- MODERN SÖYLEM VE 1980 SONRASI TÜRK ROMANI
- ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANINDA YENi AÇILIMLAR, YENi SÖYLEMLER
- Köy-Kasabanın Dar Çevresinden Büyük Kentin Geniş Mekânlarına ya da Zamana, Mekâna ve insana Açılma v Sanayileşmenin ön plana çıktığı, uygarlık ürünlerinin yaygınlaştığı 1970’li yıllarda köy romanında bir durgunluk görülür. v Bu tür romanlardan bunalan kimi yazarlar, yeniden aydın problemi çevresinde kent insanının sorunlarına yönelirler.
- Bir eleştirmenimiz köy romanının ölümünü ileri, akılcı ve toplumcu görüşlere dayanmayan Türkiye’nin sanayi öncesi dönemine ait anlayış ve düşüncelerin ölümü’ne,‘benzetirken (Gevgilli, 1972); yazılarında toplumcu gerçekçi çizgiyi benimsemiş görünen Fethi Naci “Romanlar, Köyler, insanlar” adlı yazısında köy romanının giderek tekdüze bir hâl alışından yakınır.
- Romanın eğitici görevi, insansız bir toplum gerçeğini anlatmak değil, bu gerçek içindeki insanın bu gerçekle karşılıklı ilişkilerini, bu ilişkilerin belirlediği davranışlarını, bu ilişkilerin biçim verdiği bilincini, bu bilinçle toplumsal ilişkileri değiştirme çabasını anlatmaktır. Çünkü yalnız toplum gerçeği olarak köyleri anlatmak, köylerin bozuk düzenini ortaya koymak, bilim adamlarımıza düşen bir iştir.”
- Yeni açılımlara açık olan genç kuşak romancılar, 1960’lı yıllardan başlayarak aydın problemi çevresinde ve büyük kentin sorunları arasında ezilen Türk entelektüelinin bunalımlarını, zamanla hesaplaşmasını konu alan romanlara yönelirler. Bir önceki kuşaktan toplumdaki sosyal dengesizlikleri gündeme getiren romancıları, yeni kuşaktan modern roman tekniklerini eserlerinde uygulayan ve toplumsal sorunlardan bireysel sorunlara geçen romancılar izler.
- Bu romancılar arasında dönem aydınının içinde bulunduğu yalnızlığı, korkuları, çelişkileri işleyen Hikmet Erhan Bener
- (Acemiler, Loş Ayna, Ara Kapı ilk yayımlanışı Kedi ve Ölüm adıyla, Baharla Gelen, Yalnızlar/ilk yayımlanışı Gordium adıyla, Bir
Büyük Bürokratın Romanı, Elifin Öyküsü, Macellos da Vinci’nin Akıl almaz Serüvenleri, Böcek, Bir
- Ölü Deniz, Sisli Yaz, Ortadakiler, Tekilleşme, Anafor, Köleler ve Tutkular),
- Aydındaki yalnızlık acılarını işleyen Ferit Edgü (Kimse, O),
- bütün romanlarının konusunu 50’li 60’lı yılların Beyoğlu hayatından alan ve bu mekânda yaşanan renkli ve
- canlı hayatı anı tadında öyküleştiren Demir Özlü (Bir Uzun Sonbahar, Bir Küçük Burjuvanın Gençlik Yılları,
Bir Beyoğlu Düşü, Bir Yaz Mevsimi Romansı, Tatlı Bir Eylül, ithaka’ya Yolculuk, Amerika 1954, Dalgalar).. gibi romancılar dikkati çeken adlardır.
Konularını Doğu-Batı çatışması içinde yurt dışına çalışmaya giden/göç eden işçilerin/göçmenlerin yaşamlarından alan
- Bekir Yıldız (Türkler Almanya’da, Alman Ekmeği/Demir Bebek, Darbe), Gülten Dayıoğlu(Dönmeyenler),
- Tarık Dursun K. (Bağrıyanık Ömer ile Güzel Zeynep), Adalet Ağaoğlu (Fikrimin ince Gülü), Dursun Akçam (Almanya’nın Zencileri, Almanya’nın Üvey Çocukları/belgesel), Zülfü Livaneli (Arafat’ta Bir Çocuk/Dönemeyenler),
- Yüksel Pazarkaya (Oturma izni), Abbas Sayar (Dik Bayır), Necati Tosuner (Sancı Sancı), Tekin Sönmez (Yeryüzü Gurbeti), Nevzat Üstün (Alamanya Beyleri), Günay Dal (iş Sürgünleri, E5, Yanlış Cennetin Kuşları),
- Hasan Kayıhan (Gurbet Ölümleri, Köln’de Bir Kız), Fethi Savaşçı (Almanlar Bizi Sevmezdi),
- Rıza Hekim (Alpler Geçit Vermiyor, Uzak Yuvada Bahar), Gül Turan (Gülün Dikeni),
- Özdemir Başargan (Gurbet Sofrası), Renan Demirkan (Sakallı Kadın), Mustafa Akgün (Menh’ten Münih’e, Köln Diye Bir Yer, Satı Gelinin Türküsü), Ali Erkan Kavaklı(Alman Doktor, Başkaldırıyorum)...
- romanlarında bu insanların yaşadıkları olumsuz şartları, gurbet duygusunu, konuk olarak bulundukları ülkelerin insanları tarafından
aşağılanmalarını, ülkelerinde ‘gurbetçi’, ‘almancı’ gibi yakıştırma adlarla küçümsenmelerini işlediler.
- Konularını tutukevlerindeki tutukluların yaşam öykülerinden alan Kerim Korcan(Linç, idamlıklar) gözleme dayalı romanlar yazarken, Mehmet Kemal Kurşunluoğlu biyografik hüviyetli Sürgün Alayı’nda taşıdığı sosyalist düşüncelerinden dolayı askerliğini çavuş olarak yapan kahramanının kişiliğinde eleştirilerini devlete ve sağ güçlere yöneltir, aynı zamanda ikinci Dünya Savaşı sırasındaki devlet politikalarını eleştirir.
- Yaman Koray (Deniz Ağacı, Gelintaşı, Mola, Sığırcıklar, Büyük Orfoz), romanlarında leitmotiv, iç monolog gibi yeni anlatım tekniklerini uygulayan ve yeni bir zaman kurgusu deneyen Emine Işınsu Öksüz ,
- varsıllıkyoksulluk, fabrikatör-işçi gibi sınıf çatışmasına dayalı romanlarıyla Yılmaz Güney(Boynu Bükük Öldüler), Burhan Günel (Ökçe, Umut Zamanı, Acının Askerleri, O Güzel Kadının Çocukları),
- kent insanının sorunlarını ve iç çatışmalarını işleyen inci Aral , Selim ileri , Güven Turan (Dalyan, Yalnız mısın, Soğuk Tüylü Martı) izler.
- 1960 sonrası Türkiye’de yaşanan sosyal olayları ve toplumsal çatışmaları farklı bakış açılarından ele alan Lütfi Kaleli (Haşhaş), Yılmaz incesu(Doktor Cemil), Necmi Onur (Arap Abdo, Kadınlar Daha Çok Sever), Mehmet Davaz
- (Mevsimler), Ömer Polat (Mahmudo ile Hazel), Mehmet Selahattin (Kaybolan Dünya),
- Mustafa Miyasoğlu, Yahya Akengin , Duygu Asena, Ayla Kutlu ; Yıldırım Keskin (Bir Gecenin Beyliği, Ölümü Bekleyen Kent/1997 Orhan Kemal roman ödülü); ironik anlatımıyla ve yarattığı Donkişotvari kişileriyle
- toplumdaki kirliliği eleştiren Tahsin Yücel (Mutfak Çıkmazı, Peygamberin Son Beş Günü, Bıyık Söylencesi, Vatandaş);
- tüm romanlarında ulusçu söyleme gösterdiği aşırı tepkiyle dikkati çeken ve sosyal, siyasal olayları insancıl bir yaklaşımla ve ironik bir üslupla irdeleyen Çetin Altan (Büyük Gözaltı, Bir Avuç Gökyüzü, Viski, Küçük Bahçe, Rıza Bey’in Polisiye Öyküleri, Uçuk), doğuştan sorunlu kişileriyle psikanaliz yöntemini romana uyarlayan Yusuf Atılgan,
- yeni anlatım teknikleriyle modern/post-modern anlatım yönteminin yolunu açan Oğuz Atay,
- Kurtuluş Savaşı’nı ulusalcı söylemle ve anı tadında romanlaştıran ilhan Selçuk (Yüzbaşı Selahaddin’in Romanı I-II);
- sosyal konuları toplumcu-gerçekçi bakış açısıyla irdeleyen ve politik eleştiri türü romanlar yazan Sevgi Soysal, v Ömer Faruk Toprak (Tuz ve Ekmek, Karşı Pencere), politik yergi ve gülmece romanlarıyla ünlenen
- Oktay Verel (Kuklalar, fiimdi Tasa Anayasa, Maksat Vatan Kurtulsun, Arslan Gibi Eşekler, Şeytan Mağarası), v kadının üzerindeki sosyal baskıları ve kadının bağımsız olabilmek için yaptığı mücadeleleri temel izlek olarak işleyen
- Ulviye Alpay (Ben Sevilmeye Değerim), Aysel Özakın (Alnımda Mavi Kuşlar/1979 Madaralı Roman Ödülü,
- Genç Kız ve Ölüm), çocuk romanları dışında yazdığı eserlerinde kara mizahın özgün örneklerini sunan Sulhi Dölek
- (Korugan, geç Başlayan Yargılama, Küçük Günahlar Sokağı, Kiracı, Truva Katırı) ve Muzaffer izgü v (Gecekondu, ilyas Efendi, Halo Dayı), Hasan Kıyafet (Gominis imam, Başlayan Kavga, insan Yokuşu),
- Selçuk Baran (Bir Solgun Adam, Bozkır Çiçekleri, Güz Gelmeden), irfan Yalçın (Genelevde Yas, Pansiyonda Huzur, Fareyi Öldürmek, Ölümün Ağzı/1980 TDK Roman Ödülü), Güney Dal (Aşk ve Boks ya da Sabri Mahir’in Ring Kıyısı Akşamları, Küçük <g> Adında Biri), Afşar Timuçin (Yarına Başlamak, Gece Gelen Eski Dost, Kıyılar Durunca) öne çıkan adlardır.
- Bu dönem romancıları arasında romanı birikimlerini okurla paylaşma aracı olarak gören, daha çok iyi niyetle, toplumsal sorunlara kendince çözüm getirmek isteyen, entelektüel tarafı ağır basan romancılar da vardır. Bunlar arasında
- Fikri Sezer(Yasak ilişkiler), Çetin Öner (Dağlara Yazılıdır), Alev Alatlı, kadın sorunlarını gündeme taşıyan Duygu Asena, Feyza Hepçilingirler ; edebiyatı ideolojik ve politik söylemlerden uzaklaştırarak hiciv yoluyla bizdeki abartı
- lı değerleri, “tek yol”culuğu ve özümsenmemiş batılılaşmayı irdeleyen Ahmet Altan (Dört Mevsim Sonbahar, Sudaki iz, Yalnızlığın Özel Tarihi, Tehlikeli Masallar, Aldatmak),
- Doğu-Batı çatışması içinde yanlış batılılaşmayı eleştiren Necip Fazıl Kısakürek (Aynadaki Yalan), v Emre Kongar (Hocaefendi’nin Sandukası), Barlas Özarıkça (Ters Adam) öne çıkan adlardır.
- Bu adlar arasında öykü ve romanlarında ele aldığı konu, işlediği temel izlekler ve anlatım teknikleri bakımından kendinden söz ettiren Selim ileri, Alev Alatlı, Feyza Hepçilingirler ve Duygu Asena’nınromancılıkları üzerinde kısaca durmak istiyoruz.
- Konularını yakın çevresinden ve gözlemlerinden alan, toplumdaki sıra dışı yaşayışları işleyen ve bu ilişkileri aşk potasında eriterek yoğuran bir romancı kimliğiyle okurun karşısına çıkan Selim ileri, ilk romanı Destan Gönüller’den başlayarak gittikçe zenginleşen izlekleriyle ve sıra dışı aşkları konu edinen romanlarıyla dikkati çekmektedir.
- Selim ileri, Ölünceye Kadar Seninim romanında anahtar kelime : Süha Rikkat
- ileri, asli kişi aynı zamanda başarılı bir romancı olan Süha’nın iç dünyasını okura açarken bilinç akışı tekniğini başarılı bir şekilde
kullanmıştır.
ileri’nin geniş yankı uyandıran ve olumlu olumsuz pek çok eleştiriyi üzerine çeken son romanı Yarın Yapayalnız’da yine sıra dışı bir aşkı işlemektedir. Anahtar kelime : (Handan sarp,Elem,soprano).
ileri’nin adı anılanlar dışındaki romanları; Her Gece Bodrum (TDK Roman Ödülü), Ölüm ilişkileri, Cehennem Kraliçesi, Bir Akşam Alacası, Yaşarken ve Ölürken, Ölünceye Kadar Seninim, Yalancı fiafak, Saz Caz Düğün Varyete, Gramofon Hâlâ Çalıyor, Cemil fievket Bey, Aynalı Dolaba iki El Revolver, Hepsi Alev, Uzak, Hep Uzak, Kırık Deniz Kabukları, Bu Yaz Ayrılığın ilk Yazı Olacak, Her Yalnızlık Gibi, Solmaz Hanım, Kimsesiz Okurlar için, Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın, Kafes adlarını taşımaktadır.
- Alev Alatlı , Kıbrıs’ta başlayıp Yunanistan’da son bulan Kıbrıs’lı iki kişinin Eleni ile Arif Tahsin’in evlilik serüvenini anlattığı ilk romanı Yaseminler Tüter mi Hâlâ?’dan sonra kaleme aldığı Or’da Kimse Var mı? genel başlığı altında yayı mlanan dörtlemesinde yerleşmiş değerler ile aydının çatışmasını işler. Viva La Muerte! Adını taşıyan dörtlünün ilk kitabında çıkar ilişkilerinin egemen olduğu kendi değerlerine yabancılaşmış, bir toplumda harcanan bir aydının, Günay Rodoplu’nun öyküsünü; Nuke Türkiye! adını taşıyan ikinci kitapta, Türk aydınının sadece kendi toplumunun bağnazlığına değil, Batı’nın şiddetle sonuçlanan sömürü düzenine karşı da amansız bir mücadele verdiğini; cehaletin sadece bizim toplu mumuza özgü olmadığını, Türk aydınının, Batı’nın hemen her zaman şiddetle sonuçlanan
- kendini beğenmişliği ile de uğraşmak zorunda kaldığını anlatır.
- Dizinin üçüncü kitabı Valla Kurda Yedirdin Beni’de, Türk solunun Kürt sorununa bakışını geniş bir perspektiften irdelerken, sorunun temelinde yatan yoksulluğa, gelir dağılımındaki adaletsizliğe, yıllardı r istihdam sorununu çözememiş yanlış devlet politikalarına ve Doğu insanının yalnız ve korumasız bırakılmasına bağlar.
- Alev Alatlı dizinin son kitabı O.K. Musti Türkiye Tamamdır’da ise okuru, uçları emperyalist güçlere kadar uzanan geniş bir
perspektiften incelediği üçüncü ciltte anlattıklarının sonuçları ve gelinen nokta üzerinde düşündürür.
- Alatlı’nın iki cilt halinde yayımlanan ütopik karakterli son romanı Schrödinger’in Kedisi’nde kendilerine Onarımcılar adını veren bir avuç insanın gezegenimizde Kutsal Koalisyon’un dışında kalarak, hatta karşı çıkarak verdikleri yaşam savaşını anlatır. Romanın olay örgüsü 2010/2012 yıllarında “yitirilmiş bir ülke”nin, Türkiye’nin parçalara bölünmüş bir dönemine oturtulur.
- Alatlı, küreselleşen yeni dünya düzeninin tüm insanlığı felâkete sürüklediği temel düşüncesini öne çıkardığı romanında kuantum fiziğinin temelini oluşturan Schrödinger’in Kedisi deneyinden yola çıkarak bir anti-ütopya kurmaya çalışmıştır. Bu ütopyada insanlar, kendilerine güvendikleri ve kendi öz kaynaklarını harekete geçirdikleri zaman gezegenimize hâkim olan yüce Pir tarikatının dışında kalarak da kimliğini koruyabileceklerini ve mucizeler gerçekleştirebileceklerini alegorik bir anlatımla dikkatlere sunar.
- 80’li yıllarda yazdığı Kadının Adı Yok ve Kahramanlar Hep Erkek gibi romanlarında kadın sorunlarına feminist bir kadının bakış açısından yaklaşan Duygu Asena, son romanı Paramparça’da bu sefer kadın gözüyle erkek dünyasını aralar. Taşra cinselliğinin yasaklı alanlarını romana taşırken, kişilerinin acılarını, bastırılmış duygularını röportaj tekniğiyle romanlaştırır.
- Asena gibi kadınların sorunlarını farklı bir bakış açısından ele alan Feyza Hepçilingirler,
Tanrı Kadın romanında, bir yandan özverili yaşamı içinde kadını yüceltirken, bir yandan da toplumun ona biçtiği değeri sorgular.
- Bu saydıklarımıza kişilerini dinsel ve etnik kimliğine bakmadan insancıl yaklaşımla ele alan ve kadın sorunlarını gündeme taşıyarak kadının toplumdaki yerini belirlemeye çalışan Nezihe Meriç (Korsan Çıkmazı, Alagün Çocukları/Alacaceren adıyla, Boşlukta Mavi), gibi romancılar yanında toplumsal yergiye dayalı, ironi ile mizahı
- birleştiren Dört Köşeli Üçgen adlı tek romanı ile Salah Birsel, eğitim sorununa ironik bir üslupla yaklaşan ve yerleşik düzeni eleştirdiği Hababam Sınıfı ile çıkış yaptıktan sonra biyografik-anı hüviyetli romanlara yönelen Rıfat Ilgaz, (Karartma Geceleri, Karadenizin Kıyıcığında, Sarı Yazma, Yıldız Karayel) dikkat çeken romancılardır.
- Edebiyatın başka alanlarında ünlendikleri halde romanı deneyenler, her dönemde olduğu gibi bu dönemde de bir iki roman denemeleriyle bir yıldız gibi parlayıp sönerler.
- Bunlar arasında Marksist/sosyalist bakış açısından kentin sorunlarını ve kent insanının yalnızlığını, yaşadıkları dönemin sosyal sorunlarını ve toplumsal olayları ana izlek olarak işleyen romancılardan Muzaffer Buyrukçu (Gürültülü
- Birkaç Saat, Bir Olayın Başlangıcı), Şevket Süreyya Aydemir (Toprak Uyanırsa),
- Nazım Hikmet (Yeşil Elmalar, Yaşamak Güzel fiey Be Kardeşim), Necip Alsan(Onlar Ermiş Muradına),
- Kemal Kandaş (Katıla Katıla Gülen Kalimkos), Behzat Ay (Dor Ali, Sis içinde), Kemal Bekir Özmanav(Yabancılar, Kaçaklar), Burhan Arpad (Alnımdaki Bıçak Yarası), Aysel Alpsal (Alaca Karanlık), Kürt sorununu sol bir söylemle ele alan Demirtaş Ceyhun (Asya).. gibi adları sayabiliriz.
- MODERNLEŞME YOLUNDA YENi ADIMLAR YA DA ÖNCÜLER
- 1970’li yıllar, romanımız için yeni açılımların da başlangıcı sayılır. Ancak topyekün bir başarıdan söz etmek de abartılı bir iddia olur.
Birkaç ad dışında, Türk romanı nicelik bakımından gözle görülür bir artış göstermesine rağmen, nitelik bakımından bir düşüşü yaşar. Bunda medyanın sağladığı imkânların ve cilalı imaj adını verdiğimiz reklâmın da önemli etkileri olduğu kesindir.
- Gazete haberleriyle desteklenen konular, okuru bilgilendirmek, onda yeni ufuklar açmak yerine, derinliği olmayan, hep kolaycılığı benimseyen, üslup ve teknik endişesinden yoksun içerikleriyle yarı gazeteci, yarı araştırmacı yazarların etkinlik ve ilgi alanlarını genişletmekten öte fazla bir işe yaramaz.
- Bu olumsuzluklara rağmen bu dönemde uyguladıkları farklı ve yeni anlatım tekniklerle romanımıza soluk aldıran kendilerinden sonraki kuşak üzerinde etkili olan romancılar da vardır. Bu başlık altında özellikle Oğuz Atay ve Yusuf Atılgan’dan söz etmek yerinde olacaktır.
70’li yılların romanı Oğuz Atay, Yusuf Atılgan gibi birkaç ad çevresinde kümelenir. Bu adlardan Çağdaş Türk Romanı içinde önemli bir yere sahip olan Oğuz Atay, Tutunamayanlar romanı ile dikkatleri üzerinde toplamayı başarır.
Tutunamayanlar, ele aldığı konu, konuyu işleyiş tarzı ve iç monolog, bilinç akışı, alıntı gibi yeni anlatım tekniklerini kullanması bakımından Tanpınar’ın izini süren bir romandır.
- Atay, romanında, birtakım dinsel ve mitolojik mitoslardan da yararlanarak yerleşik düzenin değer yargılarıyla, zevkleriyle, yaşama biçimiyle uzlaşamayan, topluma yabancılaşmış insanların yaşamını anlatır.
- Amacı, içinden çıktıkları topluma yabancı, her şeyi ideolojik söylemle çözümlemeye çalışan yarı aydınlarla alay etmektir. Atay, bu kadarıyla yetinmez, üst kurmaca tekniğini kullanarak, kokuşmuş olarak nitelediği, yerleşik düzenin tüm değer yargılarını sarsar.
- Berna Moran’ın söyleyişiyle Tutunamayanlar, bu özellikleriyle birbirine zıt dünya görüşlerine sahip iki zümrenin, “tutunanlar”la “tutunamayanlar”ın romanıdır.
- iç içe üç çerçeve olay çevresinde şekillenen kişilerinden Turgut Özben’in Tutunamayanlar adındaki romanının basım serüveni üzerine kurulan romanda birinci olay zinciri asli kişi Turgut Özben’e, ikincisi Turgut Özben’in romanında öyküsü verilen Selim Işık’a, üçüncüsü ise romanın basımı ile uğraşan gazeteciye aittir.
- Roman, Turgut Özben’in bir gezi sırasında tanıştığı ve sonradan adresine postalayacağı romanı için gazetecinin yazdığı önsözle başlar, Turgut Özben’in basımı için romana iliştirilmiş mektubuyla sona erer.
- O.Atay, romanda alışılmışın zıddına çok farklı bir yöntem denemiş, esere konu olan romanın yazım ve bası m aşamalarını da vermekle, post-modern romanın da yolunu açmıştır. Bu yöntem yıllar sonra Orhan Pamuk, Pınar Kür... gibi romancılar tarafından yeniden denenecektir. v 70’li yılların başlarında arayış içinde olan Türk romanında Oğuz Atay dışında birkaç ad dikkati çeker. Nezihe Meriç Korsan Çıkmazı’nda, Sevgi Soysal Şafak’ta yaşanan zamanı bir güne sıkıştırırarak iç gözleme yönelmekle önemli bir adım atarken; Yusuf Atılgan, Adalet Ağaoğlu romanlarında bilinç akışı anlatım tekniğini benimseyerek dış gözlemci anlatıcının fonksiyonunu asgari düzeyi indirirler. Aynı şekilde Erdal Öz (Odalarda), Tahsin Yücel (Mutfak Çıkmazı) bilinç akışı ve iç gözlem yoluyla roman kişilerinin bunaltılı ruh dünyalarını başarıyla sergilerler .
1960 sonrası Türk romanında modern anlatım teknikleri, ruhbilimsel ve bireyin iç dünyasına yönelik konuları ile dikkati çeken romancılardan biri de Yusuf Atılgan’dır. ilk romanı Aylak Adam’da (1957-58 Yunus Nadi Roman Armağanı ikincilik ödülü) babadan kalan mirası aylakça harcayan ve zamanını erken yaşta ölen annesinin ve onun yerini alan teyzesinin benzerini aramakla geçiren C. adlı kişisinin ruhsal durumunu işler.
- Yazar öteki kişilerinin zıddına asli kişisinin adını simgesel bir işaretle C. ile vermesi ise açılımını tamamlamamış bir varlığı simgelemektedir.
- “Eli paketliler” söz grubu ile bir yandan romanın yazıldığı yıllarda gençler arasında ilgi gören her türlü düzene başkaldıran yeni insan tipini ortaya koyarken; bir yandan da zaman içinde eşlerin ve evliliğin tekdüze bir hal almasına, sevginin/heyecanın kaybolmasına ve bunun sonunda yaşanan acıya, yabancılaşmaya ve hayal kırıklığına da işaret etmektedir.
- Atılgan, Aylak Adam’daki başarısını Anayurt Oteli’nde de geliştirerek sürdürür.
- Mekân olarak Manisa’da Anavatan Oteli ve onun kâtibinden esinlenerek yazdığı Anayurt Oteli’nin kurgusu, aynı adlı otelde kâtiplik
yapan Zebercet adlı kahramanın ruhsal dünyasının açığa çıkarılması üzerine şekillenir.
- Yusuf Atılgan, psikolojik romanlarda gerekli olan laboratuvar yönteminin bilimsel verilerini esas almasa da, kahramanına bu sonu hazırlarken, onun birkaç kuşak öncesinden başlayarak tanık olduğu ya da ilişki içinde olduğu insanlara kadar yaşamının her anını ayrıntılarıyla dikkate sunar.
- En verimli çağında kaybettiğimiz Yusuf Atılgan’ın üzerinde öteki yazarlara göre biraz fazla durmamızın sebebi, geleneksel betimlemelerden, kurgulardan ve anlatma tekniklerinden farklı bir yol izlemesi ve yazıldığı yıllarda ülkemizde pek az romancı tarafından denenen bilinç akışı, iç konuşma, geriye dönüş, leitmotif gibi zıtlıklardan ve karşıtlıklardan yararlanması, geriye dönüş gibi modern anlatım teknikleriyle okuru ruhsal bakımdan sorunlu kişilerinin iç dünyasına çekmesidir.
- Atılgan, dışarıdan duygusuz, donmuş, hareketsiz ve önemsiz gibi duran roman kişilerini sürpriz dokunuşlarla canlandırır. Onların yaşama karşı zayıf bağlarının nedenlerine ve niçinlerine, modern psikolojinin ve psikiyatrinin yöntemlerinden yararlanarak ya da iç dünyalarına ayna tutarak bilimsel açıklamalar getirir.
- Atılgan’ın romanlarındaki amacı okuru bilinçaltının gizemli ve karışık dünyasında dolaştırmak ve görünen ile görünenin arka planındaki zıtlıkları ortaya dökerek okurda şok duygusu yaşatmaktır, bunu da başarı ile gerçekleştirmektedir. Atılgan’ı çağdaşı pek çok romancıdan farklı kılan da bu anlatım teknikleri ve bakış açısıdır.
- MODERN, FANTASTiK VE POST-MODERN EĞiLiMLER
- 1980’lerden itibaren roman yazmaya başlayanlar, toplumsal sorunları ele almakla birlikte biçim ve sanat kaygısını ön plana çıkarırlar.
- Bu değişimin temelinde Sovyet Bloku’nun çözülmesi, küreselleşme, toplumdaki yerleşmiş ahlâk normlarının değişmesi gibi dünyadaki gelişmelerin ve kuşak romancılarını politize olmaktan bir ölçüde uzaklaştıran 12 Eylül harekâtının etkisi olduğu açıktır.
- Bu yeni açılımın gereği olarak, ele alınan konuların da birtakım zıtlıklara değil, buluşma noktalarına doğru kaydığı dikkati çeker. Artık, zaman, mekân, olay, anlatıcı gibi geleneksel biçim anlayışı dışında, yapısalcı dil kuramlarını esas alan yeni roman ögeleri olan simgeler, mitler, yeni imgelerle örülü bir sanat anlayışı, biraz el yordamıyla da olsa, romanda uygulama alanı bulmaktadır.
- Romanlarda, anlatılan konudan ziyade nasıl anlatıldığı öne çıkmış, anlatım aracı olan dil, başlı başına romanın temel ögeleri arasında yer almıştır. Sözünü ettiğimiz bu açılımın uzantılarından romana gerçekçi olma endişesi dışında, bir kurmaca metin olarak bakan post-modern akımdan ve bu akımın temsilcilerinden kısaca söz edelim.
Batıda James Joyce, Franz Kafka, W. Faulkner.. gibi romancıların başlattığı modernist akım ile Vladimir Nobakov, Alain Robbe Grillet gibi yeni romancıların başlattıkları post-modern anlatım teknikleri biraz gecikmeyle de olsa Türk romancıları tarafından uygulanma fırsatı bulur.
- ilk kez 50’li yıllarda Tanpınar’ın başlattığı klasik anlatma tarzlarının dışında romanın kurgusuna ve anlatım biçimine yönelik bu akımın en belirgin özellikleri klasik romanda yol gösterici aydın imgesinin yerine her şeyi bilmeyen sıradan bir insan tipini yerleştirmek; okuyucuyu bilinmezlik ve belirsizlik içine sürükleyerek çözümden kaçınmak; üst kültür ve alt kültür ayrımı na karşı çıkmak; esere sadece bir kurmaca, yazarın elindekilere ise malzeme olarak bakmak; bol bol gerçek dışına yer vermek; sanat ile gerçek yaşam arasındaki bağları koparmak; kurmaca olaylar yanında romanın yazılış serüvenini de romana konu etmek; okuru eserin içine çekerek kendi yorumunu ve sonucunu kurmaya
zorlamak; dili bilinene ve geleneksel anlatıma karşı kullanarak okuru metne yabancılaştırmak; yeri geldikçe roman kurgusunun dışına çıkarak roman kişisi ile okur arasında diyalog kurmak ve nihayet roman kişilerinin iç dünyalarındaki kar maşık ruh halini verebilmek için alışılmışın dışında farklı anlatım tekniklerine yer vermek... olarak sıralanabilir.
- 70’li yıllarda Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar ve Tehlikeli Oyunlar romanlarında görülen post-modern akım, 80’li
- yıllarda Yusuf Atılgan (Anayurt Oteli), Pınar Kür (Yarın Yarın, Bir Cinayet Romanı), Adalet Ağaoğlu (Bir Düğün Gecesi), Bilge Karasu (Kılavuz), Nazlı Eray (Arzu Sapağında inecek Var), Latife Tekin (Sevgili Arsız Ölüm), v Orhan Pamuk(Kara Kitap, Yeni Hayat..) tarafından başarıyla uygulandı.
- Türe ironik bir üslupla yaklaşan Süreyya Evren’in Post-modern Bir Kız Sevdim romanını da burada anımsatalım.
- Yukarıda adlarını sıraladığımız roman yazarları içinde Tanpınar’la başlayan ve Oğuz Atay’la sürdürülen özgün roman anlayışı çizgisinde Orhan Pamuk, Pınar Kür, inci Aral, Latife Tekin, Bilge Karasu, Adalet Ağaoğlu, Hulki Aktunç, Mustafa Miyasoğlu gibi adlar, çağdaş Türk romanına yeni ufuklar açacak gibi görülmektedirler.
- Tüm eserlerinde kültürler arasındaki farklılıkları işlediğinden dolayı 2006 Nobel Edebiyat Ödülü’nükazanan Orhan Pamuk dur.
- Seksenli yıllardan itibaren Türk romancıları arasında anlatım teknikleri ve postmodernist yaklaşımlarıyla dikkat çeken Orhan Pamuk’un, II. Meşrutiyetten 12 Mart’a kadar bir zaman dilimi içinde bir ailenin yaşamını anlattığı ilk romanı Cevdet Bey ve Oğulları’ndan sonra yayımladığı Yeni Hayat romanı, onun bu alandaki yolunu da belirler.
- Yolculuk ana izleği çevresinde gelişen roman, aslî kişinin okuduğu bir kitabın etkisinde kalarak daha önceki değerlerinden uzaklaşmasını, çevreye karşı duyarsızlaşmasını ve yolculuğa çıkmasını konu alır.
- Tamamen üst-kurmaca bir özellik taşıyan Yeni Hayat’ta belli bir zaman ve yerden de söz edilemez. Anlatılanlar, belli bir zamanda
değil, kahramanın iç dünyasında başlar ve biter.
- Mekân ise, “Viranbağ”, “ışıktan bir ülke”, “dönüşü olmayan ülke”, “altın ülke” sözleriyle nitelenen “ölümle hayatın, anlam ile hareketin, zamanla rastlantının, ışıkla mutluluğun birbirine karıştığı” simgesel bir ülkedir.
- Post-modern bir roman olan Yeni Hayat, alışılmış roman anlayışının biçim ve pratiklerinden ilk kopuşu da ifade etmektedir. Öykünün kendisinden ziyade öykünün anlatılması üzerinde duran roman, bir bakıma modern sanatın sınırlarını ironi ve nihilizmle yıkmaya çalışmaktadır.
- Yine Orhan Pamuk, kahramanının iç evreninde yaptığı yolculuklardan ve bu yolculuklar sırasında verdiği mesajlardan, zaman içinde olgunlaşmış, belli bir kıvama ulaşmış değerlerden hareketle başarılı bir roman yazılacağının da yolunu göstermektedir.
- Orhan Pamuk’un bir babaanneyle torunlarının ilişkileri üzerine kurulan ve birbirine zıt görüşleri olan kahramanlarının iç dünyalarını ve birbirlerine yabancılaşmalarını sorgulayan romanı Sessiz Ev’in ardından yayımlanan Kara Kitap romanı da romancılığımız açısından üzerinde durulmağa değer eserlerdendir.
- Romanı yapısalcı bir dikkatle inceleyen Korkmaz’ın saptaması yerindedir. Ona göre Kara Kitap, “modern zihniyet ve teknolojik ilerlemenin kötücül bir faturası gibi Romanda yer alan kişiler, eşyalar/objeler ve kavramlar ayrıştırıldığında birtakım simgesel değerler olduğu ortaya çıkar. Romanın başında verilen fieyh Galib’i çağrıştı ran Galip, Mevlana’yı çağrıştıran Celâl ve Diyar-ı Kalb’i çağrıştıran şehrikalp gibi simgesel isimler ile okuyucu, Doğu anlatı türlerinin evreninde yolculuk yapacağını fark eder. Galip, romanda şehrikalp apartmanına gitmeye çalışırken okuyucu şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’taki kişisi Aşk’ın Diyar-ı Kalb’e gitme serüvenini anımsar.
- Galip ile Rüya’nın serüveninde Galip’in Hüsn ü Aşk’ı okurken Rüya’ya âşık olması gibi. Berna Moran’ın değerlendirmesiyle romanda Galip’in Rüya’yı ve Celâl’i aramak için istanbul sokaklarında gezinmesi, Hüsn ü Aşk ve Mantık’ut Tayr kahramanlarının yolculuklarını, ve bu gezinti sırasında verilen öykü parçacıkları ise Binbir Gece Masalları’nın, Kelile ve Dimne’nin anlatım tekniğini anımsatır.
- Bu tekniği, Batı romanın kimi örneklerinde söz gelişi Ulysses’de, Odysseus’un serüvenleri, Mankenler Cehennemi diye tanıtılan gizli mahzenlerdeki çeşitli kimlikleri sembolize eden mankenlerle Dante’nin ilahi Komedya’sının Cehennem bölümündeki günahkârları, pavyonda toplananların birer öykü anlattığı sahne ile Dekameron’u- aramak da mümkündür; ama yazar, nedense bu kaynakları pek gündeme getirmek istemez.
- Mantık’ut Tayr’da ve Hüsn ü Aşk’ta verilen yolculuk, kişinin yolculuk sırasında kendi ben’ini bulması, olgunlaşmasına hizmet eder.
- Kara Kitap’ın aslî kişisi Galip ise yazarlık bilincine ulaşır, yazma yeteneğine kavuşur. Galip, şehrikalp apartmanına ulaştığında uzun zamandır aradığı Celâl’e dönüşür ve böylece gerçek kişiliğini kazanır, yani kendini bulur. v Doğu edebiyatına özgü motişerin kullanıldığı romanda verilen her değer, simgesel özellikler taşımaktadır.
- Şeyh Galib’in Hün ü Aşk’ından Binbir Gece Masalları’ na, Attar’ın Mantıku’t Tayr’ına, Mevlâna’nın Mesnevi’sine kadar geleneksel
metinlerin anlatım biçimleri, romanın da tekniğini oluşturmaktadır.
Romanın ana izleği ise günümüzde değerlerinden koptuğu için çevresinden soyutlanan, bu yüzden
- de yalnızlaşan insanın kendini bulması, kendisi olması çevresinde şekillenir.
- Yazar, bu zıtlığı Şehrikalp apartmanı aracılığıyla verir. Bu apartmanda dostlukların, sıcak aile ilişkilerinin yerini “yabancılaşma,
kalabalıklaşma ve yığınlaşma” almıştır.
- Kara Kitap, aslî kişisinin serüveni içinde görünen ile görünmeyen arasındaki zıtlık, düş ile gerçek, metin ile okur ilişkisi gibi edebiyatla ilgili pek çok sorun yanında taklide dayalı batılılaşma sorunlarını da gündeme taşır. Romanın bir yerinde verilen kitap kurdu
Şehzade’nin öyküsü ile manken ustası Bedii Usta’nın serüveni içinde Türk kimliğinden uzaklaşmış kişilerin yozlaşma düzeyine dikkat çekilir.
- Sonuç olarak Kara Kitap, tüm post-modern romanlarda olduğu gibi öyküden ziyade öykünün anlatım serüvenini işleyen tekniği yanında, geleneksel anlatı türlerinden yararlanarak modern bir roman yazılacağının da yolunu gösteren ve Türk
- romancılığında yeni ufuklar açan bir romandır.
- Yine Kara Kitap, “kişinin kendini arama/bulma çabasını, derin bir varlık olarak irdeleyen yazar, ayrıca; çevre-insan,
- çevre-dünya sorunsalına da gönderme yaparak, insanı evrensel bir bütünlük içinde kavramaya çalış(masıyla)” üzerinde kafa
yorulması gereken bir romandır.
- Orhan Pamuk, tarihsel roman özellikleri taşıyan Beyaz Kale’de Osmanlı Devletinin görkemli dönemlerinde Venedikli bir bilim adamının ilgi alanları ve görünüşü bakımından kendisine çok benzeyen bir Türk’ün önce kölesi sonra dostluğunu ve güvenini kazanarak danışmanı oluşunu, birbirlerini kültürleriyle etkilemelerini, Beyaz Kale’nin fethini gerçekleştirecek silah tasarımlarını ve bu yolda düşsel serüvenler yaşamalarını anlatır.
- Doğuya özgü metaforlardan yararlanarak düş ile gerçeğin sınırlarını bulmaya çalışan ve varlık problemini sorgulayan Beyaz Kale ve konusunu Doğu Anadolu’nun sınır kentlerinden birinde geçen aşk öyküsünden alan Kar romanları, yazarın arayışlarını sürdürdüğünü göstermesi bakımından dikkate değer.
- Toplumsal sorunları ve bu sorunlar içinde yer tutan kadınların bireysel dertlerini ele alanlardan biri de Pınar Kür ’dür. Çağdaş kadın yazarların yaptığı gibi kadınların eylemci yanlarını öne çıkaran Kür, onların özgürlüklerini elde etmeleri için sadece sınıfsal mücadeleyi yeterli görmez, bunun yanında siyasal çatışmalara da işaret eder.
- Romanlarında yaşadığı zamandan ve mekândan şikâyet eden kişilerinin iç dünyalarındaki huzursuzlukları, birtakım açmazları, yalnızlıkları birey-toplum değerleri uyuşmazlığında ele alır.
- Pınar Kür’ün ‘Çağına tanıklık eden romanlar’ başlıklı ünitede tanıttığımız, 12 Mart döneminin olumsuzluklarını anlattığı Yarın Yarın romanı dışında; konusunu bir süre aralarında bulunduğu tiyatro çevresinden aldığı ve sanat-insan ilişkilerini öyküleştirdiği Küçük Oyuncu ile müstehcen olduğu iddiasıyla kovuşturmaya uğrayan ve bir süre yasaklanan Bitmeyen Aşk romanlarından sonra kaleme aldığı iki romanı, onun romancılığındaki yerini belirlemesi bakımından, üzerinde durulmaya değer.
- Pınar Kür, 1979 yılında yayımladığı Asılacak Kadın romanı, cinsel bakımdan sömürülen ve sonunda cinayete sürüklenen genç bir kadının, Melek’in serüvenini konu alır.
- Asılacak Kadın, kısaca, cahillik, bencillik, bağnazlık, kimsesizlik ve çaresizliğin kıskacındaki bir genç kadının hüzünlü yaşamı nın öyküsüdür.
- Pınar Kür, Asılacak Kadın’dan on yıl sonra polisiye türünün tekniklerinden yararlanarak kaleme aldığı Bir Cinayet Romanı’nda bir yandan okuru, türün gereği olarak, heyecanlandırırken; öte yandan kurmaca metin ile gerçeklik arasındaki ince çizgiye dikkati çeker.
- Ancak romanın benzerlerinden ayrılan en önemli yanı, hem içinde bir cinayet işlenen olaya, hem de türe özgü söz kalıplarına,
anlatım tekniğine ve oluşum serüvenine yer vermesi.
- Romandaki olayların Moran’ın söyleyişiyle bir “iç-roman” diye niteleyeceğimiz “Ölümün Vazgeçilmez Çekiciliği” adlı
başka bir romanın yazılışı ile iç içe/bir arada yürütülmesi, romanı bir üstkurmaca metin hâline getirir.
- Kür, dış dünyayla ilintili yaşamı değil, anlatının serüvenini verir. Romanın sonunda sözünü ettiğimiz bu iç-roman tamamlanmaz ama bu romana katkıda bulunanların yazdıkları aracılığıyla, başta roman yazarı ve aynı zamanda romanın önemli kişilerinden Akın Erkan olmak üzere, farklı cinayet planları sunan öteki kişilerin de ruhsal dünyalarını tanıma fırsatı buluruz. Romanın asıl yükünü dedektif görevi üstlenmiş Emin Köklü çekmektedir.
- Yazar kimi zaman okuru şaşırtmak için simgesel adlardan yararlanarak romanı “kurmacanın çözümlendiği bir dedektif romanı” haline sokar.
- Buna göre romanın ikinci katmanındaki kurmaca dünya, yani Bir Cinayet Romanı’nın dünyası, üçüncü katmana v göre gerçek bir dünya olarak sunuluyor okura.
- Bir çeşit cinayet romanı yazarlığından doğan ve rekabete dayalı bir mücadele. Akın, geçmişte yaşadığı kadınlık onurunu zedeleyen
bir olay ile bağlantılı olarak romanını kurgularken; matematik profesörü Emin Köklü onun geçmişini bildiği için ona şantaj yaparak evlenmeye zorlar.
- Bir Cinayet Romanı, tüm post-modern romanlarda olduğu gibi “çok sonuçlu ya da sonuçsuz bitişiyle; yazarla tartışan, rollerine itiraz eden, romanı ele geçirerek yazarın kendisini roman kişisine dönüştürmek isteyen karakterleriyle” romancılığımız için önemli durak noktalarından biridir.
- Yazarın Bir Cinayet Romanı’nın bir çeşit devamı niteliğindeki Sonuncu Sonbahar ve uzun bir aradan sonra yazdığı son romanı Cinayet Fakültesi’nde yine bir cinayetin çözümlenmesi çevresinde postmodern üslup ve biçim endişesi ön planda.
- Kişiler, Yarın Yarın’dan, Bir Cinayet Romanı’ndan tanıdık insanlar. Kimi zaman birbirleriyle bağlantılı, kimi zaman farklı ortamlarda geçen karmaşık olaylar yumağı içinde bu kez emekli olup köşesine çekilen matematik profesörü dedektif Emin Köklü yine cinayet çözme görevini üstleniyor.
Türk romanında farklı bir ekolü temsil eden Bilge Karasu , öykücülükle romancılığı bir arada yürüttüğü eserlerinde sevgi, dostluk, tutku, korku, ölüm, bireyin ezilmesi, inanç ve baskı çatışması, başkaldırma ve boyun eğme gibi
- temel izlekleri özgün bir söz dizimiyle işler.
- Karasu, uzun öykü hüviyetindeki Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’nda adeta kendi içine bir yolculuk yaparak okuru v kendi yanına çeker.
- Masal olarak adlandırdığı Göçmüş Kediler Bahçesi’nde korkular, acılar içinde bunalan kişisini masalların gizemli dünyasında yücelterek yeniden var olmanın hazzını ve yolunu sezdirir.
- Birbirinden bağımsız gibi görünen ama bütüncül açıdan bakıldığında fantastik bir roman izlenimi uyandıran Göçmüş Kediler Bahçesi imgesel anlatımın tüm özelliklerini bünyesinde taşır.
- Karasu öteki eserlerinde olduğu gibi küçük ayrıntılara inen dikkatiyle, iç içe bölümlenen ve çoğalan imgesel uzantılarıyla ve hepsinden önemlisi dilsel şöleniyle bir oyun oynar okuruyla. Ama tüm eserlerinin derin yapısı, ölüm ana izleği ve ölüm ile ilgili çağrışımsal izleklerle örülmüştür. Yazarın yazgısıyla da paralel olarak ağır ağır yaklaşan ölüm her satırda okura sezdirilir.
- Okur, ironi ile saçmanın bir arada yürütüldüğü silik bir alanda ve puslu bir havada iz sürmeye çalışır; ama bir süre sonra izler birbirine karıştığından ya da bilinçli olarak ortadan kaldırıldığından bilinmezler dünyasının içinde korkulu ve sonu belirsiz bir serüvene girer.
- Karasu, hakkında çok konuşulan romanı Gece’de düş ile gerçeği birleştirir. Anlatılanların yer yer yazarın yaşam öyküsüyle örtüştüğü romanda eylemden çok düşünce ön plandadır; ama, olayların akışı içinde sezdirilen 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerini anımsayabilen okurlar, anlatılanların gerçek yaşamla yakından ilgili olduğunu kolayca fark edebiliyor. Karasu sadece ülkemizin sorunlarıyla kendisini sınırlamıyor; gece işçilerinin yaptıklarını betimleyen cümleler, okuyucuyu baskı rejimlerinin evrensel tarihine götürüyor.
- Eleştirmenlerin post-modern roman, kimilerinin “kilitli roman” olarak nitelediği Gece, simgelerin çok kullanıldığı kapalı bir romandır.
Anlatılanların yorumlanması ve algılanması birtakım şifrelerin çözümlenmesine bağlıdır.
- Romanın adı sadece günün bir dilimi olan bir zaman parçası değil, kapıların tekmelenip insanların sorgulamaya götürüldüğü, tutuklandığı bir dönemi de simgeler; hatta romanın sıkıntı, korku, ölüm, yalnızlık... gibi zengin bir imgelem dünyası da vardır.
- Romanda kullanılan anlatıcılara gelince, Karasu bu konuda da farklı yöntemler dener. “Ben” ögesinin öne çıktığı romanda çoğu kez okuru da olayların içine katarak ben’in sorgulamasını yapar.
Roman, Gece/Gecenin Bekçileri ile Gündüz/Güneşin Hareketi gibi birbirine zıt iki zamanın çatışması üzerine kurulmuştur. Çatışmanın birinci halkasındakiler ikincileri yok etmeye çalışır. Ancak bu kutupluluk çoğu zaman iç içe verilerek gönderme yapılan dönemdeki kişilik parçalanmaları ve çözülmeleri yapılmaya çalışılır. Gecenin ve Gece Bekçilerinin saldığı korku, Gündüzü ve Güneşi de etkileyerek tüm zamana hâkim olur. Gece, gücünü her şeyi gizleyen ve görünmez kılan karanlığı n gücünden alır. Korku, bu güç sayesinde büyür ve yaygınlaşır.
- Karasu, fazla öne çıkarmasa da gece ile ölüm korkusunu vermeye çalışmıştır. Yirmi dört saat ile sınırlanan bu zaman dilimi insan ömrü ile karşılaştırıldığında, öğlenden sonrası, ölüme adım adım yaklaşılan bir dönemdir. Gece ise bu adımların sıklaştığı ve ölüm korkusunun yoğun olarak duyulduğu bir zaman parçasıdır. Bu yüzden Gece’de betimlenen yerler, soğuk ve kasvetlidir. Yoğun bir şekilde sıralanan sıfatlar, gündelik yaşamın bir parçası hâline gelmiş korkuyu bütün acımasızlığıyla sezdirir.
- Karasu’nun Gece’de denediği tekniklerden biri de farklı anlatıcılar kullanmasıdır.
- ‘Kapalı’ metinlerin yazarı olarak tanınan Karasu, bir cambaz gibi âdeta dille oynar. “Her tümce yaşamla birlikte biter” düşüncesinden yola çıkarak, ikinci Yeni’cilerin şiirde yaptıklarını roman ve öykülerinde gerçekleştirir.
- Karanlıklarla örülü Gece’nin gerçeğinde dilin gündelik sınırlarının dışına çıkarak düş gücünün ve anlatımın sınırlarını zorlar. Karanlık ortamda dilin kıpırdanışını sezdirir.
- Bilge Karasu’nun son romanı Kılavuz, polisiye ve fantastik unsurların kullanıldığı üstkurmaca bir romandır.
- Anatar kelime ;Uğur ve Mümtaz
- Romanı “fantastiği içeren ve tür olarak gotik ile polisiye karışımı bir anlatı” olarak niteleyen Berna Moran’a
- göre Kılavuz’u bilinen gerçekçi romanlardan ayıran iki önemli özelliği var: Biri “anlatının kurmaca olarak kendi üzerinde duran üst
kurmaca yönü”, diğeri “insan ilişkilerine eğilen yönü”.
- Bilge Karasu, birtakım fantastik, gizemli ve doğaüstü/şaşırtıcı olaylarla yüklediği romanını okunabilir kılmak ve gerilim unsurunu canlı tutmak için bir yandan polisiye romanların klasik yöntemlerinden/motiflerinden/simgelerinden yararlanmı ş, bir yandan da Kılavuz’un labirentlerinde dolaştırmak suretiyle okuru kurmaca dünyanın içine katmıştır.
- Karasu, polisiye romanların zıddına gizemli olayların tamamını çözümlemeyerek gerçeğin sorgulamasını da yapar. Karasu’nun romanını benzerlerinden ayıran bir başka özelliği ise, kurmaca içinde bir başka kurmacaya yer vermesidir.
- Romanlarında klasik anlatım tekniklerinden saparak bilinç akışı, iç monolog gibi yeni anlatım teknikleriyle kendine özgü bir yol tutturan Adalet Ağaoğlu, ilk romanı Ölmeye Yatmak’tan itibaren yayımladığı Fikrimin ince Gülü, Bir Düğün
Gecesi (Sedat Simavi Vakfı ödülü 1979, Orhan Kemal ve Madaralı Roman Armağan1980), Yaz Sonu, Üç Beş Kişi,Hayır, Ruh Üşümesi, Romantik Bir Viyana Yazı ve Gece Hayatım’a kadar tüm romanlarında toplumun değişik katlarından seçtiği kişileri aracılığıyla 1950’li yıllardan itibaren Türk toplumunda görülen sosyal ve düşünsel
değişiklikleri, toplumun alt katlarındaki kişilerin, özellikle çağdaşlaşma sürecindeki kadınların yaşam serüvenleri içinde iyi hazmedilmemiş yozlaşma düzeyindeki batılılaşmayı, köksüz ve özümsenmemiş modernizmi, kaba sloganlara dayalı
ulusçuluğu, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün demokratik olmayan uygulamalarını, sömürü aracı olarak kullanılan sermaye birikimini, Avrupa ülkelerine çalışmaya giden gurbetçiler ve sorunlarını, 70’li yıllardan itibaren uzun zaman gündemi tutan sağ-sol çatışmalarını eleştirel gerçekçi bir yaklaşımla biraz da ironik bir anlatımla ele alır.
Ağaoğlu’nun romanları arasında anlatım tekniği bakımından önemli bir yeri olan Bir Düğün Gecesi’nden kısaca söz edelim.
Moran’ın da yerinde saptadığı gibi roman, bir yanıyla 12 Mart dönemini işleyen romanlar arasında yer almasına rağmen daha çok modernist özellikler taşır.Romanda 70’li yıllarda Türk toplumunun genel bir tablosunu sunan Ağaoğlu, dönemin askerden bürokrata, iş adamından avukata devrimcisinden gericisine kadar farklı üst düzey görevlerde bulunmuş, farklı dünya görüşlerine sahip tiplerini bir düğünde buluşturur.
- ilerici-gerici kutupluluğu üzerine kurulmuş romana asıl estetik boyut kazandıran, konusundan ya da yapısından ziyade anlatıcıyı tamamen ortadan kaldıran ve onun yerine Türk romanında belki ilk kez “bağımsız iç konuşma” yönteminin denendiği anlatım tekniğidir.
- Ağaoğlu zaman zaman bu iç konuşma yönteminin sıkıcılığını hafişetmek için anı defterinden yararlanır.Bununla yazar, 70’li yıllar Türkiye’sini simgesel olarak temsil eden bu insanların kuşku ve tedirginlik içinde bulunduklarına, aralarında iletişim kopukluğu olduğuna da işaret etmektedir.
- Ağaoğlu romanında farklı zihniyetteki insan panoraması çizmesine rağmen sağ-sol diye iki kutuplu bir çatışma üzerine kurar
romanını. Ama onun asıl amacı, sağcılardan çok sol görüşlü aydınların içinde bulundukları durumu, yanılgılarını ve açmazlarını vermektir.
- Bu yüzden sağcı ya da romandaki nitelemesiyle “gerici” olarak tanımladığı kişileri yüzeysel ve kabaca tanımlamaktan ileri gitmez.
Kimi zaman da yine asli kişi Ömer’in zihinsel konuşmalarıyla genel bir panorama çizilir.
- Ağaoğlu’nun iç dünyalarını ayrıntılı olarak ve iç konuşmalarıyla bize sundukları ise, devrime inanmış ama aynı düşünceyi paylaştıkları kişilerin ihanetine uğramış ya da dışlanmış ve yalnız bırakılmış kişilerdir.
- Tüm kişilerin değişik ölçeklerde eleştirisinin yapıldığı romanda tek olumlu tip, emeğiyle geçinen kendisi gelmeyip düğün salonuna gönderdiği kır çiçekleriyle katılan solcu Ali Usta’dır.
- Ağaoğlu, romanın sonunda iki önemli izleği ön plana çıkarır: “iletişimsizlik” ve iç-dış uyumsuzluğundan kaynaklanan “karşıtlık”. Bu düşüncesini kişilerin iç konuşmayı benimsemeleriyle de sezdirir.
- Nitekim roman kişilerinin hepsi birbiriyle çatışma halindedir ve aralarında iletişim eksikliği vardır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen romanın sonlarına doğru karamsarlığın yerini kısmi bir iyimserliğe bırakması, yazarın “ben” yerine “biz”e yöneldiğini göstermektedir.
- Ağaoğlu’nun tipik bir 12 Mart romanı olan Ruh Üşümesi romanında, iç konuşma ve bilinç akışı gibi anlatma teknikleri, sahneleme gibi gösterme teknikleri yoluyla birbirini tanımayan bir kadın ve erkeğin bir lokantada ayrı ayrı masalarda birbirleriyle ilgili hayal kurmaları, ancak geçmişteki olumsuz deneyimlerinden dolayı bu hayallerinden vazgeçmeleri anlatılır.
Adları verilmeyen kadının ve erkeğin iç konuşmalarından geçmişte 12 Mart öncesi olaylara karışmış, hayal kırıklıkları, acılar yaşamış ve yaptıklarının diyetini fazlasıyla ödemiş oldukları anlaşılıyor. Ağaoğlu, çağdaş Türk roman ve öykü yazarlarının zaman zaman denedikleri bu anlatım tekniklerini farklı ve modern anlatım teknikleriyle destekleyerek ve zenginleştirerek anlatımına özgünlük kazandırmıştır.Romanlarını farklı kılan geliştirilmiş bu iç konuşma tekniğidir.
- Şiiirsel üslûbuyla ve geleneksel anlatma formlarından yararlanarak oluşturduğu özgün anlatım tekniğiyle kendinden söz ettirenlerden Latife Tekin, geçmişten günümüze uzanan çizgide meydana gelen daha çok popüler ve tartışmaya açık konular üzerine oturttuğu siyasal içerikli romanları ile dikkat çeker.
- Dış dünyadan gözlemleriyle elde ettiği verileri bilinen anlamlarından soyutlayıp onlara yeni anlamlar yüklediği Berci Kristin Çöp Masalları’nda yoksulluğu metaforik dil malzemesiyle ve masal ögeleriyle zenginleştirerek sunar.
- Unutma ve anımsama üzerine kurguladığı son romanı Unutma Bahçesi’nde ise yine aynı anlatım yöntemlerini kullanarak yazıldığı dönemin sanat ortamını ve siyasal olaylarını ele alır.
- Onun Gece Dersleri, Buzdan Kılıçlar, Aşk işaretleri dışında yayımlandığı yıllarda fantastik anlatı yöntemini kullandığı için çok eleştiri aldığı Sevgili Arsız Ölüm romanı anlatım teknikleri bakımından üzerinde durulmaya değer.
- Yazar bu romanında kentin kenar semtlerinde fabrika atıkları, çöp yığınları içinde yaşamlarını sürdürmeye çalışan köyden göçmüş bir ailenin hurafelerle şekillenmiş yaşamını, zamanla aydınlanan bireylerinin aileden kopuşunu ironik bir üslupla anlatır.
- Kendisiyle yapılan bir masabaşı konuşmasında amacının, sadece geleneksel anlatma formlarını modern romana uyarlayarak “yeni bir biçim geliştirme” den ibaret olduğunu söylemektedir ki Sevgili Arsız Ölüm’ü klasik romana özgü v anlatma tekniğinden ayıran da bu özelliğidir. Anahtar kelime :huvat ailesi ve dirmit.
- Geleneksel anlatma formlarında zamanın ve mekânın önemsiz olduğunu, kişilerin ruhsal durumlarını vermekten ziyade eylemlerinin anlatıldığını, ayrıca olayların sebep sonuç ilişkisine göre kurgulanmadığı nı biliyoruz.
- Latife Tekin’in romanında da klasik romana özgü bu tür unsurların önemini yitirdiği belki arka planda kaldığı görülmektedir.
- Gürsel Korat’ın anlatımıyla Latife Tekin’in romanlarında “masal diliyle roman dili, devrimci söylemle dindar söylem dramatik kurgunun alışılmış akışı dışında çağrışımsal diziler halinde akıp gidiyor ve tamamen kendine özgü özel bir söylev düzeni oluşturuluyor.
- Edebiyatımıza fantastik gerçekçilikle giren Nazlı Eray, 1981 yılında yayımlanan ilk romanı Pasifik Günleri’nden son romanı Sis Kelebekleri’ne kadar düş ile gerçek arasında daha çok fantastik gerçekçiliğin gizemli ve düşsel dünyasına götürür okuru.
- imparator Çay Bahçesi ve Aşkı Giyinen Adam’da okuru düş ile gerçeğin kesiştiği birbirinden tamamen farklı mekânlarda, düş ülkelerinin sisli ve gizemli labirentlerinde dolaştırarak varlık sorununu ve ötesini sorgular.
- Eray’ın fantastik ögeleri yoğunlukla kullandığı romanlardan biri de Arzu Sapağında inecek Var adını taşır.
Anahtar kelime : Mari Antoinette, Nevyork, Cinci Hoca
- Nazlı Eray, ödüllü romanı Aşkı Giyinen Adam’da (Yunus Nadi Edebiyat ödülü) tarot kartları aracılığıyla fantastik gerçekçiliğin farklı bir yansımasını sunar okura.
- Elyazması Rüyalar’da fantastik ile ironiyi dış dünyanın gerçekliğiyle uzlaştırmaya çalışan Eray, Ayışığı Sofrası’nda okuru düş gücünün sınır tanımaz evreninde gezdirir.
- Bundan yaklaşık iki bin yıl önce bir mağarada üç yüz yıl uyuyan ‘Yedi Uyurlar’ı günümüz Ankara’sına taşır.
- Masal motişerinden ve düşsel fantezilerden yararlanarak oluşturduğu Uyku istasyonu’nda gerçek ile gerçeküstünü bir araya getirerek farklı bir dünya kurar.
- Otobiyografik karakterli son romanı Sis Kelebekleri’nde güncel ile tarihi, düş ile gerçeği bir noktada buluşturur: Ankara/Mamak’ın iç karartıcı mekânlarından Sinop’un cezaevini anımsatan bir otel odasına kadar uzanan bir yolculuk.
- Ünlü Sinop Cezaevi’nden ve burada bir süre kalmış olan dedesinden öteki bilinen ünlü tutuklulara kadar pek çok insan kalabalığı ve
bu insanların yaşam serüvenleri... çağrışımsal olarak okura izlettirilir.
- Eray’ın sağlam kurgulu ve zengin düş gücüne dayanan öteki romanlarının adları şöyle: Orpheé, Deniz Kenarında Pazartesi, Aşk Artık Burada Oturmuyor, Ay Falcısı, Kuş Kafesindeki Tenör, Yıldızlar Mektup Yazar, Uyku istasyonu, Aşık Papağan Barı, Örümceğin Kitabı.
- Yetmişli yıllardan itibaren Nezihe Meriç’in, Ayla Kutlu’nun, Sevgi Soysal’ın, Füruzan Tekil’in, Pınar Kür’ün başlattıkları kadın sorunlarını işleyen roman yazma modasına inci Aral da katılır.
- ilk romanı Ölü Erkek Kuşlar (Yunus Nadi Roman Ödülü-1991) ve Yeni Yalan Zamanlar’da kadın duyarlığını, kadın kimliğini,
geleneksel ahlâkî değerler karşısındaki özgürlük sorunlarını ve erkeklerle olan ilişkilerini yalın, akıcı ve dilsel bir oyun haline getirdiği şiirsel üslupla anlatır.
- Aral’ın üç yıl aradan sonra yayımladığı olumlu eleştiriler alan Hiçbir Aşk Hiçbir Ölüm romanı, gençliğini hoyratça harcamış ve yaşlandıkça kendisiyle hesaplaşmaya başlamış bir anne ile aldatıldığı için boşanmanın eşiğinde bulunan kızının kırılma noktasındaki ilişkilerini konu alır.
- Yazar, bu iki kadını ve ilişki içinde oldukları erkekleri mutsuz eden sorunları zengin içsel konuşmalarla sorgularken, yaşamları bir yerde kesişen farklı yaşam felsefelerine sahip bu kişileri ölüm gerçeğinde buluşturur.
Bir ilaç firmasının ‘siparişi’ üzerine kaleme aldığı, bir kadının menapoz dönemini anlatan otobiyografik karakterli içimde Kuşlar Göçüyor’dan sonra yayımladığı Mor’da 68 kuşağının ateşli solcusu, 80 sonrasının ise önemli iş adamı ilhan’ın yaşamının olgunluk döneminde kendisinden otuz yaş küçük bir genç kızın yasak aşkına yönelişi ve tekdüze bir hal alan evliliğini sonlandırma çabalarını konu alır.
- Düşsel romanlarıyla ünlenen Buket Uzuner, ilk romanı iki Yeşil Susamuru Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri adını taşıyan romanında okuru bir kadının düşsel ve fantastik dünyasına götürür.
- Roman adını, Hint kökenli İngiliz H. H. Munro’nun, insanlar ölünce dünyadaki yaptıklarına ve kişiliklerine göre
- alt sınıftan bir canlıya dönüşecekleri, öykü kişisini bir susamuru olmak istediğini söylediği Laura adlı öyküsünden alır.
- Romanda anahtar kelime : nilsu,teo
- iki Yeşil Susamuru’nun devamı niteliğindeki Kumral Ada-Mavi Tuna romanının olay örgüsü, birbirine paralel iki çizgi üzerinde gelişir.
- Hem asli kişi Tuna’nın sonsuz aşkı, hem onun bilincini romanın sonuna kadar sürekli meşgul eden iç savaş kâbusu birlikte yürütülür. Roman, geri dönüşlerle ve metaforik bir anlatım tekniğiyle, farklı seslere yer veren polifonik yapısıyla, Türk aydının önemli bir problemini oluşturan yurtseverlik, ulusalcılık gibi söylemlerin içini sevgi ve düşünce ile doldurduğu modern bir ulusçuluğu sezdiren düşünce yapısıyla okurun karşısına çıkar.
- Buket Uzuner’in Uzun Beyaz Bulut-Gelibolu romanı, adını, Anzakların ataları Maorilerin dilinde geçen Aotearoa sözcüğünden, konusunu ise Yeni Zelanda’dan gelen Viki adlı bir genç kadının Çanakkale Savaşlarında pek çok yararlıklar göstermiş bir Türk gazisinin kendi dedesi olduğunu iddia eden ve söz konusu gazinin torunu avukat Ali Osman ile aralarında başlayan aşktan alır.
- Uzuner, roman ile ilgili olarak kendisiyle yapılan söyleşilerde pek çok araştırmanın sonucunda oluşturduğu bu romanda zaman zaman gündeme getirdiği ulusalcılık ve emperyalizm arasındaki kutupluluğu sezdirirken, hem ulusalcılığın dar kabuğunu kırar hem de aynı kişiyi kahraman ilan eden iki ulusu ortak paydada, insanlığın evrensel değerlerinde birleştirir.
- Roman tekniği açısından olay örgüsünün iki farklı kimliği temsil eden iki kahramanın bakış açısı ve serüveni içinden ortak değerler çıkarırken kaba, içi boşaltılmış sloganlara dayalı ulusalcı söylemlerle ulusal bütünlüğün korunamayacağı nın da altını çizer.
- ilk romanı Pinhan’ı 1997 yılında yayımlayan Elif Şafak , aldığı Mevlâna ödülüyle hem bu türdeki yeteneğini kanıtlar, hem de izleyeceği yolu belirler. Tarih ile fantezinin karıştığı kimi eleştirmenlerin “masal” olarak niteledikleri Pinhan’ı değerler çatışması yaşayan ve bunalan kent insanının iç çatışmalarını işlediği Şehrin Aynaları, Mahrem (2000 TYB roman ödülü) izledi.
- 2002 yılında yayımlanan Bit Palas’ta Memduh Şevket’in Ayaşlı ve Kiracıları romanında yaptığı gibi Bonbon Palas adını verdiği bir mekânda farklı amaçlar için buluşan insanların kişilikleri, birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkileri, içsel serüvenleri aracılığıyla günümüz Türkiye’sinden farklı ve çarpıcı insan manzaraları sunan şafak, Araf’ta kimlik bunalımını ve çatışmasını ele almaktadır.
- ilkin ingilizce sonra Türkçe yayımlanan ve olumlu olumsuz pek çok eleştiriye hedef olan Araf romanı, merkezde doktora yapmak üzere ABD’nin Boston kentine gelen Ömer Özsipahioğlu olmak üzere farklı din, çevre ve kültürel kimliklere sahip, farklı mizaçlardaki roman kişilerinin eğitim için geldikleri bu ülkede yaşadıkları serüvenleri ve bu serüvenleri sırasında kendilerine yabancılaşmalarını işler.
Son romanı Baba ve Piç’te ise geçen yüzyılın başlarına kadar uzanan geniş bir zaman koridoru içinde, yıllar önce ABD’ye yerleşmiş Ermeni bir ailenin, ‘öteki’nin bakış açısından günümüz Türkiye’sine göndermelerde bulunur.
- Öykü ve romanları yabancı dile çevrilmiş olan Nedim Gürsel , ilk romanı Uzun Sürmüş Bir Yaz’dan (1976 TDK roman ödülü) başlayarak bütün eserlerinde farklı anlatım tekniklerini denemesiyle ve şiirsel üslubuyla dikkati çeker.
- DK roman ödüllü Uzun Sürmüş Bir Yaz’da roman kişileri 12 Mart uygulamalarının bireylerin ruhsal dünyalarında yaptığı olumsuz etkilerinden/yıkımından çocukluklarının büyülü dünyasına sığınarak kurtulurlar.
- Gürsel, konusunu ilk gençlik dönemi aşklarından, avarelik yılları serüvenlerinden alan yarı otobiyografik romanı ilk Kadın’da okurunu otantik ve tarihsel dekoru içinde istanbul’un şiirsel iklimlerinde dolaştırır.
- Konusunu istanbul’da geçen bir aşktan alan ve yan yana iki çizgide geliştirilen tarihsel romanı Boğazkesen (Fatih’in Romanı)’de bir yandan Fatih’in döneminden aydınlık rüzgârlar estirirken, bir yandan da Fatih’in özel yaşamını tartışmaya açar.
- Boğazkesen’in bir çeşit devamı niteliğinde olan Resimli Dünya’da ise Fatih’in resmini yapan ünlü italyan ressam Gentile Bellini’nin resminden yola çıkarak okurunu dönemin Venedik’i ile istanbul’unun düşsel dünyasında dolaştırır.
- Biyografi yazarı olarak ünlenen ve öyküleme tekniğini kullanan Ayşe Kulin, biyografi karakterli ilk romanı Adı Aylin’de kökleri Giritli Mustafa Naili Paşa’ya kadar uzanan bir ailenin kızı olan Aylin Devrimel’in prenseslikten ABD ordusundaki albaylık görevine uzanan fırtınalı yaşamını; aynı tarz ve teknikteki Füreya’da ilk kadın seramik sanatçısı Füreyya’nın renkli ve zengin ayrıntılarla dolu yaşamını, Boşnak-Sırp çatışmasının bir fon olarak kullanıldığı Sevdalinka’da ise kadı n kahramanının bakış açısından ele aldığı kadın erkek ilişkisini, bu ilişkilerden doğan yanlış evlilikleri, pişmanlıkları... Türkiye’nin son yirmi beş yıldaki sosyal ve siyasal olayları çevresinde öyküleştirir.
- Yazarın belgesel roman özelliği taşıyan Köprü romanı, Doğu illerimizden Erzincan’da farklı inançlara sahip iki insanın, Mevlüt ile Elmas’ın ilişkileri çevresinde Kemaliye köprüsünün yapım aşamaları, Başbağlar’a yapılan terörist saldırılar ve köprü yapımını gerçekleştirmek için Erzincan valisinin bürokrasi ile yaptığı mücadelelerini anlatır.
- son romanı Nefes Nefese’de ise ikinci Dünya Savaşı sırasında yüzlerce Yahudiyi soykırımdan kurtaran Türk diplomatlarının özverili çalışmalarını, Demokrat parti iktidarının baskıcı uygulamalarını ve 27 Mayıs ihtilalini Ortaçlı ailesinin bireyleri arasında geçen bir aşk öyküsü çevresinde işlemektedir.
- Son romanı Gece Sesleri’nde ise Egeli bir ailenin kırk’lı yıllardan itibaren birkaç kuşağı içine alan ve günümüze kadar uzanan çizgide yaşadıkları aile içi sorunlarını; birbirleriyle ilgili itiraf edilmemiş duygularını, pişmanlıklarını, sevgilerini ve düşmanlıklarını; yine bu dönemin siyasal ve sosyal olayları içinde yoğurarak romanlaştırır.
- YENi ARAYIşLAR: FANTASTiK, BiLiM-KURGU, POLiSiYE ROMANLAR
- 1980 sonrası Türk romancılarının en belirgin özellikleri arayışlar içinde olmalarıdır.
Bunun sonucu olarak işlenen konudan anlatım tekniklerine, polisiyeden fantastike ve bilim-kurguya kadar farklı eğilimler romanlarda yankısını bulur.
- Bu türde eser verenler ihsan Oktay Anar, Enis Batur, Can Eryümlü, Hikmet Temel Akarsu, Nazlı Eray dır.
- Felsefeyi edebiyata sokan ihsan Oktay Anar, Puslu Kıtalar Atlası,Kitabü’l Hiyel, Efrasiyab’ın Hikâyeleri, Amat ve Suskunlar adlı romanları ile, hem kurgu hem de felsefi söylemleri bakımından kısa zamanda dikkatleri üzerinde toplamayı başarır.
- Biri dışında konularını tarihten alan bu romanlardan Puslu KıtalarAtlası’nda Descartes’in Yöntem Üzerine Konuşma adlı eserinden yola çıkarak kişilerininvarlık, yokluk, hiçlik... üzerine yaptıkları düşsel yolculuklara; Kitab-ül Hiyel’de
okurun karşısına hayal-gerçek çatışmasına ve güç peşinde koşanların içinedüştükleri yanılgılara ve hayal kırıklıklarına yer verirken, üçüncü kitabı Efrasiyab’ın Hikâyeleri’nde de insan ömrünün sınırlı olduğundan hareketle hayatı güzelleştirip anlamlı kılan ve sevgiyi öne çıkaran düşünsel bir önerme sunar.
- Amat veSuskunlar adlarını taşıyan son iki romanında ise iyi ile kötünün ebedi çatışması içinde sınırsız güç ve ölümsüzlük peşinde
koşan açgözlü kişilerin acıklı sonlarını işlemektedir.
- Anar’ın romanları adlarından kullandıkları dile, doğaüstü olaylara, dinsel ve alegorik unsurlara yer veren içeriklerine, düşünsel derinliğine, kişilerinin simgesel kimliklerine, geleneksel formlara ve söz kalıplarına yer veren üsluplarına, belli bir yere ve zamana bağlı olay örgülerine, ilk bakışta bağımsız gibi görünen ama sonradan ustaca birbirine bağlanan iç içe geçmiş öykücüklerine, yaşama sıkı bağlılığına, okuru olayların içine çekmesine, hatta mizahi ögelerle beslenen ironik üslubuna göre kimi zaman fantastik, kimi zaman polisiye, kimi zaman felsefi, kimi zaman tarihsel ama daha çok üstkurmaca bir nitelik taşırlar.
- Romanlarda olaylar Binbir Gece, Kırk Vezir, Tutiname, Mantıku’t Tayr, Kelile ve Dimne gibi geleneksel anlatma formlarına uygun olarak düzenlenmiştir.
- Romanların ilk bölümlerinde görülen olayların ağır ilerlemesinin doğurduğu tutukluk, yoğun biçimde kullanılan gülmece ögeleri ve ironilerle giderilirken; ilerleyen bölümlerinde güldürü ögeleri azalır, buna karşın düğümlerin birbirine bağlı veya bağımsız olarak tek tek çözülmesi, her şeye rağmen, eseri okunabilir kılar.
- Anar’ın romanları, biri dışında tarihsel bir zemine oturmasına rağmen, tarihte geçen yaşanmış olayları ya da tarihsel sorunları ele almış değildir. Kişiler, nakilciler de dahil tarihte iz bırakmış kişiler değil, sıradan kurmaca dünyaya ait figürlerdir. Bu bakımdan romanlarda tarihten sadece bir atmosfer, bir arka plan oluşturmak için yararlanılır.
- Anar, romanda gerilimi dengeli yürütür. Ana olaya bağlanan pek çok ikincil öykü, ana olayın sonlarına doğru gerilimi oluşturan entrik unsurun çözümünde birer anahtar görevi görürler. Bu bakımdan romanlar bir çeşit post-modern-polisiye özellik taşırlar.
- Romanlar,ciddi konulara ironik ve parodik üslupla yaklaşması, okuru bilinenlere karşı yabancılaştırması, metinlerarası geçişlere yer vermesi, iç içe geçmiş öyküleri, olağanüstü ile gerçeğin sınırlarında dolaşan karmaşık olayları, görselliğiyle biçimsel kurguları ve metnin kurmaca olduğunu anımsatması ile üstkurmaca özellikler taşımaktadır.
- Bir takım arayışlar içinde olanlardan biri de Enis Batur ’dur. Batur’un,“Fugue Sanatı üzerine bir roman denemesi” alt başlığını taşıyan ve Batı müziği formunagöre düzenlediği romanlar, kurgusu bakımından farklı bir deneme olarak
dikkati çeker.
- Yazar, kimi eleştirmenlerin hem biçim hem de içerik açısından başarısız buldukları Acı Bilgi, “Örgü Teknikleri üzerine bir roman denemesi” altbaşlığını taşıyan Elma, “Sözümona Düzmece Bir Wilhelm Tell Hikâyesi” alt başlıklı Bir Varmış Bir Okmuş’tan sonra yayımladığı polisiye karakterli Kravat’ta kurmaca anlatının yapısını araştırmaya yönelik farklı bir anlatım tekniğiyle okurun karşısına çıkar. Anahtar kelime :Ercü ve AH nin kravat reklamı
- Ben Zaman Tanrısı, Zamanın Bittiği Yer, Son Antlaşma, Sakız’ın Gözyaşları,Son Antlaşma, Can Eryümlü’nün yarı bilim-kurgu yarı fantastik ama daha çok mitolojiyi,masal ögelerini, efsaneyi ve tarihi belli bir coğrafyada harmanladığı romanlarının adır.
- Yazar bu eserlerinde bilinen bilim-kurgu romanlarının zıddına ütopyasını gelecekte değil geçmişten kurar. Bilim adamı kimlikli kişilerini bir zaman makinesi marifetiyle geçmişe gönderir. Bunu yaparken Yunan mitolojisi başta olmak üzere Tevrat öykülerinden, Budizm, Maya dini ve eski Mısır dininden geniş ölçüde yararlanır.
- Kişileri, zaman içinde dolaşırken; birkaç istisna dışında, tarihin akışına müdahale etmekten kaçınırlar.
- Eryümlü, yapı ve anlatım tekniği bakımında uzun öyküyü anımsatan son eseri Kalimerhaba izmir’de Türk-Yunan çatışmasına karşı cepheden bakar. Bir zamanlar beraber yaşadığımız ama Lozan Antlaşması
- sonrası ülkemizden ayrılan Yunanlıların ruhsal durumlarını, yeni vatanlarındaki yalnızlıklarını nostaljik sahneler içinde romanlaştırır. Kalimerhaba izmir bu özelliğiyle yıllarca aynı coğrafyada bir arada yaşamış iki toplumun birbirine düşman edilişlerinin arkasındaki sebepleri de sorgulamaktadır.
- Eryümlü, öteki romanlarında olduğu gibi bu romanında da insanı n her yerde aynı olduğunu; farklı kimliklere, kültürlere mensup
olsalar, farklı coğrafyalarda yaşasalar da insanın ortak yanlarının değişmediği gerçeğini vurgulamaya çalışır.
- Kayıp Kuşak ve istanbul Dörtlüsü ana başlıklı fantastik, bilimkurgusal özellikler taşıyan seri romanlarından tanıdığımız Hikmet Temel Akarsu, bu eserlerinde antikiteye ait mitolojik konuları günümüz insanının yaşamına uyarlar. Onun özellikle bir dizi oluşturan Aseksüel Koloni ya da Antiope, Siber Tragedya ya da iphigeneia,Ölümsüz Antikite... gibi romanlarında Matrix’in ütopik felsefesinden, ya da George Orwell’ın Hayvanlar Çiftliği ve 1984’ünden yola çıkarak günümüz insanını esir alan siberpunk kültürü ve bu kültürün sebep olacağı olumsuz sonuçlar üzerinde düşündürmeyi hedefler.
- Akarsu, bilgi çağı adını verdiğimiz bu dönemde bilgisayar, internet aracılığıyla bilgiyi kontrolünde tutarak özel yaşamı ve sırlarını ortadan kaldıran egemen güçlerin insanları nasıl tutsak aldığını işlerken; bir yandan da bu büyük güç karşısında örgütlenen “modern şövalyeler”in amansız mücadelelerine dayalı karşı ütopyalarını yaratır.
- Bu roman denemelerine Kürşat Başar’ın deneme tarzında düzenlenmiş, çağrışımlarla ve anılarla beslenen sıradan düşünceleri birbiri ardınca ve aynı değerde sınırsız bir cümleymiş gibi sıraladığı Sen Olsaydın Yapmazdın, Biliyorum ile Celil Okur, Elif Şafak, Faruk Ulay, Murathan Mungan ve Pınar Kür’ün birinin bıraktığı yerden öteki devam ettirerek ve bir bölümünü yazarak oluşturdukları kendi kuşakları nın ortak değerlerinde birleştikleri Beşpeşe roman denemelerini de burada anmalıyız.
GENÇ KUŞAK ROMANCILAR YA DA 2000 SONRASI ROMANCILARI
- Pek çok genç romancının ilk eserlerini verdiği 2000’li yıllar, Türk romancılığı açısından oldukça verimli yıllar olarak düşünülebilir. Her yıl gittikçe artan katılımlarla roman sayısının 2004’te 250’ye kadar ulaşması bu yargıyı doğrulamaktadır.
- Sözünü ettiğimiz bu romancılardan kimileri edebiyatı içsel bir boşalma olarak gördüklerinden,çoklukla özyaşamöyküsel bir anlatım yolunu benimserken; anlatma sanatında neyin anlatıldığının değil nasıl anlatıldığının önem taşıdığı bilincinde olan kimileri de nitelikli romanlarıyla dikkat çekerler.
- Bunun bilincinde olan 2000’li yılların romancılarından farklı adlar altında kümelendirdiğimiz Gökçen Yılmaztürk(Aralık Roman), Cahide Birgül Sesveren (Ah Tutku Beni Öldürür müsün?),Tahir Abacı (Adı Senfoni Kalsın)... başarılı anlatım teknikleri, modernist ve postmodernist akımlara bağlı sağlam kurgulu romanlarıyla uzun süre edebiyat ve sanat
- dergilerinin gündeminde kalmayı başarırlar. Süheyla Acar (Yağmurun Yedi Yüzü),Tuna Kiremitçi (Git Kendini Çok Sevdirmeden, Bu işte Bir Yalnızlık Var), Nazan Bekiroğlu (Yusuf ile Züleyha), Ayşegül Devecioğlu (Kuş Diline Öykünen)...gibi kimileri kadın sorunlarını farklı bakış açılarıyla işleyen romanlar yazarken;
- Mehmet Uzun (Dicle’nin Sesi), Handan Öztürk (Doğunun Çıplak Kadınları),Kaya Sancar (Aşkın ve Kaderin Kitabı)... gibi kimi
yazarlar Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun bölgesel sorunlarını gündeme taşır;
- Kemal Selçuk (Ay Aşkları), Halim Bahadır (Gördüm Dokundum ve Sevdim) uzun zamandır ilgi görmeyen Reşat
- Nuri’nin başlattığı idealist öğretmenlerin Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki serüvenlerini konu alan romanlar yazarlar.
- Barış Bıçakçı, (Herkes Herkesle Dostmuş Gibi,Bizim Büyük Çaresizliğimiz), Gaye Boralıoğlu (Meçhul), Tolga Gümüşay
(PembeTuvalet), Erkan Karagöz (Rus Kızı Vasilisayla, Yüreğinin Seyirdiği Andır Aşk),Deniz Günal (Işıltılı Venüs), Yekta Kopan
(içimde Kim Var?), Ali Ecer (Ayın En Güzel Hali), Aydilge Sarp (Altın Aşk Vuruşu), Attila fienkon (Ten Yükü, Bütün Düşler Nazlı’dır, Gökkuşağına iki Bilet), Bedirhan Toprak (Dün Gördüm Gece Bir Rüya)... gibi kimileri 80 sonrası idealleri, enerjisi tükenmiş, ümitlerini yitirmiş üniversite gençliğinin kimlik arayışlarını ve gelecek endişelerini işleyen romanlara yönelirler.
- Bu başlık altında yukarıda farklı kümelenmeler içinde verdiğimiz romanlara ek olarak genç kuşak romancılardan Halil Gökhan’ın Konuşan Kadın’ını, Necati Göksel’in olumlu eleştiriler alan serüven romanı hüviyetindeki Hayat Askıda’sını, Osman Özbaş’ın şiirsel bir üslupla ve folklorik ögelerle donattığı Dağ Sürgünleri’ni, Önder Saraloğlu’nun seksen kuşağının varoluş çabalarını dile getiren Cennet Sevgilim’ini, roman ve öyküleri isveç’te en çok okunanlar arasında yer alan Hakan Nesser’in ruh çözümlemeci romanı Karambol’ünü, nihilist bir edebiyatın sözcülüğünü yapan Bülent Akyürek’in sert söylemli ve ironik anlatımlı Uragan romanı ile kalabalık mekânlardaki ve sokak aralarındaki silik, unutulmuş insanların yaşamlarından kesitler sunduğu mizahi karakterli biraz da hüzünlü romanı Ve Tanrı Ağladı romanını, Ali Osman Ölmez’in sahip oldukları ile düşledikleri arasındaki zıtlıklar, tükenen ümitler, ruhsal çöküntüler üzerine kurduğu iki Buçuk ile aynı izlekleri işleyen Şebnem işigüzel’in Çöplük romanlarını, Sevinç Çokum’un 80’li yıllarda geçen olayları, ideolojilerin yerini alan yeni değerleri mizahi ve ironik bir üslupla eleştirdiği Gece Rüzgârları’nı, akademisyen Zehra ipşiroğlu’nun otobiyografik karakterli izler:
- Orada ve Burada romanını, Perihan Mağden’in birlikte yaşamak zorunda kalan farklı çevrelerden gelmiş, farklı kültürlere sahip iki genç kızın kendilerini aramalarını işlediği iki Genç Kızın Romanı’nı, Selçuk Altun’un batı kültürü ile yetişmiş eğitimli ve varlıklı bir gencin kendi kültürünü ve kimliğini aramasını konu alan Yalnızlık Gittiğin Yoldan Gelir ve Cemil Kavukçu’nun üniversite öğrencisi taşralı bir gencin büyük kent yalnızlığını, uyumsuzluğunu ve iç dünyasındaki çatışmaları ironik bir dille işlediği Suda Bulanık Düşler romanlarını;
- Oray Eğin’in farklı dünyalara mensup iki insanın aşkını işlediği Kal ile ilhan Uçkan’ın aşk, büyü, tılsım gibi ana izlekler çevresinde ele aldığı töre romanı hüviyetindeki Aşk Büyüsü’nü, zaman zaman kaba bir cinselliğe kaçsa da romanlarında kadın sorunlarını işleyen ve kadının toplumdaki yerini belirlemeye çalışan Neşe Cehiz’in Olmasaydı Senin de Adın romanını, Göksel Yılmaz’ın aşk ve dostluk üzerine kurgulanmış olan ve post-modern özellikler taşıyan Tanrının Zamanı’nı, Onur Caymaz’ın kültür kaynakları ve konumları farklı iki insanın imkânsız aşklarını alt tabakadan aldığı insan manzaraları içinde sunduğu Seni Hatırlatan Yıldızlar’ı nı da anmamız gerekir.
Bu adlardan ikinci baharını yaşamak isteyen ama düşledikleri ile yaşadıkları arasında sıkışıp kalan kahramanın ruhsal dünyasına farklı bir bakış getiren Celal Hafifbilek’in anı-roman türünün başarılı örneklerinden Ve Sevgili Rozika romanı,Anadolu’nun sosyal yapısını ve toplumsal yaşamını bir taşra kasabasında eczacılık yapan büyük kent kültürüyle yetişmiş kadın kahramanının bakış açısından nakleden Emel Ebcioğlu’nun Sağlık Eczanesi romanı, yaşamın tekdüzeliği ve yalnızlık duygusu içinde karşı cinsle sürdürülen ilişkiye farklı yorumlar getiren Atilla Birkiye’nin Aşk Üçlemesi’, 80 sonrası kuşağın bunalımlarını ve açmazlarını şiirsel bir anlatımla işleyen Halil Gökhan’ın Yedinci romanı ile düşsel bir ortamda Ege kıyıları nda yaşanan bir aşk öyküsünü anı tadında ve çocuk dünyasından yansıtan Habip Bektaş’ın Cennetin Arka Bahçesi romanı dikkate değer çalışmalardır.SONUÇ
- 1960-2000 yılları, hızlı bir değişim yaşayan Türk toplumunda roman yazarları bakımından verimli yıllar olmuştur. Medyayı da arkasına alan yazarlar/romancılar,öne çıkan gazeteci-yazar kimlikleriyle eserlerinin niteliksel yanını ve romancı kimliklerini gölgede bırakırlar.
- Özellikle 80’li yıllardan itibaren depolitize olan toplumsalyapı, gerçeklerden uzakta, tepkisiz ve duyarsız biraz da dönemin nimetlerine boyun eğmiş bir yazar ve okur kitlesi oluşturur.
- Ülkenin hızlı bir değişim yaşadığı, ihtilaller, muhtıralar siyasal dalgalanmalargördüğü bu dönemde yaşananların pek çoğu, estetik
bakımdan düzeysizliklerine rağmen, romanlarda yankısını bulmakta gecikmemiştir.
- Tüm kurumlarıyla ve çatışmalarıyla toplumsal yaşam; toplumdaki değişim süreci ve bu süreçte yaşananlar; Anadolu coğrafyası ve sorunları ile birlikte köy yaşamı; bu yaşamın yerel renkleri, kültürel ve folklorik zenginlikleri; batılılaşma ve çağdaşlaşma serüveninde yaşanan kimlik sorunu, geçiş dönemi bunalımları; eski kurumlarla onların yerini alanlar arasındaki değişim/dönüşüm sancıları/çatışmaları, bozulan değer yargıları ile yeni bir kimlik edinme çabaları; ara rejimler, ihtilaller ve değişen değer yargıları; köylü kimliğinden kentli ve sanayi toplumuna geçiş sürecinde yaşananlar; sanayileşme ile gelen göç, emek-sermaye, işçi-işveren ilişkileri/çatışmaları ayrıntılarıyla romanlara yansımıştır.
- post-modern, modernist, fantastik roman akımları farklı biçim ve anlatım teknikleri denenerek hatta geleneksel anlatma
- formlarından da yararlanarak romanlarda uygulanmıştır. Bu yüzden romana gösterilen ilgi, öteki edebî türleri geride bırakmış ve
niceliksel olarak inanılmaz boyutlara ulaşmıştır.
***********************