Aöf Dersleri Özetleri - Çıkmış Sorular - Sınav Soruları

AÖF Ders Özetleri Uygulamasına Hoş Geldiniz,Uygulamadan tam anlamıyla faydalanmak için üye olunuz.

Vize Osmanlı Tarihinde Yenileşme Hareketleri Vize Ders Özeti


#1
ÜNİTE – 1
Reformların Zemini: 18. Yüzyıl
şeyhülislam Feyzullah Efendi: 1639 yılında Erzurum’da doğdu. 1688’deki 17 günlük kısa şeyhülislamlığının ardından 1695-1703 arasında ikinci kez bu makama getirildi. Bu sürede, evlât ve yakınlarını devletin önemli makamlarına taşıdı. 1703’te çıkan isyanda malları yağmalandı, başı kesildi, cesedi sürüklenip Tunca nehrine bırakıldı. Oğulları ise Yedikule zindanında hapsedildi.
Gerileme Paradigması: Gerileme paradigması, 1300 ilâ 1566 arasında Osmanlı Devleti’nin on başarılı, savaşçı ve yetenekli sultanla beraber genişlediğini ve daha sonra amansız bir gerilemeye mahkûm olduğunu savunur. 17. Ve 18. yüzyıllarda eserlerini kaleme alan bazı Osmanlı nasihat yazarlarının yaşadıkları dönem hakkındaki yakınmaları, erken Cumhuriyet döneminin ve bazı Batılı tarihçilerin eserlerinde mutlak gerçekliğin bir ifadesi olarak yeniden üretilmiştir. Bu çalışmalar bir yandan da modernleşme teorisinin içerisine oturuyordu. Modernleşme teorisi, sınırları oldukça net olarak belirlenmiş bir gelişim çizgisini dayatıyordu. Bu, Batı demokrasilerinin ve özellikle de Büyük Britanya ile Fransa’nın takip ettiği çizgi olup bu anlayışa göre modernleşme eşittir batılılaşma idi.
Humbaracı Ahmed Paşa: Aslen Fransız asilzade ailelerinden birine mensup olan ve 1675 Temmuz’unda Fransa’nın Coussae şehrinde doğan Comte de Bonneval, 54 yaşında Türkiye’ye gelir ve islamiyet’i kabul ederek Ahmed ismini alır. 1731’de beylerbeyilik unvanını alması üzerine Humbaracı Ahmed Paşa olarak tanınır ve yeni bir humbaracı ocağı kurmakla görevlendirilir. Osmanlı hükümetine sunduğu raporların birer nüshasını Fransa’ya da göndermesi casus olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. 14 Mart 1747’de vefat etmiştir.
Baron de Tott (1733-1793): Macar asıllı Fransız subay ve diplomatıdır. 18. Yüzyılda Osmanlı ordusunda uzman olarak hizmet vermiş olup Osmanlı imparatorluğu’na dair bilgiler içeren Mémoires du Baron de Tott sur les Turcs et les Tartares başlığıyla 1785’te basılan hatıratın da yazarıdır.
Islahat Layihaları: Yönetim anlayışında değişime ya da yenileşme öngörülen kurumlara dair şahıslar yahut dairelerce hazırlanan raporlardır.
I. Abdülhamid döneminde yeniden açılan matbaada, Sami-şakir-Subhi Tarih’leri, izzi Tarih’i ve ibnü’l-Hacib’in Arapça gramerine ilişkin irabü’l-Kaşye’si olmak üzere üç eser basıldı.
Dalkılıç: Savaş halinde düşman ordusuna akınlar düzenlemek yahut kuşatma altına alınan kalelere girmekle görevli fedailer için kullanılırdı.
Esame: Yeniçerilere verilen, içerisinde ad, orta bilgisi ve maaş miktarının yazıldığı belge.
DİKKAT : “Lâle Devri”, 18. yüzyıl kaynaklarında geçen bir ifade değildir; ilk kez Ahmed Reşk Altınay (1880-1937)’ın 1913’te ikdam gazetesinde çıkan bir yazısında kullanılmış ve sonradan uluslararası şöhret bulmuştur.
DİKKAT : 1730’daki isyan, 18. yüzyıl kaynaklarında “1143 [M. 1730] senesinde meydana gelen ihtilâl” şeklinde nitelendirilirken, 20. yüzyıl metinlerinde, Patrona Halil’le özdeşleştirilerek “Patrona Halil isyanı” veya “Patrona isyanı” olarak geçer.
DİKKAT : Mühendishane-i Bahri-i Hümayun, bazı çalışmalarda zikredildiği gibi 1773’te III. Mustafa devrinde değil, 29 Nisan 1775’te I. Abdülhamid devrinde hizmete girmiştir.
DİKKAT : Dönemin kaynaklarında “Vaka-yı Selimiyye” olarak isimlendirilen Mayıs 1807 isyanı, sonraki tarihyazımında Kabakçı Mustafa adıyla özdeşleştirilerek Kabakçı Mustafa isyanı veya Kabakçı isyanı olarak zikredilir olmuştur.
Sıra Sizde 1 : Osmanlı Devleti’nin 18. yüzyılını gerileme/modernleşme paradigması içerisinden değerlendirenlerle buna karşı çıkanlar hangi gerekçelerle hareket etmektedirler?
1950’ler dünyada modernleşme paradigmasının etkisinin güçlü bir biçimde hissedildiği bir dönemdi. Bu çerçevede, geç Osmanlı Devleti üzerine kalem oynatanlar, bu dönemi, Avrupa karşısında gerileyen bir konuma oturttular. Günümüzdeki revizyonist bakış, Avrupa-merkezci dünya tarih yazımına muhalif bir tutum sergileyerek Osmanlı tarihini de Avrupa-merkezciliğin baskısından arındırmak eğilimindedir.
Sıra Sizde 2 : Osmanlı Devleti idari ve özellikle de askeri bakımlardan pek çok reform teşebbüsünde bulundu. Reform şkri basit bir Avrupa ile karşılaşma ve kendini karşılaştırma sonucu mu ortaya çıktı?
Tabii ki, söz konusu reform teşebbüsleri ve uygulamalar sadece bir Avrupa ile karşılaşma veya kendini Avrupa devletleriyle karşılaştırma sonucu gerçekleşmemiştir. Osmanlı Devleti’nin öz birikimi ve iç dinamikleri, bahse konu reformları formüle edebilecek ve harekete geçirebilecek imkânları sunmaktaydı. Avrupa ile karşılaşma ancak bu iç faktörlerin yanında dış etkiler bağlamında değerlendirilmelidir.
Sıra Sizde 3 : 18. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin etrafındaki dünya ile ilişkileri nasıldı ve bu ilişkiler hangi yollarla kuruluyordu?
Osmanlı Devleti, 18. yüzyılda etrafındaki dünyayla entegre, üreten, pazarlayan ve değişen süreçlere adapte olma yeteneğine sahip dinamik bir güç görünümü arz etmektedir. Diğer ülke başkentlerine gönderilen elçiler üzerinden dış dünyaya dair bilgilerin biriktirilmesi, kurulan daimi elçiliklerle ilişkilerin daha sağlıklı ve kesintisiz bir seviyeye kavuşturulması, tercüme faaliyetleriyle dünya bilgi ağlarıyla belli bir entegrasyonun gerçekleşmesi ve yabancı uzmanların teknik destek ve eğitim amacıyla istihdamı, dünyayla bütünleşik bir siyaset anlayışının varlığını kanıtlar.
Sıra Sizde 4 : Osmanlı Devleti’nin 18. yüzyılını kuşatmış baskın iki kategorinin (Lâle Devri ve Nizam-ı Cedid) ne gibi açmazları söz konusudur?
Lâle Devri anlatısı, sadece 1718-1730 arasını değil, bütün bir 18. yüzyılı etkisi altına almış ve bu dönem zevkü sefa kurgusu içerisinde değerlendirilir olmuştur. Nizam-ı Cedid dönemi de, basitçe “batılılaşma” perspektişnden ele alınmıştır. “Lâle devrini bitiren isyan” olarak Patrona Halil’in adı ile özdeşleşen isyan gibi, III. Selim devrine nihayet veren 1807 isyanı da Kabakçı Mustafa ile özdeşleştirilmiş; bu isyanlar, 18. yüzyıl Osmanlı tarihinin politik çatışmalarından ve sosyo-ekonomik bağlamından koparılarak anlamsızlaştırılmıştır.
Sıra Sizde 5 : 18. yüzyılda Osmanlı tahtına geçmiş padişahların dönemleri, reform hareketleri bağlamında nasıl karşılaştırılabilir?
18. yüzyılda gerçekleşen bir dizi değişim/dönüşüm hamlesi, padişahların ferdi karizması düzeyine indirgenmemelidir. Bu metodolojik itiraz, şüphesiz bütün Osmanlı tarihi için geçerli bir durumdur. Örneğin, 1727’de kurulan matbaanın imparatorluk coğrafyasındaki altyapısı gözden kaçırılmamalı, ibrahim Müteferrika’nın ölümü ile de kayıplara karıştığı düşünülmemelidir. Nizam-ı Cedid reformları köksüz değildi. Reformların izahında III. Selim’in ferdi aydınlanmışlığının ötesinde, kendisinden önceki padişahların kurmuş oldukları altyapıya da dikkat edilmelidir. Sonuç olarak 18. Yüzyıldaki reform programı, padişahların kişisel dönemleri bağlamında değil, bir bütün olarak algılanmalıdır.
Sıra Sizde 6 : Osmanlı Devleti’nin 18. yüzyılda geçirmiş olduğu dönüşümü nasıl tarif edebiliriz? Batılılaşan ve gerileyen Osmanlı mı, modern devlete doğru yol alan Osmanlı mı?
Osmanlı Devleti, 18. yüzyılda modern devlet yapısına doğru evrilmişti. 19. yüzyılda daha da hızlanacak olan modern devlete doğru gidiş bu dönemde ilk nüvelerini vermişti. Batılılaşma anlamında modernleşen yahut gerileyen değil, modern devlet mekanizmalarına adapte olan bir Osmanlı Devleti’nden bahsedilebilir.
ÖZET 1 : Yenileşme, batılılaşma, modernleşme ve gerileme kavramlarını Osmanlı Devleti’nin 18. Yüzyılı bağlamında tanımlayabilme ve bu dönemi “Lâle Devri” ve “Nizam-ı Cedid” gibi hakim kategorilerin sınırlılıklarının ötesinde açıklayabilme Klasik tarihyazımında Osmanlı Devleti’nin 18. yüzyılı modernleşme paradigması içerisinde kaleme alınmış; Osmanlı Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti özdeş iki kategori olarak değerlendirilmiş ve Türkiye’deki batılılaşmanın kökenleri bu yüzyılda aranmıştır. Osmanlı Devleti, bu anlamda, Batı karşısında gerilemiş; yenileşme ve modernleşmesini hakkıyla tamamlayamamış; modernleşmeye çabalamış; ancak her zaman olumlu sonuçlar alamamış bir oluşum olarak sunulmuştur. Batılılaşmanın kökenlerini burada aramak, Lâle Devri ve Nizam-ı Cedid olarak nitelendirilen dönemleri gereğinden fazla öne çıkarmış; bu iki dönem abartılarla ve saptırmalarla dolu bir biçimde değerlendirilmiştir.
ÖZET 2 : Osmanlı Devleti’nin 18. yüzyılda geçirdiği değişim ve dönüşümü izahta klasik çalışmalarla yeni araştırmalardaki şkirleri karşılaştırabilme Osmanlı tarihyazımını klasik ve revizyonist çalışmalar olarak iki kategoride değerlendirebiliriz. 1980 ve özellikle de 1990’lardan sonra Osmanlı tarihçilerinin önemli bir kısmı, modernleşme paradigmasının sınırlarını aşarak Oryantalist ve Avrupa-merkezci Osmanlı tarihyazımını terk etmişlerdir.
ÖZET 3 : Osmanlı Devleti’nin 18. yüzyıldaki askeri ve idari reformlarını kendi iç dinamikleri içerisinde açıklayıp Osmanlı Devleti’ni etrafındaki dünya ile ilişkilendirebilme Revizyonist Osmanlı tarihçileri, Osmanlı/Ortadoğu tarihini ele alırken iç dinamiklere önem vermek eğilimindedirler. Batı Asya ve Kuzey Afrika’yıda, Avrupa ile eşit iki kategori olarak ele alıp kendi özel koşulları içerisinde değerlendirmenin daha âdil bir tarih yorumu ortaya çıkaracağını düşünmektedirler. 18. yüzyılda Osmanlı Devleti, dünyanın değişik yerlerinde kurduğu ikamet elçilikleri, tercüme faaliyetleri ve müstakil tercüme odasıyla dünya ile entegre bir yapı idi.
ÖZET 4 : 18. yüzyılda tahta geçmiş padişahların dönemlerini karşılaştırabilme, devlet yönetiminin temel figürlerini tanıyabilme ve devletin geçirdiği genel dönüşümü açıklayabilme Lâle Devri ve Nizam-ı Cedid’in literatürdeki baskınlığı bu dönemlerin padişahlarını öne çıkarmıştır. Oysa dikkatli bir bakışla, III. Ahmed ve III. Selim arasındaki padişahlar dönemlerinde de Lâle Devri ve Nizam-ı Cedid dönemlerindekine benzer ıslahat girişimlerinin olduğu görülür. Tarihsel süreklilik açısından bu tür ayrıştırmalar sorunludur. Osmanlı Devleti, 18. yüzyılda önemli projelere imza attı. Bu projeler şüphesiz sadece padişahların güçleri ve yönetim kabiliyetleriyle gerçekleşmedi; padişahlar, yanlarında bulunan geniş ekiplerle devlet yönetimini yürüttüler. Nevşehirli Damad ibrahim Paşa, Hekimoğlu Ali Paşa, Koca Ragıp Paşa, Halil Hamid Paşa ve Cezayirli Gazi Hasan Paşa, öne çıkan isimlerden sadece bir kaçıdır. 18. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin geçirdiği dönüşüm, padişah bazında yahut bazı baskın kategorilerin gölgesinde anlaşılamaz. Osmanlı Devleti, bu dönemde ortaya çıkan ihtiyaçlarla değişen iç ve dış dengelere paralel olarak modern devlete doğru olan dönüşümünü sürdürdü.
ÜNİTE – 2
Askerî Düzenlemeler
Ulus-devlet: Ulus-devlet, devlet idaresinin belirli bir hanedana ya da aristokratik zümreye mahsus olmayıp yönetenlerin yönettikleri milletin temsilcisi ve vekili olarak kabul edildiği politik rejimdir. Fransa modeli “üniter ulus-devlet”te, ülke, devlet ve millet bir bütün olarak kabul edilir.
Seferberlik: Savaş ya da âcil durumlarda iktidarlarca belirlenmiş milli amaçları desteklemek için başta ordu olmak üzere milli kaynakların toplanıp askerî kullanıma verilmesine denir. 19. yüzyıla kadar ordular daha küçük ve savaşlar cephelerle sınırlı olduğu için kısmî seferberlik yeterli olurdu.
Yeniçeri esâmesi: Esâme ya da diğer adıyla esâme tezkeresi, yeniçerilere ulûfelerinin, yani maaşlarının ödenmesi için düzenlenmiş olan resmi evraktır. ilk dönemlerde sadece görevdeki askerlerin elinde bulunan bu belgeler zamanla askerlikle ilgisi olmayan kişilerin elinde satılır olmuş ve devlet hazinesine ilâve yük getirmişti.
DİKKAT : Dünya askerî tarihinde her erkek yurttaşın askerlik hizmetiyle mükellef tutulmasına dayanan zorunlu askerlik ilk kez Fransa’da 1793’te ortaya çıktı ve 19. yüzyılda başta Avrupa olmak pek çok ülkede uygulanır oldu. imparatorluk ve krallıkların ulus-devlet esaslı cumhuriyetlere dönüşmesinin en önemli sebeplerinden biri, zorunlu askerlikle birlikte siyaset diline giren eşitlik, millet ve vatan kavramlarıydı.
DİKKAT : Yeniçeri Ocağı’nın 14 Haziran 1826’da başlayan ayaklanma sonrasında 15 Haziran 1826’da istanbul’da yaşanan silâhlı çatışmalarla ortadan kaldırılması sadece bir askerî teşkilat değişikliği değildir. Ocağa karşı başlatılan tasşye operasyonu sonrasında II. Mahmud ve danışmanlarının tehlikeli gördüğü pek çok sivil ve sosyal grup da çeşitli baskılara maruz kalmıştır.
Asâkir-i Mansure-i Muhammediyye: Kelime manası olarak “Hz. Muhammed’in Muzaffer Askerleri” demektir. Yeni ordunun adında zafere vurgu yapılması, Osmanlı devlet adamlarının güçlü bir orduya sahip olma beklentilerinin ifadesidir. Ordunun adında “Hz. Muhammed’in askerleri” ibaresinin geçmesi ise, hem halkın askerliğe olan meylini arttırmak hem de Avrupai tarzda talimin islâm’a aykırı olduğu propagandasının önüne geçmek için tercih edilmiş olmalıdır. 1843 yılından itibaren bu ismin yerine düzenli ordu manasına gelen Asâkir-i Nizamiyye kullanılmıştır.
DİKKAT : 15. yüzyıldan günümüze dünya askerî tarihine bakıldığında bazen yüz bazen iki yüzyıllık dönemlerde bir ordunun diğerlerine model olacak şekilde ön plana çıktığı görülür. Girdiği muharebeleri kazanan ve teşkilat, teçhizat, taktik ve stratejik etkinliğini ortaya koyan orduya “dönemin paradigma ordusu” denir. insanların birinci önceliği hayatta kalmak olduğundan, ülkeler ve devletler arasındaki alışverişin en hızlı ve yoğun yaşandığı alan askeriyedir.
DİKKAT : Ulus-devletin ve milliyetçiliğin dünya siyasetine hakim olmaya başladığı 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar askerlik mesleği profesyonel bir alan olarak görülüyor; gerek savaşçı topluluklar gerekse rütbeli subay ve generaller kendi ülkelerinin dışında ücret karşılığı hizmet verebiliyordu. Fransız Devrimiyle başlayan ulus-devletleşme sürecinin Avrupa ve dünyada güç kazanmasıyla beraber, hem er hem de subay düzeyinde askerlik bir “vatan hizmeti” olarak görülmeye başlandı. imparatorlukların dağılmasıyla birlikte orduların aynı ülkede doğmuş, aynı inanç ve kültür kökenine sahip kişilerden oluşması ilkesi yaygınlaştı.
DİKKAT : Bugün kullandığımız anlamıyla “vatan” kavramı, Fransız Devrimi sonrasında Avrupa siyasi sözlüğüne girmiştir. imparatorluklar ve hanedan devletler çağında siyasi birlikteliği sağlayan temel şey üzerinde yaşanılan ülke değil, kral ya da sultanın şahsı, onun mensup olduğu hanedan (aile) veya dinî aidiyetlerdi. Avrupa’da 1618-1648 arasında yaşanan Otuz Yıl Savaşları’nda Katolik ve Protestan grupların çatışmaları, dinî mezhep yerine bir pren- sin hakimiyetindeki ülkenin birleştirici zemin olarak kabulüne yol açtı. Fransız Devrimiyle birlikte krallığın yerine cumhuriyet ilân edilince “kralın toprağı” olarak görülen ülke o topraklarda yaşayan “millet”in “vatan”ı olarak yüceltildi. Osmanlı Devleti’nde “vatan” denince önceleri kişinin doğup büyüdüğü yer kasdedilirken, Tanzimat Fermanı sonrasında devlete ait topraklar herkes için “vatan” olarak takdim edilmeye başlanır ve askerliğin “vatan borcu” olarak görülmesi de bu süreçte ortaya çıkar.
DİKKAT : Osmanlı Devleti’nde düzenli ordu için kısaca Asâkir-i Nizamiyye, Nizamiye, Nizamiye Askeri veya Asâkir-i Muntazama tabirleri kullanılmıştır. Günümüzde kışlalar ve askerî tesislerin ana giriş kapılarına Nizamiye Kapısı denilmesi de bu geleneğin uzantısıdır.
DİKKAT : Osmanlı döneminde “erkân-ı harp”, Cumhuriyet döneminde “kurmay” olarak adlandırılan subaylar, Harbiye mezunu devre arkadaşlarından farklı olarak stratejik düzeydeki büyük birlikleri ve farklı askerî sınışarın ortaklaşa icra edeceği müşterek harekâtları sevk ve idare etmek üzere eğitilirler. Stratejik birlik denildiğinde kasdedilen alay üstü askerî birliklerdir (tugay, tümen, kolordu, ordu). Alay ve daha küçük birliklere ise taktik-operatif birlikler denir. Kurmaylar da diğer subaylar gibi kıta görevi yapabilir; ancak esas meşguliyetleri karargâhlardaki planlama ağırlıklı işleri yapmaktı. Ordularda genelkurmayların öne çıkması 1860’larda Prusya’da başlamış ve Osmanlı dâhil pek çok ülkeye Prusya Genelkurmayı örnek olmuştur.
Sıra Sizde 1 : Vatandaşların zorunlu askerlik hizmetiyle mükellef tutulması ile ulus-devletin doğuşu
arasındaki ilişki nedir ?

Ulus-devlet yöneten ile yönetilenlerin özdeşliğine dayanır. Dolayısıyla devletin sahibi olarak onu bünyesinden çıkaran millet görülür. Ulus-devlette devletin ve ülkenin varlığına karşı bir tehdit ortaya çıktığında milletin her ferdinden savunma görevine katılması beklenir. Askerlik milliyetçi duygularla yapılan bir “vatan hizmeti” olarak takdim edildiği için bu hizmete karşılık bir ücret ödenmez.
Sıra Sizde 2 : Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının dış rekabet kaynaklı askeri sebepleri ile iç siyasi sebeplerini birlikte değerlendiriniz.
Yeniçeri Ocağı’nın 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrupa savaş sahnesinde etkinliğini kaybettiği bilinmektedir. Avrupa devletlerinin kurduğu düzenli ve tek tip piyade birliklerine karşı yeniçerilerin ateş ve manevra kabiliyetleri yetersiz kalmıştı. Eğitimli ve disiplinli Avrupa ordularına başına buyruk yeniçerilerle karşı koymak mümkün değildi. Bu tabloyu değerlendiren Osmanlı devlet adamları artık yeniçerilerin askeri olarak işe yaramadığı kanaatindeydi. Buna rağmen Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının ülkenin sosyo-politik ve sosyo-ekonomik düzenine etkileri oldu. Zira, Osmanlı ülkesinin hemen her yerinde mevcut olan örgütlü ve silâhlı muhalif gücü Yeniçeri Ocağı idi. Yeniçeriler, savaş ilânından devaülasyonlara, yeni vergilerden yabancılarla yapılacak ticaret anlaşmalarına kadar toplumun belirli kesimleri adına direnme kapasitesine sahipti.
Sıra Sizde 3 : II. Mahmud döneminde kurulan yeni Osmanlı merkez ordusuna rütbesiz personel temininde karşılaşılan güçlükleri sebepleriyle birlikte açıklayınız.
Asâkir-i Mansure ordusu profesyonellik esaslı kurulmuştu. Ancak, ilk başlarda er düzeyinde personel bulmakta zorluk çekildi. Çünkü hem maaşlar düşüktü hem de emeklilik için şart koşulan zorunlu hizmet süresi uzundu. Seferberlik dönemlerinde gönüllü olarak orduya katılması istenen Müslüman erkekler düşman kapıya dayanmadan davete icabet etmiyorlardı. Göçer kabile ve aşiret mensubu süvariler ise düzenli ordu ve mutlak itaat konseptine karşıydılar.
Sıra Sizde 4 : Osmanlı ordusunda Avrupalı subay ve generallere komuta vazifesi verilmemesinin politik
ve sosyal sebepleri nelerdir?

Hem şekil hem de etkinlik açısından Avrupa ordularına benzemesi istenen Asâkir-i Mansure’de bu eğitimleri verecek yerli personel sıkıntısı vardı. Bu yüzden çeşitli sebeplerle memleketlerinden ayrılıp Osmanlı ülkesine gelmiş olan Avrupalı profesyoneller işe alındı. Zamanla bunların yerini Avrupa devletlerinin gönderdiği resmi askeri heyetler aldı. Ancak, Osmanlı idaresi, Avrupalı subayları rütbesine ve birikimine bakmaksızın talimcilikten yukarıdaki pozisyonlarda kullanmadı. Oysa, Osmanlı ordusunun komuta kademesinde de nitelikli personel eksikliği vardı. Bu tercihte, Osmanlı askerlerinin gayrimüslim bir komutana itaat etmekte zorlanacakları düşüncesinin yanında, II. Mahmud ve Serasker Hüsrev Paşa’nın yeni ordunun kendi kontrolleri dışına çıkmaması yönündeki kaygıları da etkili oldu. Her ikisi de ordunun komuta kademelerini sadakatinden emin oldukları kişilerle doldurmayı tercihe etti.
Sıra Sizde 5 : Osmanlı Devleti’nde zorunlu askerlik uygulamasının aşamalı olarak yürürlüğe sokulabilmesinin sosyo-politik ve sosyo-ekonomik sebeplerini tanımlayınız.
19. yüzyılda zorunlu askerlik uygulamasını devreye sokan her devlette olduğu gibi, Osmanlı imparatorluğu da önemli bir sosyal dirençle karşılaştı. Farklı toplum kesimleri değişik gerekçelerle bu yeni mükelleşyetin altına girmeye yanaşmadı. Gayrimüslimler daha önce dışında bırakıldıkları askerlik hizmetine soğuk baktılar. Resmiyette Müslümanlarla eşit kabul edilmemeleri de bu kararda etkendi. Müslümanlar ise, uzun süreli ve geri dönme ihtimali zayıf olan bu zorunlu hizmet neticesinde kayıplarının büyük olacağının farkındaydılar. İster esnaf ister köyde ziraatle meşgul olsun Müslüman bir erkek için işinden ve ailesinden senelerce ayrı kalmak kolay değildi. Göçer hayatı yaşayan Müslüman aşiret ve kabileler ise zorunlu askerliği bağımsızlıklarına bir tehdit olarak görüyorlardı. Sayıları az olan okur yazar şehirli nüfusu ve istanbul halkını askere almak da Osmanlı devlet adamlarının tercih etmediği bir şeydi. Bütün bu sebeplerden dolayı zorunlu askerliğin herkesi içine alır bir hale getirilmesi için yıllar gerekti.
Sıra Sizde 6 : Osmanlı askeri teknoloji politikasının Avrupalı devletlere karşı zayıf yanları nelerdir?
Ülke içinde kurulan askerî sanayi tesislerini destekleyecek bilgi üretimi, şnansman, hammadde ve personel eksikliği, Osmanlı askerî teknoloji politikasını olumsuz etkiledi. Rakiplerde bulunan silâh ve teçhizatın kendilerinde de olması durumunda güçlü bir orduya sahip olunacağının sanılması, bu zayışıkların gözden kaçmasına sebep oldu. 19. yüzyılda askerî teknolojiyi geliştiren Avrupalı rakipleriyle karşılaştırıldığında, Osmanlı ekonomisinin ağırlıklı olarak tarıma dayandığı ve ülke kaynaklarının bir envanterinin çıkartılamadığı görülür. Sürdürülebilir ve kalıcı bir askeri teknoloji politikasının belirlenememesinde bu makro faktörler de etkili oldu.
ÖZET 1 : Zorunlu vatandaş askerliği ile ulus-devleti ilişkilendirebilme Fransız Devrimi, Avrupa siyasi tarihinde milliyetçilik ideolojisi ve cumhuriyet rejiminin birlikteliğine dayalı ulus-devletin milâdıdır. Yönetenlerle yönetilenlerin ayrı sınışar olarak kabul edildiği devletlerde askerlik aristokratlarla profesyonellere ait bir imtiyazdı. Fransız devrimiyle beraber subaylık kariyeri halka açıldı. 1793’te çıkartılan bir kanunla her yurttaşın vatan savunmasına katılması gerektiği ilân edildi. Millet, yurttaş, vatan gibi kavramlar devrimle birlikte bugünkü anlamlarını kazandı. Kanuni bir zorunlulukla, ama ücret almadan gönüllü yapılması beklenen askerlik hizmeti ancak böylesi bir ulus-devlet yapısında mümkün olabilirdi.
ÖZET 2 : Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının sebeplerini tanımlayabilme Yeniçeri Ocağı Osmanlı merkez ordusunun çekirdeğiydi. Avrupa’nın ilk düzenli ordusu sayılabilecek olan yeniçeriler tam zamanlı profesyonel askerlerdi. Disiplin ve askerî beceri açısından 15. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar oldukça etkinlerdi; ancak, 17. yüzyılda Avrupa savaş sahnesinde ateşli silâhların ve piyadenin öne çıkması, disiplinli ve düzenli orduların kurulmaya başlanmasıyla beraber rakiplerine üstünlük sağlamakta zorlanmaya başladılar. Geçim sıkıntısı çeken yeniçeriler sivil hayatta bazı gelir kapıları edindiği gibi, askerlikle ilgisi olmayan pek çok kişi de aylık alabilmek amacıyla ocağa yazıldı. Yeniçerilerin padişahlara baş kaldırdığı, devlet işlerine karıştığı ve darbelerle istedikleri padişah veya devlet adamını göreve getirdikleri vâki idi. Yunan isyanı’nda Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın kurduğu yeni düzenli birlikler başarılı olurken yeniçerilerin etkisiz kalması bütün bu zaaşarı su yüzüne çıkardı. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının askeri olmayan bazı sebepleri de vardı. Giderek daha da merkezileştirdiği politik sistemde güçlü bir muhalefet istemeyen II. Mahmud, ocağın mali yükünden de kurtulmak amacındaydı. Yeni vergilerin salınabilmesi ve paranın değerinin kolayca düşürülebilmesi için yeniçeri engelini bir şekilde aşması gerekiyordu.
ÖZET 3 : Askerî teşkilattaki yenileşmenin iç ve dış dinamiklerini tanımlayabilme 1792’de Nizam-ı Cedid adı altında yeni bir askerî yapılanmaya gidilmişti. Yarım kalan bu girişimin ardından II. Mahmud, 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın yerine Asâkir-i Mansure adlı bir ordu kurarak Osmanlı askerî ve siyasi tarihinde yeni bir dönemi başlattı. Bu hamle padişahın siyasi rakiplerini tasşye politikasının son halkasıydı. Âyanlar ve onların askeri kuvvetlerinin tasşyesinden sonra sıra Yeniçeri Ocağı’na gelmişti. Yeni bir ordu inşası hem padişahın eline daha sadık ve güçlü bir askerî cihaz verecek, hem de ülkedeki kaynakların kontrol altına alınabilmesi için meşru bir zemin hazırlayacaktı. Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın Avrupa’dan danışmanlar getirterek kendine bağlı düzenli ordu birlikleri kurma çabası da askerî yenileşme hamlesinin iç siyasi sebeplerindendi. Öte yandan Osmanlı ordusunun 18. yüzyılın son çeyreğinden beri başta Rusya olmak üzere düşmanlarına karşı sürekli mağlup olduğu da bir gerçekti. Her ne kadar rakipleriyle arasındaki askeri güç farkı sanıldığı kadar derin olmasa da, Osmanlı devlet adamları Avrupa tarzında yeni bir ordu kurmanın gereğine inanmışlardı.
ÖZET 4 : Osmanlı Devleti’nde zorunlu askerliğe geçiş sürecini özetleyebilme Osmanlı Devleti’nde askerliğin bütün Müslüman tebaa için bir mükelleşyet haline gelmesi Tanzimat döneminin bir ürünüdür. Önce Tanzimat Fermanı’ nda bu konu zikredilerek ilk işaret verilmiş oldu; ardından 1843’te silâhlı kuvvetleri imparatorluğun bütün bölgelerine dağılacak çoklu ordu sisteminin temelleri atıldı. Ertesi sene yapılan bir düzenlemeyle askerlik süresi, beş senesi muvazzaf ve yedi senesi de yedek olmak üzere 12 sene olarak belirlendi. Nihayet 1846’da çıkarılan ilk Kur‘a Kanunnamesiyle 20-25 yaş arasındaki Müslüman erkeklerin her sene bir miktarının kura ile orduya seçilmesi usulü getirildi. Gayrimüslimler zorunlu askerliğin dışında tutuldu. Pek çok kırsal ve göçer Müslüman topluluk uzun süre asker olmaya karşı direndi. Askere alma sisteminin yürürlüğe girebilmesi için gerekli olan nüfus sa yımları, pek çok yerde ancak yıllar sonra yapılabildi. 1870’te ikinci Kur‘a Kanunu çıktığında zorunlu askerlik henüz yerleşmiş bir sistem değildi. Buna rağmen, göçer kabile ve aşiretlerle Gayrimüslimler dışındaki Müslüman nüfus askerliğin dinî ve milli bir vazife olduğuna her yeni nesilde biraz daha inandı.
ÖZET 5 : Osmanlı Devleti’nin askerî teknoloji alanındaki durumunu tesbit edebilme Osmanlı Devleti tarihi boyunca askerî teknoloji alanındaki yeniliklere açık bir tavır sergiledi. istanbul’un fethini müteakip kurulan silâh, teçhizat ve mühimmat imalathaneleri ve tersanelerle güçlü bir yerli askerî sanayi oluşturdu. 17. Yüzyıldan itibaren Avrupa’da yaşanan siyasi rekabet askerî teknolojideki gelişmeleri de hızlandırdı. Tüfek ve top teknolojisinde iyileşmeleri savaş gemilerindeki gelişmeler izledi ve nihayet buhar makinasının icadıyla beraber askerî sanayide de seri imalata geçildi. 19. yüzyılda bu yenilikleri takip etmek için çaba gösteren Osmanlı devlet adamları, son model silâh ve teçhizatlar, zırhlı gemilerle askerî sanayide kullanılabilecek makine ve kazanları ithal ettikleri gibi, benzerlerini ülke içinde üretmeye çalıştılarsa da askerî teknolojiyi geliştiren değil, kullanan pozisyonunda kaldılar. Bilgi üretiminin yetersizliği, şnansman ve hammadde eksikliği, uzman personel yetiştirememe ve karar alıcıların yanlış tercihleri bunun sebeplerindendi.
ÜNİTE – 3
idari Reformlar
Enderun: Sarayın iç hizmetlerini ifade için kullanılan bir terim olup Topkapı Sarayı’nın üçüncü kapısı olan Bâbüssaade (Akağalar Kapısı)’den sonra başlardı. Bayramlarda, Ayak Divanı ve cülûslarda taht burada kurulur; padişah kabullerini buradaki Arz Odası’nda yapardı. Enderun’da içoğlanlarına mahsus altı oda vardı; bunlar önemlerine göre, Büyük ve Küçük Odalar, Doğancı Koğuşu, Seferli Koğuşu, Kiler Odası, Hazine Odası ve mukaddes emanetlerin bulunduğu Has Oda şeklinde sıralanırdı. Burada teorik ve pratik ciddi bir eğitimden geçirilen içoğlanları, kabiliyetlerine göre Has Oda’ya yükselir ve buradan da ülkenin değişik yerlerinde görevlendirilirdi. Enderun, devlet ricali yetiştiren bir mektepti.
Birun: Topkapı Sarayı’nın dış hizmetlere mahsus olan Bâb-ı Hümayun ile Bâbüssaade arasındaki kısmı. Padişah hocası, hekimbaşı, cerrahbaşı, müneccimbaşı, hünkâr imamı, şehremini, arpa emini, matbah emini, Darphane emini, kapıcıbaşı, yeniçeri ağası, cebecibaşı, topçubaşı, arabacıbaşı gibi devletin merkez görevlileri ve büroları burada bulunurdu. Sarayın devlet işlerinin merkezi olmaktan uzaklaşıp işlerin sadrazamların ikindi divanlarına kayması üzerine Bâbıâli ön plana çıktı.
Telhis: Sadrazamın padişahın emrini almak istediği konuyu kısaca özetlediği yazısına telhis; padişahın özeti okuyup üzerine yine kısa cümlelerle ve kendi el yazısıyla görüşlerini belirttiği yazıya da hatt-ı hümayun denirdi.
Tevcihat: Tevcihat, tayin ve atama anlamında kullanılır. Osmanlı bürokrasisinde görev alabilecek memur sayısı memuriyetten fazla olduğu için 16. Yüzyılın sonlarına doğru devlet pratik bir çözüm buldu ve her sene şevval ayında vezir, beylerbeyi, sancakbeyi, rical, ocak ağaları ve Divan-ı Hümayun hocaları gibi, askeri, ilmi, mali ve sivil bürokrasinin üst düzey memuriyetlerine atamaları birer yıllığına yapmaya başladı. Bu sisteme tevcihat usulü denir ve atama dönemleri memurlar için sıkıntı kaynağı olurdu. Zira, tevcihatta görevinde bırakılabilir (ibka), başka bir göreve atanabilir (tahvil) veya bir sonraki tevcihata kadar boş da kalabilirdi (azil). 1826’da yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra tevcihat şevval yerine şaban ayında yapılmaya başlandı.
Müsadere: Ölen veya idam edilen devlet adamlarının veya tüccarların mallarına devletin el koyması anlamında kullanılan bir terimdi. Müsaderenin bazen kişilerin sağlığında, bazen de zengin bir devlet adamı veya tüccarın servetine el koymak amacıyla yapıldığı da olurdu. Fatih Sultan Mehmed döneminden beri uygulanagelen müsadereye özellikle 18. yüzyılda yaygın bir biçimde başvurulmuştur.
Angarya: Devletin, her hangi bir ücret ödemeden halkı kendi adına çalıştırması anlamında kullanılır. Çalışma, belirli bir süreliğine yapılırdı.
Sıra Sizde 1 : II. Mahmud sadrazamlığı niçin başvekâlete dönüştürdü?
II. Mahmud, sadrazamın yetkilerinin bir kısmını kurduğu nezaretler arasında paylaştırdığı için yüzyıllardan beri üstün yetkilerle donatılmış olan sadrazamlığı ortadan kaldırarak yerine yeni oluşturduğu kabinenin başı olmak üzere Mehmed Rauf Paşa’yı başvekil olarak atadı.
Sıra Sizde 2 : Hariciye Nezareti’nin Osmanlı yenileşme tarihi açısından önemi nedir?
Hariciye Nezareti, Meclis-i Vâlâ ile birlikte Tanzimat reformları nın hem belirleyicisi hem de denetleyicisi oldu. Devletin geleceği açısından Avrupa ile ilişkiler çok önem kazandığı için bu ilişkileri sağlayacak dil ve diplomasi bilen bürokratların yoğunlaştığı bir kurum olan Hariciye Nezareti ön plana çıktı. Bu diplomatlar Avrupa’da gördükleri yenilikleri ülkelerinde de uygulamaya çalıştılar.
Sıra Sizde 3 : II. Mahmud’un Maliye Nezareti’ni kurma amacı nedir?
II. Mahmud, savaşların ve iç sorunların hazineye yüklediği büyük maliyetle toprak kayıplarının hazinenin dengesini bozduğunu gördü ve paradaki değerli maden miktarını azaltarak hazineye gelir sağlamaya çalıştı. Giderlerin çoğalıp gelirlerin azaldığı böyle bir ortamda devletin maliyesi birbirinden bağımsız hazineler tarafından yönetiliyordu. Padişah, mali imkânların iyice daraldığı bu dönemde Maliye Nezareti’ni kurarak çoklu hazine sistemine son vermiş; gelir ve giderlerin tek elden idaresini sağlamıştır.
Sıra Sizde 4 : Meclis-i Ahkâm-ı Adliyye’nin 1868’de şûra-yı Devlet ve Divan-ı Ahkâm-ı Adliyye olarak ikiye ayrılmasının esas amacı nedir?
şûra-yı Devlet’le Divan-ı Ahkâm-ı Adliyye’nin kuruluş amacı, yasama ve yargı erklerini birbirinden ayırmaktı.
ÖZET 1 : Yenileşme döneminde Osmanlı padişahlık makamı olan mabeynin gelişimini açıklayabilme Haremle selâmlığı birbirine bağlayan sofayı niteleyen mabeyn terimi, Osmanlı sarayında padişahın günlük hayatını geçirdiği ve devlet işlerini yürüttüğü yer için kullanılırdı. 17. yüzyıldan itibaren daha önce sarayın Birun kısmında yer alan sadaret gibi bazı birimlerin sarayın dışına taşınmasıyla birlikte sarayla Bâbıâli arasında irtibatı sağlamak üzere teşekkül etti. Ancak, mabeyn esas önemini 18. yüzyılın ikinci yarısında, özellikle I. Abdülhamid ve III. Selim dönemlerinde kazandı. Padişah burayı hem devlet işlerini gördüğü hem de günlük hayatını devam ettirdiği bir mekân olarak kullanmıştır. Mabeyn, başta olan padişahın iktidarı talep etme oranına göre önem kazanmış veya rutin çizgisini korumuştur. Nitekim, II. Mahmud ve II. Abdülhamid dönemlerinde mabeyn önem kazanmıştır.
ÖZET 2 : Osmanlı merkez teşkilâtıyla hükümet yapısında gerçekleştirilen yenilikleri öğrenip sıralayabilme II. Mahmud, Osmanlı merkez teşkilâtını ve hükümet yapısını neredeyse tamamen değiştirdi; Yeniçeri ocağını kaldırdıktan sonra, özellikle 1830’ların başından itibaren merkezdeki geleneksel kurumların yerine yenilerini kurdu. Bu amaçla Evkaf-ı Hümayun Nezareti’ni kurarak o zamana kadar dağınık bir biçimde idare edilen vakışarı bir çatı altında topladı; çavuşbaşılığı Divan-ı Deavi Nezareti’ne, reisülküttaplığı Hariciye Nezareti’ne, sadaret kethüdalığını Dahiliye Nezareti’ne dönüştürdü ve Maliye ve Ticaret Nezaretlerini teşkil ile merkeziyetçi bir idari ve mali yapı oluşturmaya gayret etti. Sadaretin görevlerini nezaretler arasında bölüştürdüğü için, her konuda padişahın mutlak vekili olan sadrazamın güçlü konumunu tartışmaya açtı ve sadrazamlığı başvekâlete dönüştürerek oluşturduğu yeni hükümetin başkanı yaptı. Başvekil, nazırlardan oluşan Meclis-i Vükelâ’nın, yani hükümetin başkanı ve nezaretler arasındaki koordinasyonu sağlayan bir görevli haline geldi. II. Mahmud’un ölümü üzerine, padişahın mührünü Başvekil Mehmed Rauf Paşa’dan alan Hüsrev Paşa, kendisini sadrazam ilân ettirerek tekrar sadareti kurdu; ancak, hükümet yapısı büyük bir değişikliğe uğramaksızın I.Meşrutiyet dönemine kadar gelişerek devam etti.
ÖZET 3 : Danışma organı olarak meclislerin bürokraside kurulup yaygınlaştırılmasını öğrenip açıklayabilmeDevletin kuruluşundan beri Osmanlı bürokrasisinde olağanüstü durumlarda meşveret meclisleri toplanır ve böylece kritik kararlar geniş bir mutabakata dayandırılırdı. Meşveret meclisi daimi bir meclis değildi; yani, periyodik olarak toplanmazdı. 18. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan krizler sorumluluğu paylaşma ihtiyacını ortaya çıkardığı için meşveret meclisi haftanın belirli günlerinde toplanarak sorunları ele almış ve bu olağanüstü meclis olağan hale gelmişti. II. Mahmud, daha sonra meşveret meclisi geleneği üzerine Dâr-ı şûrayı Askeri, Dâr-ı şûra-yı Bâbıâli ve Meclis-i Vâlâ isimli daimi meclisleri oluşturdu. Ancak, meclis geleneği zayıf olduğu için ilk dönemlerde meclis müzakerelerinde alt rütbedeki üyeler üst rütbelilerin yanında düşüncelerini rahat ifade edememişti. Tanzimat’tan sonra muhassıllıkların kurulması üzerine muhassıllara yardımcı olmak üzere oluşturulan meclislerle bu uygulama taşraya da yaygınlaştırıldı ve halkın kısmen de olsa yönetime katılması sağlandı. Böylece, merkez ve taşradaki meclis yapıları güçlenerek ülkenin demokratik birikimine önemli katkılar yaptı.
ÖZET 4 : Cumhuriyet Türkiyesi’ne intikal eden temel kurumların Osmanlı dönemiyle ilişkisini değerlendirebilmeDikkatle bakıldığında, Türkiye Cumhuriyeti’nin gerek merkez ve gerekse taşrada mevcut pek çok biriminin temellerinin bu dönemde atılmış olduğu görülür. Nitekim, merkez teşkilâtında Başbakanlık (Başvekâlet/sadrazamlık), içişleri (Dahiliye Nezareti), Dışişleri (Hariciye Nezareti), Maliye (Maliye Nezareti), Adalet (Adliye Nezareti), Ticaret, Milli Eğitim (Maarif Nezareti) gibi bakanlıklarla hükümet (Meclis-i Vükelâ), Danıştay (şûrayı Devlet) ve Sayıştay (Divan-ı Muhasebat); taşra teşkilâtında ise, belde (nahiye), ilçe (kaza), il (vilâyet) ve belediyeler hep bu dönemde kurulan ve Cumhuriyet’e intikal eden müesseselerdir.
ÜNİTE – 4
Eğitim ve ilmiye Teşkilâtında Yapılan Düzenlemeler
Sıra Sizde 1 : Osmanlı merkez teşkilâtında nezaretler (bakanlıklar) kurulurken şeyhülislâmlık teşkilâtı kendi haline mi terk edildi?
ilmiye teşkilâtının başı olan şeyhülislâm, II. Mahmud devrinde şer’i işlerin sorumlusu haline geldi. Şeyhülislâmlığa bağlı Anadolu ve Rumeli Kadıaskerliği ile istanbul, Eyüp, Üsküdar ve Galata kadılıklarının geleneksel düzendeki yetkilerinin önemli bir kısmı zamanın şartlarıda dikkate alınarak şeyhülislâmlıkta oluşturulan meclisler tarafından üstlenildi.
Sıra Sizde 2 : 19. yüzyılda eğitim reformu gerçekleştirilirken geleneksel mektep medrese sistemi kendi haline mi terk edildi?
Geleneksel eğitim düzeninin ilk basamağı olan sıbyan mektepleri örgün eğitimin ilk basamağını oluşturacak şekilde yeniden yapılandırıldı. ikinci basamağı olan medreseler ise geleneksel düzenlerini muhafaza ettiler. Naiplik düzeninde yeni bir düzenleme yapılarak naipler ve kaza merkezleri beş kısma ayrıldı. Naiplik sınavları nı yapmak üzere Meclis-i intihab-ı Hükkâm kuruldu. Ayrıca hem şer’i hem de nizamiye mahkemeleri için kadı yetiştirmek amacıyla yeni usulde eğitim veren Mekteb-i Nüvvab adlı bir medrese açıldı.
Sıra Sizde 3 : Eğitim reformu kapsamında askeri, sivil ve mesleki alanlarda yeni mektepler açılmasına rağmen Darülfünun (üniversite) açılması için yapılan ilk iki teşebbüs niçin başarılı olamamıştır?
Eğitim reformu kapsamında Darülfünun 1870 yılı şubat ayında törenle açılarak eğitime başlandıysa da bir süre sonra kapanmak durumunda kaldı. Bir süre sonra Galatasaray Sultanisi’nde bir kez daha denendi. Burada da orta öğretimin yeterli olmaması, şnans sıkıntısı, ders araç gereçlerinin yetersizliği, yeterli düzeyde hoca bulunamaması gibi nedenlerle kapandı. Nihayet 1 Eylül 1900 tarihinde Darülfünun-ı şâhâne adıyla açılıp günümüze kadar eğitim ve öğretim faaliyetlerini sürdürdü.
Sıra Sizde 4 : Gayrimüslim cemaatlerle yabancıların açtığı okulların yeni tarz eğitim sistemine katkıları nelerdir.
Osmanlı Devleti, 1869 Maarif-i Umumiyye Nizamnamesi ile yabancı okullar üzerinde de denetim sağlamayı amaçladı. Gayrimüslim cemaatlerin ve yabancıların açtığı okulların modern eğitim teknik ve yöntemlerinin Osmanlı ülkesine girmesine katkıları oldu. Zamanla bu okullara gidenTürk öğrencilerin sayısı arttı. Ancak, yabancı okullar eğitim ve kültürel faaliyetlerinin dışında zaman zaman dini ve siyasi amaçlı faaliyetlerde de bulundular.
ÖZET 1 : Osmanlı ilmiye teşkilâtındaki yenileşmeyi açıklayabilme ilmiye, seyşye ve kalemiye şeklinde üç sınıf olarak şekillenmiş olan geleneksel Osmanlı bürokrasisi 19. yüzyılda yeniden yapılandırıldı. Bu dönem Osmanlı Devleti’nin efendiler devrinden kurumlar devrine ve geleneksel imparatorluk modelinden modern devlete geçiş sürecidir. Merkez teşkilâtında ihtisaslaşmaya gidilirken şer’i işler ve ilmiye bürokrasisi de şeyhülislâmlık bünyesinde toplandı. Kadıaskerlikler ile istanbul ve Bilad-ı Selâse denilen Galata, Eyüp ve Üsküdar kadılıklarının görevlerinin bir kısmı yeni kurulan ihtisas meclisleri ve birimleri tarafından üstlenildi. Şeyhülislâm bu süreçte sadrazamla eşit seviyede Meclis-i Vükelâ, yani hükümet üyesi oldu.
ÖZET 2 : Osmanlı kadılık ve naiplik sistemindeki düzenlemeleri açıklayabilme 19. yüzyılda geleneksel eğitim sisteminin ilk kademesi olan sıbyan mektepleri yeniden düzenlenirken, medrese eğitimi mevcut düzenini sürdürdü. 5 Nisan 1855 tarihinde kadılık sistemine yeni bir şekil verecek üç temel düzenleme yapıldı. Bunlardan ilki mahkemelerdeki işleyişe, ikincisi naiplik statüsünde olan kazaların ve naiplerin yeni bir sınışamaya tabi tutulmasına, üçüncüsü de naiplerin tayin ve terşlerine dairdi. Naiplerin tayin ve yükseltilme işlemlerini yürütmek üzere 1855’te şeyhülislâmlık bünyesinde Meclis-i intihab-ı Hükkâm adında bir birim kuruldu. Aynı yıl içerisinde zamanın değişen ihtiyaçları göz önünde bulundurularak kadı yetiştirmek üzere Muallimhane-i Nüvvab (Mekteb-i Nüvvab) adlı yeni mektep (medrese) açıldı. Bu mektep uzun süre teorik ve pratik Fıkıh eğitiminin yapıldığı bir mektep olarak hizmet verdi. Mezunları da şer’iye ve nizamiye mahkemelerinde istihdam edildi.
ÖZET 3 : Osmanlı’da yeni tarz eğitim veren askeri, mesleki ve özel statülü mekteplerle Darülfünun’un açılma sürecini özetleyebilme Osmanlı Devleti’nin geleneksel eğitim kurumları nın dışında Batı tarzında açılan ilk mektepler Mühendishane-i Bahri-i Hümayun ve Mühendishane-i Berri-i Hümayun idi. Bu askeri mektepleri 1827’de Mekteb-i Tıbbiyye, 1831’de Musika-i Hümayun ve 1835’te Mekteb-i Harbiyye takip etti. 1869’de neşredilen Maarif-i Umumiyye Nizamnamesi’yle eğitim sistemi baştan aşağı yeniden düzenlendi. Buna göre eğitim kurumlarından sıbyan mektepleri ilköğretim, rüştiyeler orta dereceli, idadi ve sultaniler de lise düzeyinde mektepler olarak kabul edildi. Yüksek eğitim birimleri olarak da bu mekteplere öğretmen yetiştirmek üzere Darülmuallimin-i Sıbyan, Darülmuallimin-i Rüşdi, Darülmuallimin-i idadi ve kız okulları için Darülmuallimat ile bir Darülfünun’un açıldı. Bu yapı Osmanlı Devleti’nin resmi eğitim kurumlarının temelini oluşturdu. Mesleki eğitim ve mekteplerle ilgili olarak da Ziraat Mektebi (1847), Orman Mektebi, Maden Mektebi (1874), Mekteb-i Mülkiyye (1859), Mekteb-i Sanayi (1865) ve Kız Sanayi Mektebi (1868) ile özel statülü Mekteb-i Sultani (1868) ve Darüşşafaka (1873) açıldı. Darülfünun (üniversite) 1870 şubatında törenle açılarak eğitime başladı. Bu teşebbüsün başarısız olması üzerine ikinci defa Galatasaray Sultanisi’nin içinde bir yüksek okul açıldı. Bu girişim de orta öğretim kurumlarıyla ders araç gereçlerinin yetersizliği, şnans sıkıntısı, yeterli sayıda ve düzeyde hoca bulunmaması gibi nedenlerle kapatıldı. Ancak, üniversite, 1 Eylül 1900 tarihinde Darülfünun-ı şahane adıyla eğitim- öğretime başlayabildi.
ÖZET 4 : Osmanlı gayrimüslim cemaatleriyle yabancıların açtığı okulları açıklayabilme 1856 Islahat Fermanı, gayrimüslimlerin askeri ve sivil okullara kabul edilmelerine imkân tanıdı. Maarif-i Umumiyye Nizamnamesi, Mekâtib-i Hususiyye olarak tanımladığı gayrimüslim cemaat okullarının Maarif Nezareti’ne bağlanıp masraşarının kendi cemaatlerince karşılanmasını, ders müfredatlarının genel ahlâka ve devletin politikalarına aykırı olmamasını ve eğitim dilinin kendi cemaat dili olmasını öngörüyordu. Osmanlı Devleti’nde gayrimüslim cemaat okullarının yanı sıra Fransız, ingiliz, Amerikan, Avusturya, Alman ve italyan uyrukluların açıp şnanse ettiği okullar vardı. Bu okulların modern eğitim teknik ve yöntemlerinin Osmanlı ülkesine girmesine katkıları oldu. Zamanla bu okullara giden Müslüman öğrencilerin sayısı arttı. Yabancı okullar tarihi süreç içerisinde özellikle gayrimüslim tebaaya yönelik olarak siyasi ve dini faaliyetlerde bulundular.