Aöf Dersleri Özetleri - Çıkmış Sorular - Sınav Soruları

AÖF Ders Özetleri Uygulamasına Hoş Geldiniz,Uygulamadan tam anlamıyla faydalanmak için üye olunuz.

Vize+Final Antropoloji Kapsamlı Vize-Final Ders Özeti


admin

Administrator
Yönetici
Admin
#1
Ünite 01 Antropoloji Nedir?



Antropoloji en kısa tanımıyla insan çeşitliliğinin bilimidir. insanı kültürel, toplumsal ve biyolojik çeşitliliği içinde anlamaya; insanların başlangıcından beri çeşitli koşullara nasıl uyarlandığını, bu uyarlanma biçimlerinin nasıl gelişip değiştiğini, çeşitli küresel olayların bu uyarlanmaları nasıl dönüştürdüğünü görmeye ve göstermeye çalışır. Bu nedenle yerküreyi bir bütün olarak ele alır ve insanlığı bütünlüğü içinde görmeye çalışır. Bu yönüyle antropoloji hem bütüncü hem de farklılıkları vurgulayıcı bir doğaya sahiptir.



Antropolojinin Yaklaşımı ve ilkeleri:



Bütüncülük: Antropoloji bütün insanî olguları bütünlüğü içinde görmeye çalışır. Diğer insan bilimler ve biyolojik bilimler ise insanın bir yönü üzerine yoğunlaşır.

Bütüncü kültür kuramı: Bir topluluğu bütün biyolojik, toplumsal ve kültürel yönleriyle bir bütün olarak

anlamaya ve buradan yola çıkarak, kültürlerin farklılıkları kadar bütün kültürleri içine alacak evrensel bir kültür bilgisine ulaşmaya çalışan kuramsal yönelimdir.



Evrensellik: Antropoloji insanın evrenselliğini savunur. Bu bakış açısına göre bütün toplumlar ve kültürler tümüyle ve eşit biçimde insanîdir. Buna göre hiçbir insan grubu maymuna daha yakın sayılamaz ya da hiçbir halk geri bir kültüre sahip ya da kültürsüz değildir.



Uyarlanma: İnsan tıpkı diğer hayvanlar gibi içinde bulundukları çevrenin baskısı altındadır. iklim, yağış miktarı, toprak gibi şziksel çevre etkenleri ile yaşadıkları yere özgü bitki ve hayvan varlığı gibi yaşamsal çevre etkenleri onların yaşam biçimlerini belirler. Bu etkenlere bir de kendi yarattıkları mekânsal çevrenin etkisi eklenir. Dolayısıyla belirli bir yaşam biçiminin oluşmasında bu çevresel etkenlerin baskısı birincil derecede rol oynar. Belirli bir insan topluluğunun devamlılığı ve istikrarı, bu çevresel etkenlere uyarlanabilme yeteneğine bağlıdır.



Bütünleşme: Belirli bir kültürün ögelerinin birbiriyle bütünleşmesi, o kültürün ayakta kalmasında, istikrarında ve sürekliliğinde belirleyici bir rol oynar., Küçük ölçekli topluluklar: Büyük ölçekli toplumlar:



Kültürel Görecilik: Antropolog toplumların kültürel bakımdan farklı olduğunu bilir. Ötekileri gerçek anlamda anlamak ancak kültürel görecilik yaklaşımıyla mümkündür.



Etnikmerkezcilik: Kişinin ve toplumun kendi toplumunu ve onun değerlerinin merkeze alarak ve yücelterek dünyayı ve başka insan ve toplumları anlamlandırması, onlara değer biçmesidir.



Karşılaştırmacılık: Antropoloji tek bir toplumu ya da kültürü ele almakla yetinmez, genel bir kültür kuramına yönelir. Bu nedenle belirli olgular bakımından farklı toplum ve kültürleri karşılaştırmaya eğilimlidir.



Antropolojinin üç temel sorusu vardır:

1. insanlar, toplumlar ve kültürler neden farklıdırlar, nasıl farklılaşırlar?

2. insanlar, toplumlar ve kültürler neden ve nasıl benzeşirler?

3. insanlar, toplumlar ve kültürler neden ve nasıl değişirler?



ANTROPOLOJiNiN DALLARI

Sosyal-Kültürel Antropoloji : İnsanın, biyolojik varlığının dışında yarattığı toplumsal-kültürel alanı, bütün çeşitliliği ve benzerlikleri içinde kavramaya ve anlamaya yönelmiş olan antropoloji dalı sosyal-kültürel antropolojidir.

Etnografya: Alanda gözleme dayalı olarak bir topluluğun bütün kültürel yönlerinin kaydedilmesidir.



Biyolojik Antropoloji : İnsanın biyolojik çeşitliliğini, canlılar dünyası içindeki yerini ve evrimini, eski insan topluluklarının karşılaştıkları sağlık sorunlarını ve onların demograşk özelliklerini inceleyen geniş bir alandır. Belirli alt dalları vardır:

Primatoloji: İnsanların canlılar dünyasındaki en yakın akrabaları olan iri maymunların, maymunların ve diğer primatların toplumsal yaşamını ve biyolojisini inceler.

Paleoantropoloji (insan Paleontolojisi): insan atalarının ve ilk insan türlerinin fosil kalıntılarını inceleyerek insan evriminin genel bir manzarasını ortaya koymaya çalışır.

Biyoarkeoloji: Eski insan topluluklarının iskelet kalıntılarına bakarak onların yaşadıkları sağlık sorularını, demograşk özelliklerini, belirlenebildiği ölçüde ölüm nedenlerini, ömür beklentilerini, büyüme ve gelişme durumlarını, geçim etkinliklerine ve yaşam koşullarına bağlı şziksel değişmelerini ele alır.



Şziksel antropoloji: Yaşayan insan topluluklarının biyolojik çeşitliliğini, büyüme ve gelişme sorunlarını inceleyen antropoloji dalıdır.



Adlî Antropoloji: Cinayete, kazaya ya da katliama kurban gidenlerin ya da doğal felâketler sonucu hayatlarını kaybedenlerin iskelet kalıntıları üzerinden kimliklerinin ve ölüm biçimlerinin belirlenmesini, elde edilen kanıtların mahkemelerde kullanılmasını sağlayan bir alandır.



Popülasyon Genetiği: İnsan toplulukları arasındaki kalıtımsal ilişkileri, fark ve benzerlikleri inceler.



Arkeoloji : Eski insan topluluklarının bıraktıkları ve bugüne kadar ulaşan, genellikle toprak altından çıkarılan maddî kültür varlıklarının saptanmasını, bunların incelenmesiyle geçmiş kültürlere, yaşam ve geçim biçimlerine ilişkin bilgilerin elde edilmesini amaçlayan geniş bir çalışma alanıdır. Arkeolojinin Alanları:



Prehistorya: Kazılar ve yüzey araştırmaları yoluyla insanların yazı öncesi çağlardaki yaşam ve geçim biçimlerini araştırır.



Tarihsel Arkeoloji: Yazılı kayıtlar ve arkeolojik kazılarla bağlantısı içinde yakın geçmişe ait toplumların ve kültürlerin yaşam ve geçim biçimlerini araştırır.



Etnoarkeoloji: Eski toplumların yaşam ve geçim biçimlerini anlamak, kullandıkları simgeleri ve aletlerin işlevlerini çözümlemek için, o toplumlara benzediği düşünülen çağdaş toplumlardan veri devşirmeyi amaçlar.

Endüstriyel ve Kentsel Arkeoloji: Sanayi toplumlarına özgü olan ancak şimdi kullanılmayan işliklerin, fabrikaların, çalışma alanlarının, işçi konutlarının vs. incelenmesi yoluyla sanayi toplumunun değişimini ve bu toplumsal tarzın başlangıç durumunu tasvir etmeye ve kurgulamaya çalışır.



Yüksek kültür: Toplumun yöneten, eğitimli ve varlıklı katmanlarınca üretilen, çoğunlukla sanatsal ve

tüketilen değer taşıyan ve bu nedenle popüler olanın karşıtı olarak algılanan, genellikle yazılı kültürdür.



Dil Antropolojisi : Dil aynı zamanda bir kültürün dünya görüşünü yansıtır. Dil antropolojisi bu bağlamda dilkültür ilişkisini ele alır.



ANTROPOLOJiNiN TARiHi : İlk Antropologlar: Herodotos, Marco Polo’yu ve Evliya Çelebi. İlk antropoloji, oryantalizmle birlikte sömürgeciliğin bilimi olarak yaftalanmıştır.

Oryantalizm: Batılı gözüyle doğuya bakmaktır.



Yapısal-işlevselcilik: Kıta Avrupa'sı antropoloji geleneğinin aksine, toplumsal ve kültürel sistemi yapısal bir bütün halinde, ögelerinin birbiriyle ilişkisi bağlamında işleyen bir organizma gibi gören, bu nedenle de alan araştırmasını tek yöntem olarak öne çıkaran yaklaşımdır.

Doğa tarihi yöntemi (Charles Lyell): Doğadan elde edilen gözlemlerden yola çıkarak doğa ve onun tarihi

hakkında genellemelere yasalara varma yöntemidir.

Yaşlandırma: Doğa veya insanlık tarihinde belli bir dönemde yaşamış belli bir nesnenin veya öznenin

çeşitli biçimlerde elde edilen kanıtlar veya bulgular üzerinden bugüne göre yaşının tahmin edilmesidir.

Homosantrizm: İnsanı bütün canlılar ve cansızlar dünyası içinde merkezî bir değer olarak alan, insanın bu

varsayılan değeri üzerinden diğer canlı ve cansız dünya üzerindeki tahakkümünü ve denetimini meşrulaştıran görüş; herşey insan için ilkesidir.



- Darwin 1859 yılında yayımladığı Türlerin Kökeni başlıklı kitabında gözlemlerine dayanarak bir biyolojik evrim kuramı ortaya koydu.

Irk: Morfolojik farklılıklara dayanarak insanların sınışandırılması sonucunda ortaya çıkan biyolojik

gruplar, bu ölçütlere göre insan türünün alt değişkeleridir.



ANTROPOLOJiNiN DiĞER iNSAN VE TOPLUM BiLiMLERi iÇiNDEKi YERi

Ünlü Amerikalı sosyal kuramcı Immanuel Wallerstein uzmanlaşan toplumsal bilimlerin akademik farklılaşması içinde, antropolojinin Batı’nın karşıtını (alana çıkarak) araştırmaya yöneldiğini; diğer sos-

yal bilimler içinse temel verileri tarihin (arşivin) sağladığını belirtir.

- Vico : Yeni Bilim eseri

- Herder, insanın türsel ortaklığına karşın, onun yarattığı kültürlerin kendine özgülüğünü vurguladı ve tarihin içinde ayrı ayrı ve kendi dinamiği içinde inşa olan kültürlerin farklı insanlar yarattığını temellendirdi.

- Dilthey, bilimleri yöntemsel bakımdan ikiye ayırmış ve Tin bilimleri - Fen bilimleri. Dilthey’cı yöntem merkeze “anlama” etkinliğini koyar.

Boas : Amerikan Yerlilerini incelemiştir. katılarak gözlem tekniğiyle çalışmıştır.

Nomotetik yaklaşım: Genel bir ilkeye ya da yasaya yönelik bilgi üretimi ya da verilerin ve bulguların bu

amaçla değerlendirildiği yaklaşımdır.

İdyograşk yaklaşım: İnsanî gerçekliğin çeşitli yönlerini her birinin kendi özel tarihsel gelişimi ve konumu

açısından değerlendirerek, her biri için benzersiz, birbirine kıyas edilemeyecek ve ortak bir ilkeye varılamayacak bir bilgi alanı açma yaklaşımıdır.



ANTROPOLOJiNiN YÖNTEMi VE ARAŞTIRMA TEKNiKLERi

Yorumlamacılık: Her türden yazılı ve sözlü metnin, tarihsel olayların, doğadaki süreçlerin ve bütün yaşam

deneyimlerinin en iyi nasıl anlaşılabileceğine dair anlamacı girişim; olan ve olmuş her şeyin izleyenin

gözünden, onun yorumuyla görülebilmesini amaçlayan yöntemsel arayıştır.

Emik yaklaşım: Topluluğun öznel değerleriyle şziksel ve toplumsal dünyayı, onların doğaüstü ile girdiği ilişkiyi anlama ve anlamlandırma becerisidir.

Etik yaklaşım: Genel antropoloji bilgisinin bize öğrettikleriyle ve farklı deneyimlerin birikimi olan bir genel kültür bilgisiyle bir topluluğun değerlerine ve yaşam tarzına eğilme pratiğidir.

Yeni etnografya ya da hikâyeci etnografya: Araştırmacının alan araştırması yaparken gözlemi kendisine

yöneltmesi ve alanda gözlenenlerin bakış açısından kendi hikâyesini ve deneyimini yansıtma girişimidir.

Kültür-aşırı çalışma: Araştırmacının kendi kültürü dışına çıkarak başka kültürleri çalışmasıdır.



ÜNİTE 02 Kültür Kavramı



İnsanın hayatta kalmasını ve türün devamını sağlayan yegâne avantajı, onun kültürüdür. Kültür, en genel tanımıyla, insanın doğa dışında yarattığı ve ona eklediği maddî ve manevî her şeydir.

Ekolojik eşik: Canlıların yaşadıkları ortam ve onların bu ortama yaptıkları uyarlanmaların bütünüdür.

Değişme örüntüsü: Değişmenin belirli bir denge içinde ve değişen öğelerin karşılıklı ilişkisi bozulmadan

yürümesi durumudur.

- Antropolog A. L. Kroeber ve C. Kluckhohn, 1952 yılında yayımladıkları Kültür: Kavramların ve Tanımların Eleştirisi başlıklı derlemede kavramın 164 farklı kültür tanımına yer vermişlerdi.

İlksel topluluk: İnsan toplumlarının ve toplumsal özelliklerin ilk halini temsil eden topluluktur.



- Tylor’a göre kültür ya da uygarlık; bir toplumun üyesi olarak, insanoğlunun öğrendiği (edindiği) bilgi, sanat, gelenek-görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür.



- Yalçın izbul’un (1983) yaptığı Kültür Tanımı: Kültür, belirli bir topluluğun, sosyal etkileşim yoluyla sürdürdüğü ve bireylere kazandırdığı maddî-manevî yaşam tarzı ve dünya görüşü bileşimi, onların bir bütünleşmesi olup, varlık nedeni ve sonucu ise çevreye uyarlanma, giderek çevreyi kendi kuramsal amaçları doğrultusunda değiştirme dinamiğidir.



KÜLTÜRÜN ÖZELLiKLERi

1) Kültür hem evrenseldir hem de özeldir : Kültür olgusunun dışında bir insanlık tanımlanamaz. Kültürsüz insan sözü saçmadır.

Özcülük: Varlıkların tarihsel değişmesi ve onların mekânsal farklılaşmalarını dikkate almadan onların

özünü araştırmaya yönelen bakış açısıdır.

2) Kültür kapsayıcıdır : İnsan yaratımı olan hiçbir şey kültürün dışında değildir.

3) Kültür toplumsaldır : Bir bireye ait kültürden söz edilemez.

4) Kültür bir soyutlamadır : Kültür ortak ve bütünleştirici bir yaklaşımla tanımlandığı için somut olarak gösterilebilen bir şey değil, bir soyutlamadır.

5) Kültür tarihsel ve süreklilik içinde bir olgudur, dinamiktir, değişmeye tâbidir

Kültür devrimi: Bir halkın yaşam tarzını, gelenek görenek ve inanç biçimlerini kökten değiştirmeye yönelik siyasal müdahaledir.

6) Kültür öğrenilir

7) Kültür ihtiyaçları giderici ve doyum sağlamaya yönelik bir yapıdır.

- Bronislaw Malinowski : İşlevselci kültür kuramı

8) Kültür bir bütündür ve bütünleştiricidir

9) Kültür bir simgeler sistemidir

- Leslie White kültürü “maddî öğelerin, davranışların, düşünce ve duyguların, simgelerden oluşan ve simgelere dayanan bir örgütlenmesi” olarak tanımlar.

- Clifford Geertz kültürü “örgütlenmiş bir simgesel sistemler toplamı” olarak değerlendirir.

10) Kültürün hem maddî hem de manevî yönü vardır, bu iki yön arasında bir ikilik-çelişki yoktur

11) Kültür doğal ve toplumsal dünya ile aramızdaki çevirmendir

12) Kültür doğaya el koyar : Kültür yoluyla doğayı insanileştiririz, onun üzerinde kurallar koyar, onu sınışandırır ve dönüştürürüz.

13) Kültür aynı zamanda bir idealler sistemidir : Kültür taşıdığı kurallar, normlar ve değerler aracılığıyla bize ne yapmamız, nasıl davranmamız gerektiğini söyler.

14) Kültür bir uyarlanma tarzıdır : Daha önce de vurguladığımız gibi kültür, insan türünün biyolojik olanaklarını değil, kendi zihninin ve el becerisinin ürünü olan yaratıları kullanarak çevreye uyarlanmasıdır.

15) Kültür hem uyarlayıcı hem de uyum bozucudur



KÜLTÜREL SÜREÇLER

Kültürleme : Bir kültürün içine doğan bireyin annesinden başlayarak halkalar halinde genişleyen kurumlar ve öğeler üzerinden içine doğduğu o kültürü öğrenmesi süreci, kültürleme süreci olarak adlandırılır.



Kültürleşme : Birbirinden farklı iki kültürün çeşitli şekillerde temas etmesiyle alışveriş içine girmeleri, bu alışveriş sonucunda birbirinden alıp verdikleri öğelerin giderek birbirine karışması ve kökenlerinin bilinemez hale gelmesiyle ortaya çıkan bir süreçtir.



Kültürel Yayılma (Diffusion) : Belirli bir kültür merkezinde ortaya çıkan maddî ve manevî bazı kültür öğelerinin çevreye, başka kültürlere yayılmasıyla yaşanan bir kültürel süreçtir.



Kültürlenme : Farklı kültürel yapılardan gelen kişilerin başka bir kültürel alana gelmeleri durumunda ya da geldikleri yerde yeni bir uyarlanma ihtiyacıyla karşılaştıklarında, ne içine girdikleri kültürde bulunan ne de ait oldukları kültürde var olan yeni bir öğe yaratmaları, yeni bir bireşime varmaları durumudur. Gecekondu kültürü gibi.



Kültür Şoku : Kendi kültür dünyasından çıkarak tanımadığı, dilini bilmediği, dilini bilse bile simgelerini çözemediği, değerlerinden ve kurallarından haberli olmadığı bir kültürün içine giren bireyin yaşadığı sıkıntı durumu, bunalım halidir.



Kültürel Gecikme : William F. Ogburn tarafından önerilen bu kavramla, kültürel değişme etkisi altında kalan kurumların bu değişmeye gösterdikleri tepkinin hızındaki farklar anlatılır.



Kültürel Özümseme (Assimilation) : Bir kültürün bir başka kültürü, çeşitli nedenlerle etki altına alması ve giderek kendine benzetmesi, bu sürecin sonucunda da kendi içinde eritmesi olarak tanımlanabilir.



Kültürel Bütünleşme (Integration) : Belirli bir coğrafyadaki egemen kültürün diğer kültürleri ya da yerel çeşitliliği baskı altına almasına karşın, özellikle günümüzde yaygınlaşan çok kültürcülük politikalarıyla bu kültürlerle uzlaşma arayışına girmesi sonucunda, diğer kültürlerin kendilerini korumakla birlikte, büyük kültürle uyumlu hale gelmeyi ve onun şemsiyesi altında birer alt-kültür olarak tanımlanmayı enimsemeleri sürecidir.



Zorla Kültürleme : Egemen kültürün, doğuracağı tepkileri dikkate almaksızın, diğer kültürleri zorla kendine benzetmeye ve bu yolla yok olmalarını sağlamaya itmesidir.



Kültürel Değişme ve Gelenek : Yukarıda anlatılan bütün süreçler kültürün değişmesine yol açar. Kültür dinamik bir olgudur. Bizim gelenek diye adlandırdığımız pek çok şey, aslında kültürel değişme sürecinin belli bir anında ortaya çıkmış daha eski bir referanstan başka birşey değildir. Bu referans kültüre ilk girdiğinde bir yenilikti.























UNİTE 03 : Kültüre Yaklaşımlar: Temel Antropoloji Kuramları



- Franz Boas (1858-1942) modern antropolojinin kurucusu ve antropolojideki bü-

tüncü yaklaşımı kişiliğinde barındıran öncü bilim insanıdır.



EVRiMCi VE TARiHSELCi KURAMLAR :

19. Yüzyıl Evrimciliği :

Tek hatlı evrim: insanlığın gelişimini ilkelden gelişmişe doğru izlenen tek bir hat üzerinde görmek ve açıklamak eğiliminde olan evrimci görüştür. Evrimci okulun ilk ve en önemli temsilcilerinden birisi Ed-

ward Tylor’dur (1832-1917). Tylor, antropoloji yazınında bu bilimin konusunun kültür olduğunu söyleyen ilk bilim insanıdır Tylor, kültürel evrimi aklın ilerleyişi olarak görmekteydi.



Lewis Henry Morgan (1818-1889): Eski Toplum kitabı. Amerikan yerlilerini incelemiştir. Bu kitapta Morgan insanın kültürel evrimini teknolojiyi esas alan üç ana evreye ayırmıştır. Çünkü Morgan teknolojik gelişmenin kültürel evrimle koşut gittiğine inanıyordu. Morgan’ın ilk evresi yabanıllık evresidir. ikinci evre barbarlık evresidir. Yazının keşşyle uygarlık evresine (eski ve modern) geçilir.



Difüzyonizm : Evrimciliğe karşı difüzyonizmin (yayılmacılık) yükselir. Difüzyonizm, kültürün gelişim ve değişiminde en önemli etkenin başka kültürlerden gelen maddî ve manevî ögelerin o kültüre girmesiyle gerçekleştiğini öne sürer. Difüzyonizm, müzeciliğin en gelişkin olduğu ülke olması nedeniyle ilk olarak Almanya’da gelişti. bu kuram, Kültür-Çevre kuramı olarak da adlandırılmıştır. Difüzyonizmi Kuzey Amerika’ya taşıyan kişi, Franz Boas olmuştur.



Tarihsel Özgücülük (Amerikan Tarih Okulu) : Başlangıçta difüzyonist şkirleri benimsemiş olsa da, tarihsel özgücü (historical particularist) yaklaşımı kuran kişi Amerikalı antropolog Franz Boas’tır. Eskimoları arasında ilk alan araştırmasını gerçekleştirdi. Ancak Boas, buradaki gözlemleri sırasında birbirine çok benzeyen iklim koşularında geniş bir kültürel çeşitlilikle karşılaştı ve bu durum onun çevresel belirleyicilik tezini terk etmesine yol açtı. Her kültürün kendine özgü ve ayrı bir tarihi olduğu görüşü tarihsel özgücü yaklaşımın esasıdır. Böylelikle antropoloji içinde nomotetik bilim anlayışı yerine idyograşk bilim anlayışına yaklaşan ilk kişi olmuştur

- Boas, kültürel gelenekleri ve yaşam tarzlarını açıklamak için üç temel etkeni incelemenin gerekli olduğunu öne sürüyordu. Bunlar çevresel koşullar, psikolojik etkenler ve tarihsel bağıntılar idi.



İŞLEVSELCi VE YAPISALCI KURAMLAR

İngiliz işlevciliği : ingiliz işlevciliğinin kurucusu ve başta gelen kuramcısı Bronislaw Malinowski’dir (1884-1942). Malinowski, ihtiyaçları gidermeye yönelik olmayan bir kültürün var olamayacağını vurgular. İşlevcilik, belirli işlevlere sahip ögelerin karşılıklı ve bağımlı ilişkileri biçiminde görülen bir kültür bütününe vurgu yaparak, daha önceki kültür tarihi yaklaşımından ayrışmıştır. İşlevciliğin başlıca kuramsal zayışığı, bireyi aşan sosyo-kültürel etki ve oluşumları (örneğin devrimleri, iktisadî bunalımları ya da aile gibi bazı toplumsal kurumları) ihmal etmesi, Öte yandan eğer bütün insanların ihtiyaçları temelde aynıysa ve kültürler bu ihtiyaçlar temelinde örgütlenmişse, kültürel farklılıkların kaynağının ne olduğunu açıklamak konusunda herhangi bir açılım getirmemektedir.



Yapısal-İşlevselcilik : Kurucusu ve ilk kuramcısı Alfred R. Radcliffe-Brown. Radcliffe-Brown’ın ağırlık verdiği odak sosyolojiktir. toplumu bir organizmaya benzetmiştir. Radcliffe-Brown toplumsal yapının işler biçimde sürdürülmesine dikkati çeker. Yapısal-işlevselcilikte konu, bunun tersine, toplumsal yapının farklı ögelerinin toplumsal düzen ve dengeyi nasıl ayakta tutacak biçimde çalıştığı olmuştur.



Yapısalcılık : Claude Lévi-Strauss tarafından geliştirilmiştir. Yapısalcılık, toplumsal olgu ve ögelerin ancak toplumsal yapı denilen ve sadece bir model kullanılarak erişilebilecek gizli bir boyutun varlığı üzerinden anlaşılabileceğini öne sürer. Bu gizli boyut dilde saklıdır.



- Louis Dumont (1911-1998) Hindistan’daki kast sistemini toplumdaki üç yapısal ilkeyle; ayrılma, hiyerarşi, etkileşim ilkeleriyle açıklamaktaydı.





PSiKOLOJi VE BiYOLOJi YÖNELiMLi KURAMLAR

Kültür-Kişilik Kuramı : Bu kuram, sosyolojiden çok psikolojinin etkisi altında 1930 lardan sonra Kuzey Amerika da gelişmiştir.



- Ruth F. Benedict (1889-1948), hem kültürlerde ve hem de bireyin ruh hallerinde karşılık bulan ortak tema ve başa çıkma yollarının var olduğunu öne sürmüştü. Dolayısıyla kültürleri benimsenen bu başa çıkma yolları üzerinden tanımlamak ve sınışandırmak mümkündü. Kültür Örüntüleri (1934) kitabı. Benedict bireylerin ruhsal yapılarını belirleyen iki tip kültür ayırt etmiştir. Birincisi uzlaşmacı, psikolojik ve duygusal

aşırılıklardan kaçınan Apollon tipi kültür, ikincisi ise coşkulu ve romantik, şiddete ve tehlikeye eğilimli Dionisyak tip kültürdür. Benedict, bu araştırma görevi sonucunda(II.Dünya Savaşı Japonlar) kaleme aldığı Krizantem ve Kılıç (1946) başlıklı kitapla bu Japon ruh durumuyla Japon kültürü arasında bir ilişki kurdu.



Sosyobiyoloji Kuramı : Toplumsal olgu ve olayların biyolojik ve genetik nedenlere dayalı olduğunu savunan kuramdır.



ÇATIŞMACI VE UYARLANMACI KURAMLAR

Yeni Evrimcilik : Sanayileşme ve teknolojik gelişmenin etkisi altındaki toplumlara eğilen bir antropoloji yaklaşımına yeni evrimcilik diyoruz. Leslie White (1900-1975) bu yaklaşımın ilk temsilcisidir. lerlemiş sayılan toplumlarla ilkel sayılan toplumlar arasındaki gelişme farkını açıklarken, kullandıkları enerji miktarını esas almıştır. Ona göre kültür, insanların yeni enerji kaynaklarından yararlanmayı öğrenmeleri süreci içinde ilerlemektedir: Kas gücünden başlayıp hayvan gücüne oradan rüzgâr, su gücüne ve en

sonunda fosil yakıtlara varan bir kaynak kullanımının ilerlettiği bir kültürel hayat kurgusudur bu.



Kültürel Ekoloji Yaklaşımı : Julian Steward (1902-1972) olan bu okul, belirli bir kültür ya da kültür bölgesinde oluşan değişimler dizisine vurgu yaparak çevrenin kültürel evrim ve oluşumlar üzerindeki etkisini vurgular. çok hatlı bir evrim modelini savunur. Temel meselesi, kültürün belirli çevresel koşullara uyarlanmak bakımından nasıl işlediğini incelemektir.



Yeni İşlevcilik : E. E. Evans-Pritchard ve Meyer Fortes’in derlediği Afrika Siyasal Sistemleri (1946) kitabında yer alan makalelerin sağladığı açılımdan kök almıştır. Akımın temsilcisi Max Gluckman’dır. Toplumsal kurumlardan birinde ortaya çıkan, hatta süreklilik kazanan bir çatışma, bir başka kurumun gerektirdiği uzlaşmayla dengelenir. Hatta çatışma toplumsal sistemi besler ve güçlendirir.



Marksçı Antropoloji : Stanley Diamond, Claude Meillasoux ve Maurice Gaudelier gibi antropologlar tarafından kuramsallaştırılmıştır. Marksçı antropolojiye göre de, toplumların çoğunda kaynak ve iktidarın belli ellerde toplanması ve kaynak dağılımının eşitsiz oluşu, bir yandan bu dengesizliğin sürekli bir çatışma potansiyeli halinde sürüp gitmesine neden olan iktidar mücadelesine yol açtığı gibi, öte yandan kültürel değişmenin temel dinamiği de olmaktadır. Marksçı antropologlar dikkatlerini kültürün içindeki üretim ve dağıtım araçlarının nasıl şekillendiğine ve nasıl değişim geçirdiğine vermişlerdir.



Kültürel Maddecilik : En önemli temsilcisi Marvin Harris’tir. Bu yaklaşım, büyük ölçüde insanın geçmiş kültürlerinin kanıtı olarak ortaya çıkarılan maddî ürünlere dayalı bir yorum biçimi olan arkeolojinin temel dayanağıdır. Antropolojide, kültürel özelliklerin, kodların, norm ve değerlerin, başta çevresel etkenler olmak üzere, insan toplumlarının maddî koşullarına bağlı olarak biçimlendiğini savunur.





ÖZGÜCÜ KURAMLAR

Etnobilim ya da Bilişsel Antropoloji Yaklaşımı : Temel yöntemi, etnograşk verileri dikkatle incelemek suretiyle incelenen kültürlerin yapısal ilkelerini ortaya çıkarmaktır. Bu yaklaşımın temel yönelimi, insanların dünyayı nasıl kavradığını anlama çabasıdır. Bir kültürün mensupları, çevreyi kendi dil kategorileri aracılığıyla algılamakta ve yapılandırmakta; karar verme mekanizmalarının bu bilişsel çerçeveden çıkan kural ya da ilkelerle yönlendirmektedir.



Simgeci/Yorumcu Antropoloji Yaklaşımı : Kültürü, o kültürün mensuplarınca ortak olarak paylaşılan simge ve anlamlardan ibaret bir sistem olarak gören simgeci antropolojinin önde gelen savunucusu Clifford Geertz’dir. Bilişsel antropologlar dikkatlerini kişilerin kendi kültürleri üzerine söylediklerine verirken, simgeci veya yorumcu antropologlar ayinler, mitoslar ya da akrabalık gibi kurum ve yorumlama biçimlerinin toplumsal hayat içinde nasıl kullanıldıklarına bakılması gerektiğini savunmaktadır.



Feminist Antropoloji : Eşitsizliğin kültürel tezahürlerinin toplumsal cinsiyet rollerinin kültürel inşasında araştırılması biçiminde gelişti ve feminist antropoloji, bütün kültürlerde mevcut etnik merkezcilik eğilimi gibi yine çok yaygın bir erilmerkezciliğin varlığını keşfetti. Feminist kuram ve feminist antropoloji giderek bir toplumsal cinsiyet antropolojisine dönüşmüştür. Ünlü antropolog Margaret Mead bu yönelimin ilk örneği sayılabilir.



Erilmerkezcilik: Toplumun ve toplumsal zihniyetin örgütlenmesinde erkeği ve onun toplumsal rollerini

merkeze alarak davranma ve tutum geliştirme eğilimidir.



















































ÜNİTE 04 : İnsanın Canlılar Dünyasındaki Yeri ve Biyolojik Çeşitliliği

Primat: Yaşayan ve soyu tükenmiş olan maymunları, kuyruksuz büyük maymunları ve insanı kapsayan, memelilerin birtakımıdır.

  • Taksonomi : Biyolojik sınışama sistemi.
Plasenta: Gebelik süresince fetusun anne karnında yaşadığı, anneden alınan gıdaları fetusa aktarma

özelliğine sahip içi sıvı dolu kesedir.



Homolog (kökendeş) Organlar : Ortak atadan kalıtılan, birden fazla tür tarafından paylaşılan ve yapısal açıdan benzerlik gösteren organlar. insanın kolu, yarasanın kanadı ve balinanın yüzgeci, aynı kemik sistemine sahip olmaları nedeniyle aynı kökenden gelen benzer organlardır. Aynı işlevleri yerine getirmeleri gerekmez.



Görevdeş (anolog) Organlar : Kökenleri farklı olan, dolayısıyla evrimsel açıdan birbirleriyle ilişkili olmayan, ancak benzer işlevleri üstlenen organlara ise işlevsel ya da görevdeş (anolog) organlar denilmektedir. Arı ve yarasa kanatları.



Prosimiyen: En erken primatlara benzeyen, küçük beyni, çıkıntılı burnu ve iri gözleriyle ilkel özelliklere sahip olan primat grubudur.



Korda: Vücudun orta hattından uzanan merkezi sinir sistemidir.



PRiMATLAR : Prosimiyenleri, Eski ve Yeni Dünya maymunlarını, kuyruksuz büyük maymunla-

rı ve insanı içeren memeli takımına primat adı verilmektedir. karma beslenmeye sahiptirler.



Üye kemikleri: Kol ve bacaklar ile bunları oluşturan kemiklerdir. Primat takımı geleneksel olarak iki büyük alt takıma ayrılmaktadır: Prosimiyenler ve antropoidler.

  • Prosimiyenler: Lemurlar, lorisler ve tarsiyerleri içerir.
  • Antropoidler : İnsansı maymunlar olarak da bilinmektedir. Parazit ayıklama: Antropoid maymun topluluklarında bireyler arasında postlarının tımarlanması, parazitlerin ayıklanmasını içeren sosyal bir davranış örüntüsüdür.
Bu alt takımda yer alan primatlar coğraşk olarak iki farklı bölgeye yayılmaları nedeniyle Yeni Dünya maymunları(Amerika Kıtasındakiler) ve Eski Dünya maymunları olarak iki gruba ayrılmışlardır.



Katarini: Burunlarında dışa dönük kanatların mevcut olmadığı, burunlarının uç kısımları nemli olmayan dar

burunlu maymunlardır.



Braşiyasyon: Eski dünya maymunları ile kuyruksuz büyük maymunların bazılarında gözlenen, kollar aracılığıyla ağaç dallarında salınarak uygulanan hareket sistemidir. 32 dişe sahiptirler



Hominoidler: Taksonomik sınışamada insan, kuyruksuz büyük maymunlar ve hilobatlar Hominoidea adındaki üst aile içerisinde yer almaktadır. şempanze, goril, orangutan ve insanın aynı üst aile içerisinde. Avlanma, alet yapımı ve kullanımı, iletişim ve öğrenme, yalan söyleme davranışları vardır.

  • Şempanzelerle insan arasındaki genetik farklılık yalnızca %1,2’dir. Morfolojik açıdan birbirlerine daha fazla benzedikleri varsayılan şempanze ve goril arasındaki farklılık da yalnızca %1,2’dir.
İnsan : İnsan çocukluk dönemi en uzun olan tek hominoiddir. Bu özellik ona, diğer hominoidlerden daha uzun süren ebeveynlere bağımlılık ve daha fazla toplumsal öğrenme yetisi kazandırmaktadır. İnsan yarattığı

kültür olmaksızın ve toplumdan soyutlanmış halde yaşamını sürdüremez.





iNSANIN BiYOLOJiK ÇEŞiTLiLiĞi : Irk mı? Biyolojik Çeşitlilik mi?

Populasyon: Aynı bölgede yaşayan ve kendi aralarında çiftleşebilen bireylerin oluşturduğu topluluktur.

M.Ö. 1350 yılların da Mısırlılar insanları görünür özelliklerini kullanarak, Kırmızılar (Mısırlılar), Sarı-

lar (Doğulular, Asyalılar), Siyahlar (Afrikalılar) ve Beyazlar (Kuzeyliler) olmak üzere dört gruba ayırmışlardır

  • Montesquieu : “Erdemli bir varlık olan Tanrı’nın, iyi bir ruhu simsiyah bir bedene yerleştirebileceğini sanmıyorum”
Monogenizm : Renkleri ve görünüşleri nasıl olursa olsun tüm insanların aynı türün üyesi olduklarını

Poligenizm ise insan ırklarının hepsinin Adem ve Havva’dan gelmediğini, dolayısıyla ayrı türler olarak değerlendirilmeleri gerektiğini savunan görüştür.



Kafatası endisi: Kafanın genişlik ölçüsünün uzunluk ölçüsüne bölümünün 100 ile çarpımıyla elde edilen

endistir.

  • İsviçreli anatomist Retzius ırk sınışandırmasında kullanılacak bir ölçüt olarak kafatası endisini geliştirerek, kafataslarını uzun (dolikosefal) orta yuvarlaklıkta (mezosefal) ve yuvarlak (brakisefal) olarak sınışamıştır.
  • Öjeniye : Saf ırkın yaratılması anlamına gelir.


Polimorşzm: Fenotipik etki yapabilen bir gen değişkenidir.



R.C. Lewontin : Evrimsel Biyoloji adlı eser. 7 büyük ırk grubunu ele alarak 17 polimorşk özellik araştırmıştır. Toplam genetik çeşitliliğin sadece %6,3’ü büyük gruplar arasındaki farkı temsil ederken, %94’ü grupların içerisindedir. Bu veriler coğraşk ve yerel ırk gruplarının insan genetik çeşitliliğinin yalnızca %15’ini açıklayabildiğini, geri kalan %85’ini ise açıklayamadığını göstermiştir. İnsanlar arasında

ki genetik farklılıkların önemli kısmı köy ya da kabile gibi alt gruplarda, hatta aile ve aileyi oluşturan bireylerde meydana gelmektedir.

  • Yüksek ultraviyole ışınlarının bulunduğu bölgelerde açık ten bir dezavantaj oluşturur ve doğal koşullarda açık tenliler hayatta kalma açısından ko yu tenlilere göre daha fazla dezavantaj taşırlar. güneş ışınlarının daha az olduğu Kuzey bölgelerinde yaşayan insanlarda, bu ışınları daha fazla emebilmek için deri rengi daha açıktır. Bu bölgelerde yaşayan koyu tenli insanlarda yaygın olarak raşitizm hastalığı gözlenir. Yetersiz ultraviole ışınları nedeniyle D vitamini eksikliği yaşayan bireylerde kemikler yeterince sertleşememekte, vücut ağırlığını taşıyamadığı için eğilip bükülmektedir.
  • Yeryüzünde sıcak bölgede yaşayan bireyler daha ince ve uzun olma eğilimindedir. Kuzey’de yaşayan Eskimolarda tıknaz bir yapı gözlenmektedir. Tıknaz yapı yüzey alanının azalmasına neden olmakta, bu şekilde vücut ısısını daha etkili bir şekilde kullanılmasına olanak sağlamaktadır. Dolayısıyla soğuk bölgelerde ısı kaybının engellenmesi daha önemli bir uyarlanma biçimidir.
Genotip: Bir organizmanın sahip olduğu genetik özelliklerin tümüdür.























ÜNİTE 05 : İnsanın Evrimi

Biyolojik Uyarlanma: Canlıların hayatlarını ve türlerinin devamını sağlamak için yaşadıkları çevreye biyolojik ve davranışsal olarak uyum sağlamaları sürecidir.



  • Mikro Evrim: Değişim genetik yapıda bir kuşaktan diğerine olduysa.
  • Makro evrim : Türü oluşturan grupların üreme engeliyle birbirlerinden ayrılarak yeni türlerin ortaya çıkmasına olanak sağlayan değişime makro evrim denir.
EVRiM DÜşÜNCESiNiN GELişiMi: Yaygın inanışın tersine Charles Darwin, evrim fikrini ortaya atan ilk düşünür değildir. Evrim düşüncesi ile ilgili bilgilerin kökeni Antik çağa kadar uzanmaktadır. Yaşamın ilk ögesinin su olduğunu ileri süren Thales her şeyin kökenini suya dayandırmaktadır.

  • Anaksimandros’a göre yerler önceleri sularla kaplı idi ve ilk meydana gelen canlılar suda yaşayan balık benzeri canlılardı. Evrim düşüncesinin temelini atar.
  • Anaksimenes ise her şeyin kökenini havaya bağlamaktadır.
  • Herakleitos canlılar arasındaki savaşımdan bahsederek, doğal seçilim fikrinin öncülüğünü yapmıştır.
  • Aristoteles, değişimi maddenin varoluş biçimi olarak görmektedir. Canlıları ilk kez sınışayan Aristoteles’e göre canlılar alemi bir merdiven gibidir. Bitkilerden insana bütün canlılar sürekli ve hiyerarşik bir skalada yer almaktadırlar. Bu skalada basitten karmaşığa doğru gelişerek insana ulaşan bir dönüşüm mevcuttur. Canlıların en ilkel düzeyde “kendiliğinden” oluştuğunu, doğanın gereksinimlerine göre organların oluştuğunu belirterek transformizm adı verilen ilk evrim düşüncesini ortaya atan düşünür Aristoteles’tir.
  • Carl von Linné (1707-1778), taksonomi olarak da bilinen sınıflamayla, bilinen bütün canlıları anlamlı gruplar halinde organize etmiştir. Linné, aynı zamanda, cins ve tür ayrımını yaparak ikili isimlendirmeyi bilim dünyasına kazandırmıştır.
Cins: Benzer uyarlanmalara sahip, benzer türlerden oluşan taksonomik bir birimdir.

Tür: Doğal koşullar altında çiftleştiklerinde üreme kapasitesine sahip yavrular doğurabilen canlı grubudur.



Cuvier : Tabakalarda bulunan fosilleri inceleyen Cuvier, değişik katmanlarda saptanan fosiller arasındaki farklılıkların sel, deprem, volkanik patlama gibi tufanlarla açıklanabileceği tufan kuramını geliştirmiştir. Tufan kuramına katastroşzm de denilmektedir.



Lamarck’a göre canlı yaşamı boyunca çevreye uyum sağlayarak belli özellikler kazanır, daha sonra bu değişiklikleri kendi çocuklarına aktarır. Kazanılan karakterlerin kalıtımını açıklayan Lamarkizmde uzun süre kullanılmayan organlar güdükleşir ve fonksiyonunu yitirir, körelir. Buna karşın ihtiyaçlara bağlı ola-

rak kazanılan özellikler ise gelecek kuşağa aktarılır.



  • Jeolojinin kurucusu olarak da bilinen Charles Lyell (1797-1875), günümüzde gözlenen jeolojik süreçlerin geçmiştekilere benzer bir şekilde gerçekleştiğini öngörmüştür. Tekdüzelik olarak da bilinen bu düşünce, yeryüzünü oluşturan katmanların günümüzde gözleyebildiğimiz rüzgar, sel, erozyon, bitkiler, volkan patlamaları, depremler ve buzul hareketleri gibi tekdüze olan doğal süreçlerle oluştuğunu ileri sürmektedir.


Yapay Seçilim: Canlıların istenilen özelliklerinin seçilerek üretilmesi, böylece arzu edilen niteliklere sahip

ürün elde edilmesidir.



Doğal seçilim: Yaşadıkları çevreye en iyi uyarlanan canlıların hayatta kalması, uyarlanamayanların ise

ölmesi ya da elenmesiyle devam eden süreçtir. Her ne kadar doğal seçilim yoluyla evrim kuramı Darwin ile birlikte anılsa da, aynı sonuçlara Alfred Russell Wallace (1823-1913) tarafından da ulaşılmıştır.



  • Biyolog August Weismann (1834-1914) bütün kalıtsal bilginin germ plasma adı verilen üreme hücrelerinde yer aldığını belirleyerek, üreme hücrelerini etkileyebilen çevresel özelliklerin vücut hücrelerini etkilemediklerini saptamıştır. Bu ise modern genetiğin temelini oluşturmuştur.
  • Özelliklerin gelecek kuşaklara nasıl aktarıldığı sorunu, Çek bilgin Gregory Mendel’in (1822-1884) bezelyeler üzerinde gerçekleştirdiği çalışmalarla çözümlenmiştir. Mendel, genetik özelliklerin ayrı birimler halinde eşit oranlarda karışan modeline karşıt tanecikli kalıtım modelini bulmuştur. Rekombinasyon, rastgele üremeyle bir türün gen havuzu içerisindeki genlerin bir araya gelerek, sonsuz bir çeşitlilik oluşturabilmeleridir.
Gen Havuzu: Bir neslin üyeler tarafından, bir sonraki nesle aktarılabilecek genlerin toplamıdır.



PRiMATLARIN EVRiMi

Hominoid: Primatlar takımı içerisinde bir üst ailedir. Orangutan, goril, şempanze gibi büyük maymunlar ve

insan bu ailenin üyeleridir.



Hominid: İnsan ailesini temsil etmektedir. Yaşayan ve nesli tükenmiş insan ve insansıları içermektedir.

Hominin de denilmektedir. Fosil kanıtlardan hareketle goril, şempanze ve insanın ortak atasının ortaya çık-

tığı ve hominoidlerin atalarının yaygınlaştığı ve sonlarında ise iki ayaklı ilk hominidlerin ortaya çıkmaya başladığı dönem Miyosen’dir.



İri dişleriyle güçlü çiğneme kasları, iri diş ve çeneleriyle Paranthropus cinsi evrimsel açıdan körelmiştir. O halde insana giden evrim hattında yer alan türler iri iri beyinli olan dişli, kaba yüzlü olanlar değil, küçük dişli, küçük yüzlü ve görece türlerdir.



iLK iNSANLAR : Evrimsel anlamda insan sayılmak ya da Homo cinsine dahil edilmek için, başta alet

üretimi ve kullanımı olmak üzere, dik yürüme, iri bir beyin, konuşabilme yetisi gibi özelliklerin bütününe sahip olmak gerekmektedir. Bu özellikler tam olarak ancak bizde, yani Homo sapienslerde bulunmakla birlikte, bunların gelişimi Homo cinsini oluşturan Homo habilis, H. rudolfensis, H. ergaster, H.erectus, H. neanderhlaensis, H. antecesor, H. heidelbergensis ve nihayet H. Sapiens gibi türlerde, 2,5 milyon yıllık bir evrimsel süreçte gerçekleşmiştir.



Homo Habilis ve Homo Rudolfensis: ilk insan olarak değerlendirilen Homo habilis günümüzden önce yaklaşık 2,4–1,6 milyon yılları arasında Afrika’da yaşayan, yok olmuş bir türdür. Yaklaşık 130 cm boy uzunluğuna, ortalama 45 kg civarında ağırlığa sahiptirler. Bunların Oldowan kültürü ya da yontuk çakıl kültürü olarak adlandırılan alet teknolojisini geliştirdikleri saptanmıştır. Bu nedenle alet üretimi ve bunu gündelik ihtiyaçlarını karşıla makta kullandıkları konusunda yani hiç bir kuşkunun bulunmadığı ilk fosil grubu, ilk insan Homo habilistir.



Homo ergaster ve Homo erectuslar : Homo erectuslar, Australopitekler ve Homo habilisin tersine, fosil kalıntılarına Afrika dışındaki kıtalarda da rastladığımız ilk türdür. Eldeki veriler Homo erectusların ateşi üretemeseler bile en azından bir milyon yıldan bu yana ateşi kontrol altına alarak onu ısınma, beslenme ve korunma amacıyla kullandıklarını göstermektedir. Yamyamlık bulguları.



Aşölyen (Acheulean): El baltalarını içeren taş alet topluluğudur.



Neandertal İnsanı : Neandertaller günümüzden önce 200 bin yıl ilâ yaklaşık 30 bin yılları arasında yaşamış-

lardır. İsmini 1856 yılında bulunduğu Almanya’daki bir vadiden alan Buzul Çağı insanı . Beyni o kadar büyüktür ki (ortalama 1550 cm 3 ), günümüz insanının ortalamasından (1350 cm 3 ) bile daha fazladır. Neandertaller neredeyse kendileriyle özdeşleşmiş Musterien kültürü olarak da bilinen yonga aletlerle tanınırlar. Avcı ve toplayıcı olan Neandertaller, balık ve midye gibi denizel ve tatlı su hayvanlarını diyetlerine dahil eden ilk türdür. Yaralanma ve hastalıklar nedeniyle bakıma muhtaç olan şahısların diğerleri tarafından bakımlarının yapıldığının ve beslendiklerinin saptanması, Neandertallerin toplumsal örgütlenmelerinin ileri düzeyde olduğunu göstermektedir. Neandertaller ölülerini de gömmüşlerdir. Neandertallerin ölümün anlamı ve öte dünya inancına sahip olduklarını göstermektedir. Neandertal fosilleri üzerinde yürütülen DNA analizleri, Neandertal insanının günümüz insanından tamamen farklı bir genetik yapı sergilediğini, bu insanlardan günümüz insanına genetik aktarımın olmadığını ortaya koymuştur. Buzulların kuzeye çekilmesiyle birlikte yaklaşık 40 bin yıl önce kuzeye doğru hareket eden Homo sapiens-

lerle aynı yaşam alanlarını paylaşmaya başlamışlardır. Alet teknolojisi, konuşma yetisi, iletişim, sanat, karmaşık düşünce sistemi gibi bakımlardan daha gelişmiş olan Homo sapienslerle giriştikleri biyolojik savaşı kaybederek yerlerini, bizim doğrudan atamız olan Homo sapienslere bırakmışlardır



Homo Sapiens : DNA’lar üzerinde yürütüen çalışmalar, günümüzde yaşayan insanların tamamının kökeninin Afrika kıtası olduğunu ortaya koymuştur. Mitokondriyal DNA’nın yalnızca kadınlar tarafından aktarılması ve genetik kodunun erkeklerinkiyle karışmaması nedeniyle, ortak ata Mitokondriyal Havva olarak adlandırılmıştır.



Moleküler saat: Mutasyonların ortaya çıkmasına ve birikimine dayalı olarak türlerin birbirilerinden ayrıldığı

zamanın belirlenmesidir



Chris Stringer ve arkadaşları tarafından savunulan tek merkezli evrim hipotezi ve buna bağlantılı Afrika’da oluş hipotezi Homo sapiens’in Afrika’da küçük ve izole bir grupta evrimleştiğini, daha sonra hem kıtada hem de Asya ve Avrupa gibi dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan diğer türlerin (gelişmiş Homo erectuslar,

neandertaller, antecessorlar ve heidelbergensisler gibi) yerini aldığını varsaymaktadır.



Tek Merkezli Evrim: Genetik araştırmalarla günümüzde yaşayan bütün insanların tek bir kökene sahip

olduğunu tanımlayan hipotezdir.



Afrika’da oluş: Modern insanın Afrika’da evrimleşerek yeryüzüne yayıldığını tanımlayan hipotezdir. Milford Wolpoff, Alan Thorne ve WU Xinzhi gibi araştırmacıların fosillerin morfolojik özelliklerine dayalı karşılaştırmalı çalışmalarına göre, modern insan gruplarının bulundukları bölgelerde, birbirlerinden bağımsız olarak evrim geçirmişlerdir. Çok merkezli evrim olarak bilinen bu hipotezde Homo erectus ve Homo sapiensler arasındaki morfolojik benzerliğin bu insanların bölgesel evriminin ürünü olabileceği, birbirini izleyen fosil gruplarının yerel evrimleşmesinin sonucu olduğu kabul edilmektedir.



Dilgi: Uzunluğu genişliğinin en azından iki katı olan taş aletlerdir.

































ÜNİTE 06 : Sanayi Öncesi Uyarlanma ve Yaşam Tarzları: Avcı Toplayıcılık ve Tarım



Tarımsal hayat Neolitik devirde gerçekleşti. Bu yüzden V. Gordon Childe bu büyük değişime Neolitik Devrim adını verdi. Bu Neolitiğin Tarım Devrimi’nin ardından insanlığın yaşadığı ikinci büyük devrim, Sanayi Devrimi’nin bir sonucuydu.



AVCI-TOPLAYICILIK : Bitki ve hayvan evcilleştirmesinin ortaya çıktığı Neolitik döneme, yani günümüz-

den kabaca 10,000 yıl öncesine kadar bütün insanlar avcı-toplayıcı idiler. Bugün avcı-toplayıcı yaşam ve geçim tarzını özgün biçimde temsil edebilen yegâne topluluk Güney Afrika (Botswana)’daki Kalahari Çölü’nde yaşayan !Kung San’lardır.



Ekoloji, Teknoloji ve Nüfus : Biyolojik taşıma kapasitesi kavramı, belirli bir yaşam alanında (ekolojik eşikte), o çevrenin ekolojik koşullarının sunduğu olanaklarla, herhangi bir güçlük çekmeden yaşayabilecek en yüksek miktardaki canlı sayısını ifade eder, ayrıca bu yaşam alanının canlılara sağlayabileceği en yük-

sek yaşama olanağını da gösterir. İnsan açısından baktığımızda bir alanın biyolojik belirleyen pek çok etkenden söz edebiliriz. Bunlardan ilki, o taşıma kapasitesini alandan elde edilebilecek toplam besin miktarıdır. İkincisi: o yörede yaşayan nüfusun doğum ve ölüm oranları ile göç verme ve göç alma dinamikleridir. Üçüncü etken: insanların besin olarak kullanılabilecek kaynakları tanıma yeteneğidir. Kıtlaşan kaynak hangisiyse, biyolojik taşıma kapasitesi bakımından hayatî önemde olan kaynak odur. Bu yüzden avcı-toplayıcılarda biyolojik taşıma kapasitesi diğer geçim biçimleriyle karşılaştırıldığında en düşük olanıdır.



  • Kültürel Besin Listesi: Bir kültürün yenebilir saydığı beslenme ürünlerinin tamamıdır.
  • Ömür beklentisi: Belirli bir dönem ve toplumda bireylerin ortalama olarak kaç yıl yaşayabileceğini gösteren yaştır.
  • Nüfusu Azaltan Temas Döngüsü : Kızıl derili soykırımı gibi.
  • Alet çantası: Bir topluluğun hayatı sürdürmek için kullandığı bütün araç ve gereçlerden oluşan ve onların teknolojik durumlarını, doğanın önlerine çıkardığı sorunları karşılamaktaki yeterliliklerini gösteren, insan mamulü ürünlerin toplamıdır.
  • 40 bin yıl öncesi önemli bir tarihtir. Modern insan o tarihten itibaren temel besin kaynağı olan av sürülerinin peşinde, buzul döneminde karasal bir bağlantı olan Bering Boğazı üzerinden, daha önce hiçbir insan türünün yaşamadığı Amerika kıtasına geçmiş; Avustralya kıtası avcı-toplayıcı insan topluluklarınca iskân edilmişti.
Ekonomi, Örgütlenme ve Siyaset



Julien Steward’ın yaptığı çalışmalarla, avcıtoplayıcılar kaynakları denetleme yeteneğine sahip oldukları anlaşıldı. Avcı-toplayıcıların temel örgütlenme biçimine takım (genellikle 25-100 kişi arası) adı verilir.

karşılıklı ziyaret ve değiş-tokuş (mübadele) ilişkileri :

  • Sessiz ticaret, Ticaret ortaklığı (ürün fazlasının değiş tokuşu).
  • Minimalizm: İhtiyaçları en az sayıda girdi ve kaynak kullanarak giderme eğilimidir.
  • Tabakalaşma: Toplumun iktisadî, siyasal ve kültürel olarak birbiriyle hiyerarşik ilişkisi olan ve eşitsizlik doğuran farklı kümelere bölünmüş olmasıdır. Tabakalaşmayı önlemeye yönelik en uç uygulamayı Kanada’nın Pasişk kıyılarında yaşayan Kwakiutl’ların potlaç geleneğinde bulmaktayız
- Richard Lee’nin (1968) !Kung San’lar üzerinde yaptığı araştırmalara göre, Yiyecek biriktirme pek görülmez. Buna bağlı olarak üretim/tüketim verimliliği çok düşüktür, avcı-toplayıcılarda artı-ürün yaratımı

yoktur.



TARIM VE HAYVANCI UYARLANMA



Tarih ve Tanımlama: Besin Üreticiliğine Geçiş : Dünya yaklaşık olarak 10 bin yıl önce Holosen devir adını verdiğimiz dönemde büyük bir küresel ısınma yaşayarak Son Buzul Çağı’ndan çıktı.büyük iklim geçişi



Epipaleolitik Dönem: Neolitik dönemi hazırlayan ve günümüzden 12 ilâ 10 bin yıl öncesinde Ortadoğu

bölgesinde ortaya çıkan kültürel gelişmeleri yansıtan dönemdir.



Neolitik Ddönem: Günümüzden 10 bin yıl önce başlayıp yaklaşık olarak 7 bin yıl öncesine kadar devam eden, çeşitlenmiş taş aletlerin kullanımının sürdüğü, ancak insanların yerleşik köy hayatına ve bitkileri evcilleştirmek suretiyle üretimciliğe geçtiği, bu çerçevede çanak çömlek yapımı gibi yeniliklerin ortaya çıktığı dönemdir.



Gordon Childe, tarımın ortaya çıktığı kültür çağına atfen bu büyük değişime Neolitik Devrim adını verdi

Ortadoğu’da tahıl merkezli, Uzakdoğu’da pirinç merkezli, Afrika’da darı ve patates merkezli ve Amerika’da mısır merkezli bir tarımsal gelişme günümüzden 9 bin yıl önce başlayıp 5 bin yıl öncesine kadar devam eden İklimsel Optimum Evresi. İlk evcilleştirilen hayvanın köpek.



Neolitik dönemde besin kaynağı olarak evcilleştirilen ilk hayvan türleri domuz, koyun ve keçidir. Onları sığır türleri izlemiştir.



Arkeolog Robert J. Braidwood, tarımın ilk ortaya çıktığı bölgenin aşırı nüfus baskısı yüzünden biyolojik taşıma kapasitesinin üzerinde bir nüfus yüküyle karşılaştığını ve bu durumun bir göçü doğurduğunu söylemektedir. Biyolojik taşıma kapasitesinin doygunluğu ile birlikte çiftçiler, yerli toplayıcıları sürmüş ve tarım teknikleri ve tarımcı yaşam tarzı bu harekete bağlı olarak çepere doğru her kuşakta 10-20 km. yayılmıştır.

Ammerman ve Cavalli-Sforza (1973) bu harekete ilerleme dalgası adını vermişlerdir. Bu ilerleme dalgası 5 bin yıl içinde Atlantik kıyılarına kadar ulaşmıştı.



Kaba Tarım Biçimleri : Nüfusu fazla yoğun olmayan bölgelerde, geniş alanlara yayılmış olarak yapılan dü-

şük verimli tarım biçimlerine toplu olarak kaba tarım denilmektedir. 1) Bahçecilik: Bu biçime çapa tarımı da denilmektedir. dönüşümlü tarım 2 - Geçimlik tarla tarımında küçük ve düzensiz tarlalar söz konusudur. Ekilen üründen elde edilen verim, yine o ekim işini yapan bir hanenin ihtiyaçlarını giderecek kadardır.



Yoğun Tarım Biçimleri : Sadece geçimlik üretim yapmakla yetinmeyip artık değer de yaratan bir üretim etkinliğine geçmiş ve bu etkinlik etrafında örgütlenmiş tarım biçimine yoğun tarım denir. Gordon Childe’ın ikinci büyük devrim olarak tanımladığı Kentleşme Devrimi ortaya çıktı.



Kalkolitik dönem: Neolitik dönemi izleyen ve aşağı yukarı iÖ. 5500 ilâ 3500 yılları arasında sürmüş olan,

Tunç Çağı’nı hazırlayan ekonomik ve toplumsal gelişmelerin yaşandığıdönemdir.



Tunç Çağı: iÖ. 3500 ilâ 1200 yılları arasında, yoğun maden işlemeciği, kent hayatı, yazı gibi büyük

kültürel ve iktisadî gelişmelerin yaşandığı, ilk devletlerin ortaya çıktığı uygarlık çağıdır.



Ortakçılık ya da yarıcılık, başkasının sahip olduğu bir toprakta çalışan çiftçinin ürünün ya da kazancın belli bir bölümü karşılığında emeğini ortaya koyması biçiminde tanımlanabilir.



Serf: Toprak sahibi olmayan, bir beyin ya da büyük toprak sahibinin toprağında, o toprakta üretim yapmak

şartıyla yaşayan ve geçimini böylece temin eden köylü tipidir.



  • Klan: Ortak bir atadan geldiğine inanan, ancak bu atayla bağlarını somut biçimde belirlemeyen ya da bireylerden ataya doğru somut bir soy çizgisi izleyemeyen akraba grubudur.
  • Soy: Kişiyi dikey biçimde, geçmişe doğru ataya bağlayan, toplumsal ve kültürel olarak tanınmış bağlardır.
  • Nesep: Gösterilebilir, tanımlanabilir ve kanıtlanabilir soy ilişkisidir.
  • Konik klan modeli: Baba yanlı soy çizgisini izleyen ve en büyük oğul önceliği ilkesini esas alan, soyun dallarının birbirine karşı hiyerarşik konumlanışının, onların soy çizgisi içinde esas ataya yakınlıklarına göre belirlendiği ve bu konuma göre esas ataya yakın olanın statüsünün daha yüksek olduğu soy ilişkileri sistemidir. Kabile örgütlenmesinin esasını konik klan modeli oluştururken, aşiret modelinde egemen akrabalık ilişkisi dallanan soy sistemidir. Dallanan soy sistemine göre örgütlenen birimler arasında hiyerarşik bir ilişki yoktur. Yatay düzlemde bu birimler eşittir ve bu eşit birimlerin oluşturduğu aşirette şeşik (beylik, kabiledeki şeşiğe göre daha düşük bir otoriteyi kullanır. Bu otorite genellikle emredici bir nitelikte değil, koordine edici ve düzenleyici bir niteliktedir. Bu aşiret konfederasyonları bir tür devlet ör- gütlenmesi gibidir; çoğu durumda şeşikler (beylikler) bir aşiret konfederasyonu- dur. Bunlar beylik, şeyhlik ya da emirlik (emaret) adıyla anılırlar.

  • Bugün bildiğimiz insan hastalıklarının kökeni, yerleşik hayata geçiş ve bitki ve hayvan evcilleştirmesidir.


Diamond’ın (2004, s.253) deyişiyle, “Eski savaşların galipleri her zaman en iyi komutanlara ve silahlara sahip olan ordular değil, çoğu kez yalnızca düşmanlarına bulaştıracak en berbat mikropları taşıyanlardı”.Bugün tıbbı meşgul eden hastalıklardan pek çoğunun evcil hayvan kökenli olduğu bilinmektedir. Örneğin veba, kent hayatının ve yoğun ticaret ve istilâ hareketlerinin bize hediye ettiği bir illettir.



  • Tarım ve hayvanların evcilleştirilmesi ilk kez günümüzden 10.000 yıl önce gerçekleşmiştir
  • Pastoralizm: Göçebe-hayvancılık demektir.


























































ÜNİTE 07 : Kent, Devlet ve Endüstri

  • Kent, insanlığın tarımcı üretim tarzıyla birlikte yaratılan artık-ürünün bir sonucu olarak doğdu.
  • Kültür tarihçisi V. Gordon Childe’ın tarihteki ilk büyük devrim olan tarım devriminden sonra ikinci büyük devrim olarak işaret ettiği olay Kent Devrimi’dir.
  • Tarihte ilk kentler, iÖ. 4. binin sonunda (Tunç Çağı’nda) Mezopotamya’da ortaya çıktı.
  • Yüksek kültür: Yazıya, karmaşık dil becerilerine, pahalı ve lüks tüketime, gelişmiş ve katı protokollerin geçerli olduğu tutumlara ve incelmiş bir sanata dayanan, toplumun seçkinlerinin kültürüdür.
  • Redşeld (1956): Kentli seçkinlerin yazılı gelenekleri ( büyük gelenek) ile köylülerin yazıya ve kesin kurallara dökülmemiş olan gelenekleri küçük gelenek olarak adlandırmıştır.
  • Ortodoks dünya görüşü: Egemen ve yazılı kurallara dayanan, toplumun yönetici seçkinlerinin benimsediği dünya görüşüdür.
  • Kozmopolitizm: Farklı kültürlerin, dünya görüşlerinin ve geleneklerin bir arada bulunduğu ve birbiriyle karışma eğiliminde olduğu toplumsal-kültürel ortamdır: Ulusal ya da yerli olmama hali.


Devletin üç işlevi tanımlanmıştır:

  • Üretim araçlarının ve üreticilerin korunması ve gelişmesi için gerekli koşulların sağlanması,
  • Üretim ilişkilerinin korunması ve gelişmesinin sağlanması,
  • Devlet aygıtının güçlü tutulması ve devletin toplumun sürekli bir biçimde üstünde yer almasının sağlanması.
Devletin dört temel kurumdan oluştuğu söylenebilir:

1. Belirli bir toprak üzerinde hükümranlık ve bu toprakta yaşayan insanlar üzerinde varsayımsal ve ideolojik hâkimiyet

2. Hukuk, 3. Güvenlik ve zor aygıtları (ordu, polis, milis vs.)

4. Maliye (üretimden artığı çekme mekanizmaları).



Toplumsal hareketlilik: Toplumun bir tabakasından veya sınıfından başka bir tabakasına ve sınıfına geçiş yönündeki esnekliktir.



Sözel hukuka genellikle örf adı verilir. Yazılı hukuka ilişkin ilk belge ise Eski Babil kralı Hammurabi’ye ait kodekstir. iÖ. 18. yüzyıl) Hammurabi Kanunları’nın Sumer örfî hukukunun yazıya geçirilmiş hali olduğu söylenir.



Tarım Döneminde Devletin Evrimi: Antropolojik açıdan bakıldığında, ilk devleti izleyen süreçte devletin iki ana evresinden söz edebiliriz.

  • Kapitalizm öncesi (prekapitalist) devlet biçimleri adı altında toparlanan tarım devletleridir.
  • Topraksal (teritorial) Devlet : Tarımsal artıktan beslenen, ciddi büyüklükte profesyonel ordulara sahip olan ve sürekli olarak yeni alanlara yayılma potansiyeli taşıyan bir devlettir. İmparatorluk ideolojisi ortaya çıkmıştır. Bu ideoloji Büyük iskender’in yönetim anlayışında ve kişiliğinde ilk örneğini bulur. iÖ. 4. yüzyılın sonlarında yaşamış olan Büyük iskender, tarihin gördüğü ilk dev imparatorluğu kurmuş ve o zamanın dünya kavrayışının iki parçası olan doğu ile batıyı birleştirmişti.


ENDÜSTRi TOPLUMU VE YENi YAŞAM BiÇiMi

Bu dönüşüm, 17. ve 18. yüzyıllarda ortaya çıkan iki büyük siyasal devrimle gerçekleşti. Bunlardan ilki 1640 ingiliz Devrimi, ikincisi ise 1789 Fransız Devrimi’dir. Her iki devrim de, kentlerde üretim ve ticaret ile geçinen ve büyük bir servet birikimine ulaşan yeni bir sınıfın, burjuvazinin, siyasal sistem içinde rol edinmesini, özgürce ticaret ve üretim yapılabilecek bir ortamın yaratılabileceği anayasal bir rejimin kurulmasını sağladı. Böylelikle kapalı yerel ekonomilerin ulusal düzeyde bir piyasa ekonomisi içinde bütünleşmesi de sağlanmış oluyordu. Endüstri Devrimi’yle birlikte yeni bir devlet biçimi doğmuştur. Bu devlet biçimine modern devlet diyoruz.



Belirli burjuva hareketlerinin önderliğinde yürütülen devrimler dışında ulus-devletleri yaratan genellikle milliyetçilik hareketleri olmuştur. Milliyetçiliğin esas olarak üç amaca yönelir:

  • Ulusal ekonomiyi yaratmak,
  • Özerk bir ulusal yasama/yürütme organı (ulus-devletin siyasal ve idarî örgütünü) oluşturmak ve ayırıcı bütün bağ ve ilişkileri (bireysel, yöresel bağları ve cemaat bağlarını) bu organın denetimi ve bütünleştiriciliği altında toplamak
  • Ulusal bir kültür (ortak değer ve beklentiler sistemi) ve buna bağlı bir kimlik tanımlaması yaratmak.


  • Karl Deutch: Milliyetçiliği, toplumsal hareketliliğin ve iletişimdeki gelişmenin bir sonucu
  • Benedict Anderson: Milliyetçiliğin, kapitalist dünya ekonomisinin iç ve dış taleplerinin bir sonucu olduğu
  • Gellner, Milliyetçiliğin temeline endüstrileşme olgusunu koymaktadır.
Etniklik konusundaki ilkselci (primordialist) görüşe göre, etniklik ile akrabalık arasında sıkı ilişki vardır. Bu ilişkiyi ortak bir ata veya ortak bir kozmik kader duygusu belirler. Bu yolla elde edilen etnik kimlik, kişiliğin gelişmesinde merkezî öğe olarak toplumsallaşmayı, dilin öğrenilmesini ve dinsel-siyasal kültür lemeyi sağlar.



Yalnız kalabalıklar: Kalabalık kentlerde eski dayanışma ve aidiyet ilişkilerinden kopan bireylerin kendilerini bu kalabalık içinde yalnız, güvensiz ve belirsizlik içinde hissettiklerini anlatan, sosyolog David Riesman’ın

kavramıdır)



Tarım dönemi kenti, on beş-yirmi bin nüfuslu bir merkezdi. Endüstri çağının ilk büyük kentleri ise en çok 1-2 milyon kişiyi barındırıyordu. Tarımda ortaya çıkan bu değişim şu şekilde özetlenebilir:

  • İnsan ya da hayvan gücünün yerini makine kullanımı aldı.
  • Besinler yerine yoğun endüstriyel bitki üretimine geçildi.
  • Gübre, tohum, mazot gibi piyasadan temin edilen kaynak (girdi) kullanımında yoğunlaşma ortaya çıktı.
  • Nüfus artışı yaşandı ve bu nüfus kırdan kentlere doğru hareketlenerek kentlerin nüfus yoğunluğunu artırdı.
  • Tarımda da uzmanlaşma ortaya çıktı. Tarım makinelerinin üretim, bakım ve işletilmesinden tarla içi üretim süreçlerinde uzman kullanımına kadar uzanan bir dizi meslek erbabı ortaya çıktı.
  • Üretimde girdilerin çoğalması ve bunların üretimdeki önemlerinin artması tarımda ticarî ilişki ağının genişlemesine yol açtı. Kasaba ve kentlerdeki bir takım esnaf girdi temini sorununu bir tür kredi konusu yaparak, tarımdan daha fazla artık-değer çekmeye başladı. Tarlada üretilen ürün, bizzat çiftçi tarafından pazarlara taşınmak yerine, tarlada alıcı olan tüccarlar eliyle piyasaya sunulmaya başlandı.
  • Tarımcılar giderek dünya ekonomisinin dalgalanmalarına, şyat artış ve düşüşlerine daha fazla duyarlı hale geldiler ve bu riskleri karşılamak için daha fazla ürün elde edecek yeni tekniklerle ekim-dikim yapmaya, daha fazla alanı tarıma açmaya başladılar.

  • Üçüncü Dünya Ülkeleri: Asya, Afrika, Güney Amerika Ülkeleri
  • İkinci Dünya Ülkeleri: Sovyetler Birliği’nin, Çin, Kore ve Küba, Doğu Avrupa
  • Birinci Dünya Ülkeleri: Batı


  • Wallerstein Dünya Kapitalist Sistemi için merkez ve çevre ülkeler formülü.
  • Andre Gunder Frank : Bağımlılık Kuramı : Kurama göre bu bağımlılık, iktisadî gelişmeyi önleyen bir kısır döngü yaratmakta ve eşitsizliği daimi biçimde beslemektedir.
  • Modernleşmeci kalkınma Kuramı: Azgelişmiş olanların Batılı modele uydukları takdirde onların gelişmişlik düzeyine ulaşabileceklerini öngörür.


  • Kültürel yapıları sermaye birikimine izin vermeyen, dolayısıyla kapitalist kurumların oluşamadığı bu toplumlara söz konusu kurumlar dışarıdan empoze edilecektir ve bu toplumlar Rustow’un kavramıyla ataletlerine son vererek kalkışa geçeceklerdir.
Küreselleşme:

  • Sermaye hareketlilik kazandı ve daha güvenli ve getirili alanlara doğru sürekli bir hareket içine girdi.
  • Teknoloji hareketlendi ve ortaya çıktığı zamandan kısa bir süre sonra dünyanın her yerine yayılma olanağı kazandı.
  • insan hareketliliği de arttı. Dünyadaki ikilik zengin batı-yoksul doğu ikiliği olmaktan çıktı ve yoksul güney ülkelerinden zengin Kuzey ülkelerine doğru bir insan hareketi (göçü) başladı.
  • Fikirler, imgeler ve simgeler aynı hızla yayılmaya başladı. Bu gelişmelere koşut olarak kültür alanında da büyük bir değişim ortaya çıktı:
  • Kültürün klasik antropoloji içinde yer edinmiş olan yerel bağlamı ortadan kalktı. Belirli bir kültürün sınırından söz etmek olanaksız hale geldi. Kültürler arasında büyük bir akışkanlık ortaya çıktı.
  • Güvensiz yeni ekonomik koşullar yeni bir kaos hali yarattı. Bu kaos kökten dinci, aşırı milliyetçi ya da refah milliyetçisi hareketlerin güçlenmesine yol açtı.
  • Küreselleşme ile pek çok kültürel süreç ve olgu kararlı halini ve izlenebilirliğini yitirdi. Her şey geçici, anlık ve arızî hale geldi.
  • Bu çerçevede kimlik arayışı öne çıktı. Ancak bunun yanında kimliklerin çok referanslı bir hal aldığı da görülmektedir. İnsanlar artık bir anda etnik, dinsel, cinsel, sınıfsal ve ulusal pek çok kimlikle yaşamaktadır. Bu güvensiz ve kararsız ortamda hangi kimlik işe yararsa o anda onu öne çıkartmaktadır.

  • Endüstri toplumunun ikinci çağında, yani küreselleşme döneminde tüketim önem kazandı. İnsanların ne tükettikleri ve nerede tükettikleri kimliklerinin önemli bir parçası haline geldi.
Hızlı değişme ortamında bir kültür ihtiyacı ortaya çıktı ve içinde sinemanın, müziğin, sporun, medyanın ve çeşitli tüketim eğilimlerinin üretiminin yer aldığı bir kültür endüstrisi doğdu. Kültür endüstrisinin yarattığı ve kitlelerin tüketimine açık kültüre popüler kültür diyoruz.



Çokkültürlülük ve Çokkültürcülük: Kimliklerin yok edilmeye veya özümlenmeye çalışılması yerine korunması ve topluma bu yolla entegre edilmesi benimsendi. Bu yeni siyasete ise çokkültürcülük denmektedir.



Kültürel Çalışmalar Okulu : Sosyoloji ile antropolojinin kesişme noktasında kültürel çalışmalar adını alan yeni bir çalışma sahası doğdu. Kültürel çalışmalar okulu, büyük ölçüdekentli toplumun odağında gelişen popüler kültürün, iletişim biçimlerinin, tüketim tarzlarının, modanın, toplumsal cinsiyetin kültürel dışa vurumlarının, kitle iletişim araçlarının, boş zamanların, yeni edebiyatın, kimliğin ve kimlik ideolojilerinin incelendiği geniş bir alan olarak tanımlanabilir.



Uygulamalı Antropoloji : Artık antropologlar yalnızca çeşitli kültürleri incelemek, mevcut sorunları saptamak ve bunların nedenlerini araştırmakla yetinmemekte; toplumsal ve kültürel sorunların çözümünde yapıcı bir rol oynamaya da çalışmaktadırlar. Bu çabalar sonucunda uygulamalı antropoloji doğmuştur.



Endüstriyel Antropoloji : Endüstri toplumunun ihtiyaçları, şziksel antropolojinin de bu yönde yeni teknik ve yöntemler geliştirmesine yol açmıştır. Ergonomi de denilen endüstriyel antropoloji, şziksel antropoloji ile antropometrinin en yeni uygulama alanıdır.



Antropometri: İnsan bedeninin ve iskeletinin boyut, biçim ve bileşim yönünden ölçülmesidir.









ÜNİTE 08 : Akrabalık ve Toplumsal Cinsiyet



Evliliğin kurumsallaşmasına dayanak teşkil eden asıl etken, insan yavrusunun uzun süreli bağımlılığıdır. Evliliğin ikinci önemli işlevi cinsel rekabet sorununu gidermesidir. Diğer türlerin aksine insan erkeğinin ve dişisinin cinsel faaliyete sürekli açık olması, topluluk içinde yıkıcı ve topluluğu çözücü bir rekabete yol açabilir. Evliliğin üçüncü işlevi iktisadîdir.

Drahoma: Başlık parasının tersi olan bu uygulamada kadının ailesi erkek tarafına bir tür düğün hediyesi olarak para veya mülk verir. Çeyiz, drahoma, nişanlılık armağanları, başlık parası bu mübadele ilişkisinin iktisadî araçlarıdır.



Doğrudan takasta A ile B grubu karşılıklı olarak birbirinden kız alıp verir. Eğer takas aynı kuşak içinde gerçekleşiyorsa buna dolayımsız doğrudan takas ya da kızkardeş takası adı verilmektedir. Karşılıklılık kuşakları aşan bir süre içinde, kuşaklar arasında söz konusuysa, bu da gecikmeli doğrudan takas adını alır. Berder ve paralel ve çapraz yeğen evlilikleri birer dolayımsız doğrudan takas biçimidir. Dolaylı (ya da asimetrik ) takasta ise karşılıklılık değil, ortak gruplar söz konusudur.

İçevlilik (endogami) kişinin kendi grubu içinden, dışevlilik (egzogami) ise dışarıdan evlenmesidir. İçevlilik, grup içinden evlilik olduğu için grubu dışarıya kapalı tutar ve mülk, servet, kaynak ve soy dağılımını önler. Paralel ve çapraz kuzen evlilikleri birer içevlilik türüdür.

Boşanmanın hukuken ve kültürel olarak mümkün olduğu toplumlarda kişinin boşanıp yeniden evlenmesi biçiminde tezahür eden evlilik biçimine dizi tekeşlilik adı verilmektedir. Kadının veya erkeğin aynı zaman dilimi içerisinde birden çok eşle evlenmesi durumuna ise çokeşlilik (poligami) denilmektedir. Çokkarılılık (polijini) ve çokkocalılık (poliandri) olmak üzere çokeşliliğin iki türü vardır. Çokkarılılık (polijini) aynı anda birden fazla kadınla evli olma durumudur.



Evlenen çiftin yeni bir ev açmasına yeniyerli (neolokal) evlenme adı verilir. Kadının kocanın ailesinin yanına yerleşmesi babayerli (patrilokal) yerleşme adı verilir.

Ambilokal denilen bir başka uygulamada evliler, erkeğin ya da kadının ebeveyninin yanında yerleşme konusunda özgürce seçim yapar. Çiftyerlilikte (bilokal) ise erkeğin ve kadının ebeveynini yanında sırayla ikamet edilir.

Eş seçme seçeneklerinin kültür tarafından belirli mecralarla sınırlandığı evliliklere tercihli evlilik denilir. Olabildiğince içeriden ve yakından eş seçmek, tercihli evlilik modelinin temel ilkesidir. Bir başka tercihli evlilik türü, evlenecek iki erkeğin birbirlerinin kız kardeşleriyle evlenmesi biçiminde işleyen berdel veya berderdir. Buna dizi kardeşler evliliği dedenir.

Levirat uygulamasında erkek eş öldüğünde, karısı kocasının erkek kardeşlerinden biriyle evlenir, böylelikle ilk evlilikten olan çocuklar için baba soyunu sürdürmek mümkün olacaktır.



Sororatta leviratın tersi, yani karısı ölen erkeğin, onun kız kardeşlerinden biriyle (baldızla) evlenmesi söz konusudur.

Taygeldi evliliği, çocuklu dul bir erkekle çocuklu dul bir kadının kendilerinin ve çocuklarının evlenmesi biçiminde ortaya çıkan geniş bir ittifak ilişkisi biçiminde tezahür eder.

Lokoku: Erkeğin ölümü üzerine karılarının kocasının yanında öldürüldüğü

Bir de aynı kuşaktan iki akraba erkeğin (en yaygın biçimiyle kardeşlerin) eş ve çocuklarıyla aynı haneyi paylaştığı birleşik aile grupları vardır.

Kandaşlık biyolojik temelli bir soy akrabalığıdır; hısımlık ise evlilik yoluyla edinilmiş akrabalıktır.

Bazı toplumlarda çapraz kuzenler (karşıt cinsiyetten kardeşlerin çocukları) ile paralel kuzenler (aynı cinsiyetten kardeşlerin çocukları) ayırt edilir.



Akraba Adlandırma Sistemleri:

1. Hawai Sistemi: En az sayıda terimi kapsayan en yalın akrabalık sistemidir. Aynı kuşakta yer alan ve aynı cinsiyetten olan bütün akrabalar aynı adla anılırlar. Bütün kadın kuzenler kız kardeş, bütün erkek kuzenler ise erkek kardeş olarak anılır. Aynı şekilde anne-babanın kuşağında yer alan bütün akrabalar için, sadece cinsiyetlerine göre ayrışacak şekilde aynı terim kullanılır. Kuzen evlilikleri genellikle yasaktır.



2. Eskimo Sistemi: Batılılar tarafından Eskimo adı verilen ve Kuzey Kanada ve Grönland’ın Kuzey Kutup sahasına yakın bölgelerinde yaşayan iniut toplumuyla Kuzey Amerika’da yaşayan bazı Kızılderili kabilelerinde geçerli olan bu akrabalık sisteminde kuzenler, erkek ve kız kardeşlerden ayırt edilerek

isimlendirilmekle birlikte, bütün kuzenler aynı akrabalık kategorisi içinde yer alır. Ebeveynlerin kız ve erkek kardeşleri ebeveynlerden ayrı bir kategoriyi teşkil ederler, ancak cinsiyetlerine göre ayrı adlarla anılırlar. Bununla birlikte, örneğin amca ile dayı ya da hala ile teyze arasında bir ayrım söz konusu değildir. Anne, baba, kız ya da erkek kardeş terimleri yalnızca çekirdek aileye mensup kişiler için geçerlidir. Kişinin mensubiyeti bakımından anne ve baba tarafı arasında bir ayrım yoktur. Sudan Sistemi: Sudan sistemi, bütün sistemler arasında en fazla ayrım içeren sistemdir. Burada bütün kuzenlere farklı bir ad verilmektedir. Bu sistemde amca, hala, dayı ya da teyze çocuklarının her biri, kız ya da erkek oluşlarına göre ayrı bir adla anılır. Babayanlı soya göre örgütlenmiş ve karmaşık bir iş bölümüne, belirgin bir toplumsal tabakalaşmaya sahip toplumlarda görülür.



3.Omaha Sistemi: Adını Omaha Kızılderili kabilesinde görülmesi nedeniyle oradan alan bu sistem babayanlı soyla ilintilendirilmektedir. Bu sistemde aynı kuşaktan birkaç akraba için aynı terim kullanılır: örneğin baba ile amca, anne ile teyze aynı adla anılır. Benzer biçimde erkek kardeşlerle paralel erkek kuzenler, kız kardeşlerle paralel kız kuzenler aynı adla anılır. Ancak anayanlı ilişkiler söz konusu olduğunda, kuşak farkı pek gözetilmeden, anne, teyze ve dayının kızı ile dayı ve dayının oğlu aynı adı almaktadır.



4.Crow Sistemi: Omaha sistemindeki anayanlı örüntüye benzediği söylenebilir. Babanın anasoyundaki akrabaları (baba, amca, hala oğlu ile hala ve hala kızı) cinsiyetlerine göre aynı adla anılırken ana yanındaki akrabalar arasında kuşak farkları gözetilir. Buna uygun olarak, kişinin annesi ve teyzesi aynı adla, kız kardeşi ve paralel kız kuzenleri aynı adla, erkek kardeşiyle paralel erkek kuzenleri aynı adla anılırlar.



5.Iroquis Sistemi: Kişinin anne-babasının kuşağını ele alış tarzı bakımından Crow ve Omaha sistemlerine benzer. Bu sistemde kişinin babası ile amcası aynı adla, anası ile teyzesi aynı adla anılmaktadır. Ancak çapraz kuzenlerin ele alınış biçimi farklıdır. Bu sistemde çapraz erkek kuzenler (amca oğlu ile dayının oğlu) ile çapraz kız kuzenler (halanın kızı ile dayının kızı) ayrı birer kategori altında toplanmıştır. Bu sistem, çapraz kuzen evliliğini teşvik eden toplumsal düzenlemelerde görülür.



Tek hatlı soy, en kısıtlayıcı olandır. Burada sadece erkeğin ya da sadece kadının soy çizgisi izlenir. Erkek soy çizgisine babayanlı, kadın soy çizgisine ise anayanlı soyadı verilir. Bazı kültürlerde soy her iki yandan da izlenir: bunlara çift hatlı soy denmektedir. Bu gibi durumlarda, her iki soy çizgisi farklı amaçlarla izlenir. Bazı toplumlarda ise her iki soy çizgisi de kabul edilmekte, hangisini seçeceği, kişinin isteğine bırakılmaktadır. Başka bazılarında ise kadınlar anayanlı soyu, erkekler ise babayanlı soyu izler; buna da paralel soy çizgisi denmektedir.



CiNSiYET VE TOPLUMSAL CiNSiYET

1970’lerden itibaren feminist antropologlar biyolojik cinsiyetle onu aşan toplumsal cinsiyet arasındaki ayrıma vurgu yapmaya başladılar. Böylelikle bizim cinsiyetlerde algıladığımız ve varsaydığımız özelliklerin biyolojiye indirgenemeyeceğini gösterdiler. Bu çerçevede cinsiyetin toplumsal anlamda nasıl kurulduğuna ilişkin geniş bir araştırma alanı ortaya çıktı. Buna toplumsal cinsiyet adı verildi. Daha 1920’lerde Margaret Mead’ın öncü çalışmalarıyla başlayan araştırmalar, toplumların ve kültürlerin cinsiyet farklarını kültürel olarak nasıl inşa ettiklerini ve bu inşaların biyolojiden nasıl bağımsız bir biçimde geliştiğini ele aldılar. Bu çalışmaların yoğunlaştığı alana başlangıçta feminist antropoloji adı verildi.



































ÜNİTE 09 : Din ve Kutsal

Kutsallık kavramı, dini aşar. Din, kutsallık alanının önemli bir bölümünü işgal etse de insanların din dışı birtakım simgelere, yerlere kutsallık atfetmesi mümkündür. Dinin bir boyutu inanç ise diğer boyutu bu inancı ifade etmek, pekiştirmek ve bu inanç etrafında bir dayanışma ve kimlik yaratmak amacıyla düzenlenen ritüel boyutudur. Ritüel boyutu, kutsallığı simgeleştiren ayinler ve çeşitli ibadet biçimlerini içeren kurumsallaşmış davranış örüntüleri olarak tanımlanabilir.



Reform Çağı: 15. Yüzyılın sonunda Martin Luther önderliğinde ortaya çıkan, Protestan akımın Katolik

kilisesine karşı verdiği mücadele sonucunda dinle dünya işleri arasında bir ayrıma gidilmesi ve kilisenin

demokratikleşmesi hareketidir.



Anthony Wallace kültürlerin yaşam ve geçim biçimleriyle uyarlanma tarzları bakımından dört temel din kategorisinin varlığından söz eder:

  • İlki şamanistik inançlar sistemidir. Şaman uygulamaları genellikle bütün mesaisini dinsel alana vakfetmemiş din uzmanlarına dayanır ve göçebe-çoban ya da avcı toplayıcıtoplumlarla ilintilidir. Şamanın toplumdaki statüsü büyük ölçüde kişisel olarak elde edilmiş bir statüdür. Dolayısıyla şaman için karizmatik din kişisine örnektir, diyebiliriz.
  • İkincisi komünal inanç sistemleridir. Komünal inanç sistemleri, şamanistik uygulamaların kurumsal hale dönüşmesiyle ortaya çıkarlar. Bu inanç sistemlerinde insanlar; mevsim dönümleri, hasat, geçiş ayinleri gibi belirli zamanlarda ayinsel amaçlarla bir araya gelirler. Avcı-toplayıcılarda ve bazı küçük ölçekli tarımcı toplumlarda bu tür inanç sistemlerine rastlanır.
  • Üçüncüsü Olymposçu inanç sistemleridir. Burada komünal inanç sistemlerinin gerektirdiği birlikte ibadet ritüellerini yöneten profesyonel bir ruhban sınıfı devreye girer. Bu ruhban sınıfı hiyerarşik ve bürokratik biçimde örgütlenmiştir. Aslında karşımızda olan örgütlü dinin ilk biçimidir. Tıpkı ruhbanlar arasındaki hiyerarşi gibi, bu sistemde bir tanrılar hiyerarşisi de görülür. Beylik tipi örgütlenmelerde ve devletli tarım yapılarında bu tür dinler görülür.
  • Dördüncüsü tektanrıcı sistemlerdir. Burada bütün doğaüstü varlık alanı mutlak kudret sahibi tek bir tanrının denetiminde ve birliğinde görülür. İktidarın güçlü devlet yapıları eliyle pekiştiği ve yayıldığı tarımcı toplumlarda ve onların devamı olan endüstriyel toplumlarda tektanrıcı dinler görülür.
Max Weber, iki tip peygamberden söz eder. Bunlardan ilki model peygamberlerdir. Model peygamberler, kurtuluşa giden yolu kendi kişiliğinde gösteren kişilerdir ve bunun en tipik örneği Buda’dır. ikinci tip, bir dini tebliğ eden misyoner peygamberlerdir. Onlar Tanrı’nın cismi değil sadece aracılarıdırlar. Kişilikleri sadece

‘doğru insan’a ve tebliğ ettikleri dinin en doğru uygulayıcısına gönderme yapar. Tanrı ise insanüstü, her şeye kadir, yüce ve özeldir.



Animizm (Tylor): İnsanlarda ve diğer canlılarda var olduğu düşünülen ruhların fiziksel çevrede bulunan her türlü nesnede de bulunduğuna inanılmasıdır. Animizm kuramını antropolog Tylor geliştirmiştir. Tylor, animizmi bütün dinlerin temeli kabul eder.



Animatizm: Animizmin bunun bir adım öncesidir ve insanların bütün doğayı canlı olarak algılaması biçiminde tanımlanabilir. Bu, doğaüstü güçlerin varlığına dair inanç için ilk basamaktır. R. R. Marrett’in Dinlerin Evrimi Kuramında, ilk insanların açıklayamadığı ya da şaşkınlığa düştüğü olay ve nesneler karşısında doğaüstü güçlerin varlığına ve her nesnenin canlı olduğuna inanması olarak tanımlanır.



Animalizm, insanların hayvanlarla kurduğu özel mistik bir ilişkinin adıdır. Özellikle avcı kültürlerde avcıyla avı arasında büyüsel ve mistik bir ilişki kurulur.



Şamanizm: Şamanizm, animistik temelde ortaya çıkmış karmaşık dinsel, büyüsel ve tıbbi uygulamalar bütünüdür. şamanizmin merkezinde şaman adı verilen mistik bir kişi yer alır. Şaman hem geleceği bilen hem sağaltıcı (hekim) hem de büyücüdür. şamanizmin temeli animizmdir. Transa geçmek: esrime yaşamak.



Teizm : Doğaüstü alana mensup bir ya da birden çok yüce ve ölümsüz tanrının varlığına dayanan, bütün ölümlü varlıkların onların varlığıyla ilişkili olduğunu ve onların hükmü altında bulunduğunu savunan inanç sistemlerine teizm adı verilmektedir. İki tür teizm vardır. Birincisi, soyut ya da insan veya başka bir varlık görünümünde, kadere hükmeden çok sayıda tanrının varlığına inanılan çoktanrıcılık (panteizm) sistemleridir. ikincisi, evreni ve onun içindeki bütün canlı ve cansız varlıkları yaratan, insanın kaderine

hükmeden ve onu gözetim altında tutan, insanlarla zaman zaman kendi elçileri yoluyla ilişki kuran tek bir yüce Tanrı’ya imana dayanan tek tanrıcılık (monoteizm) inancıdır. Ortadoğu’da ortaya çıkmış olan ve Hz. ibrahim kaynaklı olduğuna inanıldığı için ibrahimî dinler adı verilen Yahudilik, Hristiyanlık ve islam tek tanrılı

dinlerin başlıca örnekleridir.



  • Doğu mistisizmi; yaşarken azla yetinme, çile çekme, başka canlılara zarar vermeme gibi erdemleri gözetmeyi, bu erdemlerle yaşanan bütünlüklü bir hayatın ödülünün ise yeniden insan olarak hayata gelmek olduğunu öne süren çeşitli inanç sistemlerinden oluşur. Bunlar mistik ve ahlakçı sistemlerdir. Tek tanrılı dinlerin, insanın doğa üzerinde mutlak egemenliğini meşru kılan ve insanı yaratılmışların en değerlisi olarak gören genel tasavvurunun aksine, Doğu mistisizminin temelinde insanın da doğanın bir parçası olduğu, insanla diğer canlılar arasında hiyerarşik bir ilişki bulunmadığı şkri yatar. Bu mistik dinlerin başında Budizm yer almaktadır. Esasen kast sisteminin katı tabakalaşmasına bir tepki olarak doğan ve hayatın temelinin acı olduğunu söyleyen Budizm’de hedef, insanın nirvana’ya (acıdan mutlak kurtuluşa) ulaşmasıdır.


Hinduizm’de ise, mutlak kudret sahibi tek tanrı ve ibadet şkri reddedilmiştir. Bunun yerine bir tanrılar birliği (panteon) söz konusudur. Hinduizm, bir tür boyun eğme (tevekkül) ve kabullenme (darma) vaaz eder. Herkes içine doğduğu toplumsal tabakadan (kasttan) kaynaklanan statüyü kabul edip bunun gereklerini yerine getirmelidir.



Doğu Asya’da yaygın olan ve bir dinden çok doğru yaşamaya ilişkin birer dünya görüşü olarak kabul edilebilecek Konfüçyusçuluk ve Taoculuk, Doğu mistisizminin en önemli öğretileri arasında yer alır. Bunlar inanç ve ibadetten ziyade ahlak öğretilerine dayanır. Konfüçyusçulukta erdem, yüce gönüllülük ve sevgi gibi temel temalar vardır. Doğanın bilgisi ve birliği ancak evrenin küçük bir modeli olduğu düşünülen insanın kendi doğasını denetlemesiyle kavranabilir. Bunun yolu meditasyondur. Weber’e göre, Konfüçyusçuluk, entelektüellerin ve üst sınıfların öğretisi iken Taoculuk Çin köylüsünün dinidir.



Dinlerin kitabi biçimde tebliğ edilmiş, sınırları belirlenmiş yorumuna ortodoksi, bu yorumun dışına çıkarak kişisel deneyimlere yer açan ve ahlaki ve mistik arayışlara girişen uygulamalara da heterodoksi adı verilir.



Bağdaştırmacılık (Senkretizm): Dinler ve inançlar arasında yaşanan kültürlenmeye bağdaştırmacılık denir. Örneğin Hacı Bektaş Veli Kapadokya’da bir islam velisi ve Bektaşiliğin merkezî şgürü olarak tanımlanırken, yine aynı yörede yaşayan Ortodoks Rumlar tarafından Aziz Haralambos adıyla bir Hristiyan azizi olarak tanınıyordu.



Tabular : İnanç sistemlerinin yanaşılmasını, dokunulmasını, yenilmesini, hatta kimi zaman adlarının anılmasını yasakladığı canlı ve cansız varlıklardır. islam ve Yahudi inancında kirlilik tabusu olan şeyler tanımlanmıştır. Domuz, ensest vs.



Kültler : Kültler, kutsal olarak tanımlanmış varlıklar etrafında oluşmuş inanç ve tapınma biçimleridir. Bu varlıklara saygı duyulur, tapınılır, zaman zaman kurbanlar sunulur ve onlar için ayinler düzenlenir. Çaput bağlanmış ağaçlar, ağaç kültünün örnekleridir. Kuzey Avrasya’da ayı, geyik, tavşan gibi kültler.



Totemler : Özellikle kabile toplumlarında her kabilenin belirli bir hayvan türüyle özdeşleşmesi söz konusudur. Özdeşleşilen bu hayvan, o kabilenin totemi olur. Bu inanışa dayanan evren kavrayışına totemcilik adı verilmiştir.



Mitos : Mitoslar, dinsel nitelikli efsanelerdir. Mitoslar: bir toplumun dayanışmasını ve birliğini, dolayısıyla kimliğini kuran tarihsel öykülerdir birer ahlak öğretisi oluştururlar. Toplumların göçleri, geçmişteki toplumsal varoluş biçimleri, yaşadıkları doğal afetler bu mitoslar aracılığıyla güncel kuşaklara aktarılır, böylelikle birliği ve toplumun kimliğini yeniden kurar.



Mitoloji : Mitosların oluşturduğu tutarlı bütünlük, pek çok öykünün birbirini tamamlayıcı biçimde örgütlenmesi mitolojiyi oluşturur. Mitolojiler, her toplumsal varlığın dünyadaki varoluşunun doğaüstü bir başvuru çerçevesinde meşrulaştırılmasıdır.































ÜNİTE 10 : Dil ve iletişim :

Hyoid kemiği, gırtlak yapısı, dilin biçimi, damak, dudaklar, dişler, ses telleri, akciğerlerin yapısı gibi pek çok organımızın yapısı ve işleyişi konuşmamıza izin verecek biyolojik bir düzeneği sağlar



  • Kip: Şil kök ve gövdelerinin türlü eklerle girdikleri kalıplardır.
Diller keyfîdir ve ortaya çıkıp ayrı birer varlık olarak gelişmeleri sürecinde dünyayı farklı kavrama ve algılama biçimleri inşa edilmiş olur. Bütün diller, kendi gelişme süreçlerinde kendi ekolojik ve coğrafî ortamlarının, diğer kültürlerle ilişkilerinin bir sonucu olarak, yani bir uyarlanma ürünü olarak, ortaya çıkarlar. Dolayısıyla aslında bütün diller mükemmel uyarlanma örnekleridir.



Konuşma dilinin yapısı iki ana unsurdan oluşur. Bunlardan birincisi sesler, ikincisi ise gramerdir.

Her dilde, sözcüklerin farklı biçimlerde örgütlenerek anlamlı bir bütün kurmasını sağlayan sistemlere gramer diyoruz. Dilin sesleri sesbilim (fonoloji) adı verilen bir disiplin tarafından incelenir.

Biz bir dildeki standart bir sesi, özgün veya tanınmış halinden farklı çıkarma eğilimine aksan diyoruz. Anlamlı en küçük ses birimine fonem adı verilir. Bir fonem tek bir sesten oluşabileceği gibi, birbiriyle ilintili birkaç sesten de oluşabilir.



Gramerin iki boyutu bulunmaktadır: Biçim ve düzen. Biçimleri inceleyen biçim bilim (morfoloji) basit seslerin anlamlı birimler oluşturacak biçimde nasıl örgütlendiğine eğilir, düzen boyutuna bakan sözdizimi (sentaks) ise sözcüklerin cümle dediğimiz anlamlı bütünleri oluşturmak üzere nasıl biraraya getirildiğini inceler. Bütün dillerde, sözcüklerin aynı dili konuşanlar için anlamlı cümleler oluşturacak şekilde nasıl dizileceğine ilişkin standartlaştırılmış uzlaşmalar vardır. Bunlara sentaks kuralları denir.



Bugün genel olarak kabul edilen görüş, konuşma dilinin Üst Paleolitik’te yaşayan insanlar tarafından geliştirildiği üzerinde durmaktadır. Üst Paleolitik dönemde, yaklaşık olarak 40 bin yıl öncesinden itibaren insanlar bütün kıtalara yayılmışlardır. Dolayısıyla dilsel çeşitlenmenin de bu yayılmayla başladığı düşünülmektedir.



İki dilsel varlığı iki ayrı dil olarak ayırt etmek için karşılıklı anlaşabilirlik ölçütü kullanılmaktadır. iki ayrı dilsel varlığın aynı dile ait olduğunu söyleyebilmek için aralarında en az % 70 oranında anlaşılabilirlik olması gerektiği, bugün genel kabul görmektedir. Eğer bu sağlanamıyorsa akraba, ama iki ayrı dil söz konusu demektir.



  • Lehçe, coğrafî ya da toplumsal olarak ayrı bir konuşma topluluğunu gerektiren dilsel bir farklılaşmayı ifade eder.
Dil Öbekleri (Büyük Dil Aileleri) :

  • Altay Dilleri: Moğolca, Tunguzca ve bütün Türk dilleri bu gruba girer.
  • Ural Dilleri: Samoyet ve Şn-Ugor dil gruplarından oluşan bir ailedir. Samoyetçe, Şnce, Macarca ve Estonca gibi Baltık bölgesi ve Doğu Avrupa dilleri bu aileye mensuptur.
  • Çin-Tibet Dilleri: 4) Güneydoğu Asya Dilleri: Vietnam’da, Kampuçya’da, Tayland
  • Malezya-Polinezya Dilleri: Malezya’dan başlayarak Pasişk Okyanusu’nun doğu ucuna, Güney Amerika’ya yakın şili’ye bağlı Paskalya adasına kadar yayılan çok geniş bir adalar topluluğunda konuşulan irili ufaklı pek çok dilden oluşmaktadır. 6) Papua Dilleri: 7) Avustralya Dilleri: 8) Andaman Dilleri: 9) Dravidi Dilleri: 10) Kafkas Dilleri: 11) iber ve Bask dilleri: 12) Hint-Avrupa Dilleri: Dünyada en yaygın dil grubu Hint-Avrupa grubudur. 13) Hami-Sami Dilleri: 14) Hoin-San Dilleri: 15) inuit(Eskimo)-Aleut Dilleri: 16) Amerika Dilleri:
Lingua Franca : Diller sadece bir topluluk içinde konuşulmaz; çok sayıda farklı dilin konuşulduğu karmaşık coğrafyalarda bütün toplulukların anlaşmalarını temin edecek ortak bir dilden yararlandıkları görülür. Buna lingua franca denilmektedir. Ortaçağ’da Arapça ve italyanca bütün Akdeniz havzasının lingua franca’sı oldu. Osmanlı çağında ise Türkçe Doğu Avrupa ve Balkanlar’dan iran’a kadar uzanan coğrafyanın lingua franca’sı haline geldi. 19. yüzyılda Fransızca, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de ingilizce lingua franca işlevi görmektedir.



  • Pidgin Dil : Özellikle sömürgeciliğin etkisiyle belirli bir dil alanına giren yabancı bir dilin, basitleştirilmiş bir gramer ve söz varlığıyla o dil alanında kullanılan biçimine pidgin dil denilmektedir. Örneğin Melanezya’da
  • konuşulan Pidgin ingilizce, yüzde sekseni ingilizce kaynaklı olan bir beşyüz sözcüğün kullanımına dayanan, kurallı ama standart ingilizce’den oldukça farklılaşmış bir dildir


  • Kreol Dil : Bir pidgin dilin yerli bir dil haline gelmiş biçimine kreol dil adı verilir. Kreolleşme denilen süreçte, pidgin dil eksiksiz bir gramer yapısına kavuşur ve geniş bir söz varlığına dayanarak gelişkin bir dil halini alır.


Planlı Dil Değişiklikleri:

1) Ölü Dillerin Canlandırılması: Pakistan – Urduca, İsrail – İbranice

2) Dilde Sadeleşme Hareketleri ve Ulusal bir Dil Yaratılması:18. yüzyılın sonundan itibaren Almanya’da ve Macaristan’da başlayan dilde sadeleşme hareketi, diğer ülkelere de örnek olmuştur.



Swastika yani gamalı haç işareti Hindularda kutsallığı ve barışı simgelerken, Nazi Almanyası’nda ırkçılığı ve saldırganlığı simgeler.



Her kültür samimiyet bildiren davranışları belirlemiş, kişilerin yaş, cinsiyet, statü farklarına göre esafelerini ayarlamıştır. Buna mekânın kültürel kullanımı (proxemics) ya da etkileşim geometrisi denilmektedir.



Sesleri temsil eden işaretlerden kurulu alfabelere fonetik alfabeler denir. Bütün fonetik alfabelerin (ki Türk, Latin, Arap, Kril, Yunan, Gürcü, Hint, Ermeni, Aramî-Süryanî alfabeleri böyledir) kökeni Fenike alfabesidir.



Kimi alfabeler resimlere dayanır. Bunlara piktografik alfabe denir. Örneğin eski Mısır’ın alfabesi böyleydi

Kimileri de belirli kavramları temsil eden işaretlerle yazılır. Bunlara da idyografik alfabe adı verilir. Geleneksel Çin alfabesi böyle bir alfabedir. Örneğin kısa, duraklı ya da uzun elektriksel iletimlere dayanan mors alfabesi bir işaret dilidir.



Her dil dünya kavrayışımızın ve dünya görüşümüzün temelini oluşturur. Dünyayı dilimizin olanakları kadar kavrar ve yorumlarız. Bu yüzden bütün diller, kendi olanaklarının yetmediği hallerde başka dillerden girecek yeni kavramlara açıktır.



Sapir-Whorf kuramına göre dilin yapısı, düşüncenin yapısını da belirlemektedir. İnsanlar dil ketegorileri ile düşünür ve dünyayı algılarlar. Dolayısıyla farklı dilleri konuşanların farklı düşünce dünyaları olacaktır.