Aöf Dersleri Özetleri - Çıkmış Sorular - Sınav Soruları

AÖF Ders Özetleri Uygulamasına Hoş Geldiniz,Uygulamadan tam anlamıyla faydalanmak için üye olunuz.

Vize Eleştiri Kuramları Vize Ders Özeti


#1
ELEŞTİRİ KURAMLARI
Ünite 1
Eleştirinin Doğuşu ve Gelişimi
Antik dönemde kalıcı eserlerin güzel ve iyiyle ilişkili olduğuna dair görüş hâkimdir. Sanat eseri, güzel ve iyi olanı varlığıyla hissedilir kılabildiği ölçüde değer görürdü.
Platon ve Aristoteles’in eserleriyle eleştiri hakkında temel teşkil edebilecek metinlere ulaşırız. Aristoteles’ten sonra Theophraste birçok eleştiri kitabı yazmıştır.
Platon ve Aristoteles’e göre sanat bir yaratma işidir. Ancak yoktan var etmez; var olanı taklit eder (mimesis), yansıtır.
Bu iki filozof yaratma ediminin niteliği konusunda farklı fikirlere sahiptirler.
Platon için idea temel kavramlardan biridir. İdea’yı kavranabilir olan her şeyin tahayyüle dayalı ebedi ve mükemmel formları, özleri olarak tanımlayabiliriz: Futbol hakkında zihnimizdeki hayale, mükemmel forma idea diyebilir, pratikte bunu icra eden niceliklerin tümünü de bu ideanın yansımaları sayabilir. Ancak Platon da bu kavram çok daha kapsayıcıdır: herhangi bir olgu için onun önerdiği idea, mutlak mükemmel formdur, göreceli değildir. Zaten Platon da Sofistlerle bu noktada ayrılır.
Duyular dünyasında algılanan her şey hakikatin, mutlak ideaların yansımalarıdır. Sanatçı, zaten bir yansıma olan duyulur dünyayı taklit ederek taklidin taklidini yapmaktadır. Bu nedenle de kıymeti yoktur.
İdealara akılla, zihin emeğiyle ulaşılabilir. Sanatçının yapıtı insanların zihnine değil duygularına seslenir. Bu nedenle de insanı hakikatten uzaklaştırır.
Sanat hakkında yazılmış ilk sistematik eser Aristoteles’in Poetika’sıdır. Eserin içeriği edebiyat ve eleştiri başlıklarının da temelini teşkil etmektedir.
Aristoteles’e göre sanatın yararı, eser karşısında yaşanacak arınmadır (catharsis). Eserde tragedya yazarının uygulaması gereken tekniklerden söz eder. Bu açıklamaları Fransa da klasisizmin temelini oluşturur. Aristoteles’e göre tragedya, bütünlüğü olan bir hareketin taklididir. Tragedyada bütünlüğü sağlayan bu harekettir (serim, düğüm, çözüm / giriş, gelişme, sonuç). Hikâye bir hareketin taklidi olmalıdır; fazlalıkların kompozisyonda yeri yoktur. Eser, olabilirlik ilkesi yani olasılık ve zorunluluk kanununa göre inşa edilmelidir.
Aristoteles, sanatın gerçeklikleri yansıttığını söyleyerek hocası Platon’dan ayrılır.
Sanatçı gerçekleri olduğu gibi vermez (zaten bu sanat adına anlamsızdır Aristoteles için), gerçekliği seçip kendi amacına göre sıralayarak taklit eder (tümevarım).
Olguların tasvirinde uyulacak yöntemler:
a) Ya nasıl idiyseler veya nasılsalar, (realizm)
b) Ya insanların inançlarına / mitoslarına göre, (hayalcilik)
c) Ya da nasıl olmaları gerekiyorsa (idealizm) öyle anlatılmalıdır.
Özetle, sanatta taklit üç şekilde karşımıza çıkar:
a) Sanat görünüş dünyasını yansıtır.
b) Sanat geneli yansıtır.
c) Sanat ideali yansıtır.
Platonun aşkın bir gerçekliğe (trenscendental) ulaşmayı amaç edinen düşüncesi önce Yeni Platonculuk ardından da Rönesans İtalya’sında yeniden ortaya çıkar.
Eleştiri çalışmaları daha sonra retorik etrafında gelişmeye devam etti.
Aristarque de Samothrace, antik dönemin en meşhur eleştirmen ve gramercisidir.
Denys d’Halicarnasse, üslup ve dilbilgisi çalışmalarını derinleştirdi. Hitabet sanatını sistematikleştirmeye çalıştı.
Plutarque, ahlakçı bir eleştirinin örneklerini verdi.
MÖ. 1. yüzyılda yazılan, yazarı bilinmeyen, Yüce Üzerine (Traite de Sublime), önemli bir eleştiri kitabıdır. Kitap eski Yunanistan’da ortaya çıkan eleştiriler ve üsluplar hakkındadır. Eserin etkileri günümüze kadar ulaşmıştır.
Roma döneminde eleştiri çalışmaları, Elius Stilo, Varron ve Julius Cesargibi isimlerle devam etti. Bu isimler daha çok dilbilgisi alanına odaklandılar.
Cicero, Quintilien ve Tacitus daha çok söylev sanatı hakkında çalıştılar.
Ortaçağ boyunca önemli bir eleştiri çalışması yapılmaz. Biyografi alanında bazı gelişmeler gözlenir. Daha çok dini metinlerin yorumlanması / tefsir çalışmaları yapılır. Yorumlanacak eserin orijinalini bulmak üzere metin inceleme çalışmaları yapılır ki bu yöndeki çalışmaların birikimi metin eleştirisi (critique textuel) biliminin temelini teşkil eder.
Yazıt bilimi (epigrafi) ve eski yazıları okuma (paleografi), metin eleştirisine yardımcı bilim dallarıdır.
Rönesans döneminde klasik metinlere ilgi arttı. Dolayısıyla filoloji çalışmaları gelişti. Matbaanın icadıyla birlikte edebiyat dünyası hızlı bir değişim sürecine girdi. Eleştiri bilimi bu dönemde kurumsallaşmak zorunda kaldı.
Rönesans dönemi eleştirmenlerinden Sir Philip Sidney’e göre edebiyat, sadece eğlendirmez, onun eğitici yönü de vardır.
Klasisizm, 17. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkar. Mutlak monarşinin ideolojik ve estetik görüşlerini yansıtır. Fikri temellerini Descartes atmıştır. Eserinde, hakikati kavramada insan aklını araç olarak yüceltmiştir.
Boileau, Şiir Sanatı adlı kitabında klasik akımın kuramını ortaya koyar. Aklı, tabiatı, sağduyuyu sanatın hareket noktası olarak alır. Ona göre sanatın amacı herkeste aynı olan insan tabiatını taklit etmektir. Mükemmel kabul ettiği Yunan ve Roma sanatını taklit etmek gerektiğini belirtir.
Klasik yazarlar ahlak ile estetik arasında yakınlık gördüler. Boileau için mükemmel eser, içerik ile biçimin uyumundan doğar (ki bu genel anlamda kabul edilebilir bir denklemdir: içerik ile biçim uyumluysa o her ne ise o dur, o olmuştur, yani doğrudur). Sanatın kuralları sezgi ile bulunur. Eleştiri de seçme, sezme ve iyiyi kötüden ayırma yetisine dayanır.
17. yüzyılda oluşmaya başlayan sanat çevrelerinde sözlü eleştiri ortaya çıkmaya başlamıştır.
Thomas Rymer, edebiyatın gerçeklere uygun olması gerektiğini savunur. Ona göre yazarlar, tip yaratırlarken gerçeklere uygun hareket etmelidirler.
17 ve 18 yüzyıllarda Fransa’da idealist ya da kuramsal bir eleştiri anlayışı hâkimdi: Sanatta ahenk, kurallar, ölçü, ahlak ve efendilik vazgeçilmez niteliklerdi.
Bu kuralcı yaklaşım bir tartışmaya yol açtı: Eskiler – Yeniler kavgası başladı. Yenilerin temsilcisi Charles Perrault, eski Yunan sanatını aşılamaz örnekler olarak kabul etmez. Fontenelle ve Corneille bu görüşe destek verir.Boileau, La Fontaine ve La Bruyere ise eskileri savunmaya devam ederler. Bu tartışma yenilerin zaferiyle sonuçlandı.
18. yüzyıl düşünce ürünlerinin arttığı bir dönemdir. Felsefeyle yoğrulmuş edebiyat bütün Avrupa’ya yayıldı. Fransız Devriminden etkilenen edebiyatta romantizm rüzgârları esmeye başladı.
Almanya’da Jena’da Hegel, Schlegel, Schelling ve Novalis’in başlattığı romantizm akımı çok güçlü ve yeni bir eleştiri anlayışının doğmasına yol açtı.
Madame de Stael ve Chateaubriand yeni eleştiri akımının kurucusu oldular.Tarihi eleştiri yöntemine göre edebiyat, sosyal kurumlarla ilişkisi içinde ele alınmalıydı.
Başlıca Eleştiri Kavramları
Edebi eser veren sanatçılarda bulunması gereken temel nitelikler, zihinsel güç, duyarlılık, hayal ve zevk…
Aynı niteliklerin eleştirmenlerde de bulunması gerekir.
a) Zihin: Eser, düşünceye dayanır. Düşünce, zihnin kavradığı iki fikir arasında ilişki kurması ve bir hükme varmasıdır. Düşünce doğru, yanlış, açık, basit, eski, ince, parlak olabilir. Bunlar düşüncenin nitelikleridir.
b) Duyarlılık: Kişinin duyularının ve duygularının kuvvetli ve hassas olmasını ifade eder. Eserde yansıtılmaya çalışılan duyguların gerçek ve inandırıcı olması önemlidir. Bunda başarılı olmak içtenliğe bağlıdır. Zariflik, soyluluk ve yücelik duygulara atfedilen niteliklerdir.
c) Hayal: Nesneleri, olguları belirgin nitelikleriyle zihinde canlandırma yetisidir. Hayaller üç ayrı kategoride ele alınır: 1) Pasif hayaller: önceden görülmüş bir ağacı hatırlama halini işaret eder. 2) Yaratıcı, şairane hayaller: Var olan, mevcut unsurlara zihinde yeni, başka, farklı nitelikler ekleyen hayallerdir (Sfenks gibi). 3) Üslup hayalleri: Soyut olanın maddi olanla ifade edilmesi (Gençlik için hayatın baharı demek buna örnektir).
4) Zevk: Eseri güzel ya da kötü olarak niteleyebilme yetisidir. Eleştirmenlere göre zevk, sağlam bir yargılama, gelişmiş duyarlılık ve hayal gücüne dayanmalıdır. İnsanda doğal olarak var olan zevk, eğitimle incelir ve estetik zevke ulaşılabilir. Zevk, çağa ve kişiye göre değiştiği için bunun hakkında bir kuramdan söz edilemez. Ahlak nasıl iyi ile kötüyü tefrik ediyorsa zevk de güzel ile çirkini tefrik eder.
Üslubun Genel Nitelikleri
Üslup, düşünceyi ifade etme biçimidir. Buffon’a göre üslup bizzat insanı yansıtır.
1) Açıklık: İfade edilen düşüncenin hemen ve zahmetsizce anlaşılmasıdır. Eebi ifadenin temel kuralı açıklıktır. Retorikçi Quintilien ve divan şairiAhmet Paşa bu fikirdedir. Açık bir anlatımın ilk şartı anlatan kişininanlattığını çok iyi bilmesidir. Anlatımdaki kararsızlık ve tereddütler okuyucuya muhakkak yansır. Anlatılan fikirlerin doğal ve mantıklı bir düzen içinde sunulması da önemlidir. Fikirler sebep-sonuç ilişkisi içerisinde verilmelidir. Cümleler ne kadar kısa olursa anlatım o kadar açık olur. Kelime seçimleri anlatımı hem güzelleştirir hem de kolaylaştırır. Bu nedenle konuya yabancı kelimelerden sakınmak gerekir.
2) Saflık: Dili doğru kullanmaktır. Bunun için dilde bilinen kelimeleri kullanmak, kelimeleri bilinen anlamları içerisinde kullanmak, sözdizim kurallarına uymak dikkat edilmesi gereken hususlardır.
3) Tabiîlik: Düşünceleri abartıya kaçmadan, düşünüldüğü formlarında ifade etmektir. İddialı cümleler, olağandışı ve abartılı ifadelerden kaçınmaktır. Bu hatalara düşen yazarların üslubu, tumturaklı, gösterişli, şişkin veya yapmacıklı olarak nitelenir.
4) Vecizlik: Düşüncenin en kısa, tam ve açık ifadesidir. Gereksiz söz ve süsten arınmış söze veciz denir.
5) Asalet: Üslupta bayağı ifadelere, kaba sözlere yer vermemektir.
6) Ahenk: Kulağa hoş gelen seslerin bir arada kullanılmasıdır. İki çeşit ahenk vardır; a) Mekanik Ahenk: kelimelerin ifade ettikleri düşüncelere bakılmadan yapılan sözcük seçimidir. Mekanik ahenkte birbirine uyumlu seslerin bir araya getirilmesine dikkat edilir. Anlamdan ziyade sesler önemlidir. b) Taklide Dayalı Ahenk: İfade edilmeye çalışılan şey ile kullanılan kelimeler arasında benzerlik kurulmaya çalışılır. Bir çağlayanı anlatırken gürül gürül kelimelerinin kullanılması buna örnektir.
7) Çeşitlilik: Anlatımın sıkıcı olmaması için farklı üslup türlerinin kullanılmasıdır.
8) Uygunluk: Üslubun anlatına konuya uygun düşmesidir. Üslubun tonunun, ritminin anlatılan şeyin doğasıyla uyumlu olmasıdır. La Fontainebu konuda üstattır.
Üslup Türleri
1) Basit Üslup
Doğal, sanatsız anlatım tarzıdır. Duygu ve düşüncelerin samimi dille ifadesidir. Masal, komedi, fabl, fabl, diyalog ve tarih yazımında tercih edilir. Nitelikleri sadelik, incelik ve duyarlılıktır.
2) Orta Üslup
Seçkin, zarif düşüncelerle ifade etme tarzıdır. Edebi sanatlardan yararlanır. Şiir, şiirsel roman ve bazı tarih ve fabl kitaplarında kullanılmıştır.
3) Yüksek Üslup
Yüksek heyecanları ifade etmek için kullanılan tarzdır. Amacı duygulandırmak, etkilemektir. Dili düzgün ve hatasız kullanmak, açık ve kolay anlaşılır olmak, zarafet başlıca nitelikleridir. Her türden eserde kullanılabilir.
Kompozisyon
Her türlü yazma etkinliğinde yazara düşen üç görev vardır:
1) Yazar, öncelikle yazacağı şeyleri bulmalıdır. Buna edebiyatta icat denir.
2) Bulduklarını düzene sokmalı, sıralamalıdır.
3) Elindeki malzemeye uygun ifade tarzını bulmalıdır (Üslup).
Bu basit ayrım retorik biliminin de temel kategorileridir.
Kompozisyon Türleri
Nesir Sanatı (Prose)

Nesir/düzyazı türünde yazılmış eserde amaç hikâye etmek, bilgi vermek veya ikna etmektir. Anlatı (narratif), öğretici (didaktik) ve hitabet/söylev (orataire) olmak üzere üç sınıfa ayrılır.
a) Anlatı türü (narratif): Gerçek ya da hayali bütün eserler anlatı türüne aittir. Hikâye, roman, biyografi ve tarih bu türe aittir.
b) Öğretici tür (didaktik): Ahlaki, edebi, ilmi ve dini bütün eserler bu türe aittir. Kuramsal, bilimsel içerikli bütün türleri kapsar.
c) Hitabet ya da Söylev türü (orataire): İkna etmek, inandırmak amacıyla söylenen bütün sözleri kapsar. Vaazlar, bilimsel bildiriler, iddianameler, siyasi ve adli söylevler vs.
Şiir Sanatı (poetika)
Poetika, şiire has kurallar bütününü içerir. Şiir sanatıyla ilgili başlıca kategoriler: A) Büyük türler; lirik, epik ve dramatik olmak üzere üçe ayrılır. B) Orta türler; eğitici, felsefi veya pastoral içerikleri kapsar. Öğretici türler arasında fabl, masal ve satirler yer alır. C) Küçük türler; koşma, balad ve sone tarzı şiirleri içerir.
Estetik ve Eleştiri
Eleştiri tarihi boyunca eserler beş ayrı estetik anlayışına göre değerlendirilmiştir: nesnel, pozitif, negatif, öznel ve doğrulama estetiği.
1) Nesnel Estetik
Sanat eserlerini düşüncelerimizin dışındaki nesnel gerçekliği yansıtabilme yetkinliğine göre değerlendirir. Eser, içerik ve biçimden oluşur. Gerçekçilikakımı, edebi eserlerin içeriğine, temalarına bağlı nesnel bir estetiğe yöneldi. İçeriğin gerçekçi olup olmadığı araştırıldı. Biçimcilik (formalizm) edebi eserin biçimine, anlatımına yöneldi; konunun değil biçimin nesnelliği ile ilgilendi.
2) Pozitif Estetik
Bu anlayışa göre sanat eseri bağlı olduğu çevrenin ve dönemin ürünüdür. Dolayısıyla sanat eseri kendi dönemini ve çevresini yansıtır. Bu yansıtmada benzeşimden çok bir türdeşlik ilişkisi öne çıkar. Sanattaki değişim ve gelişmeler, zihin değişimine, tarihin akışına göre biçimlenir. Hegel, sanatı tarih içinde oluşmuş bir hiyerarşi içinde ele alır. Sanat tarihi maddi olandan manevi olana, somuttan soyuta doğru bir ilerleme sergilemiştir. Sanat tarihinin diyalektik seyri; somut, maddi ve sembolik olan mimari ile başlar, bunu klasik heykel sanatı takip eder. Senteze ise şiir ve müzikle ulaşır.Lukacs ve Goldmann temel olarak Hegel’i izleyen estetik kuramcılardır.
Auguste Comte’a göre bilginin gelişim çizgisi insanın geçirdiği üç evreyi yansıtır:
1) Tanrıbilimsel dönem: Bu dönemde sanat hayal gücüne dayalıdır. Putçuluk, Çoktanrıcılık ve Tektanrıcılık bunun alt kategorileridir.
2) Metafizik dönem: Olayların nedeni soyut fikirlerde veya maddi nedenlerde aranır. Metafizik dönemde her şeyin başlangıç nedeni, oluş nedeni aranır. Hayal gücünün yerine ispatlara değer verilir.
3) Pozitif dönem: Deneysel evreyi temsil eder. Mutlak nedenler yerine bilimsel kanunların peşine düşer. Bacon, Galilei ve Descartes pozitif bilimlerin kurucularıdır.
3) Negatif Estetik
Adorno
ve Horkheimer’ın öncüsü olduğu kuram, Kant’ın eleştirel kuramına dayanır; Şu farkla ki, Kant’ın “yüce olanın aşkın estetiği” önermesini kabul etmez. Adorno’ya göre sanatın gerçeklik değeri hür oluşunda, gerçeği, toplumu, yabancılaşmayı ve aşırı akımları inkârında aranmalıdır.
4) Öznel Estetik
Herbert Marcuse
’un kuramıdır. Sanat nesnelliğin dönüşümünü ifade ettiği ölçüde devrimcidir der Marcuse.
5) Doğrulama Estetiği
Nietzsche
, Lyotard ve Deleuze tarafından geliştirilmiştir. Bu kurama göre sanat bir amaç değil amaçlılıktır. Sanat, arzunun, libidonun, kuvvetin, yapma iradesinin doğrulanması gücüdür. Hem Platon’un nesnel estetiğine hem de Hegel’in pozitif estetiğine karşıdır. Diğer akımlara da mesafelidir.
Eleştirinin Temel Eğilimleri
Macherey’e göre bütün edebi eleştiriler üç tip kuruntuya, vehme veya saplantıya dayanır; görgücü, kuralcı ve yorumlayıcı anlayış.
1) Görgücü anlayış: Tümevarıma dayanır. Edebiyatı metin olarak algılar ve eseri yazarla açıklar. Doğal eleştiri taraftarlarına göre edebiyatı yaratan yazar ve eseridir. Asılda ise eseri yaratan edebiyat geleneğidir.
2) Kuralcı anlayış: Tümdengelime dayanır. Eser, ahlaki ya da ideolojik bir modele göre değerlendirilir. Eleştiri bir ölçüte, bir kipe dayanılarak yapılır. Bu yolla edebiyat ideolojiye indirgenirken eleştiri kurumsallaşır, yazarın efendisi olur.
3) Yorumlayıcı anlayış/kültürel anlayış: İçerik-biçim yahut iç-dış gibi kategorilerle eseri eser aracılığıyla ele alır. Tefsirler, göstergebilimsel ve psikolojik yorumlamalar bu tip eleştirinin kategorileridir.
Ünite 2
Sözbilim ve Edebiyat İncelemeleri
Sözbilim / belagat / retorik
Sözbilim sadece bir teknik olarak düşünülmemelidir. Sözle ve imgeyle oluşturulan kanıyı güçlendirmek, eleştirmek, eleştirel bir yargı geliştirmek için sözbilime ihtiyaç vardır.
Özel bir disiplin olarak doğması MÖ. 465 yılına dayanır: Sicilya’ya hükmedenGelon ve Hieron’a karşı halkın yaptığı bir savunmayla ortaya çıkmıştır.
Aristoteles’e göre sözbilimsel anlatım, akılcılık temelinde ve dille ilgili bir anlatımı belirtir. Hakikate ulaşmak için bir araç olarak kullanılabilir (aksi amaç için de kullanılabilir).
Ortaçağda Martinius Capella, iki aşamalı bir öğretim düzeni kurar. İlköğretimde dilbilgisi, sözbilim (retorik) ve diyalektik okutulur.
Sözbilim daha çok yalan söyleme sanatı olarak algılanmaya başlandı ve bu nedenle gözden düştü. 20. yüzyılla birlikte yeniden itibar kazanmıştır. Günümüzde sözbilim kişiler arası iletişimden ziyade kitleleri etkilemeye dönük söylem üzerine odaklanmıştır.
Sözbilim ilk etapta güzel konuşma, kendini ifade edebilme ve ikna etme sanatı olarak düşünülür. İknaya yönelik kanıtlar ve söylem açısından bakıldığında teknik ve bilimsel bir içeriğe sahiptir. Buna göre sözbilim iki esasa dayanır; güzel konuşma ve konuştuğuna ikna etme.
Sözbilim = gösterme + kanıtlama + hitabet
Sözbilim, bir söylemin (bildirinin) vericiden alıcıya aktarılması olarak yaşanılan sürecin bütünüyle ilgilidir.
Sözbilimin en temel sorularını Quintilien şu şekilde sıralar: “kim, ne, niçin, nerede, ne zaman, nasıl, hangi yoldan”
Sözbilimin Bölümleri
Temel olarak beş kategoride inceleme yapabiliriz: buluş, düzenleme, anlatma biçimi, bellek ve hareket. İlk üç kategori günümüzde de önemlidir. Son ikisi klasik dönemde itibar görüyordu.
Buluş
Söylemin teması, amacı, hedefi ile ilgili yapılan araştırma sürecini kapsar. Konuşmayla ilgili söylem türünü belirleme bir buluş durumudur. İyi bir konu bulmak, anlatılacak konuyu desteklemek üzere kanıtlar toplamak buluş aşamalarıdır. Malzeme hazır olduktan sonra sıra düzenleme işine gelir.Sözbilimin temeli düzenlemedir. Buluş başlığı altına temel olarak şu dört aşama ele alınır: neden bu konu seçildi, hangi metin türü kullanılacak, ne tür bir kanıtlama kullanılacak, metinde düşünme düzeni nasıl olacak?
Günümüzde konu bulmak önemli değildir. Önemli olan konunun işleve uygun olması, bu yönde somutlaştırılmasıdır. Metnin hangi amaca hizmet ettiği, hangi kitleyi hedeflediği, hangi iletişim araçlarından yararlanılacağı günümüzde buluş aşamasında dikkat edilen hususlardır.
Sözbilimde kanıtlamalar ve temellendirmeler için söylem içinde sorulan sorular yardımcı bir tekniktir. Söylem, metin içerisinde seçtiği soruları sorar, hedefine uygun cevapları vererek sonuca ulaşmaya çalışır.
Düzenleme
Sunulacak metnin yapısını ve tutarlılığını inceler. Düzenlemenin işlevi, kabul edilebilir bir neden açıklamak, söylemin bakış açısıyla konuyu uygun hale getirmektir. Anlamlı bir bölümleme, mantıksal sıralama, inandırıcı ve etkili kanıtlama düzenleme kısmına ait etkinliklerdir.
Düzenlemeyle ilgili olarak; söylem girişi, anlatma, uzatı, somut sunum ve söylem sonu önemli kavramlardır.
Söylem girişi: Öncelikli işlevi ilişkilendirmedir. Alıcının dikkatini çekmeyi amaçlar.
Anlatma: Söylemin amacına uygun olarak konunun sunulmasını belirtir. Anlatı kronolojik olmak zorundadır, önerinin açık olması bakımından gereksiz sözler atılmış olmalıdır.
Uzatı: Söylem içerisindeki fonksiyonu alıcıyı oyalamaktır. Buradaki amaç alıcıyı sonuca hazırlamaktır. Bu bölüm, söylem içerisinde yer alacak olan söz sanatları ve tasvirleri kapsar.
Somut sunum: Anlatım sırasında alıcının anlatılanı yaşıyormuş gibi algılamasını belirtir. Başarılı bir tasvir, alıcıya anlatılanı yaşamış hissi verebilir.
Söylem sonu: Söylemin içeriğine göre üç biçimde gerçekleşebilir: Birincisi yargılayıcı söylem türünde cezalandırma için değerler ve etkileyimi ilgilendiren genişletme biçimindedir. İkincisi, söz yöneltimi yoluyla acıma ya da kayıtsızlık duygusu uyandıran tutku yoludur. Son olarak da söylemde yer alan kanıtlamanın kısa bir özetiyle olabilir.
Anlatma Biçimi
Sözlü ya da yazılı sunumu belirtir. Dilbilimde söylemin sözceleme aşamasına denk düşer. Burada söz konusu olan düşüncelerin dile aktarılmasıdır. Yazılı anlatımlarda bu aşama çok önemlidir. Anlatma biçimi seçilen konu kadar önemlidir. Biçem ve sözbilim betileri üzerine kuruludur.
Hareket
Anlatım sırasındaki telaffuz, ses tonu, sesin düzeyi ve vücut dilini belirtir.
Bellek
Söylenenin ezber edilmesidir. Kayıt imkânları arttıkça söylemin ezber edilmesi gerekmez olmuştur.
Söylem Türleri
Aristoteles
üç tür söylemden söz eder: yargılayıcı/savunmacı söylem,tartışma söylemi ve övgü-yergi söylemi.
Övgü-Yergi Söylemi
İknaya dayanır. Bu nedenle sözbilimda örneği en çok olan bu türdür.
Bu tür söylemde genellikle şimdiki zaman kullanılır. Akıl yürütme biçimi olarak genişletme (fr. Amplification) kullanılır. Biçem betisi olarakdüzdeğişmece, eğretileme ve kapsamlayış öne çıkar.
Klasik Türk şiirinde methiye ve güzellemeler övgü türüne, taşlama da yergi türüne örnektir.
Yargılayıcı/Savunmacı Söylem
Amacı suçlamak ya da savunmaktır. Genellikle geçmiş zaman kullanılır. Akıl yürütme biçimi tasım ya da örtük tasımdır.
Karar Almaya Yönelik ya da Tartışmacı Söylem
Politikada karşımıza çıkar. Alıcıyı karar almaya ya da eyleme teşvik eder. Ağırlıkla gelecek zaman kullanılır. Akıl yürütme biçimi örneklemedir. Bir biçem betisi olan örnek, olgulardan kurala ya da olgudan olguya giden tümevarım yöntemidir. Yargılayıcı söylemde eylemin doğru olup olmadığı belirlenir. Tartışmacı söylemde ise eylemin yarar ya da zararına göre karar verilir.
Sözbilimsel Betiler ya da Biçem Betileri
Sözbilimin başlıca görevi, toplumsal gereksinim ve koşullara uygun anlatma biçimlerinin özelliklerini belirlemek, iyi ve doğru bir dilsel düzenlemenin ölçülerini ortaya koymaktır.
Oluşturulan söyleme bağlı olarak biçemlerin seçilmesi söylemin başarısını arttırır. Anlatma ve söylemdeki durumu açısından üç çeşit biçem vardır.
Heyecanlandırmayı Amaçlayan Soylu Biçem
Amaç alıcıyı heyecanlandırmaktır. Söylemin içerisinde alıcıya hitap ederek, alıcının duygularına seslenen içerikle bu amaca ulaşılır. Burada biçemin alıcıya uygun hazırlanması önemlidir. Halka yönelik bir konuşmada açık, kısa cümleler tercih edilir.
Bilgi Vermek ve Açıklama Amaçlı İnce ya da Kalın Biçem
Genellikle akıl yürütmelerle birlikte anılır. Verici ile alıcı arasında bilgi aktarımı amaç edinen söylemi belirtir.
Kısa Anlatı ya da Espriyi Öne Çıkaran Hoşlanılacak Biçem
Burada kanıtlama açısından, alıcı üzerinde güven sağlamak için konuşanın göz önünde bulundurduğu tüm özellikler söz konusudur.
Biçem incelemesi yazarın/konuşmacının kullandığı anlatım teknikleri ve söz sanatlarının incelenmesidir. Söz sanatları, siz bilimde beti olarak ifade edilir.
Söz Sanatlarının Türleri
Betiler dilin sıradan kullanımının yanında geliştirilen savlı kullanımı belirtir, sözcüğün bilinen anlamının dışında kullanımda yüklendiği yeni anlamları gösterir. Buna göre çarpıcı söyleyişler, farklı, alternatif ifadeler beti olarak kabul edilir. Betiler; söyleyim (fr. Diction), yapı, söyleyiş gibi kategorilere ayrılır.
Sözbilim betileri söylemin süsüdür.
Geleneksel sözbilimde çok önemli dört beti vardır: eğretileme, düzdeğişmece, kapsamlayış ve tersinleme.
Sözcük Düzeyi
Değişmece (fr. Trope) bu gurupta yer alır. Sözcüğe yeni bir anlam yüklendiğini belirtir. Tek bir sözcüğün anlamının değişmesi demektir.
Dizim Düzeyi
Zıtlaşma betisi bu guruptadır. Karşıt ya da birbiriyle çelişen iki sözcüğün aynı bağlamda kullanılmasıyla elde edilir: Karanlık güneş gibi.
Tümcecik Düzeyi
Devriklik bu gurupta incelenir. Alışılmışın dışında kurulmuş cümlelerin varlığını belirtir.
Metin Düzeyi
Tersinleme ve somut sunum bu gurupta incelenir. Tersinleme, duyurulmak istenen şeyi tersini söyleyerek belirtmeye denir.
Yerine (fr. Allegorie), soyut kavramları açıkladığından konuşmalarda en çok kullanılan betilerdendir.
Etkileyim (fr. Pathos) belirli bir bildiri yoluyla alıcıyı etkilemek, yönlendirmektir. Bu durum, uslamlama ile dilin mantıklı kullanımı ile de ilgilidir.
Anlam Betileri
Dile yeni sözcükler katarak değil de sözcüklere yeni anlamlar yükleyerek metne zenginlik katarlar.
Değişmecelerde, bir terim ya da terim gurubu ile bir başka terim arasında yer değiştirme, daha doğrusu anlamsal aktarım söz konusudur.
Kapsamlayışta ise içinde barındırma durumu söz konusudur.
Sözcük Betileri
Sözcüklerle yapılan oyunlarla ilgilidir.
Sesle ilgili betilerde bu gurupta incelenir.
Hece düzeyindeki ses betisi, ses benzeşimidir. Dize sonundaki uyaklar ses benzeşmesine örnektir.
Sözcük bağlamındaki ses yinelemelerine örnek olarak eşadlılık ve çokanlamlılık verilir.
Eşadlılık içinde ündeşlik (fr. Calembour) vardır. İki sözcük ses olarak özdeş ancak anlam olarak farklıdır.
Çokanlamlılık içinde cinas (fr. Anatanaclase) vardır.
Düşünce Betileri
Tersinleme, karşıtlayım, abartma ve arıksayış (fr. Litote) gibi yoğunluk betileri ve söz yöneltme, dillendirme, sözaçmazlık (fr. Preterition) ve dönüş (fr. Epanorthose) betileri gibi sözcelemeyi ilgilendiren betilerden oluşur.
Kuruluşla İlgili Betiler
Başlıca başlıkları; çıkarma yoluyla beti gurubunda eksilti, bağlamsızlık, ani sessizlik, eksik kapama. Tekrar yoluyla betilere ise sözcük yineleme ve karşı sav örnek olabilir.
Kanıtlama
Sözbilimin en önemli kuramlarında birisi olan özsunum (ethos), etkileyim (pathos) ve uslamlama (logos) üçlü yapısı ile bir sanat, teknik ve bilim olan sözbilimin yapılanma biçimini ortaya koyar. Her çalışma için bu üçlüden söz edilebilir. Bu üçlü, iletişimin üç temel öğesini (verici-bildiri-alıcı) gösterir. Özsunum/ethos: insana, özneye, ahlaka ve davranışa gönderme yapar.
Yazınsal metin bir iletişim biçimidir ve burada verici (özsünüm), alıcı (etkileyim) ve bildiri (uslamlama) önemli yer tutar.
Özsunum / Ethos
Alıcı üzerinde güven sağlamak için konuşanın almak zorunda olduğu tüm özellikleri belirtir. İyi insan olmadan gerçekten iyi konuşmak kolay değildir. Bu nedenle konuşmacının erdeminin öne çıkartılması gereklidir. Burada söz edilen erdem özsunumun konusudur.
Özsunumun temelinde “ben” imgesi vardır.
Etkileyim / Pathos
Vericinin alıcıda uyandırdığı heyecan, tutku ve duyguların tümüdür. Konuşma sırasında dinleyicilerin bedenlerine ve yüreklerine hitap etmek gerekir. Burada amaç alıcının ikna edilmesidir.
Uslamlama / Logos
Vericinin kendini güçlü gösterebilmesi, alıcıyı ikna edebilmesi uslamlamayla ilgilidir. Söylemdeki başarı, vericinin iletişim becerisine bağlıdır. Akla uygun söylemle duyguları etkileyen söylem arasındaki farkı belirleyen, heyecan yaratan ve işi, mantığı unutturma noktasına kadar götüren uslamlamadır.
Özsunum “ben”, etkileyim “sen” adılını baskın olarak kullanır. Uslamlama ise sözbilim betilerinin sıkça kullanıldığı güzel anlatım özellikleri barındıran bildiriyi gösterir.
Metindeki Farklı Kanıtlama Türleri
Sözbilim içi ve sözbilim dışı olmak üzere iki tür kanıtlama vardır. Dışarıdan gelen kanıt, başka tanıkların dinlenmesi, yapılan sözleşmeler gibi özellikleri belirtir. İçerideki kanıt ise konuşmacının dilin imkânlarını kullanabildiği ölçüde sergilediği uslamlamaları belirtir.
Kanıtlama ile sözbilim aynı değildir.
Kanıtlama rasyonel ve mantıksaldır. Sözbilim ise etkilemeye yöneliktir. Söylemde kanıt, akla uygunluk için gereklidir. Bir anlamda sözbilim, kanıtlamayı kapsar.
Tüm kanıtlama biçimleri kaynak bakımından iki kategoriye ayrılır; birincisi mantık alanından doğan kanıtlar, diğeri ise yargı öne süren kanıtlardır.
Yarı Mantıksal Kanıtlar
Sözbilim temelde yarı mantıksal kanıtlara dayanır. Jean-Jacques Robrieuxkanıtları üçe ayırır:
Tanımlar; bir kavrama anlam vermek için denklik ya da eşdeğerlik ilişkisi sağlarlar.
Karşılaştırma; Ortak özellikleri olan kavramları yakınlaştırarak ya da uzaklaştırarak açıklama yoluna gider.
Bağdaşmazlık; Aynı sistem içerisinde birbiriyle çelişen iki kesinlemeyi/yargıyı belirtir.
Görgül Kanıtlar
Deneyime dayanır. Mantıksal kanıtlamadan farklı olarak burada temelde gözlem yer almaktadır.
Üç kategoriye ayrılırlar: Nedensellik ve ardışıklık üzerine kurulmuş kanıtlar (betimleme buna örnektir). Yüzleştirme üzerine kurulmuş kanıtlar (yetisizlenme / fr. Disqualification, ya da yetkeci kanıt / fr. Argument d’aotorie). Son olarak tümevarımsal kanıt (bezeme /fr. Illustration ve örnekseme bu guruba örnektir).
Zorlayıcı ya da Kötü Kanıtlar
Burada yönlendirme söz konusudur. Sağduyu, uyarıcılık, kurnazlık ya da şiddet üzerine kurulu olabilirler. Sofizm, mantıkötesicilik, savı kanıksama, karşıtlam bu gurubun bazı betileridir. Kazanmak uğruna her yolu dener.
Etkileyim Üzerine Kurulan Kanıtlar
Heyecan uyandırmak üzerine kurulmuş kanıtlardır. Yargılayıcı söylem bu konuya örnektir.
Düşünme Düzeninin Bilimi
Sözbilimsel sistem, alıcıyı ikna etmek (fr. persuader) ve inandırmak (fr.convaincre) amacıyla söylemi yapılandırma tekniklerinin tümü demektir.
Sözbilim belli yöntem ve stratejilere dayalı bir ikna sanatı olarak değerlendirilir.
Sözbilim insanları ikna ede nedenleri arar.
Kanıtlamanın amacı bilinenden yola çıkarak bilinmeyen hakkında bir düşünce geliştirmek, akıl yürütmektir. Biçimsel mantıkta bu durumaçıkarım denir. Kanıtlama da bir tür çıkarım işidir.
Kanıtlamanın amacı verici ile alıcı arasındaki mesafeyi kısaltmaktır. Çıkarım ve kanıtlama düşünme düzenleridirler.
Düşünme düzeni tümdengelim ve tümevarım olmak üzere iki kategoriye ayrılır.
Tümdengelim / Tasım
Genelden özele doğru giden bir akıl yürütme biçimidir. Tasım, bu akıl yürütme biçimini inceler.
Tasım, kanıtlamalarda sık kullanılan bir yöntemdir.
[Büyük önerme] / 1) Tüm insanlar ölümlüdür
[Küçük önerme] / 2) Sokrates insandır
[Çıkarım] / 3) Sokrates de ölümdür
Bu üçlü yapı bir tasımdır. İlk iki önerme son önermenin öncülleridir. Birinci önerme (büyük önerme) genel bir kuralı, ilkeyi belirtir. İkinci önerme, genel önermeden yola çıkarak tikel bir durumu belirtir. Sonuncu önerme bu ikisinden çıkarılan bir sonucu belirtir.
Tasım iki biçimde olabilmektedir: evrensel – tikel karşıtlığı üzerine ya da olumlu – olumsuz karşıtlığı üzerine.
Tümevarım / Genelleşme
Tikelden yola çıkarak genele ulaşılmaya çalışılır. Bilimsel çalışmalarda genellikle bu yol izlenir.
Sözbilimde iki tür tümevarım yöntemi vardır:
Tam tümevarım; bütünlükten yola çıkarak bazı çıkarımlara izin verir.
Genişletilmiş tümevarım, mevcut tikel bir durumun farklı bireyler veya bölgelerde denenerek genel bir yargıya ulaşılması durumudur. Anket yaparak toplum içindeki bazı bireyler üzerinden topluma dair yargılara ulaşmak buna örnektir.
Aristoteles’e göre kanıtlamanın iki temel yöntemi tümevarım veörnektir.
Ünite 3
İzlekçi Eleştiri
Edebiyat Nedir?

Okurlar nezdinde estetik haz yaratmayı amaçlayan yazın ürünlerinin tümüdür. Bir yapı ile düşüncenin eser biçiminde vücut bulmasıyla sanat yapıtı ortaya çıkar.
Eleştiri Nedir?
Eleştiri, “elemek” fiilinden gelmektedir. Elemek ise “el” adından türetilmiştir, elden geçirmek, seçmek anlamına gelir. Batı dillerinde eleştiri için kullanılan “critique” sözcüğünün kökeni Latince ctiricus, Yunancakritikos sözcüklerinden gelmekte olup ilk anlamı kesin olarak yargılamaktır.
Eleştiri genel anlamıyla bir varlık, oluşum, düşünce, söylem ya da ürünün olumlu ve olumsuz yönlerini, nitelik ve eksikliklerini irdeleyip anladıktan sonra tam değerini ortaya çıkarma, yargıya ulaşma çabasıdır.
Genel kural olarak eleştirinin mesafeli ve nesnel olması beklenir ancak sanat eserleri söz konusu olduğunda izlenimci ve öznel eleştirilere fazlaca rastlanır. Tamamen eleştiren kişinin kimliği, donanımı ve tutumu sonucunda ortaya çıkan bu yargılar eleştiriden ziyade kişisel yorum niteliğindedirler.
Çözümleme ise, bir bütünün parçalarıyla olan ilişkileri göz önüne alınarak yapılan nesnel ve bilimsel dayanakları olan değerlendirme işlemidir.
Yorum: öznel
Eleştiri: öznel ya da nesnel (izlenimci, ruhçözümsel, tarihsel, toplumbilimsel, izlekçi…)
Çözümleme: nesnel ve bilimsel (dilbilimseli yapısalcı, göstergebilimsel…)
Edebiyat Eleştirisi Nedir?
Edebiyat eleştirisi, edebi eserlere veya yazarların yaratıcılıklarına ilişkin yargıda bulunmak, yorum ve açıklama yapmak amacıyla gerçekleştirilen okuma incelemeleri sonucunda oluşur. Eleştiriler edebiyat dışı disiplinlerden yararlanılarak da yapılabilir, buna dış eleştiri denir. İzlekçilik, yapısalcılık, yazınbilim, yazınsal göstergebilim gibi yöntemlerle yapılan eleştirilere iç eleştiri denir.
Mefhum ve Kavram
Arapça kökenli mefhum sözcüğüne karşılık olarak “kavram” kullanılmaktadır. Mefhumun anlamı, bir şeyi kendiliğinden, bir anda tanıma, bilmedir. Sözcüğün ikinci anlamı, bir şey hakkında edinilmiş temel bilgidir.
Kavram (fr. Concept) sözcüğünün karşılığı, bir nesne ya da düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımıdır. Felsefi terminolojide nesnelerin ya da olayların ortak özelliklerini kapsayan ve ortak bir ad altında toplayan genel tasarım olarak tanımlanır.
İzlek
Bir edebi eserde işlenen konunun anlamca ortaya koyduğu ana yönelim olarak tanımlanır. İzlek çoğu zaman eserin konusu ile karıştırılır. Konu, eserin dışında da var olan kavramları anlatır. İzlek ise eserin içinde yaratılan bir anlam kategorisidir. İzlek, tasarlanmış öznenin dünya ile olan öznel ilişkisini anlatır.
İzlekler mefhum ve kavramlardan yola çıkarlar. İzleksel eleştiri bu nedenle kavramsal eleştiri olarak da kabul edilir. İzlek bir eserde yinelenen öğeler, olgular ya da kavramlar olarak düşünülmelidir. Yinelenen izlek, yananlam, simge/sembol veya örtük anlamlarla oluşturulabilir.
Yalnızlık, dostluk, aldatma, sahiplenme, yaşama savaşı, sevinç, pişmanlık, özlem, özgürlük, hasret sıklıkla kullanılan izleklerdir.
Edebi eserlerde kimi zaman çatışma unsuru olarak karşıt kavramlar izlek olarak işlenir: yaşam – ölüm, geçmiş – gelecek/şimdi, gençlik – yaşlılık gibi.
İzlekler genellikle aynı sözcüklerle ya da imgelerle ortaya çıkarlar. Bu durum izleklerin saptanmasını kolaylaştırır.
Bir eserde sıklıkla kullanılan kavramlar, eserdeki izleklerin tespiti için dikkatlice belirlenmelidir.
İmge
Edebiyatta imge, kavramlar arasında benzerlik ilişkisine dayalı olarak gerçekleştirilen anlam sanatıdır. Yazarlar dili kullanma becerisi nispetinde özgün imgeler ortaya koyabilir ve bu yolla eserlerinin değerini yükselebilirler. Özgün bir imge yaratılırken anlamsal ve sözbilimsel sapmalar söz konusudur. Eğretileme bu amaçla kullanılan bir yöntemdir. Eğretileme, bir sözcüğün genel olarak kabul gören anlamı dışında kullanılmasıdır. İmge oluşturulurken yapılan işlem de bundan farklı olmadığı için iki kavramın birbirlerinin yerine kullanıldığı gözlenebilir.
Pierre Reverdy şiirsel imge için söyle der: “birbirlerine yaklaştırılan iki gerçeklik arasındaki ilişki ne kadar uzak ve yerindeyse, imge o kadar güçlü olur.”
İmgelem Nedir
Soyut olanı göz önüne getirme, zihinde canlandırma yetisi olarak tanımlanabilir. İmgelem yaratıcı olabilir; tasarımı kendisi yaratır. Yansıtıcı olabilir; zihinde önceden bulunan tasarımları anımsar. Yaratıcı imgeleme, insanın daha önce hiç görmediği, hatta gerçek dışı varlık ya da nesnelerden yeni bir görüntü (imge) oluşturabilme yetisidir.
İzlekçi Eleştiri
Edebi eserleri edebiyat dışı disiplinlerden yararlanarak açıklamaya çalışan kuramlara tepki olarak ortaya çıkmıştır. Eseri, içerisindeki öğelere dayanarak açıklamaya çalışır.
Edebi eserler yaratıcısının dünyaya bakışını ve kendi dünyasıyla ilişkisini, hayata, çevreye ve kendine bakışını ortaya koyar. Yazarlar yazmaya başladıklarında bir anlamda kendilerini yeniden kurarlar. Yazarın kendi öz-benine mesafe koymaya çalışması izlekçi eleştiriyi yapısalcı kurama yakınlaştırır. İzlekçi eleştiride yazar yerine “yaratıcı ben”, “yaratıcı özne”, yaratıcı bilinç” gibi ifadelere yer verilir.
İzlekçiler, edebi eserde belli izleklerin önemli ve ayrıcalıklı olduğuna inanırlar. Eseri anlayabilmek için eser sahibi gibi düşünmenin gerekli olduğuna inanırlar. Israrla eserdeki gizli anlamın ortaya çıkarılması için çalışırlar.
Edebiyat yapıtı bir ilişkiler ağıdır ve bu ağda yer alan her öğe bütüncül anlamın oluşmasına katkıda bulunur.
İzlek saptama işlemimde asıl olan yinelenmiş anlamların bulunmasıdır. Her eleştirmen bir eserde farklı izleklerin izini sürebilir bu da izlekçi eleştiriyi nesnellikten uzaklaştırır.
İzlekçi Eleştirmenler
İzlekçi eleştirmenler ruhbilimden esinlenmişlerdir. Bununla beraber ruhçözüme değil çeşitli felsefi akımlara bağlı kalmışlardır. Gaston Bachelard, Georges Poulet ve Jean-Pierre Richard akımın önde gelen simalarıdır. Her üçü de b,linçin eleştirmenleri olarak anılırlar.
Gaston Bachelard
Felsefe eğitimi almış, bilim tarihiyle ilgilenmiştir. Bilim ve edebiyatın yaratıcılık ekseninde buluştuğuna inanır. Her ikisinin de amacı hayata anlam katabilmektir. Bilincin en net biçimde edebiyatta ortaya çıktığına inanmaktadır.
Bachelard eserlerinde Aristoteles’in izinden giderek dört temel element üzerinde yoğunlaşmıştır. Bachelard bu temel öğelerden hareketle belli izleklere ulaşmıştır.
Temel elementlerin birbirleriyle karışabilmesinden hareketle imgelemin durağan olmadığı, hareketli bir alan olduğu sonucuna ulaşmıştır. Dolayısıyla imgelemin tek başına bir değeri yoktur. İmgenin değeri bağlı olduğu anlam ağına aittir.
Georges Poulet
Cenevre Okulu’na bağlı olan eleştirmen, Bachelard gibi bilinçle yakından ilgilenir. Edebi eserlerdeki imge ağlarını ortaya çıkarmaya çalışır. Zaman ve uzamla ilgilenmiştir. İnsan Zamanı Üzerine İncelemeler başlıklı dört ciltlik eserini 1949-1968 yılları arasında yayımlamıştır. Ona göre zaman kavramında süre değil “an”lar önemlidir. Sevinç, öfke, kin gibi belirgin duygular hep kısa zaman dilimlerinde gerçekleşmektedir. Zaman kavramı yaratıcı ve özgün imgelerle somutlaşır.
Baudelaire ve Rimbaud üzerine yoğunlaşmıştır. Geçmiş ve pişmanlıkBaudelaire’de takıntı halini almıştır. Bu durum şairi kısıtlamaktadır. Rimbaud ise her an dünyasını ve kendini yeniden yaratmanın peşindedir.
İzlekçi eleştiri anlayışını Eleştirel Bilinç adlı kitabında ortaya koymuştur. Poulet kendi izlenimlerini yapıtlara dayatmaya çalışan eleştirmenlere karşı çıkar. Bunun yanı sıra özneyi bütünüyle yok sayan yapısalcılığa da uzak durur. Ona göre eleştirmen hem yazarla duygudaşlık kurmalı hem de nesnel saptamalar yapabilmek için yazarla ve yapıtla arasında eleştirel mesafe koymalıdır.
Eleştirmek için hissetmek ve anlamak gerekir. İki bilincin yazarın ve okurun birbirine yaklaşması, birbiriyle buluşması şarttır.
Jean-Pierre Richard
Yaratıcı bilinç ve yazınsal yaratının nasıl doğduğunu anlamaya çalışır. Bunu yaparken düşünceden çok duyulardan, algılardan yola çıkar. İnsandan yapıta ulaşmaya çalışır. Yapıtı, yaratıcısının kişiliğini ortaya çıkaran bir yapı olarak değerlendirir. Bunun için eserdeki en küçük detaylar bile çok önemlidir.
Richard, belli izleklere açıklık getirmiştir. Örneğin yemek izleği doymazlık motifini ortaya koyar. Aşk deneyimi ise akışkanlık içeren imgelerin yinelenmesiyle bağıntılıdır.
Uygulamalar
İzlek kavramı günümüzde edebiyat yapıtları yeni eleştiri ve çözümleme yöntemleriyle birlikte ele alınmaktadır.
Örnek, 1
HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM

Seni, anlatabilmek seni,
İyi çocuklara, kahramanlara,
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana,
Bir bu yana...
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...

Uzam: zindan, dışarıda, dünya, kuyu, okyanus, cehennem
Zaman: zemheri, leyli, bahar, akşam
Esaret: pranga
Uzun esaret: art-arda kaç zemheri, kaç leylim bahar, prangalar eskittim
Haksız esaret: namussuza, haldan bilmez/kahpe yalana
Yalnızlık: bir ben uyumadım, ıssız, yokluğun
Hasret: Hasretinden prangalar eskittim, yokluğun cehennemin öbür adıdır.
Soğuk: zemheri, dipsiz kuyulara, üşüyorum, kapama gözlerini
Işıksızlık: zindan, dipsiz kuyulara, leylim, akşam, kapama gözlerini
Yoksunluk / uykusuzluk: bir ben uyumadım
Yalnızlık: yokluğun cehennemin öbür adıdır
Çaresizlik: seni bağırabilsem seni
Kapatılmışlık: pranga, zindan
Kayıp: yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin, yitirmiş öpücükleri
Görüldüğü gibi sadece şiirdeki verilere yer verilmiş, şairin yaşamına dair herhangi bir veriye yer verilmemiştir.
Sıralanan izleklerin anlam alanları, yaratıcı öznenin, dış dünyaya karışması engellenmiş, yapmak istediklerini, aklından geçenleri gerçekleştirme özgürlüğünü kaybetmiş bir kişi olduğunu gösteriyor.
Şiirde yer alan 93 sözcükten 23’ü esenliksiz bir değer taşımaktadır.
Ünite 4
Ruhçözümleyici Eleştiri / Psikanalitik Eleştiri
Tanım ve Temel

Psikanalitik çözümleme; Freud, Jung ve Lacan’ın öğretilerinin yazınsal yapıtların çözümünde kullanılmasıdır.
İlk örnekleri sürrealist akımın Avrupa’da etkin olduğu 1930’lu yıllarda görüldü. Bu tür eleştirinin gerçekleştirmek istediği şey yapıtın oluşumunun yazarın ruhsal oluşumunun bir yansıması olduğunu ortaya koymaktır.
Akımın etkisiyle heyecanlanan Charles Baudoin, Sanatın Ruhçözümleyimi(1929) ve Victor Hugo’nun Ruhçözümleyimi (1943) gibi eserleriyle yazarın yaşamöyküsünü ve yapıtı inceleyerek ortak öğelerini (gizli içerik) ortaya koymaya çalışır.
Charles Mauron, Baudoin’in çalışmalarını geliştirerek 1948’de psikanalitik eleştirinin kuramını ortaya çıkarır.
Yazarın bilinçdışının yapıtın yaratma sürecinin güdümleyicisi olduğu yönündeki görüş edebiyat çevrelerinde çok fazla destek görmez. Edebiyat ve psikoloji tarih boyunca birbirlerinin alanına girmişlerdir (Freud’un kavramlarını hatırla). Sanat yapıtının egonun dışavurumu olarak veya bilinçdışının veya bilinçaltının dışavurumu olarak düşünülmesi akla uzak değildir. Keskin çizgilerle bu iki alanı birbirinden ayırmak doğru olmaz.
Freud
Psikanalizin kurucusu olan hekim, 1856’da Avusturya’da doğdu. Psikanaliz, “konuşan tedavi” olarak doğmuştur. Kavramın isim babası Josef Breuer’in kadın hastalarından biridir.
Hastanın sırf konuşmakla bile kendini rahat hissettiğini ifade etmesi üzerine iki hekim bu uygulamaya “konuşan tedavi” adını verdiler.
1895’te iki hekim Histeri Üzerine İnceleme adlı bir kitap yayımlar. Tıp çevreleri bu çalışmaya tepki gösterir. Psikanalizin bazı kavramları (bilinçdışı, değiştirme, dışavurum, bastırma) bu eserde mevcuttur.
Nevrozun kökenini cinsellikle açıklamaya çalışan Freud, bu konuda kendisiyle ters düşen Breuer’la ilişkisini keser.
1901’de Rüyaların Yorumları yayımlanır. Rüya ilk kez bu eserle bilimsel incelemenin konusu olmuştur.
Eserde, rüyanın görünen içeriği üzerinden genel anlamı bir arzunun gerçekleştirilmesi olan örtük içeriği ortaya çıkarmaya çalışır.
1905’te Cinsellik Üzerine Üç Deneme yayımlanır. Bu eserle birlikte psikanaliz bilinçdışının işleyişi inceleyen kuram oldu.
1920’de Haz İlkesinin Ötesine yayımlanır. Bu eserde; Eros ile Thanatos kavramlarını gerçeklik ilkesi ile haz ilkesini ortaya koyarak, ruhsal mekanizmanın işleyişinde altben, ben ve üstben kavramlarını çevrime sokarak yeni bir model önerir.
Freud’a göre bilinçdışı (veya ruhsal mekanizma); id/es (bu/altben), ego (ben) ve süperego’dan (üstben) oluşur.
Bir dönem gözden düşen psikanaliz, 50’li yıllardan sonra yeniden popüler oldu. Yeni dönemde dil ve bilinçdışı arasındaki ilişki sorgulanmaya başlandı. Acaba bilinçdışı da dil gibi mi örgütlenir; dil, bilinçdışının varlık koşulu mudur yoksa bilinçdışı mı dili yarattı?
Bu durum psikanalizi kullanışlı olmaktan uzaklaştırır.
Lacan, “Freudgil şey” kavramıyla genel olarak bilinçdışını ve de psikanalizin kendi bilinçdışını ifade eder.
Psikanaliz kuramı refleksif düşünme esasına dayanır.
Refleksif düşünce, bir şey üzerinde düşünürken aynı zamanda kendi üzerinde düşünen düşünce demektir. Bilinçdışının keşfi, Freud’un başkasının söyleminde, kendi içindeki bir şeyi, kendi kendine yorumlamaya, anlamlandırmaya çalışan düşüncenin keşfi olarak ifade edilebilir.
Jung ve Lacan’ın Freud’a Yaklaşımları
Jung
, 1912 yılında yayınladığı Libido’nun Değişimleri ve Simgeleri başlıklı yapıtında, ilk kez freudçu savlardan, libido’nun yapısı konusunda ayrı düşer. Jung’a göre, libido “yaşamsal enerji” nin ruhsal düzeydeki anlatımıydı ve yalnızca cinsel kökenli değildi. Oidupus ve Elektra karmaşalarını tanımayarak, rahatsızlıkları kişi ile dünya arasındaki diyalektiğe göre tanımlar.
1913 yılında Freud’dan kesin olarak kopan Jung, kendi yöntemine “çözümleyici ruhbilim” adını verdi.
Jung, bireysel bilinçdışından farklı olarak kolektif bilinçdışından söz eder. 1920 tarihli Ruh Tipleri adlı eserinde insanlık tarihi kadar eski olan ortak imgeleri açıklar (düşsel imge).
1944’te çıkan Ruhbilim ve Simya adlı eserinden sonra klinik çalışmaları bırakarak simya ve din felsefesiyle ilgilenmeye başlar.
Freud çizgisindeki Lacan, 1966’da kendi okulunu kurdu. Öğretisini iki temel üzerine kurdu: “bilinçdışı öteki’nin söylemidir” ve “bilinçdışı bir dil ile kurulur.”
Düşüncesini üç ilke çerçevesinde kurar:
1- İstek, ötekini istemektir. İnsanoğlu ancak ötekinde kendini bulur.
2- Simgesel düzen, söz alanıdır. Bu insanın var olabildiği kendi öz düzenidir.
3- İstek, bilinçdışının kilit taşıdır. İsteğin nedeni eksikliktir. Özne ancak bu eksiklikle var olmaya olanak tanır.
Ne var ki bilinçdışı sadece bir dil değildir. Freud, cinsellik ağırlıklı yaşam enerjisinden, libidodan da söz etmişti.
Psikanaliz ve Yazınsal Eleştiri
Freud, sanatçının yaratma eylemi ile nevroz arasında ilişki bulur. Yaratma, bilinci aşan içsel bir gücün dışavurumudur. Toplum içindeki insan her isteğinin karşılığını bulamaz ve birçoğunu bastırır. Bastırdığı arzularını hayal kurma (düşleme / imgelem) yoluyla tatmin etmeye çalışır. Bu hayal ortamında aşırıya kaçarsa nevrozlar ortaya çıkar. Freud, sanatçının dehasını gündüz düşleri olarak yorumlar. Yazarın eserini bastırılmış arzuların dışavurum olarak yorumlamakla eser incelenerek, arzuların sembolleri bulunabilir demeye getirmiş olur. Hülasası sanat yapıtı ruhsal bozukluğun ürünü olmuştur. Ne var ki sanatsal deha bir hastalık değil yetenektir. Psikanalitik eleştirinin yetersiz kaldığı nokta budur.
Her imgenin bir anlamı vardır. Sanat yapıtında görünen simge, onun ardındaki gizli anlamlar ise imge olarak tanımlanabilir.
Her yapıt tıpkı bir düş gibi, ruhsal bir derinliğin ürünüdür, bir açık bir de gizli içeriğe sahiptir.
Psikanalitik Eleştiride Yazar/Yapıt Denklemi
Yazınsallık ve Psikanaliz

Bir nesneyi görmek onu şöyle ya da böyle adlandırmak demektir. İmgeleyen dil olduğu için bu böyledir. Yazarın imgelem evrenini yansıtan bu dil estetik değer yüklü, eğretilemeli, simgesel bir dildir. Psikanalizci yöntemde simgelerin kaynağı bilinçdışıdır. O halde çözümlemenin ortaya koyduğu nedir? Freud’a göre çocukluk deneyimleri.
Lacan, edebi metindeki sözcükleri imge olarak değerlendirir. Edebi metnin bütünü bu durumda metnin bilincini oluştururlar. Böylece bilinçdışı dilin dışında değil, içinde, inceleme yapanın önündedir.
Düşlerin yorumunda da düş anlatılırken ki söylemin düzeninin incelemesi bir anlamda metin incelemesidir; burada da bilinçdışı dile gelmiştir.
Yazar/Yapıt Denklemi
Yapıttan hareketle yazarı açıklamaya çalışan yöntem; edebi metindeki her sözü klinik tedavideki hastanın sözü gibi ele alır. Bu yolla yazarın yaşamöyküsünü oluşturur, yapıttan ve yapıtın derin anlamından söz etmez.
Freud, yöntemin nasıl kullanılacağını örneklerle göstermiştir.
Yaşamöyküsel veriler elde etmenin ötesinde yapıtın derin anlamlarına ulaşmaya çalışan yöntem, edebiyat eleştirisine konu olur.
Charles Mauron ve Psikanalitik Eleştiri (Psikokritik) Yöntemi
Mauron, ele aldığı eser ve yazarlarda metnin derin yapısını oluşturan olguları ve durumları saptar; çocukluk, cinsellik vb. Yazarın sürekli tekrar ettiği sözcükler, eğretilemeler ve simgeler araştırmanın temel hareket noktalarını oluşturur.
Bachelard’ın Köktenlik Eleştirisi
İmgelerin devingen niteliğini yeniden canlandıracak bir ruhbilimsel eleştiri önerir. Bu yolla okurun yazınsal imgeleri yaşamasının olanaklarını arar. Psikanalitik eleştirinin ya yapıt ya da yazar üzerinden çözümleme yapar. Araştırma nesnesini sürekli olarak birbirine karıştırır.
Psikanalizci Eleştiriye Yeni Bakışlar
Dominique Fernandez ve Ruhsalyaşamöykücü Eleştiri

Ruhçözümcünün kaygısı sanatsal kavrayışı engeller.
Jean-Michel Garet, Yazınsal Tipte Estetik Bir İnceleme: Robinson Crusoe(1973) adlı eserinde Daniel Defoe ile Robinson karakteri arasında ilişki kurar ve yazarın yaşamöyküsünün eserdeki yansımalarını belirler.
Fernandez, Ruhçözümleyimin Yansımaları (1970) adlı incelemesinde ruhsalyaşamöyküsü adını verdiği yöntemini ortaya koyar. Yazarın, eserinde iç çatışmalarını aşmaya çalıştığını kabul ederken bu iç çatışmaların yaratım kaynağı olduğu görüşünü önemsemez.
Ruhsalyaşamöyküsü Freudcu şemaları genelleştirmeyecek, yapıttaki travma yansımalarını inceleyecektir. İnsan yapıtın kaynağı ise yapıtta bulunacak olan da yine insandır. Kısacası, insanla yapıt arasındaki etkileşimi incelemeyi amaçlar. Çözümlemeyi yapan kişinin yazarın çocukluğuyla ilgilenmesi zaruridir. Eserde bulunacak simgelerin ancak çocukluk dönemine ait bastırılmış dürtüler, travmalardan kaynaklanabileceğini öne sürer.
Psikanaliz yapıtın biçimine değil içeriğine ulaşır. Bunun da yazınsal eleştiriyle ilgisi çok zayıftır. Düş ya da nevrozlara dair bilgi esere değil yazara götürür.
Yeni Yönelimler
Anne Clancier
, Psikanaliz ve Yazınsal Eleştiri (1973) adlı eserinde bilinçdışı kişilikle yazınsal dilin simgeselliği arasındaki bağıntıyı değerlendirir. Okuyucunun metin karşısındaki pozisyonunu inceler.
Jean-Bellemin-Noel ve Metin Bilinçdışı
İçkin metin çözümlemesine ağırlık verir. Çözümlemeleri ikili boyutuyla ele alır: kuram ve yöntem. Yazmanlığın bilinçdışını inceleme alanı olarak önerir.
Ferdinand de Saussure’le başlayan dilbilim alanındaki devrim sonucu ortaya çıkan yeni kuramlar yazınsal eleştiriye de yansır.
Roland Barthes, Bachelard’ın imgesel çözümlemesiyle ruhçözümleyimin birikiminden “izlek” dediği yeni bir yöntem üretir. İzleklerle “yapı”ortaya koyar.
S/Z (1970) adlı eseriyle yapısaldan göstergebilimsele geçer. Julia Kristeva’nın göstergeçözümleyim kuramına odaklanır.
Göstergeçözümleyim, bir dil üretimi olan metinlere uygulanan, Freud’un “gösteren kuramı”na dayandırılarak bir ruhçözümleyim olmaya yönelen eleştirinin temelini oluşturur.
Eleştirinin geçerliliği imge evreninin kendi kendisiyle uyumuyla mümkündür.
Çağdaş eleştiride asıl amaç metnin yapısını, dilini, gizli anlamlarını ortaya çıkarmaktır.
Ünite 5
Sosyolojik Eleştiri
Edebiyat toplumun içinde doğmuştur. Dolayısıyla içinde doğduğu toplumu anlatır. Sosyolojik eleştirinin çıkış noktası, edebiyatın hayatı temsil, taklit ettiği önermesidir.
Edebiyatın ifade aracı dildir. Dil, toplumun ürünüdür. Edebi metnin içinde yer alan semboller, kavramlar vs. toplum içinde üretilmişlerdir.
Edebiyat – Toplum İlişkisi
Edebiyat, toplumun ifadesidir (bakalım öyle mi). Sanatın taklit üzere olduğunu dikkate alırsak, edebiyat toplumu yansıtmaz, taklit eder demek gerekir.
Toplumsal hayatın incelenmesi sosyolojinin konusudur. Edebi metinlerin toplum hayatını taklit ve/veya temsil ediyor olması sosyolojiyi edebiyata yakınlaştırır.
Sosyoloji – Eleştiri İlişkisi
Sosyolojik eleştiri “eser neyi anlatıyor” sorusunun yerine “eser nasıl anlatıyor” sorusuyla yola çıkar.
Edebiyata “ortamı göz önünde bulundurarak” yaklaşır. Bu yolla edebiyatın anlamını, yönünü ve işlevini belirlemeye çalışır.
Sosyolojik eleştiri edebi eserin içinde doğduğu yer ve zaman bağlamına yerleştirilmesini önerir.
Sosyolojik eleştiri edebi esere mimetik anlayışla yaklaşır. Edebiyatı sanatçının hayatın gerçeklerini yansıttığı, taklit mekanizmasını işler hale getirdiği bir alan olarak görür. Yazar, eser ve okurun toplumsal koşullar ile çevrili olduğu olgusundan hareketle sanatla ilgili soru ve sorunları açıklamaya çalışır.
Sosyolojik Eleştirinin Tarihçesi
Giambastista Vico
’nun Yeni Bilim’i (1725) sosyolojik eleştirinin miladıdır. Eserde Homeros psikolojik ve sosyolojik açıdan yorumlanmıştır.
Madame de Stael, 1800 yılında Edebiyata Dair adlı eserini yayımlar. Eser, edebiyat – toplum ilişkisi üzerinde durur. Stael’in kitabı edebiyat incelemelerinde sosyolojik yöntemin başlangıcını teşkil eder. Villemain, Taine ve Lanson Stael’in çizgisinde çalışmalar yayımladılar.
Abel François Villemain
Fransız Edebiyatı Dersleri adlı eseri 1828’de yayımlandı. Nesnelliğin önemine vurgu yaptı. Ona göre eser çevre, ülke ve uygarlığın çözümlenmesiyle anlaşılabilir.
Hippolyte Taine
Sosyolojik eleştiriyi sistematikleştirmiştir. Bilginin deneye ve gözleme dayandığına inanır. 19. yüzyılda gelişen pozitivizmin önemli sözcülerindendir.
Irk, dönem ve çevre edebi esere etki eder üç önemli kategoridir.
Irk kavramıyla milletlerin milli özelliklerine atıf yapar. Milli karakterin doğuştan geldiğini belirtir.
Dönem kavramını değişik içeriklerde kullanmıştır.
Çevre onun için edebi metni açıklamada en önemli verileri sağlar. Çevre iklim, toprak, coğrafi durum ve toplumsal koşullarla belirlenir. Bu unsurlar insan karakterine ve mizacına yön verir.
Ortaya attığı kavramlar bilimsel kesinlikten uzaktır. Yöntemi bulanıktır. Sistematik olması bakımından yine de önemlidir.
Taine, Tanzimat dönemi edebiyatçılarımızı bir hayli etkilemiştir (Bkz. Recaizade Maahmut Ekrem).
Gustave Lanson
Fransa’da edebiyat tarihçiliğinin öncüsüdür. Klasik filoloji anlayışını modern edebiyata uygulamıştır. Edebiyatın sosyal tarihe ışık tutacağını belirtir. Edebiyat eserleri ona göre sosyal olaylardır.
Edebi eseri birey ile toplum arasındaki bildirişim araçlarından biri olarak kabul eder. Edebi esere bakışta üç kavrama vurgu yapar: zevk, araştırma ve bireysel sezgi.
Lanson, Hegelci çizgidedir.
Sosyolojik Eleştiriden Yararlanan Eleştiri Akımları
Marksist Eleştiri: Lukacs ve Goldmann

Marksist eleştiri topluma dönüktür. Dolayısıyla sosyolojik eleştirinin önemli bir ayağıdır. Marx ve Engels eserlerinde Marksist eleştirinin genel çerçevesini çizmişlerdir. Sanatın duyulara hitap ettiğini ifade eden Hegelçizgisinde hareket etmişlerdir. Eserdeki çok katmanlılık ve çok anlamlılıkla ilgilenmemişlerdir. Onlara göre söylenen ile kast edilen aynıdır.
Georg Lukacs (1885-1971) ve takipçisi Lucien Goldmann (1915-1970) Marksist estetiğin iki ayağıdır.
Lukacs, felsefi anlamda Hegelci eğilimlerle beslenmiştir. Roman Kuramıadlı eseri 1920’de yayımlanmıştır. Eserinde Hegelci felsefenin bulgularıyla edebi problemleri çözmeye çalışır. 1923’te Tarih ve Sınıf Bilinci’ni yayımlar. Bu eserinde Hegelci diyalektik materyalizme ters düşer ancak yine de Hegelcidir. Lukacs bütün tarihsel ve sosyal olguların anlamlı bir bütünlük yarattığı düşüncesinden ayrılmaz (ona bu yüzden Hegelci diyoruz).
Goldmann bazı çalışmalarında Lukacs’ın önermelerini ispatlama çabasına girmiştir.
Anlamlı yapı kavramı Goldmann’ın ayırt edici tarafıdır. Anlamlı yapı kavramı Lukacs ve Marx’ın tip kavramlarıyla benzerlik gösterir. Hem yorumsal (hermeneutik) hem de Hegelci anlamda belirli bir bütünlüğe işaret eder. Anlamlı yapı, edebi metnin her bağımsız bölümünün ayrı ayrı açıklanması ve söz konusu bölümlerin aralarındaki ilişkinin yorumlanmasını içerir (diyalektik düşüncenin yansımalarıdır bunlar).
Saussurecü eşzamanlı incelemeyi kendi yönteminden ayırmıştır. Kendi yöntemine genetik yapısalcılık adını vermiştir. Edebi metinleri tek yanlı mesajlarla kavramsal sisteme indirgeme eğilimindedir.
Frankfurt Okulu: Adorno ve Benjamin
Frankfurt Okulu’nun eleştirel yaklaşımlarında Marksistlerle çok fazla benzerlik görülmez ancak kullandıkları birçok kavram ortaktır. Bu nedenle aynı başlık altında incelenirler.
Adorno’nun düşünceleri HEgelci Marksizmle çelişir/çatışır. Adorno’ya göre toplumun tarihsel evrimi sınıf hakimiyetinden kurtulmak yönündedir. Bu çizgi nihai anlamda kurtuluşa değil felakete meyyaldir. Sınıfların çatışması bireyleri belli değerlerden uzaklaştırır. Bu durum küreselleşen kapitalizmin kaçınılmaz sonucudur.
Benjamin, klasik ve romantik dönemin sonuna gelindiğini söyler. Baudelaire’ci bir önermeyi dillendirir; kuramı uyumsuzluğu, çarpıtmayı,parçalanmayı ve şok deneyimleri esas alır. Benjamin bu kavramları modern sanayileşmiş toplumların günlük yaşantısıyla ilişkilendirir.
Benjamin’in üzerinde durduğu avangart sanat anlayışı, havanın bozulması terimiyle ilgilidir. Sanatları havai (auratic) ve mekanik olmak üzere iki kategoriye ayırır. Havai sanatları nitelikleri gereği geleneksel sanatları ifade etmek üzere kullanır. Bunların dini törenlerle ilgisi vardır. Buna karşılık fotoğraf ve film gibi mekanik unsurları olan sanatlar sanatın havasını bozmuştur. Mekanik sanatların temeli estetik nesne ile yayın imkânı arasındaki yeniden üretim ve tekrara dayanır. Hâlbuki havai sanatlar tektir, nicel değildirler sadece benzerleri vardır. Mekanik sanatlarla beraber sanat eserinin biricikliği ortadan kalkmıştır.
Adorno ve Benjamin’e göre sanat ve edebiyat toplumun aynası değildir. Farklı gerçekliklere sahiptirler. Sanat, toplum gerçekliğini yansıtmaz, ona yol gösterir. Buna karşılık sanatın da toplum içinde bir sınıfı vardır. Gerçek sanat statükoya direnmenin bir aracı olarak üretilmelidir.
Bu bakış açıları onların aristokrat ve seçkinci olarak eleştirilmesine neden olmuştur. Kitle kültürüne olumsuz gözle bakmakla eleştirilmişlerdir.
Eleştirirsen Adorno’yu o da söyler doğrusunu; 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan demokratikleşme hareketleriyle birlikte birikmiş sermaye sahipleri kitle sanatını insanlara dayatma imkânına erişmiştir (80’li yıllarda ülkemize hâkim olan arabesk salgını). Bu dayatma ticarileşen sanat ve hormonlu gıdalarla birlikte ilerlemiştir. Hormonlu gıdalarla (tıpkı hormonlu sanat gibi) toplumun bünyesi tahrip edilmiştir. Ticarileşen metinlerle, müzik ve filmlerle insanlar aptallaştırılmış, kitlenin zihinsel yapısı bozulmuş ve çürümüştür. Bunun sonucunda tüketime yönelik manipülasyona elverişli, kolay yönlendirilen ve kolay yönetilen bir toplum elde edilmiştir. Hâlbuki sanat öncü, yol açıcı olmalıydı. Demokrasi perdesi altında avamın beğenisini ölçü alan sanatın değeri sürekli olarak aşağıya dönük bir eğri çizecektir.
Bahtin ve Çevresi
Bahtin’in geliştirdiği kuram, belirsizlik, çirkinlik ve grotesk unsurlarla ilgilidir. Genel olarak kabanın (grotesk), gülünçlüğün, popüler kültürdeki karnaval ve karnavallaşmanın üzerinde durur. Marksist estetiğin geleneksel uyum, ciddiyet ve tek yanlı birlik anlayışına karşıt bir çizgide ilerler
Kuramını Nietzsche’nin düşünceleriyle besler.
Nietzsche’nin ebedi dönüş miti Bahtin’in karnaval dünyasındaki ruh göçü (reenkarnasyon) fikri ile benzerlikler taşır.
Zıtlıkların diyalektik birliğinden yola çıkan Bahtin, akıldışılığı keşfeden kuramcıdır.
Dostoyevski’yi çok sesli romanın kâşifi olarak kabul eder.
Ona göre Dostoyevski’nin romanlarındaki karnavallaşma, karmaşa ve çok seslilik gibi öğeler, Hegelci estetiğin klasisizm, sistematik sentez ve teksesli anlayışının zıddıdır.
Çok seslilik ancak büyük romanlarda görülür. Belirli bir ideolojiyi savunmak üzere yazılmış olan angaje romanlar teksesli romanlardır (monofonik).
Çok sesli romanlar, tek yanlılığa, tipikliğe, uyumlu bütünlüğe ve ciddiyete meydan okumadır.
Bahtin, Stalin tarafından sürgün edilmiştir. Kuramının Marksist-Leninist kuramları ters-yüz ettiği buradan anlaşılabilir.
Tipiklik sanatı tek yanlılığa iter. Bahtin bu nedenle tipikliğe karşıt olarak karmaşayı önerir. Kapalılığa dayalı bir karmaşayı tipikliğe tercih etmiştir.
Hegel’in sistematik diyalektiğine karşı zıtlıkların oluşturduğu birlik esasına dayanan açık bir diyalektik önermiştir.
Eleştirel Edebiyat Kuramı: Zima
Peter V. Zima, 1946’da doğdu. Çalışmalarında edebiyat sosyolojisi ve edebiyatın felsefi temelleri üzerinde durmuştur.
Modern Edebiyat Kuramlarının Felsefesi adlı çalışması önemlidir. Kitabında eleştirel edebiyat teorisi veya teorik teori adını verdiği yeni bir anlayış önermektedir. Edebi gerçekliğe kuşkuyla yaklaşır ve onu metnin anlam katmanları içerisinde arar. Eserde edebiyat kuramlarında ideolojilerin rolünü yorumlanmıştır.