Aöf Dersleri Özetleri - Çıkmış Sorular - Sınav Soruları

AÖF Ders Özetleri Uygulamasına Hoş Geldiniz,Uygulamadan tam anlamıyla faydalanmak için üye olunuz.

Final Eleştiri Kuramları 8. Ünite Özeti


#1
ELEŞTİRİ KURAMLARI 8. ÜNİTE Bilimsel Eleştiri - İzlenimci Eleştiri
BİLİMSEL ELEŞTİRİ
—XIX. yüzyıldan sonra özellikle üniversite çevrelerinde bilimsel bir eleştiri anlayışı geliştirmek için büyük bir çaba görülür.
Bunun iki önemli sebebi vardı: Mutlakçı ve öznel eleştirinin güvenirliğinin olmadığı anlaşılmıştı. İkincisi bilimin her
sahasında özellikle tabiat bilimlerinde büyük başarılar elde edilmiş, genel kanunlara ulaşılmıştı. Bu gelişmeler, tabiat
bilimleri yöntemlerinin eleştiri sahasına da uygulanabileceği düşüncesini doğurdu.
—Hippolyte Taine
—Ferdinand Brunetiere
—Gustave Lanson gibi bilginler bilimsel yöntemlerden yararlanarak gelişmiş bir eleştiri anlayışının örneklerini verdiler.
Aşağıda bu bilginlerin eleştiri anlayışları kısaca özetlenmiştir.
Hippolyte Teine
—Filozof Hippolyte Taine, tarihin, psikolojinin, sanatın ve edebiyatın bilim ilkeleri ile açıklanabileceğini düşünüyordu.
Meteoroloji bilimi nasıl önceden asla tahmin edilemez gibi görünen atmosfer olaylarını tahmin edebiliyorsa, sanat eleştirmeni
de eserle yazar arasındaki bağı, sebep-sonuç ilişkileri içinde açıklayabilir diyordu.
Sanat Felsefesi adlı eserinde bilimsel eleştirinin nasıl yapılabileceği konusunu araştırdı.
—Taine’e göre sanat, gerçeği olduğu gibi taklit etmez. Sanatçı, seçer ve olgular arasında yeni bağlantılar kurar. Bir edebî
eseri anlamak için eserde anlatılan şeylere değil, onlar arasında kurulan bağıntıya dikkat etmek gerekir. —Büyük sanatçı,
nesneler ve olaylar arasında bizim görmediğimiz bağıntılar görür ve onları gösterir. Bu bağıntı, nesnenin yahut olgunun ana
karakterini gösterecek tarzda kurulmuştur. Sanatçı, böylece ideal olanı yaratmış olur. Sanatın amacı da budur.
—Taine’e göre bir edebî eserin değerini tespit ederken kullanacağımız nesnel üç ölçüt vardır:
1. Sanatçının bulduğu ana karakterin önem derecesi,
2. Bu ana karakterin topluma sağlayacağı fayda derecesi,
3. Ana karakter ortaya çıkarılırken eserdeki her türlü ayrıntının bir bütünlük içinde birleştirilme başarısı.
—Sanatçının ortaya koyduğu olgu ne kadar önemliyse, bu olgu topluma ne kadar yararlıysa, eserdeki unsurlar ne kadar
bütünlük gösteriyorsa eser o kadar değerli olacak, eserler sıralamasında da o kadar önde yer alacaktır diye düşünüyordu.
Bir edebî eseri anlamak için eserde anlatılan şeylere değil, onlar arasında kurulan bağıntıya dikkat etmek gerekir.
—Taine, bu ilkeleri tespit ederken botanik ve zooloji bilimlerinin prensiplerinden yola çıktı.
—Botanik ve zoolojide bitkiler ve hayvanlar sınıflandırılırken göze çarpan yüzeysel niteliklerin değil yapının (structure) esas
alındığını gördü. Bezelye ve akasya bitkileri çok farklı görünüyorlardı ama ikisi de baklagillerdendi. Aynı fikri edebiyata
uygulamaya çalıştı.
—Aynı şekilde bir toplumun ana karakterlerini yüzeysel olarak yansıtan, orta derecede yansıtan ve en derin yönelimlerini
yansıtan eserler vardı. En iyi eserler toplumun en derin niteliklerini yansıtanlardı.
—İkinci ölçüt, bir eser, ne kadar faydalı ve iyi şeylerden bahsediyorsa o kadar iyiydi.

—Üçüncü ölçüt, eserin biçimi ile ilgiliydi. Eserde bütün unsurlar bir bütün yaratacak biçimde, olmalı, olaylar, karakterler,
üslup belirli bir etki yaratacak biçimde düzenlenmeliydi (Suut Kemal Yetkin).
—Taine, edebî eserlerin ırk, ortam (mekan) ve dönem (zaman) bağlamı içinde değerlendirilmesi gerektiğini savundu. Irk
sözüyle, ulusal özellikleri, ortam sözüyle iklim ve toprağı, dönem (zaman) sözüyle eserin yazıldığı zamanı kastediyordu.
—Taine’e göre edebî eserler, bir toplumun geleneklerini, ahlâkını ve ruhunu yansıtan belgelerdir. Onun bu fikri daha sonra
Brunetiere ve Lanson tarafından geniş kitlelere taşınacaktır.
—Taine, eleştirinin bilimsel bir nitelik kazanmasına yardımcı olmuş bir düşünürdür. Günümüzde birçok yönü eleştirilse de
XX. Yüzyılda gelişen eleştiri akımlarının çoğunda onun etkileri görülmektedir.
Taine, edebî eserlerin ırk, ortam (mekan) ve dönem (zaman) bağlamı içinde değerlendirilmesi gerektiğini savundu.
Ferdinand Brunetiere
—Eleştiri türünü öznellikten kurtarıp ona nesnel ve bilimsel bir nitelik vermek için çalışanlardan birisi de Brunetiere’dir.
—Brunetiere’e göre eleştirinin konusu, “edebiyat eserlerini yargılamak, sınıflandırmak, açıklamak”tır.
Bir eseri açıklamak, eserin edebiyat tarihi içindeki yerini belirlemek, türü ile ilişkisini incelemek, eserin yazar ve çevresi ile
bağlantılarını göstermektir.
—Brunetiere’e göre nesnel bir eleştiri mümkündür ve eleştirinin nesnel olması aynı zamanda bir gerekliliktir. Edebiyat
alanında da bilimsel metotlar kullanılabilir. Bilhassa “mukayese” yönteminden yararlanılmalıdır. Çünkü hiçbir eser, hiçbir
tür, hiçbir varlık tek başına değildir, onların diğer eserlere, diğer türlere ve diğer varlıklara göre bir anlamı vardır.
—Bir eseri değerlendirmek, her şeyden önce onu diğer eserlerle mukayese etmektir (V. Engel).
—Brunetiere, eleştiri anlayışını “tür” kavramı üzerine kurmuştur: Edebî türler, canlı türleri gibi zaman içinde belli kurallara
uyarak gelişir. Bir türün içinde yer alan her eser, o türün gelişim evrelerinin bir halkasını oluşturur. Bu yönüyle edebî eserler,
hem türünün izlerini taşır, hem türün gelişim ve değişimine katkı yapar.
—Edebî türler, biyolojik türler gibi zaman içinde değişime uğrar, farklılaşır, daha karmaşık bir yapıya kavuşur. Böylece yeni
türler doğar, toplumsal şartlar uygunsa gelişirler, zamanla da ortadan kalkarlar. Bunun en güzel örneği Fransız tragedyasıdır.
Bir ara büyük bir gelişme göstermiş, en sevilen tür olmuş ama zamanla yok olup gitmiştir. Bütün edebî türlerin kaderi
aynıdır.
—Eleştirinin ve edebiyat tarihinin yapması gereken iş, türler arasındaki soy bağlarını bulmak, türün edebiyatın evrimi
içindeki yerini belirlemektir. İklim ve toplum şartlarının incelenmesi, tür incelemesinin yardımcılarıdır.
—Edebiyat tarihinin ve eleştirinin asıl amacı, türlerin gelişimini ortaya koymaktır (Suut Kemal Yetkin).
Brunetiere, eleştiri anlayışını “tür” kavramı üzerine kurmuştur.
—Brunetiere’e göre edebî eserlerin sınıflandırılması ve yargılanması tamamen nesnel bir çalışmadır. Biyolojinin yöntemleri,
edebî türlerin sınıflandırılması için de kullanılabilir.
—Eserler, değişen ve orijinal yönleriyle değil, değişmeyen, türün diğer eserleriyle aynı kalan yönleriyle bir değer taşırlar.
—Eleştirmen, bir eseri sınıflandırma içindeki yerine ve türün evrimi içinde yüklendiği görevine göre değerlendirmelidir.
Bunu yaparken aklın ilkelerinden yararlanmalıdır.
—Brunetiere’in yöntemi bilimsel bir nitelik göstermesine rağmen dogmatizmden tamamen kurtulamamıştır.
—XVII. yüzyıl Fransız edebiyatını, XVIII. yüzyıl Fransız edebiyatından üstün bulur, ama bu üstünlüğün nereden
kaynaklandığını inandırıcı bir şekilde ortaya koyamaz.
—Bir eserin türünün olgun bir örneği olup olmadığına hangi ölçütlerle karar verileceğini de belirleyemez. Bununla birlikte,
onun düşünceleri, bir kıyıya atılacak düşünceler de değildir.
—XX. yüzyılda büyük bir başarı elde eden ve yapısalcılığı kuran Propp’un hareket noktası Brunetiere’dir.
—Propp, onun gibi biyolojiden, morfolojiden (biçimbilim) yola çıkar ve “masal” incelemelerinde her masalda aynı kalan ve
değişmeyen unsurları bulur. Onun bu buluşu, biçimcilik (formalisme) ve yapısalcılığın (structralisme) temelini
oluşturacaktır.
Gustave Lanson
—XX. yüzyılda Eleştiri ve Edebiyat Tarihi anlayışını etkileyen en önemli bilginlerden birisidir.
—Kurduğu eleştiri akımına derin bilgiye dayandığından “Uzman Eleştirisi” yahut “Lansonculuk” adı da verilmiştir.
—Çok ciddî bir araştırmaya ve sağlam bir mantığa dayanan bir yöntem geliştirdi.
—Edebiyat tarihi ve eleştiri çalışmalarını seçilmiş, sağlam ve anlamı kavranmış metinlere dayandırdı.
Orijinal olanı geleneksel olandan, ferdî olanı ortak olandan ayırmaktan ibaret olan dar bir mukayese anlayışının yerine art
zamanlı ve eş zamanlı olarak iki düzlemde birden yürütülen geniş bir mukayese anlayışını benimsedi.
—Edebî olayları hem tarihî gelişimi içinde hem eş zamanlı küresel yayılımı içinde ele aldı. Edebî olguları, özelden genele,
eserden edebiyatın bütününe giderek açıkladı. Toplumbilimciler gibi toplumbilimin genel hükümlerinden edebiyata
yönelmedi, edebiyattan toplumbilime ulaştı.
—Edebî olayları ve eserleri esas alıp onları siyaset tarihi, düşünce tarihi ve toplumbilimi çerçevesinde değerlendirdi.
—Sanatçıyı, içinde yaşadığı kültür ortamının, zamanın ve mekanın ürünü olarak açıkladı, aynı zamanda sanatçının çevreye
etkileri üzerinde de durdu.
—Metodu, başarılı ve ayrıntılı bir analiz düşüncesiyle hayranlık uyandıran bir senteze dayanıyordu.
Üniversite eleştirisinin en iyi örneklerini vermiştir.
—Lanson’a göre edebiyat öğretiminin amacı, öğrencilere sadece edebiyatı tanımaları ve anlamaları için gereken temel
bilgileri vermekten ibaret değildir, edebiyat tarihi ve eleştiri, öğrenciye farklı devirlerde ortaya çıkan zihniyet ve fikir
değişimlerini sergilemeli ve hissettirmeli, elde ettiği bilgiler yardımıyla edebî olayları yorumlamayı öğrenmeli, yeni
keşifler yapabilmelidir.
—XX. yüzyılda gelişen dilbilimi, göstergebilimi, anlambilimi ve anlatı bilimi gibi yeni bilim dalları, bilimsel eleştiriye
büyük katkılar sağlamıştır.
—Vladimir Propp
—Roman Jakobson

—M. Bakhtine
—T. Todorov
—Roland Barthes,
—Gérard Genette gibi biçimciler (formalistes) ve yapısalcılar (structuralistes) edebiyata ve eleştiriye yeni ufuklar
açmışlardır. Bundan dolayı, günümüzde dil, edebiyat, anlatım teknikleri hakkında ilgi çekici, yeni bilgilere ulaşılmıştır.
İZLENİMCİ ELEŞTİRİ
(LA CRITIQUE IMPRESSIONNISTE)
—XIX. yüzyılda bilimsel bir eleştirinin gelişmesi, bütün sanat çevrelerinde memnuniyetle karşılanmadı, özellikle yazarlar,
bilgiye boğulan bu eleştiri anlayışına karşı çıktılar.
—Eleştirmenin görevinin eser karşısında hissettiklerini, düşündüklerini ifade etmekten ibaret olduğunu savundular.
—XIX. yüzyılın sonlarında Fransa’da bütün sanat alanlarında, resimde, müzikte, edebiyat ve eleştiri alanlarında izlenimcilik
en gözde akımdı.
—1885–1915 yılları arasında üzerinde en çok durulan akımlardan birisi izlenimcilik oldu.
—Anatole France, nesnel bir eleştirin olamayacağını ve eleştirinin diğer edebî türler gibi bir tür olduğunu ilan etti.
—A.Gide
—A. France
—Lemaître
—Gourmont’a göre eleştiri, her şeyden önce okumadan elde edilen izlenimler üzerine kurulur.
Eleştiri, eserin sistemini, düzenini ortaya çıkarmaktan çok ondan elde edilen izlenimlerin tespit edilmesi işidir.
—Eleştirmen, eseri yargılamak ve açıklamak zorunda da değildir. Sadece ondan aldığı zevki ve vardığı sonucu açıklar.
A.Gide, A. France, Lemaître ve Gourmont’a göre eleştiri, her şeyden önce okumadan elde edilen izlenimler üzerine
kurulur.
Rémy de Gourmont
—Rémy de Gourmont’a göre mutlak güzel diye bir şey de yoktur, her şey görelidir yani bize göre güzel yahut çirkindir. Her
yazar sadece kendine has olan bir estetik yaratır.
—Gourmont, eserin iç düzenini ortaya koyan bir kavrama eleştirisine (critique de compréhension) yönelmiştir. —
Eleştirmenin ilgileneceği en önemli şey, yazarın farklılıklarıdır yani orijinalliği ve ferdîliğidir.
—Gourmont için orijinallik, sanatta en büyük değerdir, basmakalıp ve klişe olan her şey değersizdir.
—Eleştirinin uymak zorunda olduğu hiçbir kural ve estetik prensibi yoktur.
—Eleştirmen, özellikle meraklı, her şeye ve her fikre açık, sadece anlamaya çalışan iyi ve dürüst bir okuyucu olmak
zorundadır. O, okuduğunu beğenmeyebilir ama onu reddedemez ve yargılayamaz. Kendi eğilimleri, kanıları ve
alışkanlıklarıyla savaşır, eleştirmen şüphe eden ve şüphe uyandıran bir kişidir.
—Gourmont’un eleştirisi, bir özgürlük, bir kuşkuculuk, bir görecelik eleştirisidir.
Jules Lemaitre
—Jules Lemaitre, bir edebî eseri değerlendirirken sadece “özenle not edilmiş izlenimler” ini dile getirir. Eleştiriyi
“kitaplardan zevk almak, onlarla duyumları inceltmek ve zenginleştirmek sanatı” olarak tanımlar.
—Lemaitre’e göre eleştiri kuramları ve doktrinler bir işe yaramaz. Çünkü zevkler ve bakış açıları durmadan değişir.
Eleştiride tek güvenebileceğimiz şey, eseri okuduğumuzda ondan alacağımız zevktir.
.Deneme yazarlarının bir kısmı da izlenimci eleştiri anlayışını benimsemişlerdir.
—Bunların başında Alain ile André Suarez gelir.
—Alain’in eleştirisine bir “sezgi eleştirisi”, “sempati eleştirisi” denebilir.
—Alain de edebî eserlere A.Gide gibi kendi düşüncelerini ifade etmek için bir vesile gibi bakar. Bu vesile
ile kendi felsefesini ve ahlâk görüşünü ortaya koyar.
—A. Gide, “Günlük”lerinde aynı şekilde eserlerle ilgili kişisel izlenimlerini dile getirir.
Denemeci eleştirmenler:
—Charles Péguy
—Jean Paul Sartre
—Maurice Blanchot
—Roland Barthes
—Julien Gracq
—Yaratıcı eleştiri, aşırıya gitmiş bir izlenimci eleştiri olarak tanımlanabilir. Bunlar, bir eseri vesile ederek
şiir, roman, edebiyat hakkındaki fikirlerini ortaya koyarlar.
—Eleştirmeyi bir “yaratma” olarak gören ilk kişi Baudlaire’dir. Baudlaire’e göre eleştiri, bir bilim değildir, sanat eseriyle
yapılan bir iş birliğidir. Ancak Baudlaire’in kendisi eleştiri uygulamalarında yaptığı bu tanıma pek uymaz, eleştirdiği eserde
bulunmayan güzelliklerden de söz etmeye başlayarak eserin dışına düşer.
Yaratıcı eleştiri, aşırıya gitmiş bir izlenimci eleştiri olarak tanımlanabilir.
—Yaratıcı eleştiri, Birinci Dünya savaşından sonra canlanır.
Albert Thibaudet
—Albert Thibaudet’nin çok yönlü eleştirisinin önemli bir cephesini yaratıcı eleştiri oluşturur. Şairlerden söz ederken
yaratıcı eleştiriye yönelir.
—Thibaudet, Bergson’u izleyen bir üniversite eleştirisi yapmıştır.
—Yaratıcı eleştirinin (critique créatrice) öncülerindendir.
—Yüksek bir kavrayışla ve etkili bir üslupla Bergson felsefesinin temel görüşlerini edebiyat eleştirisine uygulamıştır.

—Her şey hareket halinde olduğuna ve değiştiğine göre, eleştirinin kurallarının da değişebilirliğine inanıyordu, yeni eserler,
yeni bir eleştiri anlayışı gerektirir diyordu.
—Eleştirinin görevi ona göre yargılamak değil, değişen ve gelişen olguları anlamaya çalışmaktır.
—Düşüncelerini eserler, toplumsal ve tarihî bağlam, edebî hareketler ve bilhassa “nesil” üzerinde yoğunlaştırıyordu.
—A. Gide gibi çağdaş yazarlara ilk dikkati çeken de o olmuştur.
Paul Valéry
—Eleştiriye “yaratıcı gözü”yle bakanlardan Paul Valéry ise eleştiriyi bir düşünce serüveninin yeniden kurulması olarak
görür: “Valéry, başka yazarlara, başka eserlere, onların üstüne çıkabilmek, onlara egemen olabilmek için uzanır. Çünkü
Valéry için en önemli sorun yazarın zekâsının nasıl işlediğini anlayabilmektir.
—Valéry’ye göre, eleştirmen, karşısındaki eseri yalnız çözümlemekle yetinmemelidir, onu yaratış anındaki koşullar içine
yerleştirmelidir. Böylece eleştirmen hem karşısındaki eserlerin ilkelerini, hem de yazılması mümkün olup da yazılamamış
eserlerin ilkelerini bulmuş olur. Valéry bu tutumuyla yaratıcı ile aynileşme çabası içine girmiş olur.” (J.C. Carloni ve Jean-C.
Filloux).
—Edebî eser ile okuyucu arasındaki ilişkileri ele alan Okura dönük eleştiri, birçok nitelikleriyle izlenimci eleştiri ile
birleşir.
.İzlenimci eleştiriyi destekleyen bir akım da Alımlama estetiğidir.
Alımlama Estetiğini savunan eleştirmenlere göre, bir metnin bir anlamı vardır, ancak bu anlam, bütünlüğüne ancak
okuyucunun zihninde kavuşur. Metinde yazar her şeyi söyleyemez, bunun sonucunda okuyucu, yazarın söylemek fırsatını
bulamadığı şeyleri zihninden tamamlar ve üstelik her okuyucu başka bir biçimde tamamlar. Bunun manası şudur:
—Anlamlandırma bir süreçtir ve bu süreç yazma işi ile bitmez, okuyucunun okumasıyla tamamlanır.
—İkincisi, bir eserin okur sayısınca farklı anlamlandırması vardır. Bu görüşler, okuyucu izlenimlerinin eserin bir parçası
olduğu görüşünün yaygınlaşmasını sağlamıştır.
.W.iser, okuyucunun zihninden tamamladığı şeylerin aslında gücül (potansiyel) olarak metinde bulunduğuna inanır.
.Stanley Fish’e göre ise anlam, okumaboyunca okurda uyanan yaşantılardan başka bir şey değildir. Bundan dolayı her
okurun bir metni kendine göre yorumlama hakkı vardır.
—İzlenimci eleştiri temelde okur merkezli bir eleştiri akımıdır, her eleştirmenin hiçbir kurala bağlı olmadan bir metni
kendine göre ve öznel bir tarzda ele alabileceğini savunur.
.İzlenimci bir eleştirmen olan Anatole France, öznel eleştiri dışında bir eleştirinin mümkün olmadığına inanır, “iyi bir
eleştirmen, şaheserler arasında kendi ruhunun serüvenlerini anlatır. Nesnel sanat olmadığı gibi nesnel eleştiri de
yoktur.” der.
—Bir eserin okuyucusuna verdiği zevk, onun değerinin tek ölçüsüdür. Bu durumda eleştiri bir bilim değil, bir sanattır, eleştiri
eseri de bir sanat eseridir.
—Edebî eserleri nesnel yöntemlerle ele alanlar çok zaman onun haz veren bir nesne olduğunu unuturlar.
Hâlbuki bir eserin başlıca niteliklerinden birisi haz vermesidir. Bundan dolayı bütün eleştirmenler, yöntemlere sıkı sıkıya
bağlı olanlar bile zaman zaman izlenimlerini ifade etmek zorunda kalmıştır (J.C. Carloni ve Jean-
C. Filloux).
—İzlenimci eleştiri, en çok eleştirilen akımlardan birisidir. Hemen hemen diğer bütün eleştiri akımları bu öznel yaklaşım
tarzını şiddetle eleştirmiştir.
—Her şeye rağmen eleştiri sahasının en ilgi çekici akımlarından birisi izlenimci eleştiridir.
.Geniş bir kültüre, ince bir edebî zevke ve sezgi gücüne sahip olan başarılı eleştirmenler:
—Anatole France
—Jules Lemaitre
—Nurullah Ataç
EDEBİYAT EĞİTİMİNE YANSIYAN ELEŞTİRİ ANLAYIŞLARI
—Edebî eserlerin nasıl değerlendirileceği hakkında çok değişik fikirler ileri sürüldüğünü yukarıda gördük.
—Edebiyat eğitimcileri, bu farklı eğilimleri göz önünde bulundurarak ve onların genel bir şekilde üzerinde anlaştıkları
esaslardan yola çıkarak bir metnin nasıl incelenebileceği konusunda görüşler geliştirmişler, edebiyat eğitimini bu yaklaşımlar
üzerine kurmuşlardır.
—Günümüz edebiyat eğitiminde bir metin genellikle dört ayrı bakış açısı altında incelenmektedir.
Bu dört yöntem, bir metin analizi yöntemi değildir. Metin analizi işleminde göz önünde bulundurulması gereken dört temel
yaklaşım biçimidir. Metinler böyle genel bir sınıflandırılma içinde ele alındığında onların en genel nitelikleri tespit edilmiş
olmaktadır.
Edebî bir eseri tahlil etmek, analiz etmek için öncelikle şu dört temel sorunun cevabı aranmaktadır:
a. Eser hangi edebî akıma aittir?
b. Türü nedir?
c. Metin Tipi nedir?
d. Duygu tonu nedir?
Edebî Akımlar
A) Türk Edebiyatında Edebî Akımlar: incelediğimiz eser, Türk edebiyatındaki edebî akımlarından izler taşıyabilir.
İncelenen metinde bu akımların hangisinin yahut hangilerinin etkisi olduğu belirlenmelidir:
TÜRK EDEBİYATINDA EDEBÎ AKIMLAR
(Örnek niteliğindedir.)
İslam Öncesi Edebî Akımları
Divan Edebiyatı
Halk Edebiyatı

Din dışı edebiyat
Dinî-Tasavvufi Edebiyat
Türkî-i Basit
Sebk-i Hindî
Mahallileşme Akımı
Tanzimat Hareketi
Klasisizm
Romantizm
Realizm
Servet-i Fünûn
Fecr-i Âti
Sembolizm
Milli Edebiyat
Cumhuriyet Dönemi edebiyatı
Beş Hececiler
Yedi Meşaleciler
Garipçiler
İkinci Yeniler
Hisarcılar...
B) Batı Edebiyatında Edebî Akımlar: incelediğimiz eser, Batı edebiyatı edebî akımlarından izler taşıyabilir. Bunların
araştırılması gerekebilir:
BATI EDEBİYATINDA EDEBÎ AKIMLAR (Örnek niteliğindedir)
XVI. YÜZYIL: Hümanizm ve “Pléiade”
XVII. YÜZYIL: Klasisizm, Barok
XVIII. YÜZYIL: Aydınlanma
XIX. YÜZYIL :
—Romantizm
—Realizm
—Natüralizm
—Sanat için Sanat anlayışı
—Sembolizm
—Parnasizm
XX. YÜZYIL: Sürrealizm
Edebî Türler
—Bir metni incelerken yapılacak ilk işlerden birisi incelediğimiz eserin türünü tespit etmektir.
—Bazı metinlerin türünü belirlemek çok kolay olduğu halde, bazı metinlerde bu iş güçleşir. Bunun sebebi çok zaman
metinlerin birkaç türün özelliklerini taşımasıdır. Böyle bir durumda metnin genel niteliği göz önünde bulundurulmalı ve diğer
türlerle ilişkisi belirtilmelidir.
Tür (genre), ortak nitelikler taşıyan varlıklar kümesinin adıdır.
—Edebiyatta tür, biçimi ve içeriği (tem) ile birbirine benzeyen eserler topluluğunun adıdır.
—Türlerin tanımı ve sınıflandırılması çağlara ve uluslara göre büyük değişiklikler gösterdiğinden pek çok edebî tür
sınıflandırması vardır.
—Edebî tür sınıflandırmalarının değişik olmasının bir diğer sebebi türün bazen içeriğe bazen biçime göre adlandırılmasıdır.
Ayrıca bazı tür ve eserler aynı zamanda farklı türlerin özelliklerini kendinde toplayabilmektedir. Mesela fabl, aynı zamanda
şiir türü, ispatlama türleri, öğretici türler ve hikâye etme türleri içinde yer alabilmektedir.
Günümüzdeki edebî türleri çok genel bir tarzda olmak üzere şu şekilde sınıflandırabiliriz:
I. HİKÂYE ETME TÜRÜ, ANLATI TÜRÜ: Hayalî yahut gerçek olayları anlatan eserlerdir.
a) Masallar
b) Hikâyeler
c) Romanlar
d) Biyografiler bu tür içinde yer alır.
II. TİYATRO TÜRÜ: Sahneye koymak üzere yazılan eserlerdir. Bu eserlerde anlatma yerini göstermeye bırakır. Metin,
karşılıklı konuşmalardan ve açıklamalardan (didascalies) oluşur.
a) Trajedi
b) Komedi
c) Dram bu tür içinde yer alır.
III. ŞİİR TÜRÜ: Dilin özel kullanılmış olmasıyla yahut vezni, kafiyesi ve biçimiyle diğer türlerden ayrılır. Başlıca alt türleri
şunlardır:
a) Lirik şiir
b) Destanî şiir
c) Didaktik şiir
IV. İSPATLAYICI TÜRLER: Fikir ağırlıklı yazılardır.
a) Fikir yazıları,

b) Felsefî yazılar
c) Denemeler
d) Vecizeler
V. KİŞİSEL HAYAT HİKÂYESİ TÜRÜ (AUTOBIOGRAPHIQUE): Yazarın kendi hayat hikâyesini anlattığı eserlerdir.
Hikâye etme ve tasvir ağırlıklı metinlerdir.
Bu türe bağlı türler şunlardır:
a) Günlükler
b) Hatıratlar
c) Otobiyografiler
d) Kişisel portreler: Yazar bunlarda hayatını kronolojik olarak anlatmaz, anlattığı parça parça olaylarla kişiliğini
aydınlatmaya çalışır.
e) Kişisel-hayalî hayat hikâyesi (Autofiction): Yazar ve hayalî kahraman birbirinden ayırt edilemez.
VI. ÖĞRETİCİ TÜR (Didactique): Edebiyatta bilgi verme amacıyla yazılan yazılar öğretici türe girer.
—Bu yazıların çoğunun amacı doğrudan doğruya edebiyat ve sosyal bilimler üzerinde bilgi vermektir.
—Bu tür oldukça değişik biçimler altında karşımıza çıkar, Öğretici yazılarda, bütün metin tipleri (açıklayıcı, hikâye edici,
ispatlayıcı, tasvirî ) kullanılabilir.
Bu türün alt dalları şunlardır:
a) Deneme
b) Biyografi
c) Gazete Fıkrası
d) Edebî akım bildirileri, edebî eser önsözleri
e) Ahlâkî türler: Vecizeler, fabller, portreler
f) Felsefî yazılar: Fikir yazıları, Diyaloglar, Sözlükler, edebî tenkit yazıları,
VII. MEKTUP TÜRÜ: Mektup, bir haberleşme aracı olmakla birlikte aynı zamanda edebî bir tür sayılır.
Alt türleri şunlardır:
a) Özel mektuplar
b) Açık mektuplar
c) Hayalî mektuplar (Mektuplardan oluşan romanlar)
Metin Tipi
—Metinler, yazarın amacına göre sınıflandırılabilir.
—Yazar, hikâye etmek, tasvir etmek, ispatlamak yahut bilgi vermek isteyebilir. Bu dört durumda ortaya dört farklı metin tipi
çıkar. Ancak unutmamak gerekir ki yazarlar bu metin tiplerini çok zaman birlikte kullanırlar.
Bu durumda, metin türlerinde olduğu gibi metnin genel niteliği göz önünde bulundurulmalı ve ayrıca yararlanılan diğer metin
tipleri tespit edilmelidir.
Duygu Tonu
Edebî türler günümüzde, eserin okuyucunun üzerinde bıraktığı duygu tonuna göre sınıflandırılmaktadır.
Duygu tonu sınıflandırılmasında edebî türler, gülmekten ağlamaya kadar uzanan bir çizgi üzerinde yerlerini almaktadır.
Kısaca, edebî eserin okuyucu üzerinde uyandırdığı duygu tipi, onun duygu tonudur.
—Duygu tonlarının bazı edebî akımlarla ve bazı edebî türlerle isim benzerlikleri bulunsa da metni duygu tonunu onlarla
karıştırmamak gerekir. Duygu tonu, türlerden ve akımlardan bağımsız olarak metnin okuyucu üzerinde uyandırdığı duygudur.
Başlıca duygu tonları şunlardır:
Patetik ton: Yazarın ıstırap veren temler yardımıyla (ölüm, hastalık, ayrılık) okuyucunun duygularını harekete getirmesinden
doğar.
Trajik ton: Tiyatro türünde trajediye has olan tondur, şiirde ve romanda da karşımıza çıkar. Tanrı, devlet, ahlâk kuralları gibi
ferdi aşan güçler karşındaki çaresizlikten doğan ıstırabı yansıtır. Istırap ifade eden kelimeler, dağınık bir sözdizimi ritmi,
ünlemler, karşıtlıklar, tekrarlar, imajlar, istiareler, teşbihler vasıtasıyla bu ıstırap okuyucuya yansıtılır.
Komik ton: Çeşitli yöntemlerle güldürmeyi amaçlayan metinlerin duygu yüküdür.

İronik ton: ironi, söylenmek istenenin tersini söylemektir. Böylece, söylenecek olan şey, dolaylı ve imalı olarak söylenmiş
olur. Bizim belagatimizde bu ton, kinaye adını alır.
Lirik ton: Yazarın derin heyecan ve tutkularını dile getiren metinlerin tonudur. Bu tonda, acı, pişmanlık, melankoli, nostalji
gibi duygular olduğu kadar sevinçler, mutluluklar da ifade edilir.
Fantastik ton: Okuyucunun makul, kabul edilebilir açıklamalar ile akıl dışı açıklamalar arasında kararsız bırakıldığı
metinlerin duygu yüküdür.
EĞİTİM AMAÇLI BİR UYGULAMA
—Şimdi, Ahmet Haşim’in “Süvari” adlı şiirini yukarıda sözünü ettiğimiz dört yaklaşıma göre inceleyelim.
Bu inceleme metni daha iyi anlamamıza yardım edecek ve bizi metnin analizine hazırlayacaktır:
Metin:
SÜVARİ
Şu bakır zirvelerin ardından
Bir süvârî geliyor kan rengi;
Başlıyor şimdi melûl akşamda
Son ışıklarla bulutlar cengi...
I) “EDEBÎ AKIMLAR”a göre bir değerlendirme:
—Realistler ve natüralistler, eserlerinde tabiatı olduğu gibi, hiç değiştirmeden anlatıyorlardı.
—Sembolistler, tabiattan yola çıkarak yeni bir dünya kurarlar ve kurdukları bu yeni dünya aracılığıyla ruh hallerini ifade
ederler. Gerçek dünyadan, fikir dünyasına geçerler, böylece gerçekleri aşarlar, kendi ruh dünyalarını şiire yansıtma imkânı
bulurlar; kısaca somuttan soyuta ulaşırlar. Bunun için de edebî sanatlardan, imajlardan, benzetmelerden, analojilerden,
alegorilerden yararlanırlar.
—Edebî anlamda sembolizm, şiirde üstü kapalı ifadelerin bulunması, bazı sırları saklaması anlamına gelir. Sembolistler,
şiirlerinde ahenkli, saf ve kapalı bir dil kullanıyorlardı. İfade etmek istedikleri duyguları, doğrudan ifade etmiyorlar, bu
duyguları bilhassa şiirin sesi, ahengi, dili vasıtasıyla hissettirmeyi tercih ediyorlardı.
—Ahmet Hâşim, XIX. yüzyılda Batı dünyasında ortaya çıkan sembolizm akımına en yakın şairlerimizden birisidir.
Haşim’in genellikle tam bir sembolist şair olmadığı söylenirse de eserlerinde bu akımın derin tesirleri vardır.
—Şairin son yazdığı şiirler arasında yer alan “Süvari” şiirinde de bu akımın etkileri görülür:
Süvari şiirini okuyunca, her okuyucu şairin bir akşam manzarasını anlattığını derhal anlar. Bu tabiattır.
—Şair, tabiattan yola çıkmıştır. Ama anlattıkları realizmde yahut natüralizmde olduğu gibi sadece tabiatla sınırlı değildir.
—Şair, diğer yönden romantikler gibi bu tabiat karşısında hayaller kurmuştur, ama bu hayaller birer
sembol olarak karşımıza çıkmaktadır: Gökyüzü..., dağlar..., bulutlar, batan güneş..., güneşin ışıkları... Aslında bütün
gördükleri bunlardan ibarettir. Ama bütün bunlar, edebî sanatlar, imajlar, benzetmeler, analojiler, alegoriler ve teşhis
sanatlarıyla değiştirilerek anlatılmış, gerçekler, bir sır perdesi arkasına alınmıştır.
—dağlar, bakır zirveler olmuştur (istiare, mürsel mecaz)
—bulutlar kan rengi bir süvaridir (teşhis sanatı)
—güneşin son ışıklarıyla bulutlar savaşa tutuşmuştur (analoji, alegori).
Bütün bu hayaller şairin bu manzara karşısında neler hissettiğini anlamamıza yardımcı olmakta ama bu kan rengi süvarinin
neyi anlattığı, neyin sembolü olduğu açıklanmamakta, bunun yorumu okuyucuya bırakılmaktadır.
—Akşam manzarası, bu şiirde bir savaş alegorisi içinde anlatılmış, ama bu savaşın neyin savaşı olduğu okuyucunun
yorumuna bırakılmıştır.
—Şiirin dili, oldukça ahenkli, mecazlı, saf ve kapalıdır. Şiir bu özellikleriyle “sembolizm” akımı içinde yorumlanmak
zorundadır.
II) “EDEBİ TÜRLER”e göre bir değerlendirme:
—Haşim’in “Süvari” adlı bu metni, lirik bir şiirdir.
—Nazım şekli olarak birçok nazım şeklini ve nazım türünü hatırlatan yönleri bulunsa da bu şiirin “gazel, kaside,
koşma, mani..” gibi belli bir tür yahut biçime göre yazıldığını söyleyemeyiz.
—Şiirde kullanılan nazım birimi dörtlüktür. Bu yönüyle mani ve rubaileri hatırlatır.
—Aruz vezniyle yazıldığından rubaiye şekil yönünden daha yakındır.
—Çapraz kafiyeli oluşu ile koşmaların ilk dörtlüğünü ve bazı manileri hatırlatır.
—Bu şiir, tanıdığımız bir türde yazılmadığı halde Türk şiir geleneğinde bulunan tür ve biçimlerden izler taşır, bundan dolayı
onun tür ve biçimini yadırgamayız.
—Bu şiir, biçim yönünden Türk şiir geleneği ile derin ilişkiler içindedir.
III) “METİN TiPi”ne göre bir değerlendirme:
Şu bakır zirvelerin ardından
Bir süvârî geliyor kan rengi;
Başlıyor şimdi melûl akşamda
Son ışıklarla bulutlar cengi...
—Bu metin, bir manzara tasviriyle başlamakta ve manzara tasviriyle bitmektedir. Bundan dolayı temel metin tipinin “tasvir”
olduğunu söyleyebiliriz.
—Bu manzaranın dikkate çarpan özelliği ise durgun değil hareketli oluşudur. Bu hal, bitmemiş de olsa metinde bir hareketin,
bir hikâyenin varlığını göstermektedir.
—Uzaklardan kan rengi bir süvari gelmekte, ışıklarla bulutlar arasında bir savaş başlamaktadır. Bundan dolayı şiirin “hikâye
etme” metinlerinin özelliğini de taşıdığını söyleyebiliriz. Ancak anlatılmağa başlanan bu hikâye, bitirilmemiştir ve
zihnimizde cevaplanmamış birçok sorular bırakmaktadır:
—Bu süvari kimdir, bulutlar ışıklarla niçin savaşmaktadır, bu savaşın sonucu ne olmuştur sorularına cevap verilmemiştir, bu
hususlar belirsizdir, karanlıkta kalmıştır. Bu belirsizlikler, şiirdeki unsurları birer sembol haline getirmektedir. Bu semboller
okuyucuyu yeni bir dünyaya yönlendirir.

—Şiir, metin tipi yönünden basit değil, karmaşıktır. Böyle bir seçim, metnin kapalı içeriğini desteklemektedir.
IV) “DUYGU TONU”na göre bir değerlendirme:
—Bu metin okunduğunda okuyucu ahenkli bir dil ve beklenmedik hayallerle karşı karşıya kalır. Bu ahenk ve hayaller
okuyucu üzerinde lirik, fantastik ve trajik duygular yaratır:
Başlıyor şimdi melûl akşamda
—Şair bu manzara karşısında duygulanır, bu akşam peyzajı “melûl”dür yani hüzünlüdür, mahzundur, sıkıntılıdır. Bu hal şiire
lirik bir ton kazandırır. Bu manzara değiştirilerek fantastik bir dünya yaratılmıştır.
—Cansız manzara, teşhis sanatı yardımıyla bir canlılar dünyası haline getirilmiştir. Şair gözlerimizin önüne fantastik bir
dünya serer. Bu da okuyucuda fantastik duygular uyandırır. Çizilen manzara, fantastik olduğu kadar, trajiktir: Bu savaş,
olağan üstü güçlerin, kaderin savaşıdır. İnsan bu trajik dünyada sonu belirsiz olan bir savaşın sadece bir seyircisi
durumundadır.
—Duygu tonlarının estetik planında ve üslup planında ortaya çıkması şiirin sembolizm akımı’na yakınlığını ispatlar.
SONUÇ:
Bir edebî metnin tahliline şu dört soruyu sorarak başlamakta yarar vardır:
a) Eser hangi edebî akıma aittir?
b) Türü nedir?
c) Metin Tipi nedir?
d) Duygu tonu nedir?
—Bu sorulara cevap vermek, metin analizinde yapılması gereken en basit işi yapmak, aslında bir metni sınıflandırmak ve
nitelendirmek demektir:
Ahmet Haşim’in “Süvari” şiirini incelerken sorduğumuz temel soruları ve aldığımız cevapları bir tablo halinde özetleyelim:
—Bu şiirin anlamı kapalı sembollerin arkasındadır. İkinci olarak lirik bir şiirdir, bundan dolayı şiire hâkim olan şey fikirler
değil duygulardır. Bu duygular ise şiirin sesi ve hayaller vasıtasıyla hissettirilmiştir.
—Şairin amacı gördüklerini değiştirerek tasvir ve hikâye etmektir.
—Bu şiire okuyucu açısından bakıldığında okuyucu üzerinde lirik, fantastik, trajik duygular bırakmaktadır.
EĞİTİMDE KULLANILABİLECEK BİR METİN ANALİZİ MODELİ
—Bilimsel eleştiri anlayışının temel yaklaşım tarzlarını yansıtan ve günümüzde lise ve üniversite düzeyinde metin analizi
uygulamalarında kullanılan analiz modeli, size çağımızın metin incelemeleri konusunda derli toplu bir fikir verecektir. Bu
modelde, bütün eleştiri akımlarının izlerini bulacaksınız.
—Bu inceleme tablosunu tam ve değişmez bir model olarak düşünmemek gerekir, onun öğrenci düzeyine göre farklı
uygulamaları vardır, ayrıca bütün yaklaşım şekillerini de yansıtmamaktadır. Amacımız, bu konuda sadece basit bir fikir
vermektedir.
—Okuyucularımız, bu inceleme planını biraz ayrıntılı bulacaklardır. Gerçekten bıktırıcı yönlerinin bulunduğu ortadadır.
Ancak pratik çalışmalar göstermektedir ki bu ayrıntılı tespitler yapılmadan bir metin üzerinde verilecek bütün hükümler
tartışmalı olacaktır.
—Aşağıdaki model, hem günümüz yaklaşım tarzları hakkında genel bir fikir verecek, hem metin analizi yapmak isteyenlere
bazı ipuçları kazandıracaktır.
—Bu modelin her esere olduğu gibi uygulanmasına da gerek yoktur, her metin özeldir, bir metin incelenirken ona has olan
unsurlar üzerinde durmak çok zaman yeterli olabilmektedir.
Metni Tanıma Çalışmaları
—Her metin analizi çalışması, sağlam bir metin üzerinde yapılabilir. Verilecek bütün hükümlerin sağlamlığı bu şarta bağlıdır.
—Yazma eserlerin yahut basma eserin birçok nüshası olabilir, elde edilen bir yazmanın sayfaları noksan olabilir. Bundan
dolayı metin analizinde yapılacak ilk iş, sağlam bir metin bulmaktır. Tarih boyunca filolojik çalışmaların ilk amacı orijinal
metni elde etme olmuştur.
—Eser, basılı bir kitapsa bir incelemede ilk yapılacak şey önce kitabı dış nitelikleriyle tanımaktır. Her metin okuyucuyla
yapılmış bir sözleşmedir.
—Bu sözleşmenin iyi anlaşılması için “Dış metin” incelemesi (paratexte) yapılır, eserin adı, yazarı, basım tarihi, metinle ilgili
verilen bilgiler, eserin içinde metnin yerinin tespiti, metnin türünün belirlenmesi, metnin maddî niteliklerinin belirlenmesi,
sayfa düzeni, baskı nitelikleri tespit edilir.
—Bu tespitlerin dikkatlice yapılması oldukça önemlidir: Bu yaklaşım, okuyucunun beklentilerinin belirlenmesini sağlar.
Okuyucunun bu bilgileri alıp okumaya başlaması, bir okuma sözleşmesi yapması anlamına gelir.
Meselâ, kitabın kapağında bulunan “Roman” kelimesi yazar ile okur arasında bir sözleşme yaratır.
Okuyucu, bu sözleşmeyle bazı beklentiler içine girer.
—Metin analizinde metni tanımak için öngörülen bu çalışmalar, filoloji araştırmalarının temel prensiplerinin eğitime
yansımasıdır.

Metnin Tarihî ve Sosyal Şartları içinde Anlaşılması
—Metnin içinde geliştiği tarihî, sosyal ve kültürel şartlar içinde değerlendirilmesidir. Buna eserin dış bağlamı denir. Böyle
bir araştırma yapılırken metnin hangi şartlar atında üretildiği araştırılır.
—Metnin yaratıldığı çevrenin, muhitin nitelikleri değerlendirilir, metnin ait olduğu devrin diğer eserleri araştırılır. Tarihî,
ideolojik ve sosyal şartlar, politik gelişmeler, düşünce tarihi, gelenekler, toplumsal meseleler göz önünde bulundurulur.
—Yazarın sanat çevreleriyle ilişkisi, katıldığı kültürel hareketler, edebî akımlar araştırılır. Yazarın hayatı ile eserleri
arasındaki ilişki sorgulanır.
—Böyle bir yaklaşım, yazar merkezli eleştiri anlayışlarıyla tarihî ve toplumbilimsel eleştiri akımlarının prensiplerinin
edebiyat eğitimine yansıması anlamına gelmektedir.
Dilin Görevlerinin (Fonksiyonlar) Araştırılması
Dilin altı görevi vardır: Bunlar, Jakobson’a göre:
—ifade etme
—etkileme,
—bilgi verme
—algılama
—estetik
—üst dil görevleridir.
Bu görevlerden üçü temel görevlerdir:
1. ifade etme
2. etkileme
3. bilgi verme görevleridir.
—Biz dili kullanarak üç temel iş yaparız: Ya kendimizi ifade ederiz, ya karşımızdakini ikna etmeye çalışırız, ya da bilgi
veririz.
“Ben” zamiri dili birinci fonksiyonda, “sen” zamiri ikinci fonksiyonda, “o” zamiri dili üçüncü fonksiyonda kullandığımızı
gösterir. Bu kuram, metin analizinde öğrencilerin bildirişimin esasları ve dilin temel fonksiyonları üzerinde düşünmesini
gerekli kılar. Böyle bir yaklaşım, XX. yüzyılda ortaya çıkan Rus Formalistlerinden Roman Jakobson’un bildirişim
kuramının eğitime yansıması anlamına gelmektedir.
Metnin Edimbilimsel (Pragmatik) İncelenmesi: Sözceleme (L’énonciation)
—XX. yüzyılda kurulan edimbilim, dil incelemelerine, anlam bilime ve edebiyat araştırmalarına yeni bir bakış tarzı
getirmiştir. Bu bilim dalına göre, söz, hangi şekliyle olursa olsun doğuşu itibarıyla “şimdiki zaman”a bağlı bir olgudur.
—Dilin esası olan konuşma, “şimdi”, “burada” ve “bu şartlar altında” prensiplerine bağlıdır.
—Bir söz, daima söylendiği anın belirtilerini taşır. Bir sözün anlaşılabilmesi için onun hangi şartlar altında doğduğunu
bilmek ve ona göre yorumlamak gerekir.
“Şunu ver!” sözünün ne anlama geldiğini ancak sözün söylendiği yerde isek anlayabiliriz.
—Doğuş şartları içindeki söze “sözceleme” denir.
—Pragmatik bilimi sözü incelerken kim konuşuyor, nerede, ne zaman, niçin konuşuyor sorularına cevap arar.
—Pragmatiğin bu usulünü Türk ve İslam belagatçıları bu bilim dalı kurulmadan yüzyıllar önce biliyorlardı.
—Bu yöntemlerinin okullarda kullanılmaya başlaması, edimbilimin ve yapısalcılığın (structuralisme) etkisiyle
gerçekleşmiştir.
Metnin Dilbilimsel Bir Olgu Olarak incelenmesi
—XX. yüzyılda Ferdinand de Saussure tarafından çağdaş bir dilbilimin kurulması, bütün sosyal bilim sahalarında köklü
değişiklikler yaratmış ve bu değişimler edebiyat öğrenimini de etkilemiştir.
—Saussure, dilin esasını oluşturan “işaret”in (kelime), birbirine bağlı iki unsurdan oluştuğunu, bu unsurların da ”ses” ve
“anlam” olduğunu söylemesiyle birlikte kelimelerin, cümlelerin ve metinlerin çözümlenmesinde yeni bir anlayış doğdu.
—Saussure’e göre bir kelime yahut dil işareti (gösterge), işaretleyen (gösteren) ve işaretlenenden (gösterilen) oluşur.
—İşaretleyen, dil işaretinin (yani bir kelimenin) zihnimizde canlandırdığı ses imajıdır,
işaretlenen, dil işaretinin, kelimenin ifade ettiği kavramdır.
—Saussure’e göre bir dil işareti “bir isimle bir eşyayı birleştirmez, zihnî bir kavramla bir ses imajını birleştirir”. Ayrıca
işaretin işaretleyen ve işaretlenen kısımları, bir yaprağın iki yüzü gibi tek bir gerçeklik oluşturur ve birbiriyle bağlantılıdır;
Bu tanımlamaya göre dilde anlam, işaretin işaretlenen yüzünde ortaya çıkar.
—Gelişen bu yeni anlayışa göre kelimeler, cümleler yahut metinler iki ayrı açıdan ele alındı. Kelimelerin, cümlelerin ve
metinlerin ses tabakası ve anlam tabakası ayrı ayrı incelendi ve aralarındaki ilişkiler araştırıldı.
—Ses ve anlam ayırımı yapısal kuramların esasını oluşturdu. Bu anlayış eğitim uygulamalarına da yansıdı.
—XX. yüzyılda bir metne bakış açısının değişmesini sağlayan en önemli dilbilimsel buluşlardan birisi de her cümlede bir
sıralama ekseni ve bir seçme ekseni bulunduğunun keşfedilmesidir:
“Ahmet maça gitti.” gibi bir cümlede cümlenin öğeleri (özne, tümleç, yüklem) yatay bir eksen oluşturur.
Bu sözdizimsel sıralama, bir sıralama ekseni oluşturur.
—Dil hazinemizde bu üç öğenin her birinin yerini alabilecek başka kelimeler de vardır. Mesela böyle bir cümlede “Ahmet”
kelimesinin yerine, duruma göre “o, yahut, kardeşim, yahut bizim yaramaz vb...” diyebiliriz. Aynı şey diğer öğeler için de
geçerlidir.
—Her öğenin yerini alabilecek kelimeler, birer liste oluşturur. Bu listelere ise “seçme ekseni” denir. Bu anlayış, dil bilimin
olduğu gibi günümüz edebiyat eğitiminin de esasını oluşturmaktadır.
—Çağımızda bilimde ve eğitimde, dil olguları önce ses ve anlam ayırımı içinde ikiye ayrılmakta, sonra ses ve anlam
tabakaları, seçme ekseninde olanlar, sıralama ekseninde olanlar diye tekrar ikiye ayırarak incelenmektedir.
Çağımızda bilimde ve eğitimde, dil olguları önce ses ve anlam ayırımı içinde ikiye ayrılmakta, sonra ses ve anlam
tabakaları, seçme ekseninde olanlar, sıralama ekseninde olanlar diye tekrar ikiye ayırarak incelenmektedir.
Dil ve edebiyat araştırmalarındaki bu temel ayırımı bir tablo halinde şöyle gösterebiliriz:

1) Dilin Anlam Tabakasının incelenmesi (işaretlenen “Gösterilen”):
1. Seçme eksenine bağlı araştırmalar:
a. Sözlük bilimsel Analiz:
— Bilinmeyen Kelimeler: Metinlerde bazen kural dışı kelimeler bulunur.
Metni incelerken bunları tespit etmek ve kullanılış sebeplerini bulmak gerekir.
Bunlar, eski kelimeler (archaïsmes), yeni üretilmiş kelimeler (néologismes) ve özel isimler vb. olabilir.
— Temel anlam ve yan anlamların tespiti: Bunlardan birincisi metnin açıklamaya, ikincisi etkilemeye yönelik olduğunu
gösterir. Yani açıklama amaçlı metinlerde kelimeler hakikî anlamlarında, etkileme amaçlı metinlerde mecazî anlamlarında
kullanılır.
— Öbekleşmelerin tespiti: Kelime alanları (champs lexicaux). Anlam bilim ağları (réseaux sémantiques):
Yeni bir anlam düzlemi elde etmek için birçok kelime alanı arasında kurulan ilişkiler incelenir.
b. Dilbilgisel unsurların incelemesi: issimler, sıfatlar, zamirler, fiiller, bağlaçlar metinde yüklendikleri anlam görevleri
açısından incelenir.
Mesela metinde bilhassa anormal bir sıklıkla kullanılan kelime türlerinin tespiti, bize metinle ilgili önemli ipuçları verir.
c. Edebî sanatların incelenmesi:
— İstiare. —alegori. —zaaf-ı suri (litote). — örtmece (edeb-i kelam /euphémisme). —
mübalağa(hyperbole). —karşıtlama (antiphrase). — ıtnap (périphrase).
2. Sıralama ekseni:
Söz dizimi analizi:
a. Kelime türlerinin çeşitlenmeleri:
—Fiiller: Zaman, görünüm, kip, çatı, olumlu olumsuz çekimler
—İsimler: cins, sayı
—Bunlar aracılığıyla elde edilen etkiler; sıfatlar.
b. Yapı:
— Basit cümleler, birleşik cümleler, isim cümleleri.
— Cümle seçimi (choix des phrases). Yazarın hangi tip cümleleri tercih ettiği araştırılır:
*Açıklama cümleleri
*Emir cümleleri
*Soru cümleleri
*Ünlem cümleleri.
— Cümlede kelimelerin düzeni
— Cümlelerin düzeni. Cümleler, bağlı (liaison) yahut sıra cümleler olabilir.
c. Edebî sanatlar (figures de rhétorique):
—Önyinelem (anaphore)
—tedric (gradation)
—devriklik (inversion)
—teşbih (comparaison)
—tezat (antithese).
2) Dilin ses tabakasının incelenmesi (işaretleyenin “gösteren” incelenmesi):
1. Seçme Ekseni: Ses Bilimi Analizi (analyse phonologique):
— Ses birimlerinin tekrarıyla elde edilen etkiler: Kafiye, seci, alitrasyon,
2. Sıralama ekseni: Tecvid (prosodie) ve vezin (métrique).
a. Tecvid analizi (analyse prosodie):
—Yoğunluk vurguları
—Titremleme (intonation “mélodie”)
—Hız (débit “rapidité”)
—Noktalama
b. Tecvit elementlerinin düzenli dağılımı:
—Ritim, periyod
—Oransızlık, nispetsizlik etkileri
Tecvid (prosodie): Doğru okuma ve telaffuz sanatı.
c. Mısralarda ritim: Vurguların dağılımı, Vurguların yeriyle yaratılan ritim çeşitliliği, ahenk.
d. Vezin: mısra çeşitleri, kıtalar, ölçülü biçimler, serbest mısralar.

Metnin Diğer Metinlerle ilişkisi
1. Metinler arası ilişkiler:
—Metin içinde yer alan diğer metinler (Varyantlar, alıntılar, telmih (allusions)
—aşırmalar, çalmalar (intihaller)
2. Nazire Metinler (hypertextuelle): Bir metnin başka bir metinden hareket edilerek yazılması.
(zeyl “ilave metin”, nazire “pastiche”, parodi “parodie”).
3. Asıl metne ait olmayan cümleler, deyimler, atasözleri, vb...
Kültür Nesnesi Olarak Metin
1. Metin dışı (métatextuelle) ilişkiler: Bir metnin diğer bir metinle açıklanması:
—Eleştiri (critique)
—Şerh (explication)
—Yorum (exégese).
2. Ürünün takdim kipi: Yazara has üslûp yahut çağa has üslup.
3. Anlam tabakaları:
—Eserin sözceye bağlı hakikî anlamı, (sens littéral)
—Eserin tarihî anlamı (sens historique)
—Eserin zamanında nasıl anlaşılıp algılandığı, sembolik anlamı.
Metnin Yapısının incelenmesi
—Vladimir Propp
—Gérard Genette
—A. J. Greimas’ın kuramlarının temel unsurlarına göre metinler analiz edilebilir. (Bu konuda örnek olarak Yazınsal
Göstergebilim ve Eleştiri Ünitesi’ne bakınız.)
İntihal: Bir sanatçının yazısını yahut şiirini kendisininmiş gibi gösterme, çalma
***************