliade’ye göre, bir felsefeden çok bir tanrıbilime ulaşmıştır; çünkü “insanlığın kurtuluşu” diye ifade edilen tarihin ereği, bu dünyadaki tarihin kendisini araçlaştırmıştır:
- Eliade “Kurtuluş” ile insanın ilk yaşadığı cennet eşanlamlı görüldüğünde, “tarihin sonu”, tarih felsefesinden çok tanrıbilimin bir sorunu hâline gelir.
- Etiénne Gilson, Ortaçağ Felsefesinin Ruhu adlı çalışmasında, Hıristiyan tarih anlayışının başlıca niteliklerini şöyle özetlemiştir:
2. Hıristiyanlık, Tanrı’nın başlangıçsızlığı ve sonsuzluğu ile varlıkların gelip geçiciliği arasında salınıp duran insana, isa Peygamber aracılığıyla, sonsuzluğa kavuşmanın yolunu açmıştır
3. Yunan düşüncesindeki döngüsellik ve sonsuz dönüşün yerini süreklilik kavramı
Almıştır
4.Hıristiyan düşüncesinde, insanlık tarihinin toptan bir gelişme sürecinde olduğu fikri baskındır.
- Robin George Collingwood da Hıristiyan tarih anlayışının sonraki tarih tasarımlarına yönelik etkilerini yorumlarken, Gilson ile yer yer benzer düşünceler öne sürmüştür.
1. Temel amacı insanın iyiliği olan,
2. insanın temel eylemci olduğu bir “Tanrı murâdı” olarak görüldüğünü de savunmuştur.
Collingwood, günümüzde de zamanı kendisine göre ölçtüğümüz Miladi takvimin “isa’dan Önce” ve “isa’dan Sonra” ayrımını, Hıristiyan tarih düşüncesinin bir etkisi olarak yorumlamaktadır.
Wartenburg’a göre,Hıristiyanlığın getirdiği tarih ve zaman anlayışı, Antikçağ kültürüne yabancıdır ve bu tarih anlayışı, insanın ve toplumun tarihsel bir temeli olduğu yönlü ön kabulün Yeniçağ
Avrupası’nda da yaygınlaşmasının temel nedenidir.
Hıristiyanlık’tan sonra artan bir ivmeyle, Avrupa kültüründe insanlığın tarihsel bir gerçeklik,insanın kendisinin de bir tarih varlığı olarak anlaşılmasını yaygınlaştırmıştır.
AUGUSTİNUS: İLK TARİH FİLOZOFU
- Augustinus’un Hıristiyan tanrıbiliminden yararlanarak ve ona bağlı kalarak geliştirdiği tarih anlayışı, tüm Ortaçağ boyunca Kilise’nin de resmî tarih görüşü olmuştur.
- Augustinus’a göre Tanrı, zamanın dışında, O’nun tarafından yaratılmış her şey zamanın içindedir
Augustinus, zamanın tanrı değil, insan için var olan bir yapı olduğu düşüncesindedir. Bu anlayışa göre Tanrı, yarattığı şeyler gibi, zamanın bir parçası değildir.
Augustinus’a göre İsa Peygamber’in Hıristiyanlar’a kurtuluşu müjdelemek ve kurtuluşun yolunu göstermek için yeryüzünde beden olarak görünmesi, sonu Eskaton olan tarih sürecinin başlangıcıdır.
İnsan, Tanrı tarafından özgür yaratılmış olsa da güdüleri ve gururu, Adem’den bu yana onu günaha sürüklemiş, ilk günahtan bu yana insan hep kötüye yönelmiştir. Bu günah batağından insanı yalnızca Tanrı Kayrası (Gratia) kurtarabilir.
Iustus Dei, yani Tanrı’nın adaleti, insanı yaptıklarından dolayı ödüllendirecek veya
cezalandıracak olan en yüksek ölçüttür.
Ödül, günahtan kurtulmadır ve “Tanrı’nın oğlu” İsa Peygamber, “seçilmiş” insanlara-yani Hıristiyanlar’a kurtuluşu müjdelemek ve kurtuluşun yolunu göstermek için yeryüzünde beden olarak görünmüştür (bedenlenme-Inkarnation).
Bu görünme, sonu Eskaton (Tanrı mahkemesi, kıyâmet) olan tarih sürecinin de başlangıcıdır.
Augustinus, tanrıbilimsel unsurlarla örülü bu görüşleriyle, tarihi “tekerrürden ibaret” olmaktan çıkararak, onun bir daha tekrar etmeyecek olayların oluşturduğu bir defalık bir süreç olarak anlaşılmasına zemin hazırlamıştır.
De Civitate Dei’dir (Tanrı Devleti Üzerine): :Augustinus’un tarih felsefesinin ya da teolojisinin izlerini sürmek için kendisine ait en önemli yazılı metin, Tanrı Devleti’ni,“gelecekte kurtuluşa ermiş olan insanların kuracağı devlet” olarak tanımlar.
Yeryüzü Devleti (Civitas Terrana) ya da Şeytanın Devleti (Civitas Diaboli): bu dünyada güdülerinin ve gururunun peşinden giden, kötüye uyanların devletidir.
İşte tarih,tam da bu iki tür devletin arasındaki çatışmanın ve bu iki devletin birbirinden
kopuşlarının süreci olarak anlam kazanır.
Kendimizi Sınayalım
1. Gerçek îmanın, kişinin Tanrı önünde kibrini kırması ve nefsini alçaltması olduğunu savunan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a. Augustinus
b. Kartacalı Tertullianus
c. Origenes
d. Plotinos
e. iskenderiyeli Clemens
CEVAP
2. “Anlayayım diye inanıyorum” yaklaşımını savunan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a. İskenderiyeli Clemens
b. Etiénne Gilson
c. Augustinus
d. Kartacalı Tertullianus
e. Mircéa Eliade
CEVAP:A
3. Wartenburg ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a. Yahudilik ve Hıristiyanlık, çizgisel-teolojik bir zaman anlayışı geliştirmiştir.
b. Hıristiyanlık, zaman anlayışı bakımından Antikçağı n bir ardılıdır.
c. Antikçağ Yunan düşüncesi çizgisel zaman anlayışıyla tanışık değildir.
d. Çizgisel-teolojik zaman anlayışı, Yeniçağ Avrupası’nda dünyevîleşmiştir.
e. Çizgisel zaman anlayışı, neredeyse tüm Batılı tarih filozoflarında görülür.
CEVAP:B
4. Mircea Eliade’ye göre, “tarihin sonu”, en çok aşağıdakilerden hangisine bağlı olarak tarih felsefesinden çok tanrıbilimin bir sorunu haline gelir?
a. İsa’nın Tanrı’nın bedenlenişi olarak yorumlanmasına
b. Tarihin Tanrı’nın varlığının başka bir boyutu olarak görülmesine
c. Kutsal tarihin tanrıbilime ulaşmış olmasına
d. Tarihin din ekseninden çıkarılmasına
e. “Kurtuluş” ile insanın ilk yaşadığı cennetin eşanlamlı görülmesine
CEVAP:E
- Etiénne Gilson’a göre aşağıdakilerden hangisi, Hıristiyan tarih anlayışının temel niteliklerinden biri değildir?
b. İnsanlık tarihinin, kusursuz bir ereğe doğru ilerlemesi
c. İnsanlara, asla sonsuzluğa kavuşamayacakları düşüncesini dayatması
d. İnsanlık tarihinin toptan bir gelişme sürecinde olduğu fikrinin baskın olması
e. İnsanlık tarihinin, düzenli olaylardan örülü bir tarih olması
CEVAP:C
6. Günümüzde de zamanı kendisine göre ölçtüğümüz Miladi takvimin “İsa’dan Önce” ve “İsa’dan Sonra” ayrımını, Hıristiyan tarih düşüncesinin bir etkisi olarak yorumlayan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a. Collingwood
b. Gilson
c. Eliade
d. Wartenburg
e. Dinkler
CEVAP:A
7. Augustinus’a göre zamanla ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a. Tanrı zamanın dışındadır.
b. Tanrı tarafından yaratılmış her şey zamanın içindedir.
c. Zaman, geçmiş-şimdi-gelecek arasında bulunan bir yapıdır.
d. Zaman, şimdi yaşamakta olan kişinin anımsaması ve beklentisiyle anlam kazanır.
e. Zamanın varlığının anlamlılığı, insanın anımsama ve beklentisine bağlı değildir.
CEVAP:E
8. İnsanı yaptıklarından dolayı ödüllendirecek veya cezalandıracak olan en yüksek ölçüt, Augustinus’a göre aşağıdakilerden hangisidir?
a. Gratia
b. Iustus Dei
c. Eskaton
d. Civitas Diaboli
e. Civitas Dei
CEVAP:B
9. Augustinus’a göre tarih sürecinin sonunda aşağıdakilerden hangisi yer alır?
a. Îmân
b. Kilise
c. Eskaton
d. Cehennem
e. Kurtuluş
CEVAP:C
10.Augustinus’un tarih görüşlerinin, aşağıdaki yargılardan hangisinin yıkılmasına yol açtığı söylenebilir?
a. Tarihin ereği vardır.
b. Tarihteki olaylar bir defalıktır.
c. Tarihte ilerleme vardır.
d. Tarih tekerrürden ibarettir.
e. Tarih de zaman da sonlu süreçlerdir.
CEVAP
E-ALIŞTIRMA SORULARI
Soru 1:
Duyu sınırlarını aşan ve metafizik boyutu olan, fakat daha çok kişiye özel deneyimleri ifade edecek biçimde kullanılan terim aşağıdakilerden hangisidir?
- Metafizik
- Tinsel
- Panteizm
- Tanrısal
- Mistik
Soru 2:
Panteizm terimi için kullanılan Türkçe karşılık aşağıdakilerden hangisidir?
- Temeldencilik
- Tanrıtanımazlık
- Tümtanrıcılık
- Tümevarımcılık
- Tümdengelimcilik
Soru 3:
Aşağıdakilerden hangisi Plotinos’un düşüncesine karşıt bir görüşü dile getirmektedir?
- Varolan her şey maddeseldir, öyleyse varlık da somuttur.
- Bir hakkında ancak onun ne olmadığından söz edilebilir.
- Gerçek varlık ancak tinsel nitelikte olabilir.
- Bir, hem salt iyi, hem de sonsuz ışıktır.
- Bir, varolanların temelindeki gerçek varlıktır.
Soru 4:
Aşağıdakilerden hangisi Ortaçağ’ın din temelli düşünce yapısını hazırladığı kabul edilen düşünürdür?
- Platon
- Plotinos
- Aristoteles
- Porphyrios
- Epikouros
Soru 5:
Aşağıdakilerden hangisi Ortaçağ Avrupasını karakterize eden bir niteliği ifade etmez?
- Katolik Kilisesi en büyük ve önemli güç odağıdır.
- Felsefe ile dinin uzlaştırılması başlıca düşünsel kaygı olmuştur.
- Derebeylikler ortaya çıkmıştır.
- İmparatorluklar bağımsız hareket eden siyasi güçlerdir.
- İlk Üniversiteler ortaya çıkmıştır.
Soru 6:
“Hıristiyanlığın ilk savunucularının kendi dinlerinin dogmalarını Antikçağ Yunan felsefesinin araçlarıyla biçimlendirerek inancı da kavramsal bir forma dönüştürdükleri, dinsel ağırlıklı olsa da felsefi yönleri de olan bir düşünce çığırının adıdır.”
Yukarıda tanımı verilen düşünce akımı ya da dönem aşağıdakilerden hangisidir?
- Yeni Platonculuk
- Stoacılık
- Epikourosçuluk
- Patristik Felsefe
- Kinikler
Soru 7:
Ortaçağ’da daha çok “bilgi” ve/veya “Tanrı’yı duygu ile bilmek” anlamlarında kullanılan Yunanca terim aşağıdakilerden hangisidir?
- Gnosis
- Episteme
- To Hēn
- Doxa
- Idea
Soru 8:
Gerçek îmanın, kişinin Tanrı önünde kibrini kırması ve nefsini alçaltması olduğunu savunan birinin benimseyeceği slogan aşağıdakilerden hangisidir?
- İnanıyorum o halde varım.
- Anlamak için inanıyorum.
- Akıl almaz olduğu için inanıyorum.
- İnanıyorum çünkü akla uygundur.
- Kanıtlayabildiğim için inanıyorum.
Soru 9:
I. İnanmak bilmekten sonra gelir.
II. İnanmak bilmenin temelini oluşturur.
III. İnsanın nihai ereği Tanrı hakikatini anlamaktır.
İskenderiyeli Clemens yukarıdakilerden hangisini/hangilerini savunmuştur?
- I, II ve III
- Yalnız I
- Yalnız II
- I ve II
- II ve III
Soru 10:
Augustinus’un geliştirdiği tarih yorumu için aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?
Hıristiyanlığa aykırı unsurlar içermektedir.
Tarihi “tekerrürden ibaret” olmaktan çıkarmıştır.
Tarihçilik yöntemine büyük katkısı olmuştur.
Theoria-historia ayrımını derinleştirmiştir.
Aristoteles’in zaman anlayışını temel almıştır.
CEVAP:B