ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ-II
ÜNİTE 1: Yeniden Yapılanma Dönemi
Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Türkiye’nin Genel GörünümüÜNİTE 1: Yeniden Yapılanma Dönemi
Nüfus: 1927 verilerine göre, Türkiye’nin nüfusu 6.563.879’u erkek, 7.084.391 kadın olmak üzere toplamda 13.648.270 kişiydi ve bunun %24.2’si şehirde, %75.8 ise köyde yaşamaktaydı.
Sağlık:1928 verilerine göre Türkiye’de 1.078’i doktor, 130’u hemşire, 1.059’u me- mur ve 377’si ebe olmak üzere toplamda 2.644 sağlık çalışanı vardı ve özellikle doktor sayısı nüfusa orantılandığında her 12.661 kişiye bir tane düşmekteydi.Bu veriler dönem itibariyle sağlık hizmetleri konusundaki yetersizliği açıkça ortaya koymaktadır.
Eğitim:
• İlköğretim: 1923-1924 verilerine göre, Türkiye’de 341.941 öğrenci, 10.238 de öğ- retmeni olan toplam 4.894 ilkokul vardı. Toplam nüfusa nispetle bu rakamlar dönem itibariyle okuryazar oranın ancak %6 ile %10 arasında olduğunu gösterir.
• Ortaöğretim: 1923-1924 senesi itibariyle ülke genelinde 796 öğretmen ve 5.905 öğrenciyle faaliyet gösteren toplam 72 ortaokul vardı.
• Lise: Aynı yıllarda 513 öğretmen ve 1.241 öğrencisiyle toplam 23 lise vardı.
• Yüksek Öğretim: Osmanlı Devleti yıkıldığında Türkiye’de, 2.914 öğrencinin öğre- nim gördüğü ve 307 öğretim elemanının çalıştığı 9 fakülte ve yüksekokul mevcuttu.
• Mesleki ve Teknik Eğitim: 1923-1924 yılı eğitim-öğretim verilerine göre 583 öğ- retmen ve 6.547 öğrenciyle faaliyet gösteren toplam 64 teknik okul vardı.
* Okul, öğrenci ve öğretmene ilişin rakamlar, 1937-38 eğitim-öğretim yılına dek genel olarak artan çizgide seyretmiş ve 1939 yılında 1924’de %6 ile %10 arasında olan okuryazar, %24.5’e yükselmiştir.
*1923-1924 öğretim yılında 341.941 olan toplam öğrenci sayısının 62.954’le yalnız
%18’ini oluşturan kızların eğitim-öğretime katılımı artırılarak oran, 1940-1941 yılı verilerine göre, %30.8’e yükseltilmiştir.
Tarım Cumhuriyet Türkiye’si büyük çoğunluğu çiftçilerden oluşan bir toplum devral- mıştır. 1927 verilerine göre ülke yüz ölçümünün %4.86’sını kapsayan 43.637.727 dönümlük bir alanda, nüfusun %67.7’si tarımla uğraşmakta ve ektikleri toprakların %89.5’inden tahıl, %3.9’undan baklagil, %6.6’sından ise sınai bitkiler elde etmek- teydi. Rakamlar, mübadil, muhacir, mülteci ve ihtiyaç sahipleri gibi meselelerdeki hare- ketliliğe bağlı her gün artmış ve 1950’lili yıllara gelindiğinde ülke, nüfusunun %81.5’i köylülerden oluşan görünüm kazanmıştır.
Ulaşım Cumhuriyet hükümeti, 1923 yılı verilerine göre, Osmanlı Devleti’nden dev- raldığı hat uzunluğu 3.756 km, tren kilometresi ise 1.427.000 km olan demir yolu ağını 1938 yılına kadar yarattığı 7.148 km hat uzunluğu ve 15.598.000 km tren km siyle %100 artırmıştır. 1923’te 2.500 km olan karayolları 21.575 km uzunluğa eriştirmiştir.
Ekonomik Durum TC, ithalatı 497.000, buna karşı ihracatı 368.000 ton ve kişi ba- şına düşen geliri yalnız 75.7 TL olan güçsüz bir ekonomiyi miras almış fakat bunu dünya genelindeki büyük ve küçük ölçekli yerel krizler gibi olumsuzluklara rağmen ilk on beş yıl içerisinde %100’lük artışlarla belirli bir seviyeye getirmiştir. Zira idarenin temel prensipleri arasında elde edilen askeri ve siyasi başarıyı ekonomik ilerlemeyle taçlandırıp daim kılmak başı çekmekteydi.
İdari Düzenlemeler Devlet Millet Birlikteliği İçin İlk Adımlar TBMM, milletin içine düştüğü sıkıntıyı yine ancak ona başvurarak savuşturabileceğinin bilincinde olarak, henüz savaş yıllarında, halk-devlet birliğini sağlamak adına bir takım düzenlemeler yapmak için kolları sıvadı.
Ekonomik Düzenlemeler Bu noktada, Afyon’dan itibaren yakılıp yıkılmış köylerde- ki halkın yemeklik ve tohumluk benzeri temel ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik sosyal yardım komisyonlarının kurulması gibi halkın ihtiyaç ve gereksinimlerini yine halkın karşılamasını sağlayan bir dizi sistem geliştirildi.
İDARİ DÜZENLEMELER İdari noktada, devlet ilk Milli Mücadele aleyhinde tavır almamış ve görev yerleri düşman işgaline uğrayıp da onunla işbirliği yapmamış memurlarının mağduriyetlerini gidermeye yönelik tavır takınarak elinden geldiği ölçüde yetişmiş insan kaynağını korumaya çalışmıştır.
* Aynı zamanda savaş döneminde haksızlığa uğrayan bürokratların da mağduri- yetlerini gidermeye çalışmış,örn tehcir suçundan dolayı mahkemeleri sürenlerin serbest yargılanmaları sağlamış ve İtilaf devletlerinin baskısıyla idam edilen Bo- ğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in çocukları maaşa bağlanmıştır
* Bununla birlikte Milli Mücadele saflarında yer alan hiçbir askerin barış zamanı- na geçişte maddi-manevi bir kayba uğramasını önlemeye yönelik tedbirler alın- mış, diğer taraftan meclis pasaport ve tabu kaydı gibi evraklarda Osmanlıya ait ibareleri ülke ve milleti temsil eden ifadelerle değiştirerek söz söyleme yetkisinin kendisinde olduğunu ortaya koymuştur.
Devlet Millet Birlikteliği İçin İlk Adımlar Mustafa Kemal, daha Yunan askerini takibin devam ettiği günlerde İzmir Valiliği için Konya Valisi Abdülhalik Bey’i gö- revlendirmelerini hükûmete önerdi. Böylece düşman işgalinden kurtarılan yerlerde herhangi bir idari boşluğa meydan vermemek kararındaydı.
Askeri Düzenlemeler Lozan Antlaşmasının imzalanmasından sonra Türk Silah- lı Kuvvetleri’nin barış durumuna dönüş hazırlık ve çalışmaları başlamıştır. TBMM 1 Kasım 1923 tarihinde seferberliği kaldırmıştır.
* Mustafa Kemal Paşa, Meclis 2. dönem çalışmalarına başlarken Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı Mareşal Fevzi Paşa’yı görevleri üzerinde kalmak kaydı ile karargâhıyla 27 Temmuz 1923’te Ankara’ya getirtmişti.
* Batı Cephesi karargâhı cephe ile ilgili işlemlerini tamamladığı gerekçesiyle Ge- nelkurmay Başkanlığının teklif ve Başkomutanlığın uygunu ile 1 Eylül 1923 ten itibaren lağvedilmiştir. Ordunun savaş durumundan barış hâline geçirilmesi süre- cinde 5 Ağustos 1923 tarihli Hazar Kuruluş ve Konuş Projesi uygulanmıştır.
* Türk Kara Kuvvetleri, 3 ordu müfettişliği, 9 kolordu, 18 piyade tümeni, 3 süvari tümeniyle İzmir, Çatalca, Erzurum ve Kars Müstahkem Mevkilerinden oluşturul- muştur. 1. Ordu Karargâhı Ankara, 2.Ordu Karargâhı Konya, 3. Ordu Karargâhı Diyarbakır olarak belirlenmiştir.
Siyasi Düzenlemeler
1 Saltanatın Kaldırılması TBMM Başkanı Mustafa Kemale gönderdiği 17 Ekim 1922 tarihli telgrafında Tevfik Paşa son başarılardan sonra İstanbul ile Ankara arasındaki anlaşmazlık ve ayrılığın giderildiğini, yakında Avrupa’da toplanacak barış konferansına her iki tarafta çağrılacağından, milletin iyiliğine yönelik konu- ları önceden görüşüp anlaşmak üzere güvendiği bir şahsı İstanbul’a göndermesi çağrısında bulunmuştur.
* Mustafa Kemal Paşa ise cevabında Türkiye Devleti’nin yalnız ve ancak TBMM Hükûmeti tarafından temsil olunacağı” söylemiştir
* Saltanat kaldırılırken Osmanlı hanedanı ve hilafetin durumu hakkında net bir şey söylenmemişti. Bu durumun ikinci gruba mensup bazı milletvekillerinde ra- hatsızlık yarattı. Erzurum milletvekili Hüseyin Avnni Bey,önergenin meclisin esas hukukuna ve istikbale yönelik olmakla beraber eksik olduğunu, Anayasa’ya göre hâkimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğu göz önüne alınarak hâkimiyetin kullanımına ait yeni düzenlemenin halka iyice anlatılması gerektiğini söyledi.
* Teklif sahibi olarak söz alan Rıza Nur Bey ise mevcut siyasi ikiliğin mücadele- nin aleyhinde işlediğine dikkat çekerek Osmanlı Devleti’nin ve onun şahıs hükû- metinin yıkıldığını, yerine milletin iktidarının geldiğini, yapmak istedikleri şeyin ye- ni durumu açıklığa kavuşturmak olduğunu ifade etmiştir. Ama yapılan oylamada karar yeter sayısının olma- dığı görüldüğü için netice alınamamıştır.
* 1 Kasım 1922 tarihli oturumda Rıza Nur Bey’in teklifindeki 6. m;- hilafetin Os- manlı hanedanına ait olup, Türkiye Devleti’nin de hilafet makamının dayanağı olduğunu, halifeliğe TBMM tarafından bu hanedanın ilim ve ahlak bakımından en iyi yetişmiş olanının seçileceği- şeklinde düzeltilmesi ile buna büyük ölçüde benzeyen, ancak hilafeti babadan oğula geçmek üzere Osmanlı hanedanına bırakan Hüseyin Avni Bey’in “tadil name” teklifini tartışmıştır.
* Mustafa Kemal aynı anlama gelen diğer tekliflerin de birleştirilerek bir an evvel Meclisin oyuna sunulması temennisiyle konuşmasını bitirmiş ancak ikinci grup üyelerinden gelen teklifler üzerine Şer’iye, Adliye ve Kanun-ı Esasi Encümenle- rine havale edilmiştir.
* Encümende saltanat ve hilafetin ayrılıp ayrılamayacağı tartışmaları uzayınca, Mustafa Kemal Paşa söz alarak milletin isyan ederek hâkimiyetini eline aldığını, kabul edilmesinin iyi olacağını belirtmiştir. Bu müdahale üzerine komisyon teklifi oy birliği ile karara bağlamış ve aynı günün ikinci celsesinde Meclis Genel Kuru- luna sunmuştur.
* Buna göre: Türkiye halkı millî iradeye dayanmayan hiçbir kuvvet ve heyeti tanı- madığı gibi, İstanbul’daki şahsî hâkimiyete dayalı hükûmet şeklini 16 Mart 1920’ den itibaren ve ebediyen kaldırmıştır.
* Burdur Milletvekili İsmail Suphi (Soysallıoğlu) ve İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey karar gününün bayram olmasını teklif etmişlerdi.
* Saltanatın kaldırılması kararından sonra üzerinde sadece halife unvanı kalan Vahdettin 16 Kasım 1922 de İngiliz işgal kuvvetleri komutanlığına yaptığı yazılı başvuru ile İngiltere’ye sığınmıştır.
* Yeni halife için yapılan seçimde Abdülmecid Efendi halife seçilmiştir. Halife Ab- dülmecid’in Meclisin seçim kararı kendisine tebliğ edildikten sonra Ankara’ya gönderdiği ilk telgrafta “Cuma selamlığında Fatih Sultan Mehmet tarzı bir sarık sarmak, hil’at giymek isteğini bildirirken, İslam alemine yayınlayacağı beyanna- mede Vahdettin hakkında bir şeyler söylemek istemediğini, ancak memleketin selameti gerektiriyorsa bunu dahi yapabileceğini” ifade etmiştir.
Adım Adım Yeni Sisteme Geçiş Meclisin halifeye biat edilmesi gerektiğini sa- vunan bazı vekilleri mevcut halde onu saltanat sıfatına sahip olmadan devletin sahibi ve başkanı sayıyorlardı.
* Hilafete ilişkin bu ve buna benzer düşüncelerini topladıkları “Hilafet-i İslamiye ve Büyük Millet Meclisi” adlı kitapçıkta, bu noktada halkın da tereddütte düştüğü- nü, hilafetin hükümet demek olacağını iddia ediyorlardı. Bu yönde iddiaları barın- dıran bu kitapçığa, aynı şekilde, “Hilafet ve milli Hâkimiyet” adlı 30 kadar makale- den oluşan bir derleme kitapla karşılık verildi.
* Saltanatın kaldırılması ile gelinen aşamadan bir şekilde geri dönüş olmamasını temin için 15 Nisan 1923’te 334 numaralı ek kanunla, saltanatın ilgası, egemen- liğin vazgeçilemez, bölüştürülemez ve devredilemez şekilde Büyük Millet Mecli- since temsil edildiği esasına karşı söz, yazı ya da fiillerle direnen, kargaşalık çıkaranların vatan haini olacakları kabul edilmiştir.
* 3 Mayıs 1923 tarihinde 320 sayılı Kanun ile Geçici Seçim Kanunu’nda seçmen yaşı ve milletvekili sayısı 50.000 yerine 20.000 erkek nüfus için bir kişi olmak üzere artırılmıştır.
* Ardından Mustafa Kemal Paşa, Mecliste birlikte çalıştığı Müdafaa-i Hukuk gru- bunun Halk Fırkasına dönüşeceğini de bildiren 9 Umde’yi yayımladı. Yapılan seçimlerden sonra oluşan ikinci dönem Meclisin neredeyse tamamı Müdafaa-i Hukuk listesinin adaylarından meydana gelmiştir.
* İkinci Meclis döneminde İstanbul, Büyük Millet Meclisi ordularınca teslim alın- mış, Ankara yeni devletin başkenti yapılmıştı. İkinci dönem Meclisin en önemli icraatlarının başında 29 Ekim 1923 tarihinde idare şeklinin cumhuriyet olduğunu ilan eden kararı gelmektedir.
Halifeliğin Kaldırılması Rauf (Orbay) Bey’in cumhuriyetin ilanında acele edildi- ğine, iyice tartışılmadan, Anayasa’daki ilgili hükümler düzeltilmeden gündeme sokulduğuna dair eleştirilerle dolu mülakatı 1 Kasım 1923 tarihinde Vatan ve Tasvir-i Efkar Gazetelerinde yayımlandı.
* Cum- huriyetin ilanı sırasında Trabzon’da bulunan Kazım Karabekir Paşa ile İs- tanbul’da bulunan Ali Fuat Paşalar da işlerin gerçekleştirilme tarzından memnun olmadıklarını belirten işaretler vermişlerdi.
* İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri Bey Hilafetin Türklüğe kazanılmış kuvvet, manevi bir hazine olduğunu ifade edip bu bir hareketin “evvela hanedan, sonra millet için, Türklük için bir intihar” olduğu iddiasındaydı.
* 13 Ekim 1923’te Ankara’nın başkent olarak kabulü ve 29 Ekim 1923’te cumhu- riyetin ilan edilmesi Türkiye’de eski devletten her şeyiyle ayrı yeni devletin haya- ta geçtiğini simgeleriydi.
* Halife Abdülmecid Efendi’nin, saltanat dönemini andıracak, Cumhuriyet idare- sine ters gelecek tavırlar takınmasında TBMM adına İstanbul’da bulunan Refet Paşa ile samimi münasebetleri, Rauf Orbay ve Kazım Karabekir gibi şahsiyetle- rin kendisini sık sık ziyaret etmelerinin katkısı yadsınamaz.
* 24 Kasım 1923te Londra’dan Emir Ali ve Ağa Han’ın imzalarıyla Başbakan İnö- nü’ye gönderilen ancak ona ulaşmadan 5-6 Aralık 1923’te İstanbul basınında yer alan bir mektup, halifeliğin kaldırılması sürecini hızlandırmıştır. Yazarların İngiliz yönetimiyle yakın ilişkileri olan Emir Ali ile Ağa Han olması 8 Aralık’ta mektubu tartışan TBMM’ne olayın ardında bir İngiliz parmağı olduğunu hissettirmiştir.
* Tarihçi, fikir adamı Yusuf Akçura da: “Hilafet, Türklerin elinde bulundukça, Tür- kiye devletinin, TBMM’nin iktidarına kuvvetine dayandıkça herhalde bizim için faydalı olacak bir müessesedir. Fakat efendiler, bu şartlar böyle olmak lazım. Aksi tak- tirde bizim için ve bütün Alem-i İslam için faydalı olabilecek müessese, bizim için de bütün Alem-i İslam için de zararlı olabilir” diyerek dış müdahalenin yaratabile- ceği kargaşaya dikkat çekmekteydi.
* Meclis İstanbul basınında hilafet taraftarı ve cumhuriyeti tenkit edici yayınlarına karşı bir ihtar vermek üzere bir İstiklal Mahkemesinin İstanbul’a gönderilmesini 9 Aralık 1923 tarihli oturumunda kabul etti.
* Mustafa Kemal Paşa, yeni dönemde halledilmesi mecburiyet hâlini alan hilafet meselesi yanında eğitim yönetiminin birleştirilmesi ile Şer’iye ve Evkaf Vekaleti- nin kaldırılmasının da gerekli olduğuna karar vermişti.
* İzmir’de bulunan Cumhurbaşkanı, aynı gün Başbakan İsmet Paşa’ya gönderdi- ği telgrafta şikayet ettiği hususların sebebinin halifenin bizzat davranışlarından kaynaklandığını, zira gerek saraydaki gerekse dışarıdaki tavrının saltanat havası taşıdığının altını çizmektedir.
* Halifenin yabancı devlet temsilcilerine memurlar göndererek münasebet kur- ması, Cuma Alayları’na çıkması, asker sivil herkesi kabul edip dertleriyle ilgilen- mesinin Cumhurbaşkanı’nda rahatsızlık yarattığı açıktır.
* Bu arada İstanbul’a gönderilen İstiklal Mahkemesinde hepsi beraat eden gaze- teciler 4-5 Şubat 1924 tarihlerinde İzmir’de Cumhurbaşkanı ile görüştüler. Bu bir nevi muhalif basın ile “barış” niteliğindeydi. Yargılanan gazetecilerden sadece Tevhid-i Efkar gazetesinin sahip ve başyazarı Velid (Ebuzziya) Bey’in alınmadığı toplantıda belli ölçüde bir fikir birliği oluştuğu anlaşılmaktadır.
* Mustafa Kemal Paşa basınla kurulan bu diyalogdan sonra 15-20 Şubat tarihleri arasında gerçekleştirilen harp oyunları sırasında ve sonrasında Paşalar ile görüş alışverişinde bulundu.
* İkinci Ordu müfettişi olan Ali Fuat Paşa, kendisine aktarılan plan ve projeleri laik ve demokratik bir yaklaşım için derhal yapılması gereken işler olarak vasıflandır- dığını ifade etmiştir. Hilafet meselesinde ise “iki otoritenin aynı hudut içerisinde yaşayamayacağına göre derhal lağvı ve Osmanlı hanedanının Türkiye dışına çıkarılması gerektiğini” belirtmekteydi.
* Kamuoyu oluşturma çalışmasının son ayağını üniversite oluşturmaktaydı. Nite- kim üniversitenin problemlerini aktarmak üzere Ankara’ya hükûmetle görüşmeye giden rektör ve dekanlardan oluşan heyeti İsmet Paşa, İzmir’e Mustafa Kemal Paşa’nın yanına götürmüştür. Burada yapılan görüşmelerde çeşitli konulardaki görüş alışverişi Cumhurbaşkanı’nın halifeliği kaldırmak hususunda “geç bile kalmışız” kanısına varmasıyla neticelenmiştir.
* 1 Mart 1924 tarihli Meclisi açış konuşmasında Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, üç hususun özellikle altını çizme ihtiyacı hissetmiştir:
1-Millet cumhuriyetin her türlü taarruzdan korunarak olumlu bir esasa tamamen bağlanmasını istemektedir.
2- Terbiye ve tedrisatın birleştirilmesi hususunda millet hemfikirdir.
3- İslamiyet’i asırlardan beri yapıldığı gibi siyaset vasıtası olmaktan çıkarmak ve yücelt- mek çok lüzumludur. 2 Martta Halk Fırkası grubu söz konusu değişiklikle- ri konuşmak için toplanırken basında hâlâ konunun net bir çözüme kavuşmadığı- nı görmekteyiz.
* Vatan Gazetesi’nde Ahmet Emin Yalman’ın bir tespiti dikkat çekicidir. İnsanla- rın çoğunun ruhunun hızlı ilerleme adımlarından endişe duyduğuna, iktisadi işler varken bunun sırası mıydı? gibi sorularının sorulduğuna dikkat çeken Yalman, istikrarın ilk şartının bu meselenin halli olduğunu ifade etmektedir: “Eski hanedan halife namıyla saltanat sürdükçe, kimse Cumhuriyetin bekasına itimat etmeye- cektir. Hükûmetin yarını belli olmayan, yeni inkılaplar bekleyen bir memlekette kimse iktisadi faaliyetlere girişmeyecektir”.
* Konu 3 Mart 1924 tarihli Meclis oturumunda tartışmaya açıldı. Hükûmetin teklifi üzerine önce Siirt mebusu Halil Hulki ile 51 arkadaşının “Şeriye ve Evkaf ve ile Erkan-ı Harbiye Vekâletlerinin ilgasına dair kanun teklifi tartışıldı.
* Kanun gerekçesinde “din ve ordunun siyaset cereyanları ile alakadar olması- nın birçok mahzurları olduğu ve bu anlayışın medeni devletler tarafından da kabul gördüğü” belirtildi. Bu esas için Teşkilat-ı Esasiye vardı. Bu durumda son- radan eklenen Şer’iye ve Evkaf ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye vekaletlerinin mevcudiyetinin uygun olmayacağı üzerinde durulmuştur.
* Şer’iye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılması ve bütün vakıfların gelirlerinin millete aktarılıp öyle yönetilmesi istenmiştir. Kanunla halka yönelik uygulamalara dair hükümlerin yerine getirilmesi TBMM ve hükûmete ait olup İslam dininin inanç ve ibadete dair bütün hükümlerini ve meselelerinin halledilmesiyle dinî müessesele- rin idaresi için Diyanet İşleri Başkanlığı kurulması önerilmekteydi.
* Başbakanlığa bağlı olacak başkanlığın reisinin Cumhurbaşkanınca atanması öngörülmekteydi. Ülke dâhilindeki bütün dinî müesseselerin idaresine, görevlile- rinin azil ve tayinlerine din işleri reisi yetkili olacaktı.
* Şer’iye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılması, vakıfların ise milletin menfaatine uy- gun şekilde halledilmek üzere şimdilik genel müdürlük yapılarak başbakanlığa bağlanması öngörülmekteydi.
* Diğer taraftan kanun, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti’nin kaldırılarak, sa- vaş ve barışta ordunun emir ve komutasını cumhurbaşkanına vekâleten yürüte- cek bir başkanlığın kurulmasını, reisin vazifesinde müstakil olmasını da karara bağlamaktaydı.
* Reis, başbakanın teklifi üzerine cumhurbaşkanı tarafından atanır ve gerektiğin- de Müdafaa-i millîye Vekâletiyle görüşür, bütçesinin mesuliyeti vekile aittir hü- kümleri getirilmekteydi. Kanun teklifi aynen kabul edilmiştir.
* Tartışmalar sadece din işleri kurulunun ismi üzerinde yapılmış, vekiller Arapça kelimeler yerine Türkçe olanlarının kullanılmasında hassasiyet göstermişlerdir.
* Bundan sonra Saruhan Mebusu Vasıf Bey ve 57 arkadaşının sunduğu Tevhid-i Tedrisat Kanunu tartışmalarına geçildi. Kanunun gerekçesi milletin fikrî ve hissi birliğini temin etmektir.
* Bunun için Türkiye dâhilindeki bütün okulların Maarif Vekâletine bağlanması karara bağlanıyordu. Bakanlık yüksek diyanet uzmanların yetiştirmek için üni- versitede bir İlahiyat Fakültesi tesis etmenin yanı sıra imam ve hatipler gibi dinî hizmetleri görecek memurların yetişmesi için ayrı okullar açacaktı.
* 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Şer’iye ve Evkaf Vekaletine veya özel vakıflara bağlı bütün eğitim kurumları da bütçeleriyle Maarif Vekâletine bağlan- mıştır Ama askerî okullar 1925’te Millî Savunma Bakanlığına devredilecektir
* Yapılan bu düzenlemede ülkede son yüzyılda sayıları hızla artan azınlık ve yabancı okullarının faaliyetlerinin devlet tarafından kontrol edilememesinin etkili olduğunu söyleyebiliriz.
* Sıra hilafetin ilgasına gelmiştir. Urfa Mebusu Şeyh Saffet Efendi ve 53 arkada- şının hazırladığı kanun teklifinin gerekçesi “hilafetin mevcudiyetinin iç ve dış si- yasette iki başlılık yarattığı, İstik- lal ve millî hayatta ortak kabul etmeyen Türkiye’ nin şeklen veya dolaylı yoldan bile olsa ikiliğe tahammülünün olmaması” idi.
* Hanedanın hilafet örtüsü altında Türkiye için daha tehlikeli olacağı dile getiril- mekteydi. Kanun maddeleri ise beklentilerin ikisini birden karşılar nitelikteydi.
* Kendisini ılımlı liberal ve bununla beraber ebedi müthiş bir İslam birliği taraftarı olarak niteleyen ve tarihin bu azametini milletinde görmek istediğini belirten ba- ğımsız milletvekili Zeki Bey, bu kanunla” millî geleneklerin ani surette sarsılmak ve yıkılmak” istendiğini iddia etmiştir.
* Meclisteki tek bağımsız milletvekili olan Gümüşhane mebusu kendisinin salta- nata değil şahıslara düşman olduğunu, bugün de Cumhuriyet devam ettiği hâlde saltanata doğru gidildiğini ifade ederek Mustafa Kemal Paşa’nın uygulamaların- dan duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir.
* Buna mukabil Afyon Milletvekili İzzet Ulvi Bey, hilafetin imaretten hükûmetten ayrı bir şey olmadığını, eğer bu makam kalırsa bir gün mutlaka saltanata gidece- ğini, zira tarihte hükûmetsiz halife olmadığının altını çizmiştir.
* İzmir milletvekili ve Maarif Vekili Vasıf (Çınar) Bey, teklif ettiği kanunun uygula- yıcısı olmuştur.
* Halid Bey de 1 Kasım 1922 kararına atışa “madem makam-ı mualla dedik, mül- gadır demeyi doğru bulmuyorum” sözleri ile muhalefetini ortaya koymuştur.
* Bu kanunun lehinde söz söyleyen milletvekillerinden Vasıf Bey, Cumhuriyet idaresinde samimi olduklarını göstermek için hilafetin ilgasının gerekli olduğunu ifade etmiştir.
* Tartışmalar sürecinin en açıklayıcı ve ikna edici konuşması Adliye Vekili Seyyid Bey’den gelmiştir. Halifeliğin kaldırılmasını İslam tarihinde hatta sosyal olaylar a- rasında büyük bir inkılap olarak tanımlayan Seyyid Bey, yapılan işin bilerek ger- çekleştirilmesinin, kalplerde şüphe kalmamasının esas olduğunun altını çizmiştir.
* Hilafetin dinî olmaktan çok dünyevi ve siyasi bir mesele olduğunu, hilafetin hü- kûmet manasında, zamanın gereklerine tâbi ve doğrudan doğruya millet işi oldu- ğunu, dolayısıyla dinin temel kaynağı Kuran’da hilafet müessesesi ile ilgili ayet olmadığını Arapça kaynak eserleri kullanarak ortaya koymuştur. Peygamber zamanından ve İslam tarihinden örnekler veren Seyyid Bey, TBMM ve hükûmeti ile meşveretin, hilafetin asli manasında gerçekleştirildiğini, ayrıca bir halifeye şer’i bakımdan gerek olmadığına dikkat çekmiştir.
* Kanun gereğince Abdülmecid Efendi ailesiyle birlikte 4 Mart 1924’te trenle İs- viçre’ye gönderildi. Hanedana mensup 33 erkek 36 kadın birkaç gün içinde yurt- dışına çıkarıldılar.
* Yeni halife adayları da görülmüş, 5 Mart’ta Hicaz Kralı Hüseyin halifeliğini ilan etmişse de Hindistan Müslümanları dahil kimseden destek bulamamıştır. Mısır Kralı Fuat ve Afgan Kral’ının, Fas Sultanı’nın adaylıkları söz konusu olmuş ama hiç- birisi genel kabul görmemiştir.
* Abdülmecid Efendi de 23 Ağustos 1944’te Paris’te vefat etmiştir. 1954 yılında Medine’ye gömülmüştür.
ÜNİTE 2
* Yeni Anayasa Rejimi: 1924 Anayasası 23 Nisan 1920’de kurulan Yeni Türk De- vleti, Milli Mücadele’yi yürüttüğü esnada Osmanlı Kanun-ı Esasisinin maddelerini de yürürlükte sayan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu ilan etmişti.
* Devletin cumhuriyet vasfının değiştirilemeyeceğini, bunun teklif dahi edilemeye- ceğini ilk madde olarak alan yeni Anayasa, millî egemenliği devletin ve sistemin temeli olarak kabul etmiştir.
* Yasama ve yürütme kuvvetini elinde tutan meclis, yürütme fonksiyonunu her za- man denetimi altında olacak bir hükûmete vermiştir. Yargı millet adına bağımsız mahkemelere verilmiştir. Anayasa kanun karşısında eşitlik ilkesini öne çıkararak din, vicdan, söz, yayın, seyahat çalışma ve mülk edinme hürriyeti gibi klasik insan hukuku esaslarını garanti altına almaktadır.
* Türk İnkılabının gelişme seyrine paralel devletin dinî hususu 1928’de, temel özel- likleri 1937’de Anayasa’daki yerini alacaktır.
1923-1938 Dönemini Şekillendiren Sosyal ve Ekonomik Yaklaşımlar
Eğitim anlayışı Kütahya hattında savaş devam ediyorken maarif kongresi toplan- mış, Osmanlı’dan devralınacak olan, her anlamda yetersiz eğitim düzeyinin iyileş- tirilmesine ilişkin görüşmelere başlanmıştı.
* Öğretmen eksikliğini gidermek için Mustafa Necati Bey’in bakanlığı sırasında girişilen faaliyetler onun ölümü ve 1929 dünya iktisadi buhranı ile kesintiye uğradı. Saffet Arıkan’ın bakanlığı sırasındaki tespit ve önerileriyle Atatürk’ün direktfleriyle 1936’da başlatılan eğitmen kursları vasıtasıyla 10 yılda 8543 öğretmen yetiştirilerek 6598 okul açılmıştır. Köylerde eğitimin geliştirilmesi için başlatılan projenin başarısı üzerine açılmaya başlanan köy öğretmen okulları 1940’ta açılacak olan Köy Ens- titülerinin de ilham kaynağı ve ilk örneği olacaktır.
* İlköğretimin parasız, mecburi ve karma hale getirilmesi, eğitim kursları vasıtasıyla öğretmen ve okul sayısının artırılması, her kademede müfredatın zenginleştirilmesi, ticaret, sanat, din, sağlık, endüstri ve teknik alanlarda ara eleman yetiştirilmesine yönelik mesleki ve teknik liselerin geliştirilmesi ve çok sayıda öğrencinin yurt dışına gönderilmesi gibi birbirinin peşi sıra bir dizi düzenlemeye gidildi.
* Bunların yanında yeni idare yükseköğretime yönelik bir dizi iyileştirici tedbire baş- vurdu. Ülkenin tek üniversitesi İstanbul Darülfünun’u, Milli Mücadele döneminde desteklediği meclis ve önde gelen liderleri karşında sosyal ve siyasal devrimler ev- resinde sessizliğe bürünmüş,ilmi ve idari yükümlülüklerini yerine getiremiştir.
* 1932’de getirilen Prof. Albert Malche’ın hazırladığı rapor istikametin 1933 refor- muyla kapatılarak yerine İstanbul Üniversitesi kuruldu. Bu gelişmeyi müteakiben 1936’da Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kuruldu. Burası 1930’larda kurul- muş olan Zi- raat ve Tabii İlimler Fakültesi’yle beraber Ankara Üniversitesinin te- melini oluşturdu.
Din anlayışı:Atatürk, klasik devlet yapısıyla beraber ona ait din, ordu, toplum ve idari konularındaki anlayışların da değişeceğini dile getirmekteydi ki onun bunlar hakkındaki görüşleri dört maddeyle özetlenebilir:
1. İslam dinini siyasetin bir parçası olmaktan kurtarmak gerekir.
2. Ordunun siyasetten ayrılması ilkesi cumhuriyet idaresinin devamlı dikkate aldığı ve alacağı bir esastır.
3. Toplum ihtiyaçlarının sürekli değişmesine paralel olarak kanunlar da değişmeli,
yenilenmelidir.
4. Toplumun çimentosu olarak, fertleri birbirine bağlayan ortak değerin din ve mezhep yerine
* Türk milleti olması esasa bağlanmıştır. Saltanatın ardından cumhuriyet ilanı ve ha- lifeliğin de kaldırılmasıyla büyük değişimin en önemli adımları atılmıştır.Acilen eskiye dönülmesinin önünü alacak bir anlayış ve toplum yaratılmalıdır. Bu yeni dönemde;
1. Yeni adımların muhafazası için bir süreliğine muhalefete kontrollü bir şekilde izin
verilebileceği görülmüştür.
2. Askeri zaferin, eğitim, iktisat ve kültür alanında yapılan yeniliklerle taçlandırılması
hedeflenmiştir.
3. Bu önemli hedeflere en kısa sürede ulaşabilmek için meclis ve dinin kontrol edilip yönlendirilmesi lüzumlu görülmüştür.
4. Muhaliflerin din sömürüsüne karşı dini metinler ve ibadetin Türkçeleştirilerek in- sanların dinlerini anlamaları gerekliliğine işaret edilmiştir.
5. Hukuk anlayışının da inkılaplara göre değişmesi gerekliliği fark edilerek bu istika- mette bir takım düzenlemelere gidilmiştir.
İktisadi hayat anlayışı İzmir’de gerçekleştirilen Türkiye İktisat Kongresi’nde ülkenin takip edeceği ekonomik model tespite çalışılmış, ekonomik meselelerin yanında son 10 yıldır varlığını hissettiren her tür probleme çözüm önerileri sunulmuştur.
Halka Gidiş veya Atatürk’ün Yurt Gezileri Gezilerin çok yönlü işlevleri olmuştur;
• Yöneticiler ile halk kaynaşmış, böylece devlet halk bütünleşmesi sağlanmıştır.
• Halkın sıkıntı ve beklentileri yerinde görülmüştür.
• Halka, yöneticilerinin onlarla bir ve beraber olduğu gösterilmiştir.
• Asıl muhatap dolayısıyla denetleyici ve egemenin halk olduğu gösterilmiştir.
* 3 Mart 1924 kararlarından sonra 25 Kasım 1925 şapka giyilmesine, 30 Kasım 1925 tarihli Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin kapatılması, türbedarlıklar ve bir takım unvanların yasaklanması, 17 Şubat 1926’da Medeni Kanun’un kabulü, 20 Mayıs 1928 uluslararası rakamların kabulü, 1 Kasım 1928 tarihli Türk Harflerinin kabulü, 30 Nisan 1930 kadınların oy kullanmaları- 5 Aralık 1934 kadınlara milletvekili seçil- me hakkının verilmesi,21 Haziran 1934 Soyadı Kanunu gibi toplumun sosyal, kültü- rel ve günlük hayatını düzenlemeye yönelik kanunlar bu anlayışla gerçekleşmiştir.
Siyasi İnkılaplara Karşı İlk Tepkiler
1.Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kuruluşu Meclis’te gerek saltanat gerekse hilafetin kaldırılması sürecinde rahatsızlıklarını dile getiren bir kesim vardı.Bu züm- re meclisin ikinci dönem ikinci toplantı yılında pek çok konuda hükümeti zorlayacak düzeye gelmişti.
* Bu muhalefet 17 Kasım 1924 tarihinde Kazım Karabekir Paşa’nın başkanlığında Cumhuriyet Fırkası olarak resmileşti. Ali Fuat Cebesoy, Cafer Tayyar, Rauf Orbay, Adnan Adıvar ve Refet Bele gibi önemli simaların da kurucu üye olarak yer aldıkları partiye, Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan da 28 vekil katılmıştır.
* Her ne kadar partinin, amacının iktidar olmak değil, iktidarı denetlemek olduğunu söylemiş olsa da dini inanç ve düşüncelere hürmetkarlık belirtmesi ve mensupları- nın din ve geleneksel cenahtan olmaları iktidarı endişelendirmiştir. Bir de Şeyh Sait İsyanının çıkması ve partinin Diyarbakır temsilcisinin isyanla ilişkisinin tespit edil- mesi tedirginliği giderek artırmış, isyan bölgesindeki şubeler kapatılmıştır. 3 Hazi- ran 1925’te ise Ankara İstiklal Mahkemesince Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılmıştır.
Şeyh Sait İsyanı Şeyh Sait’in, Doğu Anadolu halkının dini ve etnik hassasiyetini is- tismar ederek 13 Şubat 1925’te başlattığı isyan cumhuriyet idaresinin karşılaştığı ilk ciddi tehlikedir.
* İsyanın kısa sürede yayılmasıyla hükûmet 25 Şubat’ta Diyarbakır, Elazığ, Genç, Muş Ergani, Dersim, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Hakkari illeri ile Erzu- rum’un bazı ilçelerinde 1 ay süreyle sıkıyönetim ilan etmiştir.
* Bu arada Hıyaneti Vataniye Kanunu’na bir ilave yapılıp dinî siyasete alet edip ce- miyet kurmak yasaklanmış, cemiyetlere girenler, söz konusu amaçlar doğrultusun- da çalışanlar, devletin şeklini değiştirmek, iç güvenliğini sarsıp bozmak gibi faaliyet- te bulunanlar vatan haini sayılmışlardır.
* Ali Fethi Bey Hükûmeti’nin aldığı bölgeye asker kaydırma ve bütçeye ek ödenek koyma tedbirleri yeterli olmayınca daha sert tedbirler isteyen muhalefetin baskısıyla hükûmet istifa etmek zorunda kalmıştır.
* 3 Mart 1925’de Yeni hükûmeti kuran İsmet Paşa, hemen Takrir-i Sükun yasasını Meclis’e sevk edip,bölgeye 2 İstiklal Mahkemesi gönderilmesini karara bağlatmıştır.
* 26 Mart’ta harekete geçen 3.Ordu birlikleri Hani, Lice, Silvan ve Genç bölgelerini isyancılardan temizlemiş, isyanın elebaşı Şeyh Sait ve yanındakilerin 15 Nisan’da ele geçirilmeleriyle isyan tamamen bastırılmıştır.
İzmir Suikastı Birinci TBMM’de Rize Milletvekili Ziya Hurşit’in cumhuriyetin ilanın- dan sonraki gelişmeler karşısında Meclis’teki muhalefeti yetersiz ve pasif bulup Atatürk’ü ortadan kaldırmaya kalkışması olayına ittihatçı kökenli eski milletvekille- rinin de bir ölçüde karışması bunun uzun süreli hesaplaşma teşebbüsü olduğunu düşündürür
* 14 Haziran 1926’da Atatürk’ün İzmir’i ziyareti sırasında saldırmaya karar vermiş- ler, yer olarak Atatürk’ün arabasının yavaşlayacağı Kemeraltı’nı seçmişlerdi. Ziya Hurşit, Laz İsmail, Gürcü Yusuf ve Çopur Hilmi adında üç tetikçiyi ayarlamışlarıdr
* Ama O’nun gelişini bir gün ertelemesi üzerine teşebbüsün haber alındığından endişe ederek hiç olmazsa kendini kurtarmak isteyen motorcu Giritli Şevki durumu İzmir Valiliğine haber vermiştir.
* Yurt dışında olan Rauf Bey, gıyabında cezalandırılmıştır. Mahkeme, ittihatçı ileri gelenlerden Cavit, Dr. Nazım Kara Kemal, Nail ve Hilmi Beylerin yanı sıra eski milletvekillerinden Şükrü, Halis Turgut, İsmail Canbolat, Rüştü, Ziya Hurşit, Hafız Mehmet, Sarı Efe Edip, Albay Arif’, askerlikten emekli Çopur Hilmi, Rasim, Laz İsmail, Gürcü Yusuf, eski Ankara valisi Abdulkadir Beyi ölüm cezasına çarptırmıştır.
Takrir-i Sukûn Kanunu ve Rejimi Şeyh Sait İsyanı sırasında, 4 Mart 1925’te çıka- rılan bu kanun 1929 yılına kadar yürürlükte tutularak hükümetin, arzuladığı sosyal, siyasi ve ekonomik düzene yönelik yenilik ve değişimlerini muhalefet görmeksizin rahatça yapabilmesi olanağı sağlamıştır.
Serbest Cumhuriyet Fırkası Olayı Mustafa Kemal’in yerleştirmeye çalıştığı esas- lar arasında siyasi durumun öngörülen çok partili demokratik bir düzene kavuştu- rulması gerekliliği de vardı. Dolayısıyla mecliste yer alacak bir muhalefet partisinin halkın durumunu iyileştirmeye katkı sağlayabileceği düşüncesindeydi. Bu çerçeve- de, cumhuriyetin ilk başbakanlarından Ali Fethi Okyar başkanlığında 12 Ağustos 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasını sağladı.
* Ancak demokrasi kültürü yönündeki beklentinin aksine Atatürk’ü arada bırakan veya hedefleyen kısır parti çekişmelerinin oluşup gelişimi akamete uğratması ve muhalefet partisinin amacını unutarak iktidara soyunması 17 Kasım 1930’da parti- nin feshine neden olmuştur.
Menemen-Kubilay Olayı Manisa’da bir müddet faaliyet gösterip 23 Aralık sabahı Menemen Çarşı Camiine gelerek mehdi olduğu iddiasıyla cami cemaatine propa- ganda yapan Derviş Mehmet ve adamları şeriat ilan edeceklerini belirterek halkı kendilerine katılmaya zorlamışlardır
* Gelişmelerin duyulmasıyla ilk olarak Menemen’deki 43. Piyade Alayı kumandan- lığında görevli öğretmen yedek subay Mustafa Fehmi (Kubilay) isyancılara engel olmaya çalışmış, öldürülmüştür.
* Ayaklanma hakkında adli kovuşturma başlatılarak arka planda olanların ortaya çıkarılabilmesi için çalışmalar yapılmıştır. 31 Aralık 1930 tarihli hükûmet kararıyla Menemen ile Aydın ve Balıkesir’in merkez kazalarında sıkıyönetim ilan edilmiştir. II. Ordu kumandanı Fahrettin Altay sıkıyönetim komutanlığına getirilmiş, ardından I.Ko- lordu kumandan vekili Mustafa Muğlalı’da Divan-ı Harp reisliğine atanmıştır.
Cumhuriyetin Halka Gidiş Müesseseleri: Halkevleri Cumhuriyetin ilanından be- ridir yaşanan çok yönlü değişimlerin doğurduğu reaksiyon yapılan inkılapların halk tarafından yeterince anlaşılmayıp benimsenmediği kanaati uyandırdı.
* Bu nedenle inkılapların halka mal edilmesi, derinleştirilmesi ve halkın yerinde eği- tilmesi için herkesin rahatlıkla çalışmalarına katılabileceği halkevleri kurulmuştur. Bir- çok amaç ve hedefe istinaden açılan evler ;9 şube altında teşkilatlanmıştı. Amaç ve hedeflerini isimleriyle açıkça yansıtmaktaydılar;
• Dil, Edebiyat, Tarih Şubesi: Muhitin genel bilgisini yükseltmeye yarayacak konularda sohbetler ve konferans- lar düzenlemek, Türk dilinin bugünkü yazı ve edebiyatta kullanılmayan fakat halk arasında yaşayan kelimeleri, terimleri ile eski millî masalları, atasözlerini, araştırıp toplamak, anane ve âdetleri incelemek, dergi çıkararak veya çıkarılmakta olan der- giler aracılığıyla yukarıda belirtilen çalışmaları yayımlamak, yeni yetişen gençler arasında yetenekli olanları desteklemek ve onların ilerlemeleri için gerekli çareleri aramak
• Güzel Sanatlar Şubesi Musiki, resim heykeltıraşlık, mimarlık, ve süsleme sanat- ları gibi alanlarda sanatçı ve amatörleri bir arada toplamak, genç yetenekleri koru- mak, halk için genel müzik akşamları düzenlemek, halkın musıki zevkini arttırmak ve yükseltmek, mümkün olan yerlerde güzel sanatlar kursu açmak, halkın millî marşları ve şarkıları öğrenmesine yardım etmek, millî bayramlarda bu marş ve türkülerin milletçe bir ağızdan söylenmesini temin etmek, köylerde ve aşiretlerde söylenen millî türkülerin nota ve sözleriyle millî oyunların ahenk ve tarzını tespit etmek
• Temsil (Tiyatro) Şubesi Tiyatro sanatına heves ve yeteneği olan kadın ve erkek ü- yelerden temsil grubu oluşturmak, umumi idare heyetince tercih edilecek veya yeniden teklif ettirilecek piyesler temsil ettirmek
• Spor Şubesi Bu şube Türk halkında spor ve beden hareketlerine sevgi ve ilgi uyandırıp bunları bir kütle hareketi, millî bir faaliyet hâline getirmeye katkı sağla- mayı amaç edinmiştir. Türkiye İdman Cemiyetleri Birliğine dahil olan veya olmayan spor kuruluş- larının gelişme ve ilerlemesine yardım eder. Hiç kulüp bulunmayan yerlerde kulüp kurulmasını, gençlerin spor kulüplerine girmesini ve gerçek birer sporcu olarak yetişmesini teşvik eder. Vatandaşlara modern sağlık bilincinin esası olan ev ve oda jimnastikleri öğretir. Yer ve imkânına göre bir veya iki yılda bir yerel jimnastik günleri düzenler. Üç dört yılda bir büyük jimnastik bayramları yapar. Yaya veya vasıtalı geziler düzenler.
• Sosyal Yardım Şubesi Çevrede yardıma muhtaç kimsesiz kadınlar, çocuklar, sa- katlar, düşkün ihtiyar ve hastalarla ilgilenmek; mevcut hayır cemiyetlerinin faaliyet- lerinde çalışmak; kreş, öğrenci yurtları, işçi tedavi yurtları gibi sosyal yardım kurum- larının çalışmalarını hızlandırmak; hapishanelerde bulunan muhtaçları gözetmek; fakir öğrencilerin elbise, yemek ve barınmalarıyla ilgilenmek; tedaviye muhtaç has- taların tedavilerini sağlamak; köylerden gelen fakirleri şehir ve kasabalarda barın- dırmak; hasta olanların tedavilerini sağlamak ve işsizlerin iş bulmalarına aracılık etmek
• Halk Dersleri ve Kursları Şubesi Her türlü okuma-yazma ve yetiştirme hareketle- rinin ilerlemesini temin ve himaye eder; okuma yazma öğretmek, yabancı dil ve fen dersleri vermek, sanat öğretmek ve günlük hayat bilgilerini geliştirmek için kurslar açar; özel kurumların açtığı kurslara yardım eder.Bulunduğu yörenin ihtiyacına gö- re ücretsiz kurslar açmıştır. Bu kursların başında cehaletle mücadele kursları gelir. Açılan kurslarda okuma yazma öğretilmiş ve yurttaşlık bilgisi dersleri verilmiştir.
• Kütüphane ve Neşriyat Şubesi Her halkevinin bulunduğu yerde bir kütüphane ve bir okuma odası açmak zorunluydu. Bu kütüphaneler CHP yayınlarıyla, bağışlarla, doğrudan satın alma suretiyle zenginleştirilecektir.
• Müze ve Sergi Şubesi Halkevi müzesi ve sergiler grubu olmak üzere ikiye ayrılan bu şubenin müze grubunun faaliyet sahası şunlardır: Çevredeki tarihî eser ve abi- delerin iyi korunması hususunda resmî makamları aydınlatır. Bulunduğu yerde res- mî müze varsa onları zenginleştirmeye, yoksa bunların kurulmasına çalışır. Tarihî eserlerin ve üzerindeki yazıların fotoğraflarını alır. Tarihî kıymeti olan eski yazılar, ciltler, tezhipler, divanlar, minyatürler, çiniler, halılar ve nakışlar gibi millî kültür vesikalarıyla eski millî kıyafetler ve diğer millî etnografya vesikalarını toplamaya çalışmak suretiyle mahallî müzelerin zenginleşmesini sağlar.
• Köycülük Şubesi Halka doğru gidiş politikalarının en önemli aracı olan halkevle- rinin en etkin olması beklenen şubesidir. Köylülerin sıhhî, medenî, kültürel gelişme ve ilerlemesine,köylü ile şehirli arasında karşılıklı sevgi ve bağlılık duygularının kuv- vetlenmesine çalışmak, çevre köylere geziler düzenlemek, köylüyü okutmaya ça- lışmak, hasta köylülerin şehir sağlık merkezlerinde muayene ve tedavilerini sağlamak, harp malulü köylülerle şehit köylülerin aile ve yetimlerini koruma ve bunların kasabadaki resmî işlerini kolaylaştırmak bu şubelerin aslî görevleri arasındadır.Halkevleri,14 Mayıs 1950 seçimleri sonrası hükümetin değişmesiyle kapatılmıştır.
Türk İnkılabının Özgünlüğü Milli Mücadelenin başarıya ulaşmasının ardından inşa edilen yeni devlet ve sistemi herhangi başka bir devlet ve sistemin taklidi değil, tamamen kendi özgül değer ve ihtiyaçlarına göre oluşturulmuş bir yapıdır.
* Bu itibarla oluşmasını sağlayan inkılapların da özgünlüğü açıktır.
Türk İnkılabına İdeoloji Gömleği Giydirme Çabası:Kadro Hareketi Ekonomide karma modelin takip edildiği sırada patlak veren dünya ekonomi buharını ve ser- best fırka deneyimindeki başarısızlıkların konuşulduğu gün- lerde Şevket Süreyya, Türk Ocağı’nda verdiği bir konferans esnasında “inkılabın ide- olojisi”ni tartışmaya açmış, sonra bunu Kadro Dergisi’ne taşımıştır.
* Burada türk inkılabının henüz ideolojinin oluşturulmadığı dile getirilip takip edilme- si gereken yollar öneriliyordu. Bir başka deyişle bu hareket, bir gurup aydının, Türk inkılabını evrensel temellere oturtma çabası olarak tanımlanabilir. Dergi, hükümete yönelik eleştirilerinin artığı 1934’de kapatılmıştır.
Cumhuriyetin İlk Yıllarında Ekonomi Politikaları
1.Ulusal Ekonomiye Geçiş Dönemi (1923-1926) İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlar gereğince ilk ulusal ticaret bankamız Türkiye İş Bankası, ardından sanayi alanında kredi vermek üzere Sanayi ve Maadin Bankası faaliyete geçirilmiştir.
* Ancak ulusal ekonomiye geçiş olarak isimlendirilebilecek bu dönemin koşulları pek fazla atılım yapılabilmesine imkan bırakmamış, dolayısıyla ekonomik sefer- berliğin ilanı yani yeni bir yolun tutulması mecburi hale gelmiştir.
2.Devletçilik Dönemi (1930-1938) Dünya ve Türkiye’nin içerisinde bulunduğu iktisa- di buhran halini değerlendiren Atatürk ve yakın arkadaşları ülke için en uygun ön- lem olduğuna karar verdikleri “Devletçilik” eksenli ekonomi planını 1930 itibariyle uygulamaya koydular.
*T.C. Merkez Bankası’nın 1931de faaliyete geçmesiyle ülkede kurulmakta olan “Yeni Ekonomik Düzen”in kendisini koruması kolaylaşmıştı. Böylece Osmanlı Ban- kası ve azınlıkların, ulusal ekonomik çıkarlara ters düşen karar ve uygulamaları son buldu
* 1933’te kurulan Sümerbank, Atatürk’ün köşe taşlarını koyduğu “Devletçilik” in te- mel ögesi ve sürükleyici kurumu olmuştur. Bugünkü anlamda bir ‘kalkınma ban- kası’ gibi kurulan ve çalışan Sümerbank, çağını aşan Türkiye’ye özgü banka mo- deliydi. Tamamı kamuya ait 20 milyon sermayeyle faaliyete geçen banka, 4 sınai işletme, bir satış mağazası ve iki banka şubesi devralmıştı. Kaynak kullanımında ve faaliyetlerinde öncellikleri nasıl belirleyeceği kuruluş yasasında açıklanmıştı. Örn ham maddesi ülke içinden sağlanacak sınai yatırım projelerine bankanın öncelik vermesi öngörülmüştü.
* Özellikle enerji ve madencilik konusundaki araştırmaları ve işletmeleri denetim altına almak ve bir merkezden yönetmek için 1935 yılında 20 milyon sermayeyle Etibank kuruldu. Yabancı sermayenin elinde bulunan Ergani- Murgul bakır ve Divriği demir işletmeleri Etibank tarafından satın alındı. Ardından Ereğli Kömür İşletmeleri de bankaya devredildi.
* Aynı yıl yer altı zenginliklerinin araştırılması ve belirlenmesi görevi için Maden Tektik ve Arama Enstitüsü kuruldu.
* Esnaf ve sanatkârın kredi ihtiyacını karşılamak üzere, 1933’te kurulan, kaynak yetersizliği nedeniyle ancak 1938’de faaliyete başlayan Halk Bankası bir kamu bankası olarak örgütlendi.
* Devletçilik uygulamaları ile tarımı geliştirme yönünde nitelikli tohum, damızlık, fide ve fidan yetiştirip çiftçiye dağıtmak üzere Hazine arazisi üstünde devlet sermaye- siyle örnek çiftlikler kuruldu. Ankara’daki Gazi Orman Çiftliği’nin kurulmasında biz- zat Atatürk işin başında bulunmuştur
* Devletçilik uygulamalarının bazı çevrelerde tereddütler uyandırdığını gören Ata- türk, İş Bankası Genel Müdürü Celal Bayar’ı İktisat Vekilliği’ne getirdi. Art niyetlilere cevap niteliğinde Devletçiliği tanımlayıp Celal Bayarla kamuoyuna duyurmuştur. Devletin büyük sermaye ve teknoloji gerektiren temel altyapı kurumlarını oluştur- duğu, dış ticareti dengede tutup bireysel girişimleri desteklediği “Devletçilik”le ilgili uygulamaların ana ilkeleri 1935’te ülkede tek siyasal parti CHP’nin programına kondu.
Planlı Sanayileşme: Devletçilik modelinin ana öğesi ve hedefi ‘Devlet öncülüğün- de planlı sanayileşme’ idi. Tarıma dayalı geri kalmış bir ülkede Atatürk’ün başlattığı ‘planlı sanayileşme’ uygulaması 1930’lu yıllarda öncü ve örnek modeldi.
* 17 Nisan 1934’te yürürlüğe giren “Birinci Sanayi Planı” 1934-1938 yıllarını kapsa- yacak biçimde hazırlanmış bir sektör planıydı. Plan 3 temel ilkeye dayandırılmıştı: 1) Temel ham maddeleri yurt içinde üretilen veya üretilecek olan sınai tesislere,
2) Büyük sermaye ve ileri teknoloji gerektiren projelere,
3) Kuruluş kapasitelerinin iç tüketimi karşılayacak düzeyde tutulmasına öncelik ve- rilmişti. Bu ilkelere uygun olarak altı temel faaliyet alanında 20 fabrika kurulmuştu.
* İkinci Plan’ın hazırlıklarını görüşmek için 20-24 Ocak 1936’da İktisat Vekili Celal Bayar başkanlığında Sanayi Kongresi toplandı. Bu plan birinciye göre tesis sayısı ve kapsadığı alan yönünden daha geniş tutulmuştu. Ama 1938 de dünyada savaş başladığını gören Türk Hükûmeti, İkinci Planı dört yıllık olarak yeniden düzenlenmiş, 2. Dünya Savaşı başlamadan üç ay önce Plandan vazgeçilerek yerine “İktisadi Savunma Planı” yürürlüğe konmuştu
ATATÜRK İLKELERİ VE İNKALP TARİHİ
ÜNİTE 3
Atatürk İlkeleri 1931’de Cumhuriyet Halk Fırkasının tüzüğüne ve 1937’de de TC Anayasası’na giren Atatürk ilkeleri Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik,ÜNİTE 3
Devletçilik ve İnkılapçılıktır.
1.Cumhuriyetçilik Batı dillerinde “kamuya ait olan”, Arapça “cumhur” kelimesinden gelen Cumhuriyet, bir rejim biçimi olarak halk iradesi demek olan “demokrasi” ile aynı anlama gelmektedir. Ancak her Cumhuriyet demokratik değildir.
* Cumhuriyet olgusu Milli Mücadele yıllarında ortaya çıkmış ve 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması ile Cumhuriyet yönünde en önemli adım atılmıştır. Cumhuriyet, devlet şekli olarak egemenliğin millete ait olmasını, hükûmet şekli olarak seçim ilke- sini esas almıştır. 29 Ekim 1923’te “Türkiye Devleti’nin hükûmet şekli cumhuriyettir” ifadesi anayasada yerini almıştır. Böylece Atatürk’ün “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” düşüncesinden hareketle saltanat yönetimi terk edilerek milletin yönetime katılacağı bir rejim kurulmuştur.
* Bu özellik 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında “Türkiye Devleti bir cumhuriyettir” şeklinde değiştirilerek cumhuriyet kavramına bir devlet şekli anlamı verilmiştir.
2.Halkçılık Siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda halka dayanmak anlamına gelen “halkçılık”, Millî Mücadele’yi yapan Türk milletinin zaferden sonra yönetime ortak edilmesi ve birlikte kalkınma çabasıdır. ,
* 13 Eylül 1920’de açıklanan halkçılık programında egemenliğin yalnızca millet tara- fından kullanılabileceği ilkesi ortaya konmuştur. Bu ilkeye göre halk bir bütündür, halkın yönetimi eşitlik ve hukuka dayanır.
* Halkçılık, sadece sosyal düzenin korunması ve halkın refahının arttırılmasına da- yanmaz. Aynı zamanda, sosyal gruplar arası işbölümü ve dayanışmayı da esas alır. Halkçılıkta amaç özgürlükçü demokrasinin yanında sosyal düzenin sağlanmasıdır.
3.Milliyetçilik “Ulus” anlamına gelen “millet” kavramı, Avrupa’da dini çekişmeler so- nucu ortaya çıkmış ve beraberinde “demokrasi” kavramını gündeme getirmiştir.
* Milliyet, kısaca bir millete mensup olmak veya bir millete bağlı olmak demektir. Milliyet kavramından doğan milliyetçilik ise, bir sosyal politika prensibi veya fikir akımı olarak millet gerçeğinden hareket eder ve millî bir amaç ile bir ülkü etrafında toplan- mayı ifade eder. Milliyetçilik milletten millete değişiklik gösterir.
* 19. yüzyılda bünyesindeki gayrimüslimler arasında yayılmaya başlayan milliyet- çilik akımına, Osmanlı Devleti “Osmanlıcılık” ve “İslamcılık” anlayışıyla karşılık ver- meye çalıştıysa da asıl başarı Ziya Gökalp’in önerdiği “Türkçülük anlayışıyla yaka- lanmıştır. Atatürk’ünde önemli ölçüde etkilendiği “Türkçülük” anlayışında; bir mille- tin oluşması için ırk, dil ve dinin yeterli olmadığı, kültür, tarih ve kader birliğinin de önemli olduğu vurgulanmıştır.
* Milliyetçilik, Türk İnkılabının temel prensibi olduğu kadar, bireyleri Türk milletine
bağlayan manevî bir köprü, milleti huzur ve refaha yönelten en güçlü bağ olmuştur. Nitekim 1924 Anayasası’nın 88. maddesinde “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın, vatandaşlık itibarıyla, Türk denir” ifadesiyle yeni devletin milliyetçilik anlayışının kültür temelli olduğu ve vatan toprağı içinde yaşayan bütün bireyleri eşit kabul ettiği açıkça ifade edilmiştir.
* Atatürk’ün benimsediği milliyetçilik ilkesinde ırkçılığa yer yoktur; başka milletlerin hukukuna ve milliyetçiğine saygı vardır.
4.Devletçilik Bir milletin bağımsızlığının sadece askeri ve siyasi olmadığı, ekono- mik bağımsızlığın da mutlaka sağlanması gerektiği görüşünden yola çıkan “Devlet- çilik” ilkesi; ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda devletin üstlendiği görevleri ifade eder
* Türkiye’de devletçilik bir ekonomi politikası olarak benimsenmiş ve Türk ekonomi- sini geliştirmek, sosyal ve kültürel kalkınmayı sağlamak amacıyla uygulamaya kon- muştur. Devletçilik ilkesinde devlet, gerekli olduğunda, özel sektörün yanında, kamu yararına sorumluluk alır.
5.Laiklik Terim anlamı “akli düşüncenin, dini düşünceden ayrılması” olan laiklik; siyasi anlamda “din ve devlet işlerinin birbirine karıştırılmamasıdır.
* Vatandaş için din ve vicdan hürriyetinin sağlanması anlamına gelen laik anlayışta devlet; din ve mezhepleri farklı, hatta inanmayan vatandaşlarına hukuken eşit me- safede durur ve kamu düzenini bozmadıkları sürece bütün dinleri tanır.
* Osmanlı Devleti’nde hilafetin iç ve dış siyasette öne çıkarılması ancak askerî ve siyasi anlamda sıkıntıların artması ve çoğunluğu Müslüman olan beldelerin devletten ayrılmaya başlamasıyla olmuştur. Osmanlı padişahları Halife sıfatını kullanıp ülke içi ve dışında Müslümanları devlete bağlamayı siyasetlerinin gereği olarak görmüştür
* Tanzimat Fermanı’yla dinî kurallara ve kanunlara uyulmamasından kaynaklı devlette zafiyet meydana geldiği vurgusu yapılarak, yeni kanunlar çıkarılması kararlaştırılmıştır. Bazı alanlarda laik nitelikli Batı kanunları benimsenirken, bazı alanlarda dini hukuk kurallarına bağlı kalınmıştır. Bu durum Cumhuriyet’e kadar devam etmiştir.
* “Ülkede hukuk birliğini sağlamak üzere, yeni devleti laik hukuk temeline dayandır- mak” ve “Birleştirici nitelikte olan dil, tarih ve kültür birliğine dayanan millet anlayışını egemen kılmak” esaslarına dayanan laiklik; Türkiye’de “ümmet bilinci yerine “ulus” bilincinin gelişmesini sağlamıştır.
* Laiklik ilkesinin gereği olarak 1 Kasım 1922’de saltanat, 3 Mart 1924’te hilafet ma- kamı kaldırılmıştır. Şeyhülislamlık makamı kaldırılarak, yerine Diyanet İşleri Baş- kanlığı kurulmuş; Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile de eğitim konusunda çeşitli sorun- lara yol açan ikilik kaldırılarak laik öğrenim sistemine geçilmiştir.
* 30 Kasım 1925’te Tekke, Zaviye ve Türbeleri kapatan kanun ve 1926’da kabul edilen Türk Medeni Kanunu laiklik alanında atılan önemli adımlardır.
* 10 Nisan 1928’de yapılan bir düzenleme ile 1924 Anayasası’nda yer alan “Türk Devletinin dini, İslam’dır” cümlesi kaldırılarak; 5 Şubat 1937’de Anayasa’nın 1. m “Türk Devletinin laik oluğu” yolunda bir cümle eklendi.
6.İnkılapçılık Gelişmek, ilerlemek ve değişmek anlamına gelen inkılap; Türk milleti için, milletçe yürütülen bağımsızlık savaşını iç ve dış düşmanlara karşı kazandıktan sonra, milli egemenliğin karşısına çıkan engelleri kaldırıp siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanları kapsayan bir girişimdir.
* Atatürk, inkılabı; Türk milletini geri kalmaya iten kurumları yıkarak yerlerine mille- tin en yüksek medeni icaplara göre ilerlemesini sağlayacak kurumları kurmak ola- rak açıklamıştır.
* Cumhuriyetin ilanı, saltanatın kaldırılması, harf devrimi, soyadı kanunu gibi birçok
düzenleme Türk inkılabı olarak değerlendirilmektedir. İnkılapçılık, sosyal ve ekono- mik hayatta, bilim ve fen alanında başarılı olmak için gelişmenin önemli yoludur.
Atatürk İlkelerinin Uygulama Esasları Atatürk ilkeleri incelendiğinde, takip edilen uygulama esaslarının tam bağımsızlık, çağdaşlık, müspet ilme ve akla tabi olmak olduğu görülmektedir.
1.Tam Bağımsızlık: Atatürk düşüncesinin temelinde yatan ve bütün uygulamalarda belirleyici olan asıl amaç siyasî, iktisadî, malî, adlî ve kültürel olarak her alanda tam bağımsız olmaktır. Bunlardan herhangi birinde meydana gelen eksiklik millet ve memleketin tam bağımsızlıktan mahrum olması anlamına gelmektedir.
2.Çağdaşlık: Atatürk yeni sistemin temellerini “medenileşme”ye dayandırmıştır. An- cak o dönemde tam bağımsız bir İslam devletinin olmaması, yapılan değişikliklerin batı medeniyeti yönünde olmasına neden olmuştur. Ama Atatürk’ün ifadeleri ince- lendiğinde, bu tercihin, Batı medeniyeti kültür ürünlerinden ziyade ilim ve fen gibi teknik konuları içerdiği görülmektedir.
3.Müspet İlime ve Akla Tâbi Olmak Atatürk yeni Türk Devleti’nin temellerini atarken, prensip edindiği unsurlardan biri de ilim ve aklı belirleyici öge olarak kabul etmesidir. O’nun muasır medeniyet seviyesine ulaşma hedefi aynı zamanda insan aklının bir
ürünü olan ilim ve teknolojide zirveyi yakalamaktır. Ancak asıl önemli olan ilmin ve aklın gerektirdiği ve getirdiği yenilik ve değişiklikleri kabul edip uygulamaktır.
Atatürk Döneminde Dil-Tarih ve Kültür Alanındaki Çalışmalar 23 Nisan 1920’ de TBMM’nin açılması ile kurulan, 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaş- ması ile tüm dünya devletleri tarafından tanınan yeni Türk Devleti’ne milli bir kimlik kazandırılması gerekiyordu. Bunun için çağdaşlaşma zorunluydu. Çağdaşlaşma ise ancak milli devletin dayanaklarını oluşturan dil, tarih, kültür ve güzel sanatlar alanında yapılacak değişikliklerle mümkün olacaktı.
Dil Çalışmaları İslamiyet’in kabulünden sonra kullanılmaya başlanan Arap alfabe- sinin öğrenilmesi ve yazılması uzun vakit almıştır. Bu da okur-yazar oranının düşük olmasına yol açmıştır. 18. yüzyıl sonlarından başlanarak Türk dünyasında okur-ya- zarlık düzeyini yükseltebilmek için tartışmalar başlamıştır.
* Bu tartışmalar ışığında Atatürk Erzurum Kongresi sırasında Mazhar Müfit Bey’e
mücadelenin başarı ile sonuçlanmasından sonra Latin alfabesinin kabul edileceğini söyleyerek bu konudaki kararlılığını ortaya koymuştur.
* 1926’da Bakü’de toplanan Türkoloji Kongresi’nde Rusya Türkleri için Latin kökenli bir alfabenin kabul edilmesi, alfabe değişikliği düşünenleri cesaretlendirmiştir.1928 yılı başında Mahmut Esat Bey’in Türk Ocağı’nda verdiği bir konferansla bu konuda ilk adım atılmıştır.
* 23 Mayıs 1928’de içinde eğitimci, yazar, gazeteci ve milletvekillerinin bulunduğu alfabe komisyonu kurularak alfabe değiştirme çalışmalarına başlanmıştır. Komis- yon Latin alfabesindeki kimi harfleri çıkarıp Türkçenin ses uyumuna uygun olan yeni harfler ekleyerek 29 harften oluşan yeni alfabeyi kabul etmiştir. Atatürk, Latin kökenli yeni Türk alfabesini Türk halkına öğretebilmek için kendisinin de içinde bulunduğu büyük bir kampanya başlatmıştır.
* Dolmabahçe Sarayı çalışmaların karargâhı olmuştur.Ağustostan Kasıma kadar bir geçiş dönemi yaşanmıştır. Yeni Türk alfabesi; 1 Ocak 1929’da devlet işlerinde, 1 Ha- ziran 1929’da ticaret defterleri, mahkeme ilamları ve dilekçe veriminde, 1 Haziran 1930’dan sonra ise basılı evrak ve tutanaklarda kullanılmaya başlanmıştır.
* Yeni harfleri halka öğretebilmek için 11 Kasım 1928’de Bakanlar Kurulu’nca onay- lanan “Millet Mektepleri Teşkilatı Talimatnamesi”, 24 Kasım 1928’de Resmi Gaze- te’de yayınlanmıştır. 1 Ocak 1929’da açılmaya başlanan Millet Mektepleri, 1936
yılında kapanmıştır.
* Harf inkılabının ardından Türkçenin sadeleştirilmesi ve geliştirilmesine çalışılmış
ve bu amaçla 12 Temmuz 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmuştur. Bu ce- miyetin çalışmaları sonucu, Arapça ve Farsça sözcüklerden temizlenen Türkçenin bilim ve sanat dili olması için çabalar yoğunlaşmıştır.
* Türk dilinin diğer dillere kaynaklık ettiğini savunan Güneş-Dil Teorisi ortaya atılsa da daha sonra bundan vazgeçilmiştir. Bu cemiyet 1936’dan sonra Türk Dili Kurumu adını almıştır.
Tarih Çalışmaları Osmanlı İmparatorluğu kuruluşundan Tanzimat dönemine kadar ülkede egemen olan tarih anlayışı ümmet anlayışına dayandığı için İslam tarihi esas alınmıştır.
* 1908’de meşrutiyetin yeniden ilanından sonra Tarih-i Osmani Encümeni adı altın- da oluşturulan kurum, Türk tarihi bilincini ön plana çıkarmaya yönelik çalışmalarda
bulunmuştur. Böylece ilk çağdaş tarihçiliğe adım atılmıştır. Ama ülkenin sürüklen- diği savaş ortamı bu çalışmaların son bulmasına neden olmuştur. Atatürk’ün kurdu- ğu yeni devlet, milletin hakimiyetine dayandığı için devletin şekillenmesinde milli un surların başında gelen “tarih” önemli yer tutmuştur.Atatürk milli mücadele dönemin- de yaptığı tüm konuşmalarda sık sık tarihtenörnekler vererek, milletini tanımak ve tanıtmak için tarih çalışmalarına büyük önem vermiştir. 1923’te İstanbul Darülfü- nunu Edebiyat Fakültesi’nin Atatürk’e Fahri Profesörlük unvanını tarih alanında vermiş olması bunun bir göstergesidir.
* Yeni Türkiye Devleti kuruluş sürecini tamamlarken, Fransızca yazılan bir ders kitabında Türklerin “sarı ırktan ikinci sınıf bir millet” olarak adlandırılması tarih
çalışmalarının fitilini ateşlemiş, Türk Ocağı çatısı altında çalışmalar sürdürülmüştür.
* 10 Nisan 1931’de Türk Ocağı kapatılınca, bağımsız tarih araştırmaları yapmak a- macıyla 15 Nisan 1931’de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kurulmuştur. Bu cemiyet 1935’te Türk Tarih Kurumu adını almıştır. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti tarafından ya- pılan çalışmalar doğrultusunda hazırlanan “Türk Tarih Tezi” 2-11 Temmuz 1932’de toplanan ilk tarih kongresinde tartışılmış ve tartışmalar ülkedeki tarih çalışmalarına bir ivme kazandırmıştır. Yapılan tüm tarih çalışmaları, bağımsızlık savaşının kültürel alanda sürdürülmesi olarak görülmüştür.
Kültür ÇalışmalarıTürkler Orta Asya’dan çeşitli coğrafyalara dağılırken kendi kül- türlerini de birlikte taşımışlardır. Ancak zaman zaman karşılaştıkları yeni kültürlere asimile olmuşlardır. İslamiyet’i kabul edince İslam kültürüne bürünmüşler ve bunu Selçuklu kültürü ve Osmanlı kültürü izlemiştir.
* Cumhuriyet dönemimde ise büyük bir dönüşüm yaşanmıştır. Atatürk “TC’nin te- meli kültürdür” diyerek kültür öğesine büyük önem vermiştir. Atatürk milli bağımsız- lık ile milli kültürü eş olarak görmüştür. Milli kültürü araştırmak, incelemek ve gele- cek nesillere aktarmak üzere Halkevleri açılmış, Dil Kurumu, Tarih Kurumu, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi gibi bilim ve kültür kurumları oluşturulmuştur.
Güzel Sanatlardaki Gelişmeler
1.Resim Laikliğin benimsenmesiyle sanatçıları sınırlayan bazı algılar ortadan kal- dırılmış, ilk ve ortaöğretim programlarına resim dersi konmuş, resim öğretmeni yetiştirmek üzere Gazi Eğitim Enstitüsü açılmış(1926),
* 1883’te açılan Sanayi Nefise Mektebi; Güzel Sanatlar Akademisi’ne dönüştürüle- rek mimarlık ve heykelcilik bölümleri eklenmiştir. Sanatçılar teşvik edilmiş, sergiler açılmış, sergilerden eserler alınarak sanatçılara yardım edilmiştir. Devletin çeşitli kurumları sanatçılara resim ısmarlamış ancak içeriğine karışmamıştır.
* Sanatçılar Millî Mücadele’yi, yapılan devrimleri konu alan çeşitli resimler yapmış- lar, 1933’te Ankara Halkevinde Onuncu Yıl İnkılap Sergisi açmışlardır.
* Aynı yıl kurulan D grubu, resim sanatına yenilik getirmek üzere sergiler yanında sanat tartışmalarını da başlatmışlardır.Sanatla ilgili konferanslar verilmiş gazete- lerde dergilerde yazılar yazılmış, eleştiriler yapılmıştır.
2.Heykel 1923’te Dünyada gelişmiş ve gelişmek isteyen milletlerin heykel yapmala- rını ve heykeltıraş yetiştirmelerini isteyen Mustafa Kemal Atatürk; başta İstanbul ve Ankara olmak üzere ülkenin her yanının heykellerle süslenmesine önem vermiştir.
3.Müzecilik Kültür değişiminin başarıya ulaşması için kültürel değerlerin bilinmesi, tanınması ve korunması gerekmektedir. 23 Nisan 1920’de TBMM açıldığında olu- şan ilk hükûmet eski eserlerin derlenmesi ve korunması için Eski Eserler Müdürlü- ğü’nün kurulmasını programına almıştır.
* Millî Mücadele’nin ardından Maarif Vekili İsmail Safa Bey 6 Kasım 1922’de bir ge- nelge yayınlayarak arkeolojik ve etnoğrafik eserlerin korunması için müzeler açıl- masının gerekliliğini bildirmiştir. Bu genelge üzerine çeşitli yerlerde müzeler açıl- maya başlanmıştır.
* 1924 yılında Topkapı Sarayının bazı bölümleri müzeye dönüştürülmüş, 1925’te Millî Saraylar İdaresi kurulmuştur. 1925’te Ankara’da Etnografya Müzesi’nin temeli atılmıştır. 1927’de Konya Mevlana Müzesi açılmıştır. 1934 yılında Bakanlar Kurulu
kararıyla Ayasofya müze haline getirilmiş ve 1937’de Dolmabahçe Sarayı’ndaki Veliaht Dairesi, Resim ve Heykel Müzesi’ne dönüştürülmüştür.
4.Müzik Cumhuriyet döneminde okullara müzik dersi konularak bu dersi öğretecek öğretmenleri yetiştirmek üzere 1924’te Musiki Muallim Mektebi açılmıştır. Darülel- han konservatuara dönüştürülmüştür.
* 1926 ve 1929 yılları arasında ülkenin çeşitli yerlerinden halk ezgileri derlenmiştir. 1934’te Ankara’da bir müzik kongresi toplanmış ve müzik eğitiminin daha verimli hâle nasıl getirileceği tartışılmıştır. Ankara’da bir konservatuarın açılması kararlaş- tırılmıştır. Musiki Muallim Mektebi,Millî Musiki ve Temsil Akademisine dönüştürül- müş daha sonra da bu ad Ankara Konservatuarı olarak değiştirilmiştir. Çok sesli müzik konusunda Batılı müzik adamlarının bilgi ve birikimlerinden istifade edilmiştir.
* Mızıka-i Hümayun Ankara’ya getirilerek önce Cumhurbaşkanlığı Musiki Heyeti 1933’te ise Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası olarak adlandırılmıştır.
5.Opera, Bale, Tiyatro ve Sinema Cumhuriyetin ilanından sonra kurulan konserva- tuarda sadece müzik eğitimi verilmemiş; opera, bale ve tiyatro eğitimi de verilmiştir. İlk millî opera denemesi İran Şahı Rıza Şah Pehlevi’nin Türkiye’yi ziyareti üzerine, 1934 ’te Librettosu (metni) Münir Hayri Egeli tarafından yazılan, bestesi Adnan Saygun tarafından yapılan Özsoy Operası olmuştur.
* 1914’te kurulan ancak gösterilere 1916’da başlayan Darülbedayi’nin başına 1927’ de Muhsin Ertuğrul’un getirilmesi Türk tiyatro tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Darülbedayi 1934’te Şehir Tiyatrosu adının alarak Türk kültürünün gelişmesine kaynaklık eden bir kurum haline gelmiştir.
* Cumhuriyetin ilk yıllarında sinema, eğlencenin yanında bir eğitim aracı olarak gö- rülmüştür. Bu nedenle de Cumhuriyet Halk Partisi’ne bağlı bir kurum olan halkev- lerinde çeşitli filmler gösterilmesi için makineler, filmler alınmış, halk bir yandan eğ- lendirilirken diğer yandan da bilinçlendirilmeye, güzel sanatlardan aldığı zevk yük- seltilmeye çalışılmıştır.
ATATÜRK İLKELERİ VE İNKLAP TARİHİ
ÜNİTE 4
YENİ TÜRK DEVLETİ’NİN DIŞ İLİŞKİLERİ (1923-1938) Milli mücadele dönemi boyunca Misak-ı Milli gerçekleştirilmeye çalışılmış ve dış ilişkiler, tarihi dostluk veya hasımlıklar çerçevesinde değil,ulusal çıkarlar çerçevesinde şekillendirilmiştir.ÜNİTE 4
* Bu süreçte diplomasi dili egemen olmuş ve Avrupa devletleri ve Rusya ile ayrı ayrı görüşülmüştür. Türkiye’nin modern anlamda bir devlet olarak ortaya çıkması Lozan Konferansıyla gerçekleşmiş ve bu konferanstan sonra 1923-1930 yılları ara- sında Türkiye, Lozan Konferansı’nda çeşitli nedenlerden dolayı sonuçlandırılama- yan me- selelerle meşgul olmuştur.
* Bu meseleleri ulusal çıkarlara uygun olarak çözmeye gayret etmiştir. Bu konular İngiltere ile Musul Sorunu, Fransa ile Kapitülasyonlar, Hatay ve diğer sorunlar, Yu- nanistan ile Ahali Mübadelesi olarak sıralanabilir. I. Dünya Savaşı sonrasında ulus- lararası ilişkiler savaşı kazanan devletlerin yeni düzenin devamını istemesi, kaybe- den devletlerin de yeni bir düzen istemesi şeklinde devam etmiştir.
* I. Dünya Savaşı’nı kaybeden tarafta yer almasına rağmen Türkiye revizyonist bir politika gütmemiştir. Şüphesiz bunda Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’nı kazanmasının ve Sevr Antlaşması’nı geçersiz saymasının etkisi büyüktür.
Atatürk’ün Dış Politikadaki Uygulama Esasları
• Gerçekçilik: Atatürk’ün dış politikası gerçeklik ilkesine dayanır. Kendi ülkenin im- kânlarını ve başka ülkelerin neler yapabileceklerini düşünerek teslimiyet ve yılgınlık olmayan bir uygulamayı gerektirir.
• Tam Bağımsızlık: Yeni Türk devletinin en önemli amacı tam bağımsız olmaktı ve bu da siyasi, iktisadi, mali, askerî ve kültürel açıdan bağımsız olmayı gerektiriyordu.
• Barışçılık: Atatürk “Yurtta sulh cihanda sulh” sözüyle dış politikada barışı bir ilke haline getirmiştir.
• Akılcılık: Atatürk’ün dış politikası akla dayanmış ve uluslararası ilişkilerde değişen
şartlar ve karşılıklı yarar ilişkileri esas alınmıştır.
Güvenlik Politikası ve İttifaklar Sistemi Atatürk,cumhuriyetin kendini koruyabil- me- si için ulusal ve uluslararası güvenlik önlemlerini almanın gerekliliğini görmüş- tür. Bu bakımdan, askerî harcamalar ve ordunun modernleştirilmesi, ülkenin eko- nomik yapılanması ile eş zamanlı olarak yürütülmüştür. Savaş sonrası ekonomik, siyasi ve askeri durum Türkiye’yi denge siyaseti gütmeye ve güvenlik tedbirleri al- maya itmiştir. Türkiye’nin Rusya’ya komşu oluşu ve bir Ortadoğu ülkesi oluşu gibi nedenler dış politikayı etkilemiştir.
Lozan’dan Kalan Meseleler ve Batılı Devletlerle İlişkiler Türk heyeti Lozan’a gi- derken savaş arenasında galip gelmenin avantajlarına sahipti. Lakin uzun süren savaşlar sonucunda ekonomi kötü durumdaydı ve yetişmiş insan gücü azdı. Bu durumun farkında olan muhataplar şartları zorlamış ve Türk heyeti görüşmeleri kesip Ankara’ya dönerek meclisi bilgilendirmiştir.
* TBMM Misak-ı Milli’den taviz vermek istememiş ve bu nedenle direnmek istemiş- tir. Yalnız burada önemli olan savaşa devam etmek için gerekli olan güç ve imkân- lar son savaşta bitirilmiştir.
Türk-İngiliz İlişkileri ve Musul Meselesi Musul meselesi, Lozan’da çözülemeyen meselelerden en önemlisidir. Musul sahip ol duğu petrol yataklarından dolayı çok önemlidir ve İngilizler daha I. Dünya Savaşı sırasında İtilaf devletlerinin diğer üye- lerini Musul’un kendisine verilmesi konusunda ikna etmiştir.
* Mondros Mütarekesi imzalandığı gün Osmanlı toprağı olan Musul İngilizler tara- fından Mondros Ateşkes Antlaşmasına aykırı olarak 15 Kasım 1918 günü işgal edilmiştir. Son Osmanlı Mebusan Meclisi de Ateşkes esnasında Osmanlı toprağı olduğu için Musul’u Misak-ı Milli sınırları içerisinde Türk toprağı olarak göstermiştir.
* Anadolu Hükümeti de her platformda bu bölgeyi Türkiye’den koparan Sevr Ant- laşmasını tanımadığını belirtmiştir. İngilizlerin Musul üzerindeki ısrarı karşısında TBMM Lozan Antlaşması’nın imzalanmasını tehlikeye atmamak için bu meselenin çözümünü ileri bir tarihe atmıştır. Musul meselesinin çözümü Milletler Cemiyeti’ne bırakılmak zorunda kalınmıştır.
* Zengin petrol yataklarına sahip olması, Ortadoğu için stratejik bir öneme sahip olması ve İngiltere’nin Hindistan yolları üzerinde bulunması gibi sebeplerden dolayı Musul İngilizler için çok önemliydi.
* Milletler Cemiyeti’ndeki ağırlığını kullanan İngilizler Musul’u Türkiye’den koparma- yı başarmıştır. Bu süreçte Doğu Anadolu’da çıkan Şeyh Sait İsyanı, Almanya ve İtalya’nın silahlanma çabaları,Türkiye’nin uzun sürebilecek bir savaşa girmek iste- meyişi gibi sebepler Musul’un kaybedilmesine neden olmuştur.
* Türkiye, 5 Haziran 1926’da yaptığı antlaşma ile Musul’u,İngiltere’nin mandasında- ki Irak’a bırakmıştır. Her ne kadar Musul Meselesi’nde Türkiye istediğini alamasa da bu dönemde Türkiye barışçıl politikalarına devam etmiş ve Sovyetler ile dostluk antlaşması imzalamış, İngilizlerle daha sonraki yıllarda iyi ilişkiler içinde bulunmuş ve 1932 yılında Milletler Cemiyeti’ne üye olmuştur.
* 1936’da İtalya’nın Balkanlar ve Orta Doğu’da tehditlerini artırması üzerine, önce Fransa’yla anlaşma İngiltere, bir İtalyan saldırısı karşısında İspanya, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye’ye garanti vermiştir. İspanya’nın bu garantiyi reddetmesine karşılık, diğer devletlerle birlikte, Türkiye bu garantiyi kabul etmiştir. Ayrıca, bu üç
devlet de İngiltere’ye garanti vermiştir. Bu karşılıklı garantiler sistemine Akdeniz Paktı adı verilmiştir. 1930’lu yıllardaki Alman ve İtalyanların yayılmacı politikalarına karşı Batı ile ilişkilerini artıran Türkiye 19 Ekim 1939’da İngiltere ve Fransa arasında imzalanan karşılıklı yardım anlaşması imzalamıştır.
Türk-Fransız ilişkileri ve Hatay’ın Anavatana Katılması Savaş sonrası ortaya çı- kan durumu belirleyen ülke olan İngiltere ile gerek Orta Doğu, gerekse Avrupa poli- tikasında anlaşmazlık yaşayan Fransa, başından beri Anadolu’daki hareket ve onun lideri olan Mustafa Kemal ile iyi ilişkiler kurmuş ve kurulan bu ilişkiler sonu- cu,20 Ekim 1921’de Ankara antlaşması imzalanmıştır.
* Bu antlaşma sadece Türkiye Suriye sınırını çizmekle kalmamış aynı zamanda Türk-Fransız ilişkilerini de düzenlemiştir. Türkiye ile Fransa arasındaki meseleler komisyon kurulamadığı için bir müddet askıda kalmış ancak 1926 yılında imzalanan ‘‘Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması’’ ile rayına oturtulmuştur.
* Bu antlaşmaya göre taraflar birbirine karşı barışçıl davranacak, taraflardan birisi savaşa girerse de tarafsız davranacaktır. Bu dönemde Türkiye ile Fransa arasında- ki bazı meseleler ise Fransız misyoner okulları meselesi, Osmanlı Borçları, Adana Mersin demiryolunun satın alınması ve asıl önemlisi de Hatay Meselesi’dir. Hatay da Musul gibi Misak-ı Milli sınırları içerisindeydi.
* Ancak 20 Ekim 1921Ankara İtilafnamesi ile İskenderun Sancağı Türklerine özerk- lik verilmişti.İskenderun dâhil Suriye bölgesinde ise Fransız Mandater yönetimi ha- kimdi. 1936 senesinde Fransa’nın siyasetinde değişiklikler meydana geldi ve Fransızlar Suriye politikasını değiştirdi.
* Alınan karar gereği 3 yıl sonra Suriye bağımsız olacaktı. İskenderun sancağının Suriye’ye bağlanacak olması İskenderun Türklerini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni te- dirgin etti. Türkiye 9 Ekim 1936 tarihinde Fransa’ya bir nota verdi ve Fransa’dan Suriye ve Lübnan’a tanınan bağımsızlığın ayrı bir bölge olan İskenderun’a da verilmesini istedi. Fransa bu isteği kabul etmedi ve mesele Milletler Cemiyeti’ne intikal etti.
* Konu 14-16 Aralık 1936 tarihleri arasında görüşüldü ve İsveç Temsilcisi Sandler rapor yazıcı tayin edildi. Daha sonra Sancak’ın özel bir statüye sahip anayasası olan ama Suriye gümrük birliğine dâhil olan bir pozisyonda olmasına karar verildi.
* Hatay’ın dış işleri Suriye tarafından idare edilecekti. Hatay’da işler Anavatan’a ka- tılana kadar sorunlu gitti. Seçimlerin yapılışı sırasında sorunlar çıktı ama nihayetin- de seçimler yapıldı ve 40 sandalyeden 22’sini Türkler kazandı. Fransa dünyada savaş rüzgârlarının estiği bu süreçte Türkiye ile karşı karşıya gelip bir müttefikten olmak istemedi. 1938’de kurulan Hatay Devleti 1 yıl kadar bağımsız kaldıktan sonra 29 Haziran 1939’da oybirliği ile Anavatan’a katıldı.
Türk-Yunan İlişkileri Yunanistan’ın 20. yüzyıl başlarındaki dış politikasının amacı- nı, Anadolu’da Rum nüfusun yaşadığı bölgelerin Yunanistan’a ilhâkı, diğer bir de- yişle Megali idea kapsamında Yunanlıların kaybettikleri toprakların elde edilmesi teşkil etmiştir. Yalnız Yunanlıların Anadolu’da bu amaç için giriştikleri savaş felaket- le sonuçlanmış ve Tarihe ‘‘Küçük Asya Felaketi’’ olarak geçmiştir. Bu savaş sonun- da imzalanan barış antlaşmasında bazı meseleler ele alınmıştır.
1• Nüfus Mübadelesi: Meselelerden başta gelenidir ve Anadolu’da Yaşayan Orto- dokslarla Yunanistan’da yaşayan Müslümanlar yer değiştirmiştir.İstanbul’da yaşa- yan Ortodokslar ve Batı Trakya’da yaşayan Türkler mübadeleden istisna tutulmak- la birlikte bu süreçte 1.200.000 Ortodoks ve 500.000 zorunlu olarak göç ettirilmiştir.
2• Etabli Meselesi: Mübadele sürecinde ortaya çıkan etabli meselesi tarafları bir hayli meşgul etmiştir. İkamet eden anlamına gelen etabli kelimesiyle mübadeleden muaf tutulacak kişilerin 30 Ekim 1918 tarihinden önce İstanbul’a yerleşip yerleşme- dikleri ele alınmıştır. Mübadele edilenlerin mallarının müsadere edilmesi de sorun olmuştur.
* Uzayıp giden tartışmalar sonucu doğum yeri ve geldiği tarih ne olursa olsun İstan- bul Rumları Mübadeleden muaf tutulmuştur. Mübadillerin ayrıldıkları ülkelerde bıraktıkları malların mülkiyet hakkı bırakılan ülkeye ait olacaktır.
3• Patrikhane Meselesi: Bu süreçte Türk-Yunan ilişkilerini geren meselelerden birisi de Patrikhane Meselesi’dir. Patrik seçimine ve Patrikhanenin durumuna ilişkin me- seleler ele alınmıştır.
Türk-İtalyan İlişkileri Milli Mücadele yıllarında Anadolu’da işgalci konumdaki İtal- yanların Anadolu’dan çekilmesi ile başlayan barışçıl ilişkiler Mussolini İtalya’sının yayılmacı politikaları yüzünden sekteye uğramış ve zamanla iki ülkenin karşıt blok- larda yer almasına sebep olmuştur.
Türk-Sovyet İlişkileri 1917 Bolşevik devriminden sonra Rusya’nın savaştan çekil- mesi ile düzelme yoluna giren ilişkiler Kurtuluş savaşı yıllarında e sonrasında Tür- kiye’ye büyük yararlar sağlamıştır. Yapılan dostluk antlaşmaları ile iki ülke arasında iyi ilişkiler kurulmuş ve bu süreçte Rusya’nın varlığı TBMM için Batıya karşı bir denge unsuru oluşturmuştur.
* 26 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paşa’nın V. Lenin’e gönderdiği mektubu Türk Sovyet ilişkilerinin başlangıcı olarak göstermek makul bir tezdir; bu mektupta iki hükûmet arasında diplomatik ilişkilerin tesisi teklif ediliyor ve Anadolu’daki harekete Sovyetlerin destek vermesi, emperyalist devletlere karşı müşterek bir mücadelenin gerekliliğinin altı çiziliyordu.
* Böylelikle Türk hükûmetini ilk tanıyan devlet olarak Sovyetlerle ilişkiler tesis edilmiş, özellikle 1920 Temmuz’unda Moskova’da başlayan ve Ağustos’ta devam eden müzakereler Sovyet Rusya ile yakın ilişkiler kurulmasını beraberinde getirmiştir.
Balkan Devletleriyle İlişkiler ve Balkan Antantı Balkanlar, Panslavizm ve Pan- Germenizm akımlarının kendilerine nüfuz sahası yaratma çabaları verdikleri tam
bir çatışma alanıydı. Özellikle, Rusya’nın tarihî emeli olan Akdeniz’e inme planı, bölgede Romenlerin, Bulgarların, Sırpların ve Rumların kendi devletlerini kurma ve
Osmanlı Devleti’nin Balkanlarla bağını kesme isteklerini gerçekleştirmelerine katkı sağlamıştır.
* Lozan Barış Antlaşması sonrasında genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Yunanistan dı- şında Balkan ülkeleri ile sorunu kalmamıştır. Bu çerçevede, Türkiye Cumhuriyeti’ nin Balkan ülkeleri ile ilişkilerini geliştirme ve Balkan devletleri ile bir pakt kurma fikrini gündeme getirdiğini görüyoruz.
* Yine bu bağlamda Türkiye, Arnavutluk (19 Aralık 1923), Bulgaristan (18 Ekim 1925) ve Yugoslavya (28 Ekim 1925) ile Dostluk Antlaşmaları imzalanmıştır. Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras “Balkanlar, Balkan halklarına aittir” sözünden hareketle, Balkan Paktı’nın kurulması yönündeki fikrin hayata geçirilmesi için çaba sarf etmiştir.
* Balkanlarda, özellikle Türk-Yunan anlaşmazlıklarının çözümlenmesinden sonra meydana gelen yakınlaşma, bölgede bir işbirliği havası doğurmuştur. Ancak,bunun siyasi alana intikal etmesi pek kolay olmamıştır. Arnavutluk ve Bulgaristan’ın mev- cut statükoyu değiştirmekten yana olmaları, buna karşılık Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan’ın statüko taraftarı bulunmaları anlaşmayı geciktirmiştir. Bulgarlar Antlaşmaya yanaşmasalar da 1933 yılında Türkiye ili ayrı ayrı olarak, sırasıyla Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya arasında dostluk ve saldırmazlık antlaşmaları yapılmıştır.
Doğulu Devletlerle İlişkiler ve Sadabat Paktı Başlangıçta Afganistan ile 1 Mart 1921 tarihinde imzalanan Dostluk Antlaşması, daha sonra 1928 yılında Dostluk ve işbirliği Antlaşması’na dönüşmüştür. İran ile ilişkiler Millî Mücadele döneminde baş- lamış bunu, 22 Nisan 1926 tarihli Dostluk ve Güvenlik Antlaşması ve 5 Kasım 1932 tarihli Dostluk, Güvenlik, Tarafsızlık ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması’nın imzalanması takip etmiştir.
* 7 Nisan 1937 tarihinde de Türkiye Mısır ile bir dostluk antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşmaları takiben 8 Temmuz 1937’de Tahran’da Sadabat Sarayı’nda Türkiye İran-Irak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı adını alan anlaşma imzalandı. 5 yıl süreyle imzalanan bu anlaşmayla taraflar; Milletler Cemiyeti ve Briand-Kellog Pak- tına bağlı kalmayı, birbirlerinin içişlerine karışmamayı, ortak sınırlara saygı göster- meyi, birbirlerine karşı herhangi bir saldırıya girişmemeyi taahhüt ediyorlardı.
Türkiye’nin Milletler Cemiyetine Girişi Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan düzlemde revizyonist ve anti revizyonist taraflar vardı. Türkiye mevcut düzenin ko- runmasından yanaydı ve barış blokundaydı. Silahlanma karşıtıydı. Bu sebepler anti
revizyonist devletlerin dikkatini çekmiş ve bu sebeplerle İspanya temsilcisinin girişimi ve Yunan temsilcinin desteği üzerine, üyelerin çoğunluğunun 6 Temmuz 1932’de Genel Kurula sunduğu önergenin oy birliğiyle kabulüyle gerçekleşmiştir. Süreç, 18 Temmuz 1932 tarihinde Genel Kurulun oy birliğiyle aldığı kararla tamamlanmıştır.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi Lozan Barış Konferansı’nda, Boğazlar sözleşmesi ile ilgili hükümler tartışılırken Türk heyetinin tüm itirazı ve gayretlerine rağmen, Türkiye ’nin egemenlik haklarıyla çelişkili iki madde sözleşmeye dâhil edilmiştir.
* Bunlardan ilki, boğazlar trafiğini düzenleyecek ve buradan geçecek vasıtaların denetlemesi görevlerini üstlenecek Boğazlar Komisyonunun kurulmasıdır. Diğeri ise Türkiye’nin güvenliği için oldukça önemli olan Boğazlar ve Marmara’nın askerden arındırılması ve silahsızlandırılmasıdır.
* Bu maddeler Türkiye’nin iç işlerine müdahale ve güvenliğini ihlal etme anlamına
gelmektedir. Türkiye bu iki maddeyi kabul ederken, bunu “sulhu elde etmek için za- ruretle katlandığı bir fedakârlık” olarak dile getirmiştir.
* Milletler Cemiyetine üye olan ve Antlaşmanın garantör devletlerinden olan Japon- ya’nın Mançurya’ya saldırması, saldırgan politikalar benimsemesi ve Cemiyetten ayrılması, Türkiye’yi endişelerini giderme ve bu amaçla Boğazlardaki silahsızlandır- ma kaydını kaldırma çabalarına sevk etmiştir. Kasım 1932’de İngiliz hükûmetince hazırlanan ve Aralık ayında Fransa, Almanya, İtalya, ABD ve İngiltere tarafından kabul edilen ve “herkes için eşit güvenlik sistemi çerçevesinde silahlanma eşitliğini tanıyan” Mac Donald planının kabul edilmesiyle Türkiye, Boğazların silahsızlandırıl- ması ile ilgili hükümlerin iptal edilmesini ilk kez ve resmen talep etmiştir.
* Ancak Türkiye’nin talebi silahsızlanma konferansı ile doğrudan ilgili görülmediği
için kabul edilmemiştir. Yalnız Türkiye’nin çabaları sonlanmamış ve 1933-1936 yılları arasında Türkiye durumun değiştirilmesi için çalışmaya devam etmiştir. Bu süreçte İtalyanların 12 adadaki tahkimatı İngilizlerin ikna edilmesini kolaylaştırmıştır.
* Türkiye ısrarla topraklarının güvenliğini korumak zorunda olduğunu belirtmiştir. Bu
gelişmeler ışığında Türk Hükûmeti, İngiliz, Fransız, İtalya, Yunan, Bulgar, Japon, Romen,Sovyet ve Yugoslav Hükûmetlerini Montreux (Montrö)’de yeni bir görüşme- ye davet etmiş ve 10 Nisan 1936’da “rebus sıc stantibus” (şartlar değişmiştir) pren- sibine dayanan bir nota vererek, genel tavrını açıklamıştır. Belli itirazlar yükselse de 20 Temmuz 1936 tarihinde Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır.
* Aynı gün gece yarısı 30.000 kişilik Türk askeri gücü boğazlar bölgesine girmiştir. 29 madde, dört ek ve bir protokolden oluşan Montrö Sözleşmesi’nin maddelerinde, boğazların savaş ve barışta nasıl kullanılacağı, boğazdan geçen yük, yolcu, savaş ve ticaret gemilerinin durumları değerlendirilmiştir.